: !ı.);(/’/?ıj Yğ’q İ?î : Bukalemun renkli at A suratlı, iri boylu bir ha- FPetağasına benziyen Arab ne- Kücağında Mmektebe götürüldü. çEünü şimdi bile hatırlıyabiliyo , Vi nefer güçlü bir adamdı. Ka- '"mn kanırışile beni sımsıkı ü Parmak kadardım. Ya- ha dört, ya beşti. Silkiniyor, kıv- * boşta gallanan kısa çoraplı “ bacaklarımla havaya tekme- ğ iyordum. Sokaktan geçenler P bakıyor, gülüyordu. Kulakları: k Iır. suratlarını — ekçitenler e) Aab SAA NK S R S aS , #mirber, mektebe — varıncaya ._ h_'l ter içine batmıştı. Güneşin ür, “Yah suratı parıldıyordu. Ya- San gırı) gırlı ter süzülüyordu. T kere bile kızmamış, azarla- Dü beni... Ne iyi bir udamdı! Pa '"W ilk günüm pek acı geçti. hlhrılmış bir fare ancak be- ş MV Biktlabilir: sabahlardan ak- n _“h ar o sokak senin bu s&o- ,-_ » Çığrışarak, çırpınarak şim- Cak? komşunun güvercin- Bimdi kim yaynıktıracak ? “Hü ü :h karşısındaki duvar dibine D e7 Facl deli “Mariça” yr kim , $ | | M. SA Stüm ( *N boş bir köşesine büzül- imı omuzlarımın arasına ön. Ellerimle yüzümü kapamış- tlüun en çok satılan hakiki b Süzetesidir. İlânlarını Ni * verenler kâr ederler. tım. İçimi çeke çeke ağlıyordum, Bir az sonra, saçlarımda bir e! dolaşmış- tı. Başımı kaldırmıştım. Karşımda simsiyah cübbeli, simsiyah çember sakallı bir hocafendi duruyordu. — Ne ağlıyorsun, yavrum? Kesik kesik hıçkırtyordum. — Sen kimin oğlusun, bakayım ? Kesik kesik cevab veriyorum: — Ba.., ba.., baba... mın... — Baban kim? — Ba... ba... baba... mın... kılıcı var,, — Zabit mi? — Hın.. — Adı ne? — İzmail bey... — Senin adın? — Niyazi... — Haydi, şimdi de, neye ağladığını söyle çocuğum... Şurada burada gezip dolaşamadı- ğim, komgşunün — güvercinlerini yay- nıktırmadığım için ağlıyorum mu di- yecektim ? — Annemi göreceğim geldi de!... Diye, bir yalan uydurdum. İri boylu hocafendi, kıllı, damarlı elinin ayası ile —îı'ı]_eî'ini göstermemeğe çalışır gibi - sakallarını, bıyıklarını sığazlı- yor, kahkahalarla gülüyordu. Ah, ne iyi bir adamdı! Artık ağla- mıyordum. Fiyongu çözülen enli, mü- vi kordelâmın uçlarında gözlerimi ku- ruluyordum. Kıpkırmızı yüzlü, siyah çember sa- kallı, dev boylu hocayrı belki o gün se- vecektim. Demir kapılı, geniş bahçesi- nin etrafı yüksek duvarlarla çevrili ı Yazan: | Reşat Enis $ Treaence sen ee bareArerErE UN reLE verserLcnE KELELELEDE KA KA mektebe belki o gün ısınacaktım. Ya- rım saat sonra, mektebin yamrı yum- | ru, büyük, çıplak divanhanesinde, bir | yığın gözün önünde falakaya yıkılan koöca bir çocuk, beni siyah çember sa- kallı hocadan da, mektepten de, buz gibi soğuttu. Kıllı, damarlı elinin ayasile - dişle- rini göstermemeye çalışır — gibi - sa- kallarını, bıyıklarını sığazlayarak kah- k&halarla gülen deminki iyi hocafen- di, falaka