4 Eylül 1938 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

4 Eylül 1938 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Busüa V B M aü Habr'ın tarihi Romanmnı:18 Şehzade cariyenin odasında katilin Yazan: İkimim delik deşik cesedi karşısındaydı Bu ne demekti, bu nasıl şeydi? kapısı, pönceresi, sımsıkı kapalı odadan bir du- man bile sızıp çıkamazken koca gövdeli genç Mahmudun kaybolmasma akıl sır ermezdi. Eğer Mahmudu öldürmek istiyen bağ- layırp götürmüşse bir katil değil bir mec- nun olmak lâzımgelirdi. Hazır buracık- ta uyuyan birini vurmayıp da onu dışar- da öldürmeği düşlinmek bir cinnet ola- " bilirdi ancak. Mahmudun dışarı çıkıp bir hacetini görmesi ihtimalini düşünse, o halde bu elbisa yığınına kakılmış hançerin mana- sı ne olabilirdi? Velhasıl Selim vaziyeti izah edeme - miş, odasıma firlamış, Anberi çağırmış, Mercanı istemiş, aratmış, — taratmış, Mahmudu bulduramamış, endişeden en - dişeye düşmüştü. Anber, bu vaziyet karşısında tedehhüş etmişti. — Sultanım, dedi, ancak şehzadenin odanızdan geçmesi mümkündür. — Evet Anber, ama nerededir? bu el- biseleri buraya kim koymuş ve ortasma bu hançeri kim saplamıştır? Bu esrarı anlamağa aklirm kâfi değil Anber, Sen ne dersin Mercan? Mercan yer öptü: — Hünkârım a'lem! BSelim, Mercanm göğsüne bir yumruk İndirip yere yıktı: — Habis, Söyle, bu işi sen bilirsin! Mercan ne deseydi? ne diyebilirdi? dr- şarda salonun sediri üzerinde çektiği af- yonun tesiriyle, tâ akşamdanberi uyuya kalmıştı. Değil Mahmudun, kendisinin bild YTarkmda olmamıştı. Anber, böyle hâdiseler karşısında Se- Himin kendinden geçerek akıl ve hayali« ne gelmiyen işlere kalkışabileceğini bi- lirdi, Halbuki şimdi böyle bir şey doğru | olamazdı. Belki Mahmudun hayatı haki- katen tehlikedeydi. Eğer gürültüye baş- lanırsa katillerin acele edip Mahmudun kârmı tamam etmeleri mümkündü. Sultan Mustafa da saat birde Beyler. beyi sarayından dönmüş ve bu saraya gelmişti. O zaman Anber ayaktaydı, na- sıl olmuştu da bu hâdiseyi işitmemiş, görmemişti. Acaba, kendi gçekildikten sonra Bultan Mustafanım bir iradesi mi olmuştu, acaba padişah, şehzadeyi boğ- durmuş muydu? Anber de işin içinden çıkamamıştı. Hele padişahm, birkaç gün Beylerbeyi sa rayımda kalmasi mukarrerken gecayarı- sından sonra avdetini çok manidar bulu. yordu. Netekim gehzade de ortada yok- Hiç akla gelir miydi ki gehzade, cariye- nin odasında ve kendisini öldürmeği dü- B ERL L HABERİNİ | (EİDİRBİ, ROMİANI | | O İngiliz kadımı bir âbideden İndirilmiş bir Yunan heykeline — : benzyor; onda mermerin beyazlığı ve Soğukluğu var; her bahtiyar anne gibi o da azametle, vakarla yürüyor. Güzel olduğu İnkâr edi. lemez, fakat bir harb gemisi gibi ağır. Üzerinde zarafetten, kibar- lıktan eser yok:. hiç şüphesiz ki bir ledi değil; İngiltere'nin uzak vilâyetlerinin küçük bir köyünde çiftçilik eden bir adamın kızı ola- ; cak; belki de fıkara bir protestan papasınım on birinci evlâdıdır... ”I Paris'ten köşke döndüğüm zaman ölüyor gibiydim. “Yolda bin bir düşünce, bin bir şeytan gibi Üzerime Üşüştü. Acaba Gaston bu | günen katilin delikdeşik cesedi karşısın. da, heyecan içinde, yorgun ve bitkin hal- de, cariyenin uydurduğu bir masalı diİn- liyordu. Halbuki asıl mücrim bu kadm- dı, Ama, nasıl Mahmüdün odada olduğfu bilinmiyorsa, Mahmut da bunu bilmiyebi- lirdi. Hele böyle sinirleri bozukken ince eleyip sık dokumak ne mümkündü! Selim ayaklarmı yere vurarak haykırı- yordu: — İşte Mahmudun hayatma kıydılar. Hem yanıbaşımda, hem benim odamdan geçerek... Ve koskoca sultan, padişahlık etmiş Selim, bir kenara diz çöküp “küçük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağladı, Kader bu gece Selimin de başma bir gorab örüyordu. Eğer Mahmud çok ge- cikmeseydi, şimdi rahat bir uykuya dal. mış bulunacaklardı. Halbuki Selim nere- deyse kendini kaybedecekti. Anber ağa dedi ki: — Hünkârm, Şimdi ağlanacak vakit değildir. Belki şehzade imdada muhtaç- tır. Selim, gözyaşlarımı geceliğine sildi. — Doğru Anber, doğru ama, ne ted- bir edelim? isterdim ki ben bütün sara- yı araştırayım, hattâ padişah Mustafa « nin odasına bile gitmek gerektir. Selim artık tedbiri, ihtiyatı kaybet « mişti, Dost, düşmaân düşünmeden iki a, rabın yanmda uluorta söyleyivermişti: — Padişah bir mecnundur. Mahmudun kanma girmesi mümkündür. Kan içme- dikçe rahat etmiyen bu zımdıktan her şey beklenebilir! Anber ağa, Mercana baktı, Bu bakışta derin bir korku ve mana vardı. Mercan, Mustafanm sanki çomarı demekti. Şim- di Selimin bu sözlerini padişaha nakle « derek kimbilir ne haileler meydana ge- tirecekti. — Şevketlüim, dedi, bu iş dağdağa bulmasın. Mercan kuluna yol ver. Gizli- ce maruzatim var. Selim işi anlamıştı: — Mercan! diye haykırıyordu. Dişleri gicirdiyordu. Tallah, ağzından bir şey çı- karsa tırnaklarımla işkembelerini deşe « rim. Haydi, defol, bizi yalnız bırak! Mercan zaten bunu dört gözle bekli- yordu. Hiçbir söz kulağına girmemişti. Henüz afyonu patlamıştı. Asıl şimdi ha. yallerine gömülüp tatlı tatlı uyuyabila « cekti, Selimin ayağımnı öptü ve sürünür gibi odadan çıktı. Selim telâş ediyordu: — Söyle Anber, ne tedbir edelim? — Bir siyah mürekkeb yok mu hün . kârım? — Ne edeceksin? — Seni boyıyacağım efendimiz! kadmı nikâhla mı almış? onu benden önce mi tanıyordu? yoksa bu kadm zengin bir adamın metresi miymiş de o adam terkettiği için Gaston'un başma mı kalmış? çocuklar işin İç yüzünü pek âlâ anlat- mıyormuş gibi ,onları gördükten sonra daha düşünmeğe hacet var- mış gibi birçok ihtimalleri gözüönüne getirdim. Ertesi gün Paris'e döndüm, kapıcınım eline epeyce bir para sıkıştırıp sordum: — Madam Gaston, mösyö Gaston'un nikâhlısı mı? — Evet, madmazel, (1) dedi. O sabahtan sonra Gaston'a bir kat daha yakınlık, bir kat daha muhabbet gösterdim; o da her zamankinden daha ateşli; elbette, gençlik! kaç defa, sabahleyha yataktan kalkarken ona: “sen beni, Vil . Levek sokağındakinden de fazla rmar seviyorsun?,, diyeceğim geliyor ama kendimi tutuyorum. Bu fedakârlığa nasıl razı oldu- ğumu ben de anlamıyorum,. Bir gün sordum: — Sen çocuk sever misin ? (D Kapıcmm Luoise'e böyle "madmazel” demesi, onu biT ta- hişe sandığını gösterir. 15 Temmuz W a y 5. B akadı F AT dln n Selim bu haile karşısında bile kendi. ni tutamayıp dakikalarca ve kahkahalar- la güldü, — Bre mecnun arab, beni Kayseri merkebi mi sandın? Anber utanmış, yerlere geçmiş, mak- sadınmı izah etmeden uluorta söylediği İ- çin kırdığı potu anlamıştı, ama, şimdi bi nunla oyalanacak zaman değildi. — Şevketlüm, dedi, sarayda biz kul, larına hürriyet geniştir. Her yere girip çıkabilir ve her saatte istedifimiz ma - hal ve semtte bulunabiliriz. Birkaç za - man İçin kulunun şekil ve kıyafetine gi- rip bizzatsarayı dolaşsanız ve şehzade- yi kendi elinizle arasanız diye fakirane teemmül ettim. Selim bu fikri çok beğenmişti. O ka. dar hoşuna gitti ki, yerinden kalktı ve Anberi kolları arasma alarak öptü, — BSen meğer çok akıllı bir adammış- sın Ânber! Ve koca sultan, bir palyaço gibi ayna karşısında siyaha boyandı, Elleri ve yü- zü parlak ve siyah mürekkeple alelâcaih hale gelmişti. Sakal biraz işi bozuyordu ama karanlıkta bu kadar incesine kim dikkat ederdi! Oracıkta don gömlek so- yunup Anberin elbiselerini giydi ve ken- dinin elbiselerini de Anbere giydirdi. Selim biraz daha muhteşem, biraz daha göbekli ve uzun boylu. Fakat gecenin loşluğu ve hele garay koridorlarmın gaz lâmbaları ve mumlar altındaki hafif ışığı içinde hiç de sezilmiyecek bir Anber a. ğa oluvermişti. Anber bir taraftan süratle Selimi ha- zırlıyor ve bir taraftan da sinirlerini takviye ediyordu. Mahmudun ortadan kaybolduğunu haber aldıklarından beri- dir hemen hemen bir buçuk saat geçmiş bulunuyordu. Her kaybolan zaman teh- likeli olabilirdi. Anber söyleniyordu: (Devamı Var) Çeviren : laşılan. Biraz sırtımı okşryalım da aklim | lerine vurdu: başınma gelsin! — İşte bunlar mühim, Bi _! Berber — Saçlarınızı ortadan ayırmamı Üç serseri birden Haymerin peşin - | nar su lâzım. r , istiyorsamız birkaç dakika için — cinayet | den koşup yumruklamağa başladılar. Al. — Bulduralım yu'Wu çyami yör romanı okumaktan vazgeçiniz? manm kendisini müdafaaya çalışması ( | D 0 PR D O YAZAN:I (ONORE) ıgmmmı,# — 105 — — Pek, dedi; ama elbette bizim de çocuğumuz olacak! — Nasıl elbette olacak? — En büyük hekimlere sordum; hepsi de bana İki ay kadar seyahate çıkmamı tavsiye ettiler. — Gaston, dedim, ben yanımdan uzak olan bir adamı seve- bilseydim, tekrar kocaya varmaz, Gülmeğe başladı, fakat seyahat kelimesi beni öldürmüştü. Böy- Je her basamakta