” Yo y e KAT * 2 - #4 KN u * A # ee & SA w £ * v aü n& A u ÇAA AAA S Seç UŞA SD 'füsTE NU : :“hu:h: onlar, Vi ""w'.ı e BAA & 5 ; a dair Bilmece, |e Bulmaca A hîRANÇ eynıyamam. Taşların teketini bilirim, bir zamanlar zi G çalıştım. Olmadı, bir N temedim; onunla uzun uzun Ozeç eYki kendini benden esirge- &; &rkak tasavvur edebiliyo- d n 9 ı::k h?lfl lazım — gelen sabrı, h !ereı-uıyorum. Fakat şöyle Nî!*hı l taşına, h'h yin balini pek severim: oyun- d z,h:". kendi hallerini, Öyle usta Bi acelesiz oynıyan tahta başında » kımıldamaksızın, hiç bir Hi kölzin uzun uzün oturabi- u“:hr dünyadan uzaklaşma- bi ulmuş, kend! <'ni bürbü- . Eh:;"!îr?'uı kaptıran — İnsan- q'*—ın: ve ezell! hakikatleri arm “'ılln— ünyayı değil, yalnız Ülrü trindel lerinin ica- _l—_"'%n şairler gibi... :::f Bu gibi zeçkleti tadmak l%'qk, bi ;:'—r:iı;.h!; bir işe ya- Üa ÇFi eye de layda- Ni B bitirir bitirmez kendimi- ğü.., Utacağımız - birtakım işlerle Müey Steriz, Para ile oynaran blhıttmiyorum; enları Menfeat için sevdiğimiz id- : çı?"—__(Gerc_ı' © da pek doğru Nkü . Pascal'ın söylediği ömi DU paranız oynamak iste- X ::lnmak istediği pırayı oy- %i ki u"fnlı ona da razı olmaz; Wç o ün da oyundan beklediği EEFfE £7 D P ;:&gı ;:’ ancak faydasız şeylerin haz; ":'k verdır. Fakat onları !.,""lı tTakabiliriz). u * ;,:“ hasbi işlerin verdiği zevki ö " SAf şanatle, yahut haylı zor Olan Şattançla tadamadığı Ğ’?ı aklına daha elverişli %';ıı Bo oçikarmak ister, Bilme- * *'Jlı_:h.h"’ç"" doğ Juğu pek (âlâ beri 'g_m“"ı B'lmece düzenlerde %lı Yani h”e.rd:kl gibi - bir yaratma ı.,;;;ı':ı., h'_ıoî zevkin yükseği var- endin Süya lmece hallinden hoşla- he YS tıklarr hazda o yaratıcılık h.î rlı;qd Ür. Bilmic--*zı, bulmata. İ Proş,ı_;'dd*î çaptaşık kelimeler), ğ ? ve q"i. bizlere, yani şatranç Ai Öatig, î'tye yükselemiyenlere, açt K *Bi zevkin hayalini temin Yüns , ÖYatımızı — tatlılaştıran © -. tüay ha Glsler a Kazi :;:h? oluyor, İnsanı şöyle îoeu-.ı_.. un düşündürmüyor. On- B Uğ,_“_ lt bir çırpıda çıkarıyor- , Olara hç Otilar, akikaten zevk ver- Sdan, g T lahza G0 b 'an, Üini Za dünyanın sıkmtı- ğ trinden kurtarmak is- b& '“'."îî ;u'i'* BoT demiyorum. fa- qm:"dm:?hdüıeeek bulmacalar Nurullah ATAÇ Fış'w Vany Na ve tipi M g” Ve tren sefer- xjıî.ui Üüre uğradı tüz fırtınası yine Ükk ? kar Miştir. Pırtına İle %Mbı::tl, Yüzünden gemiler, i- Bi d Kazdan çıkamamakta - Hı ’M% “TE İlmanı havanın şü- e gaç bekliyen 20 iden Taz: lüştur. N__“"?n-x'""' Hîü:umık'ı!lr. Dün Ç ba vapuru, tipi k:”'!'bo 'unu kaybetmiş. ve akşa- İ AÇıklarında — dolaşmı: 5 . "e İ$aret istemiştir. Bu 1“. çeri .i;::uııılın yardımlarla bo ö Tiştir. Bundan baş- ti :ı ':: *€nebi vapuru t- Öta * tini çe Miyarak açılmışlardır. Mit 01&3' Yüzünden Bartın :ınn'ni TMa vapuru hareket y Vapuru Hmanımıza Güneyau Vapuru 48 sa- ' eSin sonra İlmanrmıza & *w..,_""' 7430 da gelmesi bek- %mx!“rl""' de ancak saat 15 salar da zazar yok; bence | İ İ üzdeki bulmacalar | | Tahtakaleye inen de bir kitap sergisi Sezai MN uzunçarşı üzerin- işleten kitapçı diyor ki: Kitapçılık bir hastalık- tır, bu mesleğe giren bir daha ayrılamaz. Kırık fincanlardan, takma diş |kadar her nevi mal satan bir hurda sergisi- nin hali tazan: HABERCİ | Havanın buz gibi soğuk olduğu bir gündü. Elimizde (İstanbul konuşuyor) sütunu için yazı kalmadığından, Foto Aliyi yanrma alarak, işüye üşüye soka- ğa çıktım. Arkadaşım: — Vallahi donacağır, diyordu. Gel bugün vazgeeçlim şu işten.. Onun teklifini kabul edemezdim. İs- ter istemez, yola koyulduk. Yeniposta- hane arkasından geçerek Mercan yo- kuşuna doğrü yürüdük. Bir kayli yo- kü şçıkıp epey tsındıktan sonra, dört yol ağzına geldik. Bunlardan biri Mer can yokuşu, diğeri Süleymaniyeye gi « den cadde, Üçüncüsü bizim geldiğimiz yol, dördüncüsü ise, Tahtakaleye inen Uzunçarşı caddesiydi. Niyetim'z Tahtakale taraflarını dö- laşmak olduğundan hemen buradan a- şağı inmek üzere idik. Fakâat birdenbi- re, yölün baş tarafında, yıkık duvarın köşesinde senelerdenberi her geçişim- de nazarı dikkatimi celbeden kitap ser- gisine uğramak aklıma geldi. Yaz kış açıkta kurulan bu sergi vidden garib bir yerdi. Bir yangın duvarının önünde dizilen kitaplar, yağmurdan, kardan ancak u- fak bir çinkö saçakla muhafaza edili- yorlardı. Kitapların yayıldığı seddin altındaysa, tahta kapaklı bir bodrum bulunuyordu ki, burası depo olarak kul lanılmaktaydı. Orta yaşlı bir adam paltosuna büzül. maüş kitaplar arasında mütemadiyen dolaşıyor, belki de bu hareketiyle rsım- mrya çalışryordu. Yanma sokulup ko - nuşmaya başladık: Kendisi gayet hoşsohbrt bit adamdı. — İsmim Sezai, diyordu. 10 senedir burada kitapçılık yapryomnum. Fakat bu mesleğe gireli 30 seneden fazla ol- du. O anlatırken, ben de dizili kitapları tetkik ediyordum. Bunların arasında neler yoktu,, ne- T.re Ea yeni mektep kitaplarından, en et ki romanlara kadar her aradığınızı, bu sergide bulmak kabildi. Mehmet Raufun “Kan damlası,, cildi nin yanında, bizim gazetenin neştiya- tından Pardayanlar serisi duruyor, sonra Arsen Lüpenin maceralarına ait bir kitap bunlara komşuluk ediyordu. Daha ötede Reşad Nurinin “Acrmak,, kitabı, eski hatflerle yazılmış bir sürü hendese, besap, müsellesat, ciltleri ara- sında göze çarpıyordu. Serginin bir köşesinde 20 sene evvel basılmış gizli muhaberat, tavuk ve hindi risalesi, müşteri beklemekteydi. Bunların biti- şiğinde de “Türkiye Şerlakholmesi! A- man vermez Avnin,in maceraları ile, fransızca, ingilizce dersler, Karaman dergisi, Yeni frengi tedavisi mühendis mektebi kütüphanesi, Meçhul Nail, Pa. ris çiçekleri, Köroğlu ve ilâh, ilâh... bin bir türlü kitap duruyordu. Benim k'taplarını dikkatli, dikkatli tetkik etiğimi gören mal sahibi: — Bunlar daha bir şey değil, diye sözüne devam etti. Hava fena diye depo N 5 var. Birçok tanrnmış büyük adamlar, gelir, buradan kitap alırlar... Burada sözünü keserek sordum: — Peki, bari kârlr bir iş midir bu meslek? — Aç kalmıyor, geçiniyoruz. Fakat asıl mesele başkadır. Kitapçılığa bir ke re başlıyan, kendini bir daha dünyada kurtaramaz. Bu bir nevi hastalıktır. Ben 30 senedir ayni işin içindeyim. Gençliğimde Yemene askere gittim, fa- kat yine kitapçılığı bırakamadım. Ora- ya türkçe kitaplar götürüp sattım, a- rapça kitaplar alıp buraya getirdim. Umumi harpte polistim, fazat yine de kitapçılığı brrakamadım... Her fırsatta bu İşle meşgul olurum, . Şimdi de, son temennim, ölünçeye kadar bu işte kal- maktır. Kitapçı Sezal adetâ coşmuştu. Anlat- L tı, anlattı. Mesleğine âşık adam, söyle Kitapçılık mesleğinin bir hastalık oldu. dundan bakseden kilapçı Sezai dakileri çıkarmadım. Bende başka li- sanlarla da yazılmış bin bir türlü eser ——— Trakyada Her sahada çok ge- niş bir kalkınma var Edirne, (Hutusi) — Trakyanın her tarafında büyük baynıdırlık faaliyeti de vam ediyor, Uzunköprünün elektrik fabrikası bir haftaya kadar bitmiş olacaktır. Avru- paya ısmarlanan şebeke demirleri bek- lTenmektedir. Urunköprü tütün deposu da en mükemmel bir tarzda ve çevre mahsullerini alacak büyüklükte ya - pılmıştir. Yirmi bin Hraya başarılan Uzunköprü hükümet konağının ilk kıs mrı da bitmiştir. Kış ve don mevsimi girmiş olduğundan yapı işleri ilkbaha- ra bırakılmıştır. Uzunköprü kavunculuk satış koope- ratifi kşt sıralarında Üyelerinin sayısı- nı bine kadar çıkaracaktır. Büyük kol- lektir fidanlığı da 20 dekar daha büyü- yecektir. Arı, tavşan, tavuk İstasyonları en i- yi derecede kurulmuştur. Keşan elektrik işlerine da başları - mak üzeredir, Belediye reisi bu İşler için Ankaraya gitmiştir. Kollektif bü- yük bir fidanlık açılmıştır. Bu kazada köy kalkınma hareketle- ri daha canlı ve caribeli görülmektedir. Belediye, esnafa yepyeni çarşılar aç - muştır. 'Trakyada bir film hazırlanmış ve 'Türk Tarih Kurumunun Trakya kazı- latı, birçok yeni köylerin kuruluşu, göçmen hareketleri, iktisadi işler, su ve elektrik açılışları, batak ve kanalların akıtılışı ve buna benzer iş ve çalışma bareketleriyle arıcılık, çeltik, kendir fabrikaları, tavuk ve tavşan istasyonla- rı, çeşi'li idanlıklar bu filmlerle gös- terilmiştir. mekten yorulduğu zaman, kendisine ve da ederek ayrıldık. Yokuştan açağı doğru biraz yürüdük, bu sefer yol üze- rinde garibimize giden başkâ bir man- zarayla karşılağtık. Bu, bir hurdacı sergisiydi. Satılan mallar tam manasiyle hurda idi ama, © kadar muntazam, o kadar temiz bir tarzda dirilmişlerdi ki, bu kadar intiza- ma hayret etmemek kabil değildi. Bir kısmı açıkta, bir kısmı da came- kânlar içinde teşhir edilen bu hurda- lar arasında, kırık, çatlak fincanlar, kâ- seler, çatal bıçak, kerpeten, futbol to- pu pompası, zincir kösteği, gözlükler- den tutunuz da, takma dişlere kadar her şey, her şey vardı. Serginin sahibi yaşlıka, çok terbiyeli bir adamdı. Kendisiyle birar konuşun- ca, isminin Murad olduğunu, uzun seneler Darphanede ustalık ettikten sonra tekalit edilerek bu işe başladığı- nr anladık. Bire şöyle diyordu: — Namusumuzla geçinip gidiyorur, Allah devlete millete zeval vermesin. Ben tekaöt edildiğim zaman, 400 lira ikramiye verdiler. Boş durmaktansa, paranın bir kısmını sermaye yaparak bu işe başladım. Pek kârlı bir iş de- ğildir ama, benim gözüm zaten büyük işlerde olmadığından halimden mem - nunum. Burada kendisine sordum: — Fakat bu kadar hurda malınızı kim gelip alır... Hiçbirisinin işe yarar hali yok ki... Hafifçe güldüz — Satılan her malın bir alıcısı bulu- nur, dedi. Buradaki bir tok çividen, tak ma dişlere kadar hepsinin birer müşte- risi vardır. Bizim iş'miz garib şeydir. Ne bulursak alırız ve ne alırsak az çok bir kıymet tayin ederek satarız. Yazıya başlarken söylediğim gibi ha- va çok soğuktu. Orada da fazla dura- mâdık, serginin pek nazik ve temiz pak sahibini selâmlıyarak yolumuza devam etti. HABERCİ Tahtakaleye giden