——— ———T — — —e — Görüp TE duyduklarım : — Hastalık j modaları ! EÇEN gün bir. arkada Razetesinde (apand '& bir yazı yazmış. Dün de yine slardan biri anlattı. Tünelde gayet r kızla genç bir tatlısu frengi fran- A göyle konuşmuşlar; Genç erkek — Bugünlerde apandisit “oda halini almış! pou — Aman canım, neden öyle ol - A? Ben apandisit olmadım işte! E_:'k_ek — Öyleyse sen modern bir kız *Zilsin! h'ıîâ;ndıki apandisit modasının pek dar- Olda değilim ama, bundan bir hayli ön. &, genç | arasında muhtelif apandi: öit mütemarızları görmüştüm. « Gençler, genç kızlar, hele bunların çok ?ğ?:xdurı. yahut çok hassas görünmek W'!'mlrri fArasında bu gibi temaruzları, Tikiden biraz da edebiyat doğururdu. 'albuki bakıyorum, bugünün edebiya- 'inda apandisitin hiçbir mevkii yok gi- Zannedersem (Zavallı Necdet) ve (E- Ttbiyatı cedide) devrinde zayıllık, sob '“'_“'Jk. saz benizlilik ve bunların neti- CSİ veremin temaruzu bir hayli mode- SiUştı. Hele 6 zamanın - edebiyat, $iir Tatraklısr gençierinin bütün karalama ve sma mevzuları, sonunda gidip te- ime dayanırdı. Hattâ ben bile o za- inlar vücutça turp gibi - şalgam gibi S ama . tuttuğunu koparır bir genç İtm o zamanlar okuduğum bazı şeylerin &siriyle yolda yürürken yalandan göğ- #Ümü tutar, öksürme taklitleri yapardım. * siz gelin de öksürüğün daniskar h_"!lf'»e şimdi seyredin. Fakat bu öksürük TİMdi birini söndürmeden birini yaktı- dagparadandır. O zaman ise ben ağ- &a cıgara değil, kahye bile koymaz: » Daha sonraları ve yine zannedersem Yecriaticiler zamanmda sinir hastalıklar T bilhassa nevrasteni taklidi moda ol- Rüştu. Bu modada Fecriati neşriyatının H€ derece tesiri oldu pek kestİiremiyorum Fakat, hana öyle geliyor ki, o zaman fran Tizcadan, bilhassa Mopasan ve emsalin. tercüme edilen vazılar bu modayı OMaya çıkardı. Şunu da söyliyeyim ki Nevrasteni taklidi modası daha önce- hi verem modasiyle birlikte de tek tük ÇML Daha sonrahırı bir aralık galib Taz tıknazca, pembe yüzlü gençler a- 'î_'”nd:ı bir şeker hastalığı kuruntusudur Yüz gösterir gibi olmuştu ki, o zaman :'hırl-.ım tıknaz ve yüzüm pembe olma- ği halde ben de bir müddet ayni kur tuya düşmüş, bir yıl kadar patales ek Hi ve sakarin rejimi yaparak bir hay- ı;“lYİİİ':(!c bulunmuştum. Lâkin bu şe. hastalığı temaruzunda da tıipki şim- Üki apandisit temaruzu gibi edebiyatın Bıhü tesiri olmadığımı — sanıyorum. di"â::n birkaç yıl önce başlayıp hâlâ h*"-'“ eden bir de tansiyon modası çık. £, bunun bazı kimselerde hiç Küzum- l!l'_ı)'erı- nasıl bir ipokondri şeklini al. Smı geçen yıl, Maruf ve mütehassıs “torlarımızdan bay Ekrem Şerif bir şm'.de uzun uzun anlatmış ve beni ? hayli güldürmüştü. Haaa! Az kalsın unutuyordum. Esa- Snda zaten tam bir taklit hastalığı sar Yilan isterinin de bir vakitler birçok ka. Inlar arasında temaruz ve - taklidine " Ay, bayıldım a destlar! " Aman bayılacağım anneciğim! — İçime bir şeyler tikanıyor yahu! — Nefesim tutuluyor kardeş! — İşte bayıldım. gitti! m*_”"ln gibi ara nağmelerinden — sonra, in de artık siz, bunu, zaten esasında h.k_fâldld ve temaruz hastalığı sayılan ikf isteriden ayırım bakalım! && “_Bon çeşit, Sanırsam hâlâ revaçta- . Bizim muharrir arkadaşın dediği gi* ' ©ğer şimdi artada bir de