Yazan: M.S. Anam, daha beni karnında taşırken, kötü yola sürüklenmişti —24 — — Artık suçu, muçu kalmadı işin. Cezanı yedin, mahkeme katarını verdi, temyizde tasdik etti bu kararı.. Anneni nasıl öldürdüğünü söylersen, yeniden başka ceza vermezler sana! Gözlerimin içine baktı: — Doğru mu söylüyorsun efendil... Sakın aldatma beni.. — Bunda aldanacak bir şey yok.. Po- His değilim, müstantik hiç!. Bende se nin gibi bir mahkümum. Hem senin söyliyeceklerini hükümete haber ver- mekle cebime bir şey girmez.. Korku. yorsan söyleme, Senin gene istidanı ya- yarım!.. İyilik etmesini sever bir oda- mum benli... Gözleri inanç ışıklariyle parladı; — Südüne havale ediyorum. Senin iyiliğini karşılıksız bırakmak istemem, anlatacağım! . Dedi. Sonra yavaş bir sesle, âdeta mı- rddanır gibi anlatmıya başladı: — Anam, daha beni karnında taşır- Ken orospuluk ettiği için babam onu boşamış. Doğurunca babama yollâmış. Beni Rizedeki akrabalarım büyüttü. “Yöşım ori beşi geçince anamı sermıya, aramiya başladım. Anasızlık çok doku- muyordu bana.. Hattâ bazı günler bir kenara çekilerek ağlıyordum anasızlığı- ma. Bir gün babam dedi ki: — İnsan Hayırsız ana için ağlar rm? Eğer o iyi kadın olsaydı, fenz yola sap- maz, daha seni doğurmadan evvel, sen karnında iken orospuluk Oo yapmazdı. Wâlâ fena yöllarda dolaşıyor. Sana muhabbeti olsaydı, evlât sevgisi nedir, büseydi sehi arutdr Babamın sözleri kalbime iğne gibi işledi. Deli gibi oldum. Babamdan son- şa başkaları da anamın şununla bununla yaşadığını kötü kadın olduğunu söyle- diler, ikten sonra düşman öl- 'akat onu mutlaka gör. ruek te istiyordum.. Babamın elini öp- vim. Yalvardım, yakardım: — Beni gönder. Bir kere şu kadını gireyim! . — Kötü kadının nesini göreceksin?. © benim için nasıl öldüyse, artık senin için de ölmüş bir anadır. Olmaz, Fahi- ga anaların eli öpülmez. Sonra herkes neder.. Ben namusumu dillere düşüre- mem, O kadar yalvardım ki, nihayet da- yanamadı. O sıralarda Şilede oturan a. mam yanma gönderdi. EVLADINI İSTEMİYEN ANA! Anam sordu; — Sen kimsin?, İçim sızladı. Evlâdını daba minimini bir yavru iken terketmiş olmasına râğ- men, beni tanıması lâzımdı. Çünkü ana- lar yavrularını kokularımdan tanır. Br değil mi?. Tebesüm dudaklarımda çiçeklenme - den soldu. Ağlar gibi bir sesle: — Tanımadın mı beni? Dedim.. Ben venin oğlun Ahmedim!.. Seni görmek icin buralara kadar geldim. Suratını asu: — Ne bileyim ben!.. dedi.. Seni çok küçükken babicm yanına yollamıştım. Ne kadar kalacaksın burada?. — Sen ne kadar istetsen? . Cevap vermedi. Sarılıp öpmedi beni, On beş yı çocuğunu görmiyen, gördü. ğü günde kollarinin arasına alıp, göğ- sünde sıkıp, sevriyeni bu kağına kargı Falbimde öyle bir kin, nefret uyandı ki, anamı hiç sevmilyen, adını bile anmak istemeyen babama hak vermeğe bâşla- dım. Nefretim, kinim yavaş yavaş arttı. A. ramı öldürmek için yüreğimde bir ateş vanmıya başladı . Aram her giln beni azarlıyor, beddua «diyor, kötü müamelelerde bulunuyor, sert sert konuşuyordu, Bir gün dedi ki: — Bu böyle olmaz. Benim seni bes. Byecek kudretim yok... Sığır gibi dola- şıyor, eşek gibi yeyip yatıyorsun. Hiç bir iş gördüğün yok.. Böyel aylak do- laşacağına ormana git, bir kaç yük o- dun yap, yarısını satarız, yarısmı da biz yakarız. — Yolu bilmiyorum ki gideyim. Sen bir öte örmiii" göster; örter 4önes kü rışma!, NASIL ÖLDÜRDÜM? O gün beraber ormana gittik. Mutla. ka öldürmeğe karar vermiştim anam:!.. Ağaçların gölgesinde biraz dinlendik... Sonra baltayı oldım, başladım - ağaçları budamıya.. Anamın