cadde üzerindeki kis tap sergisi ve bunun biraz - ilersindeki kurda maller sergisi Tarih diyoc hi: ““osmanlı saltanatırnda ülemanın rolü NBİRİNCİ asırda, devlet maki- nesinin manivelâları fikıhçıla- Yın elinde idi, Bu — sebebten ülema nüfuzu her şeyden üstündü. Onlar, bu üstünlükten istifade etmek için, beşeri hareketleri, içtimai — şeniyet- leri softa mantıkı ile yürütmek İster ler, her işin, her hareketin, kitaba uygun olarak yapılmasmı iltizam ©- derlerdi, Halkda bir İtikat vardı: Medrese adamı, oradan — yetişenler, ilimde, bilgide, şiirde, veolhasıl bütün kültür şubelerinde, vatandaşlardan — üstün adamlardı, Halbuki zavallıdar — bil- miyolardı ki; — Okumuş! Diye saydıkları, herkesten üstün gördüklert ülema, kapkara birer ca- hildi. Himleri, bilgileri menkulâttan ibaretti. Eğer hafızaları kuvvetli ve menkulâtı ezberlemiş olanlara “â- lim,, demek doğru ise, bunlar haki- katen eşi olmıyan birer âlimdi. Halkın ülema diyo saygı ve sevgi gösterdiği fıkıh budalası yobazlara göre herhangi bir hareket veya hü- dise müctehidlerin kitaplardaki fi- kirlerine uymuyorsa, “küfür,dü, He Yo bu hâdisenin, bu hareketin altın- da padişahım bir istodiği, yahut ken- dilerinin bir çıkarları varsa hemen bir kulp bulurlar, “küfür, ü “kâfiri,, bir tarafa bırakırlar, İşi kolaycacık hallediverirlerdi. Rezilco İşler gören — ülema, hele siyasotte ihtiras hümmasına tutulan şeyhislâmlar tedbirsizce hareketle- rile vatana pek büyük fenalıklarda bulunmuşlar, koca Türk — yurdunu yıkmışlar ve yıktırmışlardır. Bunlar yaptıkları kötülüklerden, çevirdikleri dolaplardan, entrikalar dan dolayı cezalara — uğramak, böyle âkibetlerden kendilerini kur- tarmak için çareler bulmuşlar, üle- maya ağır ceza verilmemesini usul ittihaz ettirmişlerdi. Bu düşünce, dördüncü Mehmet ta- rafından Beşir paşa, — Seyit ağa ve şeyhislâm Ebu Sait efendinin idam- lart için, ferman çıkarıldığı zaman meydana atıldı. Şeyhislâma düşman olan ülema, padişabın buyruğunu akışladılar: — Def'i fitne için — katlolunsun! dediler. Nakibüloşraf Zeyrek zade, felâ- keti önlemek İçin yaygarayı bastı: — Bu doğru bir hareket değildir. Şeybislâm bir serseri, cürüm sahibi bir adam gibi katlolunamaz. Ülema- nın namusu berbat olur. Yarmm ö- bür gün birer bahano bularak hepi- mizi boğazlayıverirler, bu — iş ola- maz, altından büyük fesat çıkar, Zayrekzade, bu sözlerile hem E- bu Sait efendiyi, hem de bütün sof- taları yalnız devlet ricalinden değil, bütün milletten de ayrı tutmuştur.. Halbuki, ülema denilen güruh kadar bu memleketin fenalığma çalışanlar vo bu yolda ihtiraslarma esir olan- Jar pek azdı. Zeyrekzadenin sözlerinden sonra ü lema sınıfı,diğer vatandaşlardan üs tün tutuldu, katil tormanları çıkarıl madı, fakat bazı padişalılar, bilhus- ga dördüncü Mehmetle, düncü Mu rat bu kaldenin dışma çıktılar. Meh met, hocazade Mesudun; Murad da Ahizade Hüseyin efendinin katledil- meleri hakkında irade çıkarmaktan çekinmediler, İkisi de cellâtlar tara- fından boğarzlandı. Tarih, Iktidar mevkiine gecer gec- mez akrabasını, damadımı mevki sa- hibi etmeğe çalışan, kendisine taraf tar olanları kanunsuz bir surotto lâ- yık olmadıkları memuriyetlereo ta- yin eden, makamlara getiren şeyhis H. Rüştü TIRPAN (Lütfen sayfayı çeviriniz),