i, geceyi geçirmek üzere i eki sabahçı kahvesine dönü- rar, ” İ , Salatada bir kadınla rastlaştılar. ğ ai saçlarını, çenesinden düğüm- | Ğİ soluk bir öreü altma toplamıştı. | | —Pazorola Sidikli! | 4 > Merhaba Fatuş. | 1 > Merhaba. ira Öökük, giçekbozuğu yüzü, 1 sadece tiksindirmiyor, acındırı - | a da... Dert içinde geçen bir ömür- | Kn sefilliğini bu kirli suratın (1 de okumak kabüldi. (Sırtından, Uçlarını burarak diz kapaklarında f we , 28 çorapları rslaktı, çamurluydu, gok boldu. a erkeğin önlerinde durdu. Selâm- aldı: > Merhaba... | | Merhaba... | Ş Merhaba... Konuştular, Recep soruyordu: ' İN haber Fatma? Yağmur, çamur m. gene ne dolaşıyorsun?. a dolduruyorum bet. &, onu eskiden tanıyordu. Se- “n sene evvel Bakırköyünle bir metil. Bir gün evin beyi Oy dan baştan çıkarıldı; kovuldu .. Le Yaşmda ancak vardı, o zaman- Kimsesi yoktu.. Bir zaman elden a at Zöten güzel değildi. Büs- . Şirkinleşti, Vakti geşti.. Piyasa- Bün günden düştü. İşi serseriliğe sonunda.. geri üüşük bir yeldirme- sörkeyor | Çile dolduruyorum be Recep! Çi- | nun bu cür'etine şaşerken, serçe par- maklariyle kulaklarını tıkayarak Rece- bin suratmda şaplayacak tokadı bekle- diler.. Fatma elini kaldırmadı. Topuk- iatı kırık ıskarpininin tekini şiddetle yere vurdu. Tabanından kopan çamur, koca bir pıhtr halinde, katılarak gülen keçe külâhir çocuğun ağzına doldu. Recep, iki böğrünü tutarak kırılıyor- du, Fatma kızgınlığını unutmuştu ; lüyordu. Keçe külâhir, ağzmdaki oça- muru temizlemeğe uğraşırken, İrüfredi- yordu: — Gidinin kahpesi!.. Birde yumruk savuracak oldu. Re- cep vaktinde önledi.. Suratını kastı: — Çek elini be!.. Karr dövülür mü be?. Sörüm ona kaldırım çiğniyorsur be! Sonra, Fatmanın ıslak omuzlarını sev- di: — Fatuş, amma höroğlandın hal... Sen bâlim şakadan anlardın, ne oldu sana? Fatma, dişleri arasından yere tükü- rerek dert yandı: — İşler aynasız, Recep., — O ne demek?. — Şu demek ki, iki gündür habazan- liktan bitiyorum... —..i..>. — Karnım: doyürmaktan geçtim, bu gece “altr,, yı bile bulamadım, Recep.. Galatalı Tatar Selim; — İşler kesat, - diye söylendi - bur- han var ortalıkta. Recep eğlendi: HAPER — Aksam postssr — Bilmem... — Canavar mı?. — Bırak alayı, Recep.. Bugün tran- vayda baktım bir enalsi.. Kelle kulak yerinde... — EYY — Dedim, kendi kendime “İşte âlâ bir manter!.,, Yan ceplerinde işledim evvelâ.. Yarım avuç döküntü geçti eli- — Ooohh... — Yin gözle bir dikiz geçtim: Bir tek “arpa,, dan başka gördümse anam avradım olsun... — Sonrâ?. — Çaresiz.. Paltonun göğsü şişkin Amma, yetiştiremeğim.. Basamakta âu- ran “İkidelik,, Mustafa * — Zabut.. Deyiverinceye kadar, önden dolaşı- verdim. Yürürken hesap yapıyordum İçimden., Şimdi, diyordum, çarıkta on *çiftçi,, bulsam, on.. Beş “kurdr, olsa, bu da yirmi beş, etti otuz beş.. Bir de “Ankara,, de... Oldu kırk beş.. Kekâh.. — Amma boldan hesaplamışsın be, Tatar?!.. — Çarık ta üste caba. “Şükür diyor- dum, İşte artık (o istediğim oldu.. Be- Mavadan on kişiyi hamama götürürüm... Bir senedir canabet gezenler var içi- mizde..,, — Adam, bizim Tatar cömerttir bel, — Dinle, Recep.. Bir köşe dibinde açtım, baktım... Allah belâsını versin, bomboştu be!.. Dedim a, burhan vari, Ortalıkta kesat var., Bakıyorsun O bir mantar amma, kokoz.. Gittik, çarığı yirmi beşe okuttuk., Bugünkü voltann geliri bu.. & Fatma, Recebin uzattığı paketten bir cigara yaktı. Geniş bir soluk sal - verdi; — Tatar sen benden çok iyisin, - de di. - Bugün gene veresiye çalıştık biz.. Eğlenip keyiflerini getirsinler.. Sonra, yüzüne karşı fıkır fıkır gülsün- ler., Ceplerinin delik astarlarını göster- sinler: “Param yok, al canmı!,, Elin serserisile dövüşecek olsam bir de Us telik âlâ mariz.... Yürüdüler.. İkisi Receple yanyana önde gidiyordu. Sokak içi... ; Reşat Enis —ırssan — Ayaz donduruyor bel. Bir lokanta önünde, Fatma durdu, birdenbire” Buğulu çamların arkasın da, yemek dolu tencereler duman du- manaydı.. Yutkundu, omuzlarını kaldı- rarak, burnunu kısarak koku almağa çalıştı: — Oohh.. Misss.. Bir bıçak olsa da tencerenin birini götürsem.. Diye söylendi.. Recep ona doğru iği- Terek kulağına bir şeyler fısıldadı. Fa- tuşun gözleri parladı: — Sahi mi Recep? Bir dolu tabağa ha!?. Bu işte çoktan razıyım. Amma, burada yerim.. Nah şu tencereden.. Gö- #üm kaldı onda.. Haydi yürü öyleyse... Recep arkadan gelenlere döndü; — Hele siz gide durun.. Keçe külühlı çocukla Tatir Salim, fıkır fıkır gülerek uzaklaşırken, Fatuş- la Recep srmsıkı sarılışarak, muştalar gibi gıdıklaşarak, karanlık, çamurlu s0- kağın içindeki “umum! aptesane,, tara” fma yürüdüler. Reşat ENİS 1 A A. Kon dudaklarını sarkıttı. Recebin doğru yürüdü. İki arkadaş, o©- . — Ulan Tatar, burhan da ne? Ulan Sidikli, sen adamakıllı. ta) — — Su aygırı — Bilmem.... — Yılan mi yoksa çıyan mı?, duruyordu, Bir karşılamada çözdüm ei. düğmeleri. İkinci karşılamada “çarık, —iis... i elimde. Haydi yallah cebe... Alâ. Bu da bitti, dedim, sira “değirmen, di 58 MARKIZ Dö POMPADUR İÜ iii « Mukadderat orada Fransa ve beşe- b” tarihinin bir sayfasını çeviriyor- . Jan, gırtlağı heyecan ve azap içinde asılmış olduğu halde, soluyarak, sö- Valye d'Assas'ın iki elini tuttu. .—-, Benim mektubumu aldınız, değil Mi2.. Ve derhal buraya koştunuz? Ah! Teşekkiir ederim! Beni duyuyorsü- Muz, değil mi?. Merhamet! Anladığını- *, duyduğunuzu gösterecek bir tek reket yapın! , Şövalyenin güzel ve asil * çehresini Middetii bir gayret takallüs ettirdi. Göz kapakları ağır ağır, hafifçe İ İ küm ettiği bir uyku, bir hareketsizlik içinde hareketsiz yatıyordu. Bu uyku, bu hareketsizlik, kerntlisini kurtarıyor, fakat Janı mahvediyordu! ,. Facia, cidden canhiraştı. Bu, bütün hissi tezahürlerinde müf- rit olim bir fikrin, tablatin meş'um ve amansız kuvetiyle mücadelesi oldu.. Ve mücadeleyi, heyhat! Her şeye lâkayd olan tabiat kazandı! Zafer uykunun zaferiydi! her şeye rağmen uyanmadı!.. Bitkin bir hale gelen Jan, başı, he- men hemen şövalyenin göğsü üzerinde olduğu halde, bayıldı. Şövalye tr. . Bu gece vüku bulan korkunç facianın Sonra, içinde her şey, tekrar çöktü. iç yüzünü anlamıyanlar için, dahi bir Jan inledi : ressam, bir Buşe, bir Gröz, bir Vatto — Ahi! demek beni duymuyorsunuz! aİyet.; Mektubum. Yazdığım mek- tupta neler söylediğimi hatırlayınl. yardım etmezseniz mahvoldum! Size söyliyeyim.. Beni evlendirmek is- “İyorlar.. Bu adamdan neffet ediyo- Tüm. Bu izdivaç beni öldürüyor. Aht duymuyor! Şövalye!.. Bu adamla #Wlenmezsem balam Bastiy'e.. belki de gidecek!.. Duyuyor musu- Muz? Babamt.. Halbuki ben bu adamla , Wenmek istemiyorum! O bana deh- Yet ve tiksinti veriyor! Eğer onunla *Wenirsem, ölürüm! Halbuki onunla *lermem lâzım(.. Ya babamın ölümü, Veyahut kendi ölümümü tercih etmem |, Ah, demek benim ölümüme Mâni olamıyacaksmız!.. Ben İse, yalnız “ize güvenmiştim!.. Sizi bir Tanrı gibi beklemiştim? Şövalye!. Şövalyel.. genç kız, dizleri üzerine yere Üzredine hissiz genç erkeğin yattığı bu kanapenin önünde yalvarıyor, mer- Namet diliyor, hıçkırıyordu. Bu göz Yaşlarından hir teki İçin, canmı sevinç- Me verebilecek olan zörallı şövalye ise fiziki bir aketilâmelin kendisini mah için, göğsü üzerinde bu bharikulâde genç kızla uyuyan bu açık ve asil alın- k genç erkek, bulunmaz bir tablo, em- salsiz bir sahne olurdu. Bunlar şüphesiz, iki âşık zanneğilir- dil « Zavallı iki genç?.. Tarih birisi için çok zalim göründü. Şövalye d'Ass-s'ın kahramanca sada- katini ise tarih her zaman büyük bir hayranlıkla yadetti. Hiç bir tarafı tutmak istemiyen, har- bin tesirlerinden müteheyyiç olmıyan, fakat “Pompadur,, adiyle meşhur kadın hususundaki tarihi münakaşalara gir mek istemiyen bizlerse, bu iki genci göstermekle ve bizi bu hikâyede takip edenlere; — Bakm., Ve örtyın!, . Demekle iktifa ediyoruz. Jan baygınlıktan uyanmea, şomine- nin üzerindeki saate bir nazar atfetti. Sabahın dördüydü.. Hattâ biraz daha fazla... Burada, bu halının üzerinde, bu ka- napenin yanında bulunmaktan müte- vellit bir hayret içinde kalan Jan, elle rini alnma götürdü. har. mezsin kil, — Fatuş, demek “altı, yı bulamadın — Iyi amma, geceyi dışarıda geçire- MARKIZ BÖ POMPADUR 8 i Mİ kral,, aşka lâyık bir kahraman, kalbi- nin beklediği, ümit ettiği efsanevi gü- zel prens değil miydi?, Bu rüya onu âdeta teshir et&., Fransa kralını sevmekti, . Çok sevgili kral tarafmdan seyil- meki, Nihayet kral, çılgın bir tezahürat a- rasında Parise girdiği zaman, Jan onu, yaldızlı arabası içinde ve parlak ünifor- ml: süvari muhafızlar arasında gördü- ğü saman, elleri vecd içinde göğsünde kavuşmuş olduğu halde, yerinde, ha- reketsiz kaldı... İşte, köklerin ateşin bir muhayyile- nin derin rüyasından alan ve bütün bir halkım gözyaşlariyle sulanarak, açılan bu aşkın tarihçesi... Biylangıçta hemen hemen mistik o- İan aşk.. Bir insandan ziyade bir sem- bole teveccüh eden aşk... Jan, evvelâ Lüiyi değil. dil. Bu genç kız, bu harikulâde güzel genç kız, dünyada ancak bir tek insanı sevebileceğini kendi kendine söylemiş- ti. Bu insan, yeryüzünde mükaddesatı temsil eden ve koskoca bir milletin prestişini kazanan insandı: Yani kral! İşte Janın içine yerleşmiş olan rüya! Bir romanda, haleti ruhiye bir şahrs- ter, bizim romancılık vazifemiz bu ha- leti ruhiyenin ana hatlarını çizmeğe, bizi mecbur etti, Kral sev- Xx HAZIN BIR UYANIŞ San'at eserlerinin toplandığı ve ha- kiki bir miize olan Janın odasında de- rin bir zülmet vardı. İpekli divanına gömülmüş olan Jan işte bu füsunkâr rüyayı yadediyordu. — Ah! diye mırıldandı, kalbim için bu kodar lâtif şeyler tahayyül etmişken şimdi bir Lö Norman d'Etyolun kolla- rına düşmek! Çirkinliğin bu manevi ve maddi timsali olan adama hayatımı bağlamak! Mahvoldum! Hiç kimse be- nim imdadıma gelmiyecektir! Bu şö- völye d'Assas! Her halde mektubumu almış olacak.. Gelmiyor.. Gelmiyecek.. Mahvoldum!, Hıçkırık gibi bir şey, zavalk genç kızın göğsünü sarstı, Birdenbire, derin bir zulmet içinde bulunduğunun farkma vardı ve, ürpe- rerek, şamdanları yaktı. Bu hareketile sanki, ruhuna çökmüş olan zulmetleri de kovmak istiyordu . Bir ölüm hüznü içindeydi. Bir sevki tabiiyle piyanosunun ba" şma oturdu; ince parmakları sedef tuşlarm üzerinde Bafiflikle koşmağa başladı, ve, söyliyecek bir şarkı arar- ken, zihninin son keşmekeşi içinde, kü- çük kiz arkadaşları için besteleyerek Ermitaj ormanında söylemiş olduğu şarkı belirdi, Yani kralı gördüğü z«- man söylemekte olduğu şarkıyı! Fakat bu güzel ve şen melodi, dudak- larından ne hazin bir ifadeyle sızdı!. Oynak müzik nâmütenahi bir hüznün enini şeklinde yükseldi. Son notalar musikinin âdeta birer göz yaşıydı. Son kelime boğuk bir hıçkırıkta kay» boldu. , Tam bu esnada, Jan şiddetle ürper- di. Yüzüne kapamış olduğu ellerini göğsü üzerine bastırdı ve kalbi hızla şarparken dinledi. Konağın büyük ka- prs: açılmıştı. Aşağıda ayal sesleri var- dr. —Ah! Ye Rabbim! O olsa!.. İmda- dıma çağırldığım şövalye d'Assas ol sal, Heyecanı o kadar büyüktü ki, en kü- çük bir hareket dahi yapamıyor. olduğu yerde duruyordu. Hafif mırıltılar duydu.. Evvelâ Noe- nin sesini.. Sonra da Madam Puassonun