tutunmağa çalışarak merdivenden yuvarlanmak- tansa kendimi kaldırıp pencereden atmak elbette daha hayırlı ola- cak. Allahaısmarladık, kardeşçiğim, söyle tadlı ve zarif bir ölüm. le öleceğim; fakat muhakkak öleceğim, yaptım. Dün vasiyetnamemi de yazıp imzaladım; artık beni görme- ğe gelebilirsin; köşke misafir kabul etmek yasağı artık kalktı. Gel de &on bir defa görüşüp vedalaşalım, ölümüm de, bütüin hayatım gi- bi, kibarlık ve zarafot damgasını taşıyacak; tamamiyle öleceğim. Elveda, kardeşçiğim; sen benim için dalma bir kardeş ruhu ta- şidm. Muhabbetin hiçbir zaman yükselmedi ama hiçbir zaman da eksilmedi; aym her zaman bir olan ışığı gibi gönlümü okşadı. Sa. Kİ * Nurullah ATAÇ h bir manastıra kapanırdım. bunun için lâzımgeleni 4 EYLÜL — 1935 D Yazâ: R.Rober Düma — 48 — Çeviren: “ MATMAZEL » Baronun yardımcıs1 Hayme Pariste üç serserinin tecavüzüne uğradı â — Emrim gu: bu akşam saat 20,15 de Jül Valle sokağında bulun. Jül Valle so- | kağı belediye hududu yakmında, Klin - yankur kapısı civarındadır. Haritaya bak. Anlaşıldı, değil mi? tekrar et bakayım? Haymer talimatı tekrar efti, — AÂferin! orada durur beni bekler « sin. Emrim bu kadar. — Bağ Üs... Haymer, sözünü tamamlamadan tele - fon kapandı. Zabitvekili cümlesinin s0, nunu yuttu ve söylendi: — Mülâzim bugün gene pek sinirli! Fakat saat 20,15 de? Buluşmak istediği kadın aklına gel- mişti. "Ne aksi tesadüf! neyse ben de daha evvel, öğle yemeğinden sonra giİ- derim. Mektupları da yanıma alayım da mülâzime teslim ederim, Mühim gşeyler olduğu muhakkak ama baronun yüzünü gördüğüm yok ki! Lâf bile söyletmiyor insana... v v * Jül Valle sokağı Parisin en pis sokak- larından birisidir. Gicir gicir, yepyeni bir goför elbisesi giymiş olan Hans Haymer bu haliyle s0- kakta dikkati çekiyordu. Haymer sinirliydi, çünkü gelip geçen- lerin kendisine bakışları, hiç de dostane değildi, Vaktinden evvel geldiğine piş . man oldu. Hem mülâzimin bu berbat yer- de ne İşi vardı? koca Pariste, randevu verecek başka yer bulamamış mıydı? Dolaşmağa başladı. ; Beş dakikası daha vardı. Arkasmdan ayak sesleri işitti. Her halde mülâzim olacaktı. Dönüp baktı. Hayır, gelen Üç Berseriydi. Yaklaştılar. Biri söylendi: — Hey andavallı! yolumuzu mu kesi- Yorsun? Haymer korkuyla kekeledi: — Hayır efendim. Kenara çekilmek istedi. Fakat bu se- fer öteki külhanbeyi homurdandı: — FPariste gezecek yer bulamadım da bizim mahallede mi boy göstermeğe kalktın? burada senin borun ötmez de , likanlı! — Hayır efendim! hayır! Serserilerden biri elinin tersiyle Hay- merin çenesini yukarıya doğru itti: — Surata bak herifteki? Haymer avazı çıktığı kadar haykırdı: — İmdad! # Ayni zamanda SBerserilerden birisinin suratma bir yumruk indirerek kurtulduk- tan sonra kaçmağa başladı. Fakat uzağa gidemedi. — Ne 0? pataklanmak istiyorsun an- ninle aşkm coşkunluklarmı tatmadık ama onun 7 tatmadık. Sen hayata akıllı, uslu gözlerle baktınr- Kontes dö VEstorad'dan Madam Gast0? atf Luiz'ciğim, sana bu mektubumu en seri VW , ten #onra ben de senin köşke gelmek Üzere yola yav5 | yazdığın &on sözler bana bir delilik eseri gibi &* a ki hepsini Lui'ye de anlatmağı münasib buldum! den kurtarmamız lâzmıdı. Gerçi hayli çirkin çar eler? aldığımız netice o kadar iyi ki herhalde sen d© Bu işe polisi de karıştıracak kadar alçaldım; fakâ” | düründen, bizden ve senden başka bir kimse bilmiy? ! Gaston melek gibi bir adam, hiçbir kabahati "o;.re* neymiş: kardeşi Lul Gaston, Kalküta'da ölmüş; b“',y, M':ı de kaptanmış; zengin ve bahtiyar, karısıyla ; reymiş. Bir İngiliz tüccarmdan dul kalan bir K S suretle eline oldukça büyük bir servet geçmis. P7 | nt gi mesin diye yazdığı mektuplarda Sıkmtılarmdan ' pit deşine geçinecek kadar para göndermek için ON ğîı p“::y l yet meşhur Halmer'in iflâsı, onu da mahvetmiz- serveti uçmuş. Bu darbe o kadar şiddetli olmus Gaston deliye dönmüş. Böyle kölu kanadı kırılinct göstermiş ve karısının son ufaktefeğini satm le'de ölmüş, Zavallı kaptan evvelce, kardeşine bir bankaya üç yüz bin frank yatırmışmış; fakst bankayı da mahvettiğinden bu parayı da kaybet” para etmedi. Birkaç Fi fıil bir çelmeyle yere yuvîLM Ç yerde de epey dayak ye Birden bir düdük sesi duytl0* — Polis geliyor! Nefes nefese yetişen lar: | — Ne oluyor? ne var? yiği — Tuhaf! mütecavizler M şebbüs bile etmemişlerdi. İ187 — ri cevab verdi: W: Biz d€ ! — Şu herif bize çattı. ! şadık, Ama kavgayı o Polislerden biri Haymer* &::ı% lip koltuk altlarmdan tutarak eti nın ayağa kalkmasına İ — Haydi, hepiniz karakolâe l Haymer, iki polis ar“md'w | topallıya karakolun yolunu tW ” polislef Kürakölda Haymeri OT birlikte komiserin karşısıma * Komiser emretti: — Üstlerini arayın gunlariP — Silâhları yok efendim: — Peki, Ceblerinde Evrak filân ne varsa çıkarl" K Haymerin cüzdanı, larla beraber komisere sapsarı olmuştu. Mektuplar! mahvolmuştu. " Komiser tekrar emir ““u; ,nj — Hepsini tıkm içeriyt? ——— meşgul olurum onlarla.-. , b Üç serserinin içeriye ukllaâ,ıl' bir masa başma oturmuş 014? ları görünce ayağa kalktl. Yüzbaşı Benua sordu! — Oldu mu? İ,.ıü'* Komiser Rokur yüzbaşınım " — rar etti: — Oldu mu? M Kıyafet değiştirmiş sivi * — — en iriyarı olanı cevab verdi: — Nasl oldu? ınlıâ M'd — Pek güçlükle d gişdi , kolay da olmadı. Herif KU ”M Vakanm cereyan termmt . Üa anlatınca komiser Rokur: j — Aferin çocuklar. Dedi- çot lıştınız. Şimdi dinlenin. M saat onda emniyeti um | rün. t | Sivil polisler dışart MM — Oldu, mükemmelen.. tiğinizi şimdiden haber yereyir, eli — Şimdi, dedi, Haymerif :_,ı y kik edelim. Bakalrm neler ü Cüzdandan iki zarf & u İ Sögisedei -l LV ' '. - 10637 idi; P" ıı%" ei kıd’:’ ““;l *,g: yi ST ga b * Sönderliç yi

Bu sayıdan diğer sayfalar: