16 NİSAN — 1938 Irklar, yem recek ir tadil Bugünkü fen e buna cevap ve Mf a Japon gıda işleri enstitüsü, uzun boylu ve gürbüz bir nesil yetiştirmek İÇİn, bol vitamin ve emlahı ihtiva eden bir cins balığı kurut muş, bir toz meydana gelir” miştir. Japon mektep çocuk- larına özle yemeklerinde bu tozu yediriyorlar. Beş sene” de hayrete şayan neticeler alınmıştır. APONLAR ırk itibarile neden a kısa boyludurlar? Bas! milletler efradının dişleri neden güzel, baz ırk ların ahlâki umumiyet itibarile neden haşindir? il Japonların boyları uzatılamaz m Irkların hususiyetleri meyanında Du lunan bazı noksanları düzelt emez se Bu çok ehemmiyetli mevzu üzerinde etütler yapan fen erbabı pek şayan dikkat neticeler elde eteslerdir. tarzlarını değiştirmek suretile ka boylu ırka mensup adamların © ları, haşin tablati inşanlarm rai tiği görülmüştür. esli Hindistanın gimelindeki ŞIb ve Patanlarla Madraslılar âşağı yukarı ayni şerait altımda yaşadıkları halde bir birlerinden pek farklı insahlardır. Şih- ler ve Patanlar tizun boylu. iri vücut- misleş- ek tarzlarını değişti- ki hususiyetlerini edebilirler mi? rbabı riyor iie şin olmuşlardır. Yani esarete thammü- lü olmayan Britonların bütün teki vasri- larınt almışlardır. Onların yanındaki kalesteki sakin, gürbüz fareler Şih ve Patanların ye- meklerile . büyütülmüştür. Onlar da wüssece Briton kardeşleri kadar büyük olmakla beraber yumuşak tüylü ve sa- kin olmuşlardır. ; Diğer bir kafesteki farelere aynen Madraslrların etli ve biberli yemekleri evrilmiştir. Bu fareler cüssece pek Wi kimselerdir. Halbuki Madraslılar | usak kalmıştır. ufak tefek, çelimsizdirler. Yine ayrı bir kafese ayrılan yavru. Ayi tail şeralt altında yapıyı “e | Jar balık ve pirinçle büyütülmüştür. bir ırktan olan bu iki grupun daki bünyevi farkı gören âlimler bu işi ve bu farkm gıda tar- sındaki € gişiklikten ileri geldiğini tes- bit etmişlerdir. Şihler ve Patanlar bol rinç, kırmızı biber, demir hindi ve ku ru balıktır. Meşhur tep erbabından Sir Robert Me Corrison bunu kendine bir başlama noktası yapmış ve bir takım tecrübö- lere girişmiştir. Ayni anadan babadan üretilmiş on ilki kafes dolusu beyaz fa reyi muhtelif kısımlara ayırmış, bun- lara başka başka gıdalar vererek meti- celeri bir tarafa kaydetmişitr. Kafesin birindeki farelere sütten kesilir kesil mez beyaz ekmek, reçel, Mi s- eti, haşlanmış balık, ve çay Terimi Bu, vara br Tile iyçn- nin daima yediği şeylerdir. Bu şekilde i di beslenen fareler sert tüylü, iri ve ha- 7 IISTIRİAP, VE YAY ok İ v4) Şayeste pencereye koştuk. Behtik. — İşte, . dedi, Eşyalarını da şimdi içeriye alıyorlar. Git yardım et.. Ben de ya. Aynen Japon tarzında beslenen bu fa- reler ufak tefek fakat sağlam bünyeli olmuşlardır. Velhasıl muhtelif kafeslerde muhtelif Irkan ufka tefek olmalarından pek fazla müteessir olan Japonlar ırkiarmı ıslâh edebilmek için gayet ağ tet- kat lardır. Japon yemeklerin- de gayri araf talari AV B vitamin- leri yoktur. Japor gıda işleri enstitüsü bol vitamini ve emlâhı ihtiva eden bir cins balığı kurutmuş, onu çekerek bir toz meydana getirmiştir. Japon mek» tep çocuklarma, öğle yı bu tuz, yemeklerinin üzerine ekilmek su retile yedirilmiştir. Bu rejime beş sene levam edilmiş. bu müdöst sonunda çocukların kiloda ve boyda çok fazla İ kazandıkları görülmüştür. Bazı ırki hususiyetleri ortadan kal dırmak bakımından bu tecrübe yepye- ni bir çığır açmıştır. Uzun boylu ana abadan meydana gelen uzun boylu ço cuklarm bu inkişaflarında verasetten başka sebepler de olabileceği düşü nülmüştür. O ailenin tagaddi tarzının da bu işte dahli olduğu anlaşılmıştır. Birçok, hastalıkları doğuran muay - yen bir takım yemeklerdir. Meselâ 0€- nubi Hindistan ahalisinin mideleri ve barsakları ülserlidir. Travankore yer- lilerinin başlıca gıda maddelerini teş- kil eden tapyoka kökü halis nişastadan ibarettir. Fareler üzerinde tecrübeler yapılmış ve tapyoka ile beslenmiş fare- lerin bir müddet sonra mide ve barsak ülseri, peyda ettikleri o görülmüştür. Hastalığın fareler örasındaki “nisbeti Travankore yerlileri erasında ki hastalık nisbetine tamamen tetabuk etmiştir. Mütevazin bir perhize — tabi tutulan fareler arasında hiç ülsere te- sadüf olunmamıştır. Yine tecrübeler göstermiştir ki ülserli farelere 180 günden fazla ülser tevlit edi kuvvetli nişasta verildiği takdirde Ülser kan- sere tahavvül etmektedir. 130 gün içinde tagaddi tarzı değiştirildiği tak- dirde ülserin ortadan kaybolduğu gö- rülmüştür. Bu gibi faydalı keşiflerin insanlığı çok büyük ıztıraplardan kurtaracağı muhakkaktır. * (Devamı 15 incide) Tıpkı bir roman Bir haydudun hayatı Bayan Remziye | Fikrinin muharri- rimize anlattıkları Bir iki gün için Suadiyedeki teyze. me gittik. Kutusundaki camı da çantama koy. dum. Ondan ayrılamıyordum. O 24- man Süsdiye tenha idi. Şimdiki gibi kübiğin, paranm rokokosu değildi. Ta- biat ve ıssızlık daha hâkimdi. Bunun için geceleri, daha tabit geceydi. Yat. ma zamanımı bin gözle bekledim. Yat. tum ve ampulü yaktım. Camımı koy- dum, dakikslarca, #aatlerce bekle. dim. Işıklı yazı yoktu! Yüzün renkle. ri sönmüştü. Gözler.. Ancak gözler ©- lanca tesirleriyle bana bakıyorlardı. Ertesi gece bunlar da sönüp kay - boldular. Ve ondan sonra ben bir yâ. rı meczub oldum. Eğer kara sevda dedikleri sahiyse beh ona tutulmuş tum. Mahmut Nadirden başka bir şey düşlnemiyordum. Bu uzun aylar böy- le devam etti, Memleketin vaziyeti tekrar karıştı. Ordular İzmire, Mudanyaya, İzmite dayanmışlardı. Dayım yükte hafif, pa. hada ağır eşyalarını iki bavula yerleş. tirdi. Kaçmaya hazırlanıyordu. Ali Kemali İzmitte halk paramparça et- mişlerdi. Damad Ferid paşa Ayssta- fanosa geldiği halde gerisin geriye kaçmış, padişah pılıyı pırtıyı toplayıp sıvışınış. Dana dünya vız geliyor. Mahmut Nadirden de o camdan son. r& bir tek satırlı mektub bile gelme di. Fransaya kaçacaktı. Bavulları lt ka- ta indirildi ve selâmlik tarafındaki kapının arkasına konuldu. Bir ecnebi bayraklı otomobil gelecek, eşyayı alıp götürdükten sonra dayımı almak için gelecekti. Dayım o gece dedi ki: — Galiba bir daha kendi mutfağı. mızın yemeklerini