OA MART —. 1938 — eee c UYi va Leman Karamanoğlu dŞ h:..h"*nlı gocukları, sokağın pudra p, Föİmiş ince tozlarını havalandı- Bi i bir bilya oyununa dal- n g” Kızgın güneşin altında, biter , .—"" haline gelmiş, teneke dam- a , arlar, küçük odaları bir cehen- , Maklığı ile dolduruyor; Gölgelik İ ra toplanmış olan kırmızı » horozlar bile gagalarını ŞN Berinlemek öçin “kanatlarını D tenh iRdirerek dolaşıyorlardı. | î"- evlerden hiç bir ses- çıkmı- 1 'Üı Bit yaz günlerine mahsus de- j Sessizlik içinde sanki bütün ta- Pi üyordu. Yalnız sokağın ince Bt ” havalandırarak oynayan — ço- —ü:'llnı Ve canlı id'ler, Kep, SERİN taşlar, tozların örasın- ü kovalıyor ve bu oyuna iş- H dermiş gibi fıstıkçı babanın ikiz ğ tlele vermişler, bilyalardan da- — a kli Bözleriyle yerde yuvarlanan l ıediyotlırdı. İ mahalesinin en fakir sakini t baba, biribirine takılı gibi ” giden kulübelerin en sonundaki *ğrilmiş odasında otururdu. - İki iki küçüğün teşkil ettiği bu e Btıkçı babanın, bütün gün tit- | İ bollariyle çektiği küçük tahta o % Varidatı doyuruyordu. b , Tanrının her - günü, v İ& doğru küçük araba, kapının 8- ll ç"h!'n!u. gocukların öteden be - kâğıtlar, çırpılar, sa- sokağın tâ nihayetin bpç Götürürler ve orada haklarr o'- h :':' tutam çek'rdeği aldıktan son- koşa geriye dözerlerdi. O za- # Sdtiyar fıstikçı, saç borusundan y x 368 KAHRANAN KIZ dumanlpe tüten küçük arzabasıtı daha kuvvetle iterek caddenin yolunu tutar ve, ancak elektrik fenerleri yanmağa başladığı saatte kulübesine Gönerdi. Hergşeyin pelteleştiği bu sıcak yaz gü- nünde, her vakitki kısık ve kalın sesi- le; “— Çekirdek! Fıstık !.;, Diye bağırarak yola çıkmış — olan ihtiyar, en iyi satış yaptığı yer olan deniz banyolarının duvarı dibine —kü- çük arabasını yerleştirmişti. Saç borudan, insanın burnuna köy akşamlarının isli havasını getiren bir duman yayılıyor. Fıstıkçı baba buruşuk elleriyle, Teblebileri altüst ederek “Çe- kirdek© Fıstık!,, diye bağırıyordu. Bir #sralık başını arkasına çeviren ihtiyar, sahildeki polis karakolundan, — satıcıla- rın tehlike habercisi addettilderi bir belediye memurunun çıktığını, banyo- Jara doğru ilerlediğini gördü, Bu, yü- rürken sol ayağı hafifçe aksıyan, uzün ve, kuru bir adamdı. Yovaş, yavaş yak- laşryordu.. Çek'rdeklerini altüst etmek- te devam eden fstikçı: “— Topal bu tarafa geliyor!.,, diye mırıldandı. Hakikaten uzun adam oraya geldi, ve kıtru parmaklaciyle ihtiyarın sıska omuzlarını sarsarak: — Hey bunak! dedi. Belediyenin yeni kanunundan haberin yok mu se- nin? Hanj sırtında beyaz ceketin Hay di bakalım çek arabanı ve beyaz ceket edinmeden meydena çıkma anladın mı? Sonra cezaya çarpılırsın.. Fıstıkçı ses'ni çıkarmadan, - titriyen kolları ile arabasını kaldırdı. Tam © esnâada, tramvaydan çoluklu çocuklu bir aile önmişti. Çocuklar - zıplayarak küçük arabaya yaklaştılar. Yarrm saat HABER —« AKsam postnst * |) tir ısınan İleblebiler kimbilir ne gü- zel gevremişti.. Arabayı çekmeden, hiç olmazsa beş on kuruşluk satış yapmak istiyen & dam biraz durakladı. Fakat memur ga- zapla: — Belediye kanunlarına - itaatsizlik ha! - diye gürledi - Çek arobanı diyo- rum sanal, , Fıstıkçı terden alnıma yapışmış olan kasketini eliyle düzelterek arabasını kaldırdı. Ve, çabuk çabuk iterek kendi sokağına sapan köşeye doğru yürüdü. Akşoenın ekmeğini kazanmadan av- det eden fıstıkçı, o gün damı eğrilmiş kulübesine çok düşünceli bir halde gir- di. Bu iş şaka götürmezdi. Beyaz bir ceket, dört kişilik ailenin aç kalmasına sebep olmak üzereydi. O akşam çocuk- lara, birer avuç çekirdek verdiler. İh- tiyar o gece rüyasmda, görünmiyen &- damların sırtına takılmış, bir sürü be- yaz ceketlerin kendi Üzerine hücum ettikledini gördü. Sabahleyin, kendisine göre pek genç olan sarı benizli karısı, bohçasını alt- Üüst etti. Fakat, kocatına gömlek yapa- cak bir ecski bulamadı. Ve: — Çocukları açlıktan mr geberte - ceksin bunak! - diye haykırdı. - Haydi, al aröbanı, arka sokaklarda dolaş ba- kalım.. İhtiyar yeriniden kıpırdanmadı. Ka- dım ayni feryatlas — Sana açız, diyorum, anlryor mü- sun? diye bağırdı. Adam kısık bir ses- le; — Topal görürse cera yezar. Ben sokağa çıkamam ., - diye mırıldandı. - Fıstıkçı baba u Kocasımın üzerine dağru hücum ede- rteki — Gideceksin, diyorum sana! Gide- ceksin!.. dedi, İhtiyar başını iki tarafa sallıyarak ayağa kalktı. Arabanın üs- tündeki siyah örtüyü kaldırdı. Ve, dördü birden (çünkü dört — insanm sek'z kolu, bir tok insanın iki kolun- dan daha az kuvvetlidir..) Arabayı kal- dırarak ilçi basamaktan ibaret olan mer- divenden indirdiler. O gün, fıstıkçı bir hırsız gibi korka, korka arka sokaklardan dolaştı. Bir kaç gün böyle geçti., İhtiyar yavaş yavaş cesaretleniyordu, Bir gün çocuklardan birini yanına alarak, caddeye doğru yürüdü. Çıplak ayaklı oğlan ileri kara- kol vazifesin? görüyor. Bilyalatrın cam- ları gibi renkli gözleriyle etrafı kollu- yordu. Geniş caddeye çıkan sokağın ağzında durdülar. Arabayı köşedeki büyük çı- narın dbine yerleştirdiler. Bu esnada karşıdaki büyük sarı evden iki çocuk çıktı. Çocuklar arabanın önünde dur- dular. Birisi: “— Bana beş kuruşluk sakız Jeblebi- si ver.,, deli. Öteki; “— Bana de Amerikan fıstığı..,, diye ilâve etti. İbtiyar, kendi kend'ne: “— Caddenin hali bugün başka , çı- kar çıkmaz alış veriş başladı..... Diye söylenerek küçük terazisi ile külâhları tartıyordu. Kadın sanki bir ifrit kesilmişti.. * virdi ve, sokağa girdi. Arkasında g ttik- çe yuklaşan adım sesleri vardı. İhtiyar © kadar dermansızdı ki topalın önün- de bile kaçamıyordu.. “Mahvoldum, to pal geliyor,, diye düşündüğü anda, tir el yakasına yapıştı.. Etraflarına bir sürü çocuk, yoldan geçen bir kaç meraklı toplsamış, bir polis karakoldan çıkmıştı. Kendis'ni bu kalabalığın yegâne büyük adamı g; gören belediye memuru, cebinden hir defter çıkardı. Söz söylemeğe başlama- dan evvel öksüren hatipler gibi, bir kaç kere öksürdükten sonro, ihtiyara : — Belediye nizamatına - riayets'zli- ğin ikinci defa tesbit ediliyor. Müke:z- rer ihtarlara, rağımen gene beyaz göm- lektiz satış yaptığın için, iki lira ceza yazıyorum, - dedi-, Fıstıkçı mırıldanır gibi: — İki liram olsaydı, beyaz gömleği yapocdım.. - diye cevap verdi. - Memur fena halde sinirlenmişti , — İki liran yoksa arabanı alırız, an- ladın mu?, Diye bağırdı. Ve, tekrar defterine bir şeyler yazmağa başladı. Fıstıkçı, se- nelerdir, kend'lerine velinimetlik etmiş olan küçük arebaya, hâlâ dumanları tü- ten saç boruya bir kere daha baktıktan sonra, küçük oğlunu elinden tutarak kulübesine döndü. Bir kaç gün sonra, İskele civarında yarı çıplak iki çocukla dilenen bir ihti- yar peyda olmuştu. Vopurdan çıkan te- miz kıyafetli yolculardan biri, oradan geçerken, arkadaşının kolunu tutarak: Birden, küçük oğlan: Ha ııııııı?ayı bağırdı. — Sen bu Ülencilerin perişan haline Baba, külâhları, çocukların kucağına | bakma birader; kimbilir. evinde — kaç fırlattıktan sonra, telâşla arabatımır. çe- | yastık dolusu socı lirası vardır, - dedi.. Leman KARAMANOĞLU VA NÜ Re n YAT CeT Lle KAHRAMAN Kİ f 365 B ıİ 'Os ayının gü- b “k dela ;öınliiğîl. iskemleye & Ynn elini a7-ini genç kızlık ha- TiRm ŞA Aksi | 'ıediyordu. Ve Tehayyilesinin Önu. *) he zaman bir Tibadele sahnesi geçse, bunun kahta- Tanr daima Trankaveldi. Rişliyesteki büyük ve görülmemiş ıl""lnuı. Flöri yolu üzerindeki dövüşü 'h“mdu; Sen Priyak'ın karşısına Sktğı ve onun, yani Trankavelin, bu :;Nıı bir silleyle yere serdiği sah- tü Börüyordu; fokat hatıraları, onu H—ııdlyu. Sen — Priyak'ın adam- tarafından yapılan büyük hücuma &E_ıoınmhı.&xtdıinmm silâhşora karşı yaptığı bu efsanevi .'Meledı. Trankaveli merdiven se- *nliğında, duman ve korkunç n.dalar ""ııu. görerek — mırıldanıyordu: > Böyle şeylere cesaret etmesi için, L"İ ne müthiş sevmesi lâzımdı!. Ş—ı; kız işte böyle düşünüyordu.. Nı. eğer gözlerini, Trankavelin ika- q.;.:ı: olduğu bu tavan arasındaki ğru kaldırsaydı, en küçük ha- tînieıııü;uı;u yaşını bile göz- &n( ve mütemadiyen ken- Mllündî?v:ı.hyıb bir çehreyi gö- kç *&_MM:I:; gözden kaçırmıyan y::'inyınh duın dl; Şt;vöı.ın;ıudı ba A h:*:ıınaı:m ” col — Avuay evde çok —.—_;? bir sahne cereyan etti ve bu %ndp bir hâdiseyle bitti. yan, muhakkak elde edeceğini şh“liu bin altın yerine, merhame- h"h hademen'n verdiği yarım altın- ederini gidermek üzere ba- hhu_ ki B bT meyhaneye girmişti. Sarhoşluk Biügitle karşı karşıya gele- ' Gesareti verince, ayağa kalktı ve sarhoşluk anlarında mutadı olan aza- metli bir tavırla Sen — Avuay sokağına doğru yürüdü. Fakat merdivenin al- tına gelince, gevşedi. Bağıra bağıra şarkı söylemeğe başla- dı, duvarlara çorptı, düştü, yuvarlandı, ayağa kalktı, hülâsa öyle müthiş bir gürültü yaptı ki, evin polisler tarafın - basıldığını zanneden Brigit, kapıyı ara- layarak, onu gördü. İş uzun sürmedi; Brigit, Sen —; Lâbr âletini koparak a- şağıya fırladı ve merdivende - başlıyan izahat, binbir müşkülütla odada niha- yetlendi. Brigit, Korinyanın nihayet düşesi gördüğünü ve Marinin mektu- bunu kend'sine vererek, beş parasız döndüğünü öğrenince, hiddeti hutdut. suz biz hal aldı. — Mahvoldum! Diye inledi ve tekrar vurmağa baş- ladı. 'Tam bu sırada, kapı yavaşça aralan- di ve, birisi, yavaşça içeriye girerek, sevinçle açılan gözlerle bu söhneyi seyretmeğe başladı. Dayak faslı; bitin. ce, Korinyan kapıya doğru bir nazar atfetti ve bu beklenilmedik ziyaretçiyi görerek hayretle bağırdı: — Raskas! Raskas te alaylı bir tavırla, — Korinyancığım!.. dedi.. — Buralarda ne işiniz var, bacaksız? — Evvelâ Brig't hatunu tebrik etmek için geldim. Aman Allah ne mübarek elleri! Ne darbeler! ! Kadın da tehditkâr bir tavırla ba- ğırdi: — İsterseniz, size de bir dayak v- yafeti verebilirim.. Raskas hiç bozmadı ve naz:kâne bir tavırla cevap vertli; — Teşekkür ederic., Payıtır cübbeli- ye bırakıyorum., Korinyan bağırarak sordu: — Sonra?,., Başkane için geldiniz?, mak istedi. Fakat Lüviny.nin elleri, ölü elleri, şikârını muhafaza etti. Belki par- maklarını birer birer çözmek, belki de kırmak lâzımdı. Bir kaç dakikalık gayretten sonra, düşes bu işten vazgeçti. O zamana ka- dar kendisini destekliyen, görülmem'ş kuvvet ve cesaret bir anda kayboldu.İçi- ne dehşet girdi ve genç kadın saçlarının diken diken olduğunu hissetti. Gerile- Mi, çılgın bir dehşetle aşağıya indi. Meş'um evden çıktı ve dostlarından o- lan bir aslizadenin ikametgâhma koşa- rak, çılgın bir sesle ona korkunç mace- Töyı anlattız Bu asilzade, Lüvinyiyle Şalenin ce- naze merasimlerin! yapmak vazifesini üzerine aldı ve ölü ellerden kanlı kafa- yı kurtarmak için bir — cerrahın yap- mak mecburiyetinde kaldığı korkunç ameliyatı düşesten sakladı, İki aşk ra- kibi, birer tabuta konarak, sessizce ve mütevazi bir şekilde mezarlığa götürül- düler, Şaleyle Lüvinyi, düşes dö Şevrözün emri üzerine, yanyana, ayni mezara kondular.. Düşes bu meş'um merasim- de hazır bulundu ve tabutlar toprakla kapndığı zamon göyle mırıldandı: — Burada, benim sevd ğim her şey- le, beni seven her şey uyuyor.. Cidden şayanı hayret bir hââse, Kı- sa bir müddet sonra, Lüvinyiyle Şalenin hatıraları, düşesin müfekkiresinde iyice karıştı; bu ik aşk kurbanı, mezarda o1- duğu gibi onun kalb'nde de yamyanay- dılar, Şale, daraığacamı ist'hfaf edecek kadar onu sevmi'şti. Lüvinyi ise, onu, Gdileşecek kadar sevmişti. Bu alçaklık, “ve adiliğin hatırası, düşesin hafızasın- ida yovaş yavaş silindi ve birkaç sene sonra, hayatının bu korkunç macerasını yadettiği zamanlar, Şaleyi mi yoksa Lüvinyiyi m' sevmiş olduğunu kendi kendine sorduğu anlar oldu. Kont dö Şaleyle şövülye dö Lüvin- yinin macerası işte burada b.tiyor, Düğşes dö Şevröze gelince, o da inzi- vaya « Paristen sürüldiği için mecburl olan inzivaya - çekilerek, bir kaç ay mustarip bir hayat yaşadıktan sonra, tekrar entr.kalara, suikastlere ve... sev- meğe başladı. LV ANNAİS DO LESPARIN Sonu Liyon başpiskoposunun — Molüsle Trankaveli Kurto sokağındaki ökamet- gâluna ,yemeğe davet etmiş olduğu malümdur. Bu yemek ziyafetinin verileceği gü- nün sabahırkla, başpiskopos, sade bir elbise giyerek Bel Ferronyer lokantası- na girdi, büyük salondaki maszalardan birisinin önüne oturdu ve, mütevazi bir talebe veya silâhşor gibi, bir “hipok- Tas,, (tacçın ve saireyle kaynatılmış o- lan şekerli şarap) 1smarladı. Büyük salon, bir çok gençlerle doluydu. Ve bu din atlamı, pek yakında tekrar inzivaya geklmeyi düşünen bu genç asilzade, şefkatli nazarlarla bu coşkun gençleri seyrediyordu. Arasıra, göğsünü bir iç çekişi kabartryor ve şöyle mırıldanıyor- du: — Ben de bir zamanlar gençtim. Halbuki, neş'eli kahkahalarını ku- kandığı bu gençlerin bir çoklarınıdan daha gençti. Birdenbire, zarif bir el'n hizmetçinin masaya koyduğu bakır ka- dehi kaldırarak, bunun yerine altın bir kadeh koyduğunu gördü. Sonra bu el, altın katlehi doldurmağa başladı. Lüi dö Rişliyö gülümsiyerek başını kaldır. dı ve Roz'u gördü ve tatlı bir sesle şöyle dedi: — Güster'len bu nezaketten, sizin olduğunuzu zaten anlamıştım. * Genç kız. da sadece şü cevabi ver- di ; — Monsenyör, Kral üçüncü Hanri 1578 de, Paris sokaklarında dolaşmağa