apandisitten t TUZ Mmodas; varsa boyuna sahte İs- “ nlnış».n; esasmda zateti hir temanız ü faklit hastalığı savılan isteri taklidi. m" Muvakkat bir şekil ve cüssesini dee #irmesidir! Bunlardan başka bir de hastalıkların b latırı sayıdanı olan — (delilik) taklidi l;*—'drr Kİ. bereket versin, bu. ötekiler pi- “k’_“':'h halini almadan nek münferid knı.a &r halinde geçiyor. Bence asıl kor. del “ak olan moda hastalık işte budur: ilik modası! Osman Cemal KAYGILI istanbul konu Cerrahpaşa hastahanesinde bir saat Doktorların mehareti .| olmasaydı şimdi ben kör bir adamdım Bir tenis topunun çarpması yüzün- â b den gözlerini kaybetmek tehlikesini geçiren beşiktaş klübü sporcuların- dan bir genç böyle söylüyordu eSELerELESeseALene e eeERAEErYEREESELEERRL AA Yazan: İ (| HABERCİ | Cerrahpaşa hastanesini do«xaşmıya baş. ladığımız zaman göz polikliniğinde gör- düklerimi dün yazmış, muayene odası- nın önünden ayrıldıktan sonra, buraya hemen bitişik olan klinik koğuşlarına doğru yürüdüğümüzü ilâve etmiştim. Gerek ben, gerek ark ım foto Ali hu sefer de bir bastamızı ziyarete gelmiş Kibi hareket ediyor, gazeteci olduğumu- Tu kat'iyyen belli etmemeye çalışıyorduk. Kapıdan içeri girer gizmez, sağımızda geniş bir koğuş gördük. Burada 15-20 yatak vardı ve hepsinde de birer hasta yatryordu. Ortadaki büyük masanın ü zerinde dizili duran çeşit çeşit ilâçlara, pansman levazımatına bir göz attıklan sonra, sözde birini ârıyormuş gibi ya - taklara yaklaşarak hepsini teker teker Adolaşmıya başladık. * Hastalardan çoğu, burunlarının dibi. ne sokulduğumuz balde, bizi göremiyor- lardı. Biçarelerin gözleri kalm sargılarla sarılıydı. Diğer birçoklarının da gözler rinde, şekil şekil siyah gözlükler takılıy- dı. Bu garib gözlükilrin arkasındıki gözlerin' bizleri görüp görmediğini anla- mamız kabil olmuyordu. Koğuşun nihayetsiz sessizliği, hastalar rın yukarda tarif ettiğim halleri, beni a- detâ ürküttü. Geldiğimiz gibi, yine a larımızın ucuna basarak, duradan dışa- rı çıkmak üzereydik, fakat tam kapıya yaklaştığımız sırada, ince ve zayıf bir er- kek sesi: — Kimi aradınız çocuklar, diye bizi olduğumuz yerde durmrya mecbur etti. Hem ben, hem de arkadaşım şaşırıp kalmıştık. Bu suali kimin sorduğunu an- Tamak için sesin geldiği tarafa bakmaktan dahi çekiniyorduk. Nihayet ilk cesareti ben gösterdim. Başımı çevirdim. O zaman, kapı civarındaki yataklar- dan birinde yatan, gözleri yine siyah gözlükler altında saklı, ihtiyar bir adam, sualini tekrar etti: —" — Birini mi aradmızdı? — Evet, diye cevab verdim. Bir ar- kadaş vardı da... Hlerhalde öbür odala. rın birisinde olacak... Sonra mevruu değiştirmek için ihtiya- rın yatağına doğru bir adım yürüdüm: — Geçmiş olsun, dedim. Sizin neyiniz var böyle... — Sorma evlât, az daha kör oluyor: dum. İki gözüme de perde inmiş. Bere- ket mükemmel bir ameliyat yaptılar da, bu felâketten kurtuldum. Yakmda hiç- bir şeyim kalmryacakmış... İhtiyarı hemen selâmladım, ve bu &- rada da kendini koridora atmış olan ar- kadaşıma yetiştim. Ne yapacağımızı şa. şırmıştık. Sağımızda, solumuzda tama - men hastalarla dolu birçok odalar var- dı. Bunlara girmek, tekrar yeni bir sual- le karşılaşmak demekti. Onun için, bir kısmına yalnız kapılarından bakmakla