yemek kısmet ol. mıyacak. Bari son defa ağız tadı ile bir yemek yiyeyim. Bu akşam fazlaca kederliyim. , Dayım ne vakit kederlense, canı 8)- kılsa böyle yapardı: bir oturuşta üç kişilik yemek yerdi, yatar ve sabaha kadar horuldardı. Ertesi günü bir geyciği kalmazdı. YABANCI — Hayır kızım. DİLLERİ: NAKLİ — Oda... . diye durdu. Devam edemiyeceğini anlaymca? — Bir emriniz mi vardı, efendim, yapayım, - dedi, — Dünkü sayımızdan mabaad — Fakat bu gece altı yedi kişinin yi- yeceğini yalnız kendisi bir oturuşta yedi. Kâğıt kebabı, kuru fasulyeli kaz, börek, mantı, ve saire... Hemen yattı Sabahleyin annemle o. dasına girdiğimiz zaman dayımı yüzü gözü çarpılmış, kaskatı kesilmiş, mı- ritılar çıkaran bir vaziyette gördük, Telâşa düştük. Öldü sandık, Fakat çok şükür ölmemiş. Bir tarafrıa boylu bo- yunca inme inmiş. Doğrusu sevindik, İnsanı bazı felâketler de sevindiriyor. muş. Öyle ya, daha beteri de olabi. lirdi. Hem sevincimiz ikiydi. Birisi öl memesi, ikincisi de inme inmesi, Öyle ya, inmeli bir ihtiyarı tutup asmıyas caklardı ya. j Bayraklı otomobili geri çevirdik, Doktorları çağırdık. Birkaç konsültas," yondan sonra bu işin böyle sürüp gi deceğini, daimi bir hastabakıcı geti rilmesini söyleyip gittiler. j Bir yanda annem, bir yanda tey. zem, ayak ucunda hastabakicı kız. Ben koca evin içinde kendi başıma kaldım. Her sabah hir defa yanma gi. dip hatırını sorar, ondan sonra evin içinde deli gibi dolaşırdım. Bir akşam, yemekten sonraydı. O- damda oturuyordum. Hizmetçi baber verdi: — Mahmut Nadir bey gelmiş küçük hanım, Sıçradım. Bir kâbus sandım. KİZ birkaç defa tokrarladıktah #önra bir az kendime geldim de: — Yandaki küçük salona almiz. Dedim, Küçük salona girdiğim va- kit titredim. Küçük camlı resim bü. yümüş, karşımda duruyordu. Hemen Üzerime yürüdü, ellerimi tuttu,yüzümü gözümü - bana sorma dan . öptü. Tok sesiyle: — Her şeyi biliyorum. Ben geldim. Artık ben varım. Üzülecek bir sey yok, Dedi. Bir çilgm gibi boynuna atıldım. Bir rüya içinde rüyanın boşlukları. na kendimi bıraktp koyuverdim. Sa « lon karanlık, onun gözleri aydınlıktı. (Devamı 15 incide) LUNAR Suad Şayestenin babası hakkındaki kısa karşılığını, onun — Haydi kızım, durma öyleYS€-- , salonda yabancı ia Kurula Be, - diyede, Yard süren ve Bız Sofyadan evimin salonun” Bir kahvemi içmeden bir yardım oldu. Size mminpetiğrim © SE e st, dikkatle pe e Kışlarında eski sabitliğin Meran anlaşılıyordu. Netekim: ion rare mp caba, - GİY? devam etti. Ses sada — Evde kimse yok mu aca. “ou üzerine Sund'in yanmdaki zat Şeyesteye yeslendi: — Baksana kızım. z ini di. N Ein yok mu? — Hoş bulduk kızım. Annem — Yukarda efendim, gimdi — Pek alâ. Haydi öyleyse, — Peki efendim. ayin Şayeste çekilip gittikten sonra konuşmal ter, Suad: — Size babamı tanıtmak isterdini, “e am. atlerde dalma bahçede bulacağımı ras bakılırsa evde olmıyacak. Söylemistin Nurullah bey. Yola cıkmak pek # larından biri olacağım Ki 8izi Y yabilmeniz elden şayanı tekdirdir. B“ Suad sözünü bitiremedi. i — Roş geldin oğlum. - N setti, 2 » Gözlerime — Hoş bulduk anne, Sana iyi hab Say bir an dad bir gey yapmanm imkân! e ga bize iki kahve yaptır. devam etti. Mu” HABERİN EDEBİ YEVRİKASI: 49 Yazan; Hasan Rasim Us Beyi tanıtayım. Kendisi, beni Sofyadan trene bindiği zaman tanıdı ve beni evime kadar getirmek zahmetinde bulundu. Safinaz Hanım elini Nurullah beye uzatt: — Teşekkür ederim oğlum, - dedi. — Vazifemiz valide hanım. Otrdular. Safinaz Hanımın renksiz dudakları titriyor, oğlu- na; bu yabancı yanında, babasının ölüm haberini verip verme. mekte teroddüd gösteriyordu. Bunu arkadaşı gittikten sonra söylemeyi daha doğru buldu. Oturmuşken, tekrar ayağa kalk- tr? — Siz konuşunuz oğlum, - dedi. Ben biraz yukarıya çıkıp yapılacak işlerimle uğraşayım. — Nasıl istersen anne! Safinaz Hanımın ayrılmasını müteakip, bir taraftan hizmet. çinin getirdiği kahvelerini içerlerken, bir taraftan konuşma. larma devam ettiler, Konuşma pek uzun sürmedi. Nurullah Bey izin istiyerek ve bir başka gün tekrar ziyaretine geleceği. ni söyliyerek ayrıldr. Ayrılıp gittikten sonra Suad; — Fatma" - diye seslendi. Suadin sesine koşarı Şayeste cevab verdi; — Fatma yok efendim, — Ferid! — O da yok — Nimet! — Disarı çıkmıştı sabahleyin. — Desene ki evde kimse yok.. Babam nerede? Şayeste ceveb veremedi. da ötekiler gibi evde bulunmadığına hamlederek, oturduğu yer- den doğrulmuştu. Odasma çıkmak istiyordu ve bunda acele eden bir hali de vardı. Gören bir adam gibi merdivenlere ilerledi. Yürümekte müşkülât göstermiyerek yürüğü, Yukarı çıkarak odasına girdi. Burasr, Suadle Nimetin yalak odalarıydı. Biraz evvel geti, rilen seyahat bavulları hâlâ bir köşede duruyordu. Odada yal, niz bulunmasından duyduğu bir emniyetle gardroba yaklaştı, Çekmeceleri karıştırdı. Görüyor muydu? Evet görüyordu. Vis yanaya gidişi boşuna olmamıştı, Daha ilk muayenesinde ha“ deka teamüllerinin mevcut bulunmasından körlüğünün Hyst&. riğue olduğu anlaşıimıştı. Doktorlar, bunu sukut neticesinde başiryan Hematanine'in bir ay veya daha fazla bir zamanda kendiliğinden zail olduğunu, fakat, ruht bozukluğun körlüğünü bir Hystörigue körlüğe inkılâp ettirdiği suretinde tefsir etmiş- lerdi. Bu suretle Suadin gören bir adam haline gelebilmesi için iki aylık ciddi bir ruhi tedavi kâfi geldi. Suadin hâlâ görmediğini söylemek ve kendisini görmüyor göstermekle takip ettiği gaye meydandaydı. O, karısınm ha- kikaten kendisine ihanet edip etmediğini anlamak istiyordu. Zaten aylardanberi çektiği ıstırab, Viyanaya gitmek kararı hep bu şüpheden ileri gelmiş değü miydi? Genç adam, bir an evvel öğrenmek istiyordu. Kendisi bu. rada yokken tedbirli hareket etmemiş, elbette ihaneti aşikâr kılacak bir, yahut birkaç şeyi ortada bırakmış olabilirdi. Onun evde bulunmamasından istifade etmeliydi. Her şeyi karıştır. dı. Her yere baktı, Fakat merakını tatmin edecek bir neti- veye ulaşamadı. Son bir ümidle alt üst ettiği ve karısına ait olduğunu sandığı bir el çantası içinde bulduğu küçlcük not defterinde de şüpheli bir şey bulmadı. Bunlar bazı manasız satırlardan ve birkaç numaradan ibaretti, KDevams var)