arkası bana dönüktü. Birden bire içimde yanan ateş alevlendi. Göz- lerim dumanlandı, ağaç kesmeyi be raktım, elimdeki boltanın keskin tarâ- fm bütün kuvvetimle başına indirdim. Kafası ortasından yarıldı. Ve; — Hik, Bile demeden serildi yere. Bacaklarından tuttum. Sürükliye sü- rükliye ormanın kuytu bir köşesine, ça. ların arasma soktum, böğürtlenlerin dibine bıraktım. Sonra, baltanın kanını teprakla sildim. Kafasından akan kan küçük bir göl halini almıştı, âdeta. O- raya da toprak doldurdum. Köyün ye- lanu tuttum, kalbim rahattı, içim fe- | | | Yazan; Gerald Kelton Beynelmilel vaziyet çok nazik; çok tedbirli hareket etmeliyiz Londradayız. Karlton Havzdaki gü. 7e| ve büyük binalardan birinin kütüp- hane salonundaki şömine önünde otu- ran Üç kişi konuşuyorlar. Bunlardan ikisi, ellerinde büyük bir milletin mu- kadderatmi tutan, resimleri ve kari. katürleri ber gün gazetelerde çıkan gahsiyetlerdir. — Sir Riçard Lannel, bembeyaz saçlarla örtülü başını sallıyârak söy. Tendi: — Böyle vasıtalara müracaat etmek inde kalmması doğrusu te- easüfe değer... Lord Vitley sevab verdi: — Ben de sizin fikrinizdeyim, Fakat böyle yapmak da zaruri... İşte bu se- bebledir ki size binbaşı Kardeni tak- dim ediyorum. Kendisi her hususta i. timada lâyık, bize fevkalâde hizmetle. ri dokunmuş bir zattır, Salondaki üçüncü gahıs teşekkür makamında başımı eğdi ve hafifçe kı- zardı, Bu zat, iki nazırdan yirmi yaş kadar daha genç görünüyor, dinç ve sporcu hali kendisini olduğundan faz- la genç gösteriyordu. Sir Riça — M. Kardenle ayni klübün azası olduğumuz halde kendisine hiç tesa- düf etmemiştim - dedi . bu vesileyle tanıştığımıza da memnun oldum. Lord Vitley gülümsedi: — Karden öyledir. Esasen mesleki ralılamıştı, anamı öldürdüğüm için hiç hir sıkınte, bir azap hissetmiyordum yü- reğimdet. e eğ Rİ Eve. geldiğim zaman komşular sor. du: — Ahmet niye yalnız nan nercde?. Soğuk kanlılıkla cevap verdim: — Kurtdoğuşuna gittil, Kurtdeğuşu bir köydü ve bizim köy- den çok uzaktı, . geldin? A- KÖPEKLERİN GETİRDİĞİ KOL! Aradan kaç gün geçti bilmem! Kö- pekler köye bir kadın kolu getirdiler. Kolu görenler tanıdı. Hepsi: — Fatmanın kolu bul, Dediler. Bazı kadınlar; — Zinparası öldürmüş, dağda berak- mış olacak, Kimbilir ii Diyorlar, erkekle — İlâlemin işi mi yok.. Niçin elini orospu kaniyle boyasın.. Keyfini yap- tıktan sonra verir eline hakkını kapar - itibariyle onun berkesin nazarı dikka- tini çekmemesi icab eder. Sir Riçard fikrinde ısrar ediyordu: — Böyle vasıtalara müracaati dü - rüst bulmuyorum, herne kadar bun » lar zaruri isede bence doğru değil. Sakın Üzerinize alınmayın Karden, ben kendimle Lord Vitleyin resmi hü, viyetlerimiz dolayısiyle bu kadar in. ce eleyip sik dokumağa mecburum. Manmafih mademki neticeyi istiyoruz, onu elde etmek için kullanılacak va» sıtaları da istemeliyiz. Başka çare yok. Lord Vitley heyecanla: — Evet, dedi. Başka çare yok. Va- ziyet Icabı her vasıtaya müracaat ©de- ceğiz. Bu günlerde patlamak üzere bu. lunan bir yanardağ ağzında yürüyoruz. Bu yanardağın ne kuvvette infilâk et. mek imkânlarma malik olduğunu a » raştırmak bizim vazifemizdir. Binbaşı Karden on senedenberi be- nim sağ kolum mesabesindedir. Nazır olmadığım zamanlarda bile onun me- saisi neticesini alâkadar makamlara bildirmekten uzak kalmadım. Şimdi de beynelmilel vaziyeti çok nazik gör. müş olduğum içindir ki size Karde. nİ takdim etmek lüzumunu duydum. Çünkü Sir Riçard, fazla ibtiyar olma- makla beraber artık genç de değilim; eğer ölürsem Karden mesaisi mahsu- Yünü başkasma (bildirebilmelidir, Bu zat da ancak siz olabilirsiniz. Karde- koyuverir.. Niçin öldürsün? odu büyüdü. Dalbudak sardı. İşe jandarma karıştı, korucularla Obe- raber anamın cesedini arâmıya çıktılar, Ne orman kaldı, ne dere. Ne bayır kal- dı, ne tepe!.. Nafile bulamadılar, Kur. doğuşuna jandarma saldılar, anamın ©- raya gitmediği anlaşıldı. Bunun üzeri- ne beni yakaladılar, Bir şey bilmediğimi söyledim. Biraz sıkıştırdılar. Gene bir şey bilmediğimi söyledim. Bu da para etmeyince, onbaşı dedi ki: — Anan esasen kötü &adındı.. Eğer onu bunun içn, namusunu kurtarmak için öldürdünse çekinme, söyle, hükü » met namus için anasıni öldürenlere ceza vermez! . Jandarma onbaşısınım sözüne kandım. Olanı, biteni, anamı nasıl öldürdüğümü anlattım. Anamın ölüsünü sakladığım | yeri gösterdim, (Devamı var) 4 HEZİRAN — 1038 nin resmi bir hüviyeti yok ve ismi “Entellicens servis,, listesinde kayıtlı değil, Bildiğiniz gibi kendisi tekaüt - lük nezaretinde - memur görünüyor. Mesaisinin mahiyetini üçümüzden baş ka'kimse bilmiyor. Değil mi Karden? — Evet, Sir Riçard: — Vitley, dedi, size kabinede oldu- ğu gibi kabine dışmda da dalma mü- zaheret ettim, Hepimizin, bütün na - sırların perde arkasında mali, askeri ve siyasi müşavirlerimiz olduğu ma. lüm; fakat bizim emrimizde bir muka- bil casusluk teşkilâtımız olduğundan haberim yoktu. Lord Vitley arkadaşınm sözünü dü « zeltti: — Bizim emrimizde teşkilât değil, “benim emrimde,, teşkilât... Sir Riçard gülümsedi: — Hakkımız var. Eğer başvekil bu- Du öğrense hayretten ağzı bir karış a. çık kalırdı. Diğer pazırlar da hasedden çıldırırlardı. — Benim verdiğim rakamlarm ve malüimatın bazan resmi rakam ve ma- lümattan farkir oluşunun sırrımı şim- di anlıyorsunuz değil mi? — Evet. Böyle veziyetlerde daima sizin haklı çıktığınızda haetırlıyo- rum. Öyle ki bütün akadaşlar &ize mucizeci bir adam gibi bakmaya baş. Tamıştık. — Malümat menbamm ölümümde memleket için kaybolmamasını iste « yişimi de şimdi anlıyorsunuz herhal « de... Karden, piyasa nasıl? v Mieelamşiefintie gok Gri eb, çok alici var, fak AZ — İkinci elden satmalmak imkânı var mı? — Hayır, Almanya işe karışıyor. Lord Vitley düşünceli bir tavırla mırıldandı: — Tabii, Peki simsarımız ne diyor? — On bin lira istiyor; fakat malâ. mat nakıs... Ancak beş altı noktaya sarih tafsilt var, — Eksik olanlar nedir? — Mitralyözlere dair bazı rakamlar veriliyor ama kati değil... — “Aşil” ne düşüncede? — O da bu melümatın değeri olaca- ğına pek kani değil... Sir Riçard söze karıştı: — Nece konuşuyorsunuz Allah aşkı» na! söylediklerinizin bir kelimesini anladımsa Arab olayım! Lord Vitley cevab verdi: (Devamı var) yüknek? al pek A A ŞE CN XX. EL YUZDE Büyük ağabeyim dük dö Retore ağır, soğuk ve barib bira. damdır; Madrid'e gitse babasının yanında pek sönük kalacs- ğından burada kalmayı tercih ediyor. Zaten Mis Griffit haber almış, Alfons (1), Opera dansözlerinden birini seviyormuş. Bir çift bacağa, o bacak'arla havaya çizilen hatlara da gönül verilir miymiş? Dikket ettik, ağabeyim Opera'ya, Tullia dans ettiği akşamlar gidiyor, o karmm danslarını alkışlıyor, sonra çıkıp gidiyor. Öyle zannediyorum ki bir yerde böyle iki “kız”, vebadan bile büyük bir felâkettir, Küçük ağabeyime gelince o hâlâ alayda, daha göremedim. İşte bu blerle, Zatı Şahane'nin büyük elçisine kör dey. nekliği etmek vazifesi bana düştü. Belki İspanya'da bir kocaya varırım; belki de babamın beni oraya götürmekten asıl maksadı, tıpkı seni o hassa alayı enkazma verdikleri gibi, çe. yizsiz