Haa aa ee A adai iktilfa ettik, kadımlara 2yrılan odanm biraz gürültülü olmasından başka diğer- lerinden bir farkı yoktu. Artık göz kliniğinden ayrılmak üze- reydik, tam bu sırada dört yatakir k çük bir oda gözüme ilişti. Buradaki has. talar arasında, gözleri, yukarki resimde göreceğiniz gibi, siyah kâğıtlarla kapan- miş, bir gözlük altında örtülü, genç bir çocuk yatryordu. Siması bana hiç de ya- bancı gelmiyor, fakat garibüşsekil göz- lükten dolayı kim olduğunu tayin edemi- yordum. Hemen odadan içeri girdim, gözleri siyeh örtüler altında mütemadi- yen kapanmış olan genç adama doğru ilerledim. Kafamı işletiyor, işletiyor fakat bu ta- nıdik simanın kime ait olduğunu bir türlü kestiremiyordum. Nihayet düşün- mekten vazgeçtim ve hastaya: iş olsun arkadaş, dedim. Ne oldu size böyle?.. Bu sözlerim, hiç beklemediğim ve tah: min etmediğim bir cevapla karşılaştı. Genç adamm yüzü güldü. O zamana ka- dar, hiç kımıldatmadığı başını hafilçe bize doğru çevirdi ve: — Teşekkür ederim, bay Habherci, de- di Beni nasıl tanımıştı? Gözlerinin önün- de bu simsiyah mâni durdukaç görmüş olmasmma imkân veremezdim. Sesimden tanıması içinse, bana pek yakın birisi ol. ması icab ederdi ki, bu da olmazdı. Ağ. zımdan gayri ihtiyari: — Fakat beni masıl tanıdmız sözleri döküldü. Hastanın yüzü güldü... “Hiç tanrmaz olur mryım, dedi, Siz benim oynadığım kaç maçta hakep durdunuz, sonra res- minizi de sık sık görürüm.. — Hayır, diye sözünü kestim, Bunu söylemek istemedim. Şimdi, benim ben olduğumu nasıl anladınız? Buna şaşır- dım, l — Görerek, »- Fakat gözleriniz sımsıkı kapalıyken nasıl olur? Bunun cevabını vermeye vakit kalma- dı. Tam bu sırada kar gibi beyaz göm- lekli genç bir hemşire odadan içeri gir- mişti. Hastanım yanma geldi. Baş ucun. daki kâğıtlardan birisini eline alıp bir yerine not koydu, tam bu &rrada, bizim foto Ali de odanın öbür köşesinden bu yaziyetin resmini alryordu. Teon Ton amca- nın etomobili p Fotoğrafın cızırtisi. genç hastabakıcı- yı birdenbire ürkütüyerdi. Bize doğru döndü: — O da nesi, dedi. Siz ne yapıyorsu- nuz burada? Ben hemen cevab yetiştirdim: — Arkadaşımızı ziyarete gelmiştik de, hatıra olsun diye bir resmini aldık. Ses çıkarmadı ve işini bitirdikten son- ra, odadan çıktı gitti. D zaman hastayla tekrar konüşmrya başladık. — Bizim hemşire bayan Afife pek ti- tizdir. Hepimizle ayrı ayrı alâkadar o lur. Ben buraya geleli bir aydan fazla oluyor, bir saat yirmi dakika süren bü- yük bir ameliyat geçirdim. 15 gün hiç kımıldamadan yattım ve nihayet ta. hammülsüz bir felâketten kurtuldum. Bir gün tenis oynarken, gözüme kuvvet- H bir top çarptı. Birderbire dünyayı bur lanık görmeye başladım. Buna Dekol- man deniyormuş. Yani göz - tabakaları biribirinden ayrılmış. İşte büyük bir a- meliyatla bunu düzelttiler, Şimdi 15 gün sonra filân tamamen iyi olacağımı umu- yorum. Eğer doktorun mehareti olmasa ve geçirdiğim bu zor ameliyat yapılma- mış olsaydı, şimdi bile kör bir adam. dım, Buradaki — profesörlerden hemşire- sine kadar, ne derecede müteşekkir ol- duğumu anlatmıya bilmem artık lüzum var mı? Merakıma daha fazla galebe çalama- mıştım. Sözünü keserek sordum: — Peki ama, beni nasıl tanıdınız, ve siz kimsiniz, bunu söylemiyorsunuz. Bir