değneğini ne İmansız bir kuvvetle savuruyordu! Simsiyah göz- leri ne korkunç bir hal almıştı?! Ali hoca (bak, ismini hâlâ unutma- mışım!) bir ömür adamdı da... Durup dururken göğsünü şişirir, omuzlarmı koltuklarını kabartırdı. Kırmızı ya - naklarmı gösterirdi: bütün ömrü zey- tin ekmekle göçmişti. Fakat; bu gücü, bu kuvveti, bu iri gövdeyi, bu kıpkır. mızı yanakları, zeytin ekmek ona pek âlâ vermişti. (Bunları ne diye anlatır- di? kimbilir ?) Çocuükken en sevdiğim bir gey de a- ta binmekti. Bu aşırı at sevgisi, başı- ma ne işler açtı, ne işler!.. Ankara. daydık, Babamın güzel bir atı vardı. Uzun boylu, doru bir at... Tüyleri par- laktı; güneşin altında, bukalemun gi- bi, renkten renge girerdi. Seisin Üşen- moden, inco İnce ördüğü parlak, si- yah, uzun yeleleri göğsünün ta aşağı- larma kadar inerdi. En hoşuma gide- ni boyun kırışı ve aksırarak, kıç âata- rak, şaha kalkarak kişneyişiydi. Çok- luk, kısrak sürüleriyle kargşılaştığı za- man azgınlaşırdı. Ve, onu zaptetmek, kendine getirmek için öfkeli babamın parlak, dikenli mahmuzları lâzımge- Nirdi. Dokuz yaşrmdaydım. Babamın uzun boylu, doru atına binmeme izin yoktu. Dokuz yaş ufak sayılmaz, Ama, pek cılızdım. Sade, sipsivri bir boy... Ba- zan Receb, atı daireye - babama - gö- türürken beni önüne bindirirdi. Ne yüksek bir attı yarabbi! “Kırgız” m sabah, akşam tımarla- rında mutlak ben de bulunurdum. O azgın hayvan, kaşağının bir düzüye giden ahenkli tıkırtısıyla sankl ken: dinden geçerdi; kımıldanmazdı. Ayak- ları yıkanır, - tırnakları temizlenirken bazan huysuzlanacak - olurdu. Ö za- man Receb, geniş kara avuçlariyle sağrısına, boynuna şamarlar indirir- di: — Diha Kırgıza! Diya haykırırdı. Recebin çatal sesi biy büyü tesiri yapardı; ve, koca at, olduğu yerde boynunu sallar, yeleleri- ni oynatır, homurdanır kalırdı. Rüyamda hep bukalemun renkli Kırgızla uğraştığım bir gecenin saba- hı, şafak sökerken yataktan fırladım: Kırgızı kaçıracaktım. Şöyle bir “Keçi- ören” e kadar gidip gelecektim. Dolu- dizgin koşturacaktım. (Sıska mıska, çelimsiz melimsizdim ama, ata iyi bi- nerdim:) Kırgız, azgın bir hayvandı. Onu babamdan başkası güç kullanır- dı. Receb bile, boş bulunduğu bir gün, onun hışmına uğramıştı. İçimde korku vardı. Atlar, binicilerin küdretlerini lâhzada anlayıveren bir garib mahlük- lardır. Öyle pek de tavşan yürekli de- Bildim. Kırgız, azgındı mazgındı ama, suyunca gidersem huysuzlanmazdı el- bet... Reşat ENİS Sonu yarın heyecan ve şaşkınlık içinde gidip gelen hişmetçi kız; gördü. Mutfakta Pamarın karrsı harıl harıl yemek — pişirmekle meşgüldü. Hizmetçi kız, şişeleri açmak- la meşguldü. Bütün bu şaşkınlık, he- yecan ve faaliyet, salondaki masalardan birine kurulmuş bir yolcuya hizmet et- "mek içindi. Bu yolcu yalnızdı. Fakat en aşağı beş kişinin gürültüsünü yapıyor - SÜ . M b ' *Ş'V*.. . , 4 P| <u K * S KAHRANAN KIZ | YW_—M n medndelr eiğürlirdz : -ı—.“m :l’diıölgz soküldü ve bir ses €& ledi: e W::' Şale, iç. « ’ deh Mzata, Gti ve ona döğrü bir ka- —ııı:“ bir adam gördü. Ayni za- g h"'!lyl.:ı:: yerine.geldi ve bütün ardı ? ö İ.:':;-m.. # S ltaç Vl tavırla: GÜ — Süeaye! ddi ha "İh kalkıp düşmanının boğa- ,_'“ Üzere büyük bir gayret e| Öyle KAt tekrar yatağına düştü; Beldi n ki, artık hiç bir zaman; j lı *Ğir yükünü kaldıramıyacak- j İnyi J *x;::;hfhmç bir tebessümle : | 4 Gi dedi, rahat dur Şa- | ö aai St tamıldarzan, hastalığın ça. en aşağı öon gün Stmelisin ki, b Musunz ğ ni zaten çoktur, gç zlik içinde inledi. Lüvinyi Ti T İZ f f / İT İ teslim edeceğim anı Sabırsızlıkla - beklediğimi Mi? Seni sapasağ- etmek istiyorum. i muhafaza et aks- Ve ayaklarınt tekrar iyetinde kalacağım.. Un iç, birak ben seni Yemin ederim ki, Sana Bu kadar iyi tedavi edile, dmm Ve yeniden ba- XLvı Z E p İ T ı ll TTi | İEflEf F ğf Yaziyette karısma *0 hancr Panar't ve ayni du ve zengin bir adam gibi hareket edi- yordu. Lüvinyi bu adama — bakarak kendi kendine şöyle dedi; — Bu adamı tanıyorum zmma, nere- den?, Evet!.. Tâ kendisi! Kardinalın en fazla tercih ettiği casus Raskas! A- caba beni gözetlemek için mi buraya geldi?, Raskas avazı çıktığı kodar bağırıyor« du: — Becetiksir herif! Lokantacı değil, arabacı!. .Ah! Kardinal hazretleri, hu- süsi elçisine yapılan bu hizmeti bir göz- se, topunuzu ipe çektirir! . Panar da inler gibi mırıldamıyordu ; — Amon yarabbim, kardinalin elçi- siymiş! .. Ve yerlere kadar eğilerek ilâve etti: — Monsenyör, bir dakika sabretmek lütfunu gösterin, tavuk kızartması şim- di hazır olacak.. — Canım acele etsinler! Ben böyle- beklemeğe alışmadım! Raskas gözlerini garip bir şekilde et- ra'ta dolaştırıyor, mükemmelen eğleni- yordu. Hem atıştırıyor, hem de kendi kendine göyle diyordu: — Büyük adam tavrı takınmak ne kadar da kolay bir iş! Ah! Korinyan, şimdi burada olsaydı! Zaferim ve mu - valfakıyetimle onu bir sinek gibi ezer- dim. Lüvinyi ilerledi durdu ve sordu: — Beni tanıdınız mı?. Raskas hayretler içinde; — Mösyö Şövalye dö Lüvinyi! Raskasın önünde KAHRAMAN KIZ 285 — ————————————-D. -— ——— — — Niçin arıyordun? Beni öldürmek için değil mi?, Intikam almak İstiyor- sun ha? Luvinyi vahşi bir tavırla dişlerini gı- cırdattı: — Sizi öldürmek istemiyorum. — Pekâlâ. Şu halde ne — istiyorsun? Belki af dilemek istiyorsun, Öyle mi? Hayır Luvinyi, senin Flöride yaptığın alçaklık affedilmez. Biz gün seni affetmiştim. — Se- ni silâhından tecrit etmiştim. O zaman seni öldürmem |âizımdı. Fakat ben o za- man çok mes'uttum ve üstelik senin ağ- ladığını görmüş sana acımıştım. O zz- man yapmam icap eden şeyi şimdi ya- pacağım. Kendini müdafaa etmeğe ka- rar verdin mi?. , Lâüvinyi: — Hayır!. Diye cevap verdi. Şale de hiddetle bağırdı: — Şu halde seni boğazlamak mec- buriyetinde mi kalacağım? Fakat ma- dem ki alçaklığını inkâr etmiyorsun, mademki af diliyorsun, mademki Hö- vüşmek istemiyorsun, ne diye beni arı- yordun?. — Sizi krol namına tevkif etmek için., Lüvinyi bu sözleri söyliyerek hare: ketsiz kaldı.. Fakat bütün adaleleri ger- Bin duruyordu... Şale bu sözlerin münasını tabil anla- dı ve sinirli bir kahkâha attı. Fakat bu kahkahayı atarken, dehşetin Ve — içine işl-diğini hissediyordu. Tevkif etmek! Bastiy hapisanesinin korkunç hücrele- rini, Grev meylanımda kurulan darağa- cını görür gibi oldu. Bir irade gayreti sayesinde vaziyeti, iyice tesbit etti: Hücum etseydi, yaralanabilirdi. Lü- vinyiye refakat eden alamlar da onu ya- kalıyıp kardinalın önüne atacaklardı « Lüvinyinin adamları!.. Bu adamlar neredeydi? Şalenin kafa- sır'da kendini tevkife gelen ve kendisili dövüşmekten ictinap eden Lüvinyinin yalnız gelmiş olması ona imkânsız gö- ründü. Demek yanında ndamları vardı ve bu adamlar muhakkak ki, şuralarda, karanlığın içinde gizlenmişlerdi. Şale yavaşça, hiç belli etmeden, atın İdizgin: lerini topladı ve, dizleriyle, ata, hazır olmasını işaret etti. At bunu anlamış ©- lacaktı ki, atılmağa müheyya bir vazi- yet aldı. Şalc, çılgın nazarlarla zulmetleri » raştırklı. Bir tek kurtuluş çaresi kal- mıştr, bütün hıziyle, Lüvinyinin adam- larımı yararak kaçmak! Şale, derhal müthiş bir mahmuz darbesiyle atının belini deldi. Hayvan, müthiş bir hamle ile ileriye doğru atıldı. Şale ölümden değil, tevkil- ten kaçıyordu. Atının sıçrayışı cidden müthişti. Fokat bu sıçrayış olduğu gibi kesildi. Atın hamlesiyle beraber, Şale iki kolun kendisini sardığını hissetti.. Bu Lüvinyiydi!.. Lüvinyi, Şaleyi yakalamak için atla- mamıştı. Atlarının yanyana durdukları- nı söylemiştik. Bunun için Lüvinyinin kollarını uzatması kâfi gekli. Çarpışma müthiş oldu. Lüvinyi eğe- rinden düştü: Sol kolu Şalenin boynu- na indi. Atlar bir an kişmiyerek tepin- diler, sonra, Şalenin atı, gecenin karan- lrği içine daldı. İki rakip yete yuvarlanmışlardı.. O zamöm ulumayı andıran valşi bir sevinç nidası duyuldu Lüvinyi, sukut esnasır- da kafası bir taşa çarpmış olan Şalenin baygın bir balde hareketsiz kaldığını görmüştü. Lüvinyinin atr olduğu yerde kalmış, boynunu uzatarak soluyordu... Lüinviyi de kendisini bitap hissedi- yordu.. Kolundaki sancılar, başka hir zaman olsaydı muhakkak onu inim inim inletirdi. Fakat bu defa bu acıları kis- setmiyordu bile, , Çılgın bir sevinç için- deydi... Şölenin üzerine düşmüştü. Ve onun boynunu sıkmakta devam ediyor- du. Fakat Şalenin artık krmıldamaklığını