çemensiz baş göz ödebilmektir. Babam bana kendisi ile gitmemi teklif etti, kendisine ders eren ispanyolca hocasından da ders almamı söyledi. — Siz, dedim, beni orada büyükten bir adama mı vermek niyetindesiniz? Cevab olarak kurnazca bir bakışla iktifa etti, Birkaç gün- denberi sofrada beni kızdırmaktan hoşlanıyor; beni tetkik edi- yor ama ben de kendimi iyice gizliyorum; onu hem babam, hem de sefir olarak atlattım, Bara bir budala diye bakmıyor muydu”. bana falân delikanlı veya kendileri ile birkaç yerde buluştuğumuz kizlar hakkında ne düşündüğümü sordu. Ben de cevab olarak saçlarm rengi, boylar arasmdaki fark, delikan- arın yüzleri hakkmda manasız sözler söyledim. Babam beni bu kadâr alık görünce şaşırdı ve bana sun! sorduğuna pişman oldu. Ben: — Ama, dedim, asıl düşündüklerimi söylemiyorum; geçen gün annem bana tenbih etti: asıl hislerimizi belli etmek müna. Nurullah ATAÇ 5g Çeviren: sip olmazmış. Annem: — Aile arasında çekinmeden istediğinizi anlatabilirsiniz, dedi, — O halde söyliyeyim, dedim. Şimdiye kadar dikkat ettim, genç erkekleriniz, dikkatten ziyade para çekecek meziyetler he, vesinde; bizden ziyade kendilerini düşünüyorlar; ama, doğrusu, hislerini gizliyebildikleri yok: bizimle konuşurken takındıkları tavrı hemen bırakıyor ve bizim gözlerimizden istifade edemi. yeceğimizi sanıyorlar. Bizimle konuşan erkek âşıkımız, bize artık hiçbir gey söylemiyen de kocamız. “Kızlara gelince o kadar mürai şeyler ki asıl huylarının ne olduğu ancak nasıl dans ettiklerinden anlaşılıyor; sade endam- larıyla hareketleri yalan söylemi O “güzel âlem” dediğiniz şeyde bilhassa bir sertlik, bir ha; ik görüp korktum. Geceya- rısı 0 sofraya oturmalar yok mu” o zaman öyle şeyler oluyor ki insana, bittabi nisbetler muhafaza edilmek şartiyle, avam tabakasının ayaklanmasını hatırlatıyor. Terbiye ve nezaket, umum! hodgümlığı pek gizliyemiyor. (Ben kibarlar âlemini büsbütün başka türlü tasavvur ediyordum. Orada kadınları hiçten sayıyorlar; belki de bu, Bonapart fikirlerinin bir yadi- girıdir. Annem: — Maşallah! dedi, bizim Armand hayli terakki etmiş! — Anne, dedim, benim daima size madam dö Stal'in ölÜP ölmediğini soracağımı mı sanıyordunuz? Babam gülümsedi ve kalktı. Kardegçiğim, bütlin söyliyeceklerimi söylemedim. Bak, dazs neler anlatacağım. Bizim tasavvur ettiğimiz aşk herhalde pö* derin bir yere saklanmış olacak ki burada onun izine bile t* sadüf edemedim. Gerçi salonlarda şöyle süratle bakışmals” gözüme çarptı ama onlar da ne soluk şeylerdi! bizim aşkımı © harikalar, güzel rüyalar, leziz hakikatler, biribirini yan zevkler ve elemler âlemi, tabisti aydınlatan o tebessümle” cana can katan o sözler, dalma verilip dalma alman O saadeti hasretten doğan o hüzünler, sevgilinin gelmesiyle taşıvere? sevineler!... onlardan bir eser bile yok. Ruhun o ihtişamlı ©, çekleri acaba nerelerde açılıyor? kim yalan söylüyor? biz e” yoksa âlem mi7? Şimdiye kadar delikanlmın da, erkeğin yüzlercasini gördüm, hiçbiri bana en küçük bir heyecan di; bana hayranlık ve sadakatli bir muhabbet göstermiş ols lardı, benim için döğüşselerdi, yine onlara da, bütün yaptıki#” na da hiçbir alâka gösteremezdim. Aşk, kardeşçiğim, o yaf nadir bir hödisedir ki bütün ömrümüzü, tabletin bizi baht etmek kudretini bahşettiği adama rasgelmeden geçi k bildir. Bu düşünce Insanı titretiyor. Çünkü ya o adama P* geç tesadüf edersek halimiz nice olur? (Devami var ik (1) Frenklerde büyük ailelerin birkaç soy adı Yer dö Relore'nin asıl adı Alfons,; Öteki Retore adı, Şoliyö #oy adı.