saniye sustu ve sonra: — Çok basit, dedi. İğilip gözlerimi kapıyan kâğıtlara dikkatle bakınız, ora- da birer ufacık delik göreceksiniz. İşte bunlar sayesinde sizi görmem ve tanr mam kabil oldu. Kim olduğuma gelin- ce, Beşiktaş takımı futbolcülerini şöyle bir gözönüne getirirseniz, bunu da kolay. hıkla anlarsınız. Daha fazla düşünmeme lüzum kalma- dı. Karşımda yatan, Beşiktaşın genç o- yuncularından Raifti. Zavallı çocuk, öyle tanımmaz bir hale gelmişti ki, onun kim olduğunu daha çabuk keşfedememekte yerden göke ka- dar haklı olduğumu anladım. Orada bir müddet daha kaldık. Şuradan, buradan konuştuk. Sonra, sporcu dostumuza mümkün olduğu kadar çabuk bir afiyet temenni ederek, hastanenin başka taraf. larını gezmeye çıktık. HABERCİ Beşiktaş klübü genç Julbolcülerinden Raij Cerrahpaşa hastanesinde, — gözleri- nin iyi olmasını bekliyor... Ve Cerrakpa- şa göz muayene odası önünde, Haberci ile konuşan kastalar... Tarih diyor ki: Dördüneceü Muradın veçhi mübareki ! ÖRDÜNCÜ Murat babayiğit blr padişahtı. Fakat o nixbets te de zalim bir insandı. Onun devri şiddet ve zulüm devridir. Bu şiddetli ve kanlı padişahın zulmünden kimse kurlulamamıştır. Padişahın şiddeti, kahrı, bedeni kuvveti herkesi - kors kutmuş, sındırmıştı. Derin ye kor- kunç bir sükünet bütün memleketi sarmıştı. Yeniçeriler caddelerde, sokak a- ralarında rastgeldikleri kadınları, çocukları çeviremiyorlar, evleri soya mıyorlardı. Çünkü her gece Dördün- cü Murat şehri dolaşıyor. İrz elili hal kın oğlan ve kadınlarına musallat olanların, meyhane dönüşü sokak- larda nârâ atanların binbir rezalet çıkaranların leşlerini bir okla yere seriyor, bir yumrukta kafalarını pat latıyordu. Dördüncü Murat, kendinden evvel gelen padişahlar gibi, ülemadan korkmumış, fetvacılara, kıymet ve ehemmiyet vermemiş, onlara karşı kat'iyyen bir gevşeklik — gösterme- mişti. Hattâ, sipahi İsyanında defter darın idamı mevzuubahs — olurken, başkalarının idamı karşısında ağız- larını açınıyan, birçok haksız fetva- lar çıkaran ülema, koendilerino, ne- fislerine taallük eden işlerde hemen birleşmişler: — Defterdar Sadatı ülemadandır. Büöyleleri boğulmaz. Bu Yezit diya- nı mıdır ki, ülema boğulsun! Diye feryadı koparmışlardı. Fakat, bunların bağırmalarına e- hemmiyet verilmedi, defterdar “di. yarı ademe yollandı.,, Sultan Murat Bursada bulunurken anası ona şöyle bir haber yolladı: — Tebdili saltanat sözleri devam ediyor, aslanımın burada bulunması LAzımdır!.. Banun üzerine, bemen İstanbula koştu, İlk işi müftüyü sürmek ve Si- Hlvri kumluğunda boğdurmak oldu. Barayam o sonu gelmez — sefahat illetile mahvolan — padişah, yalnız müftüyü boğdurmak, şeyhislâmın ka fasını — koparmaklia — kalmadı, öze kardeşleri şehzade Bayezit, Kasım ve Süleymanı da birer vesile bularak öldürttü. 'Tedbişle memleketi idare etmek, saltanatına şerik çıkacağı korkusile kardeşlerini boğazlamak, gibi cina- yetlerden başka, Dördüncü Murat ©- hemmiyetsiz şoyler yüzünden de adam astırıyor, boğduruyor, kazıklatıyor. du, Bunu bir mişalle tevsik edeyim: Sultan Murat, 1684 de Edirneye gidiyordu. Padişahın geleceğini du- yan 80 Hintli derviş “Padişahın vechi mübarekini müşahede etmek mazha riyetine kavuşmak,, kaygusile, yol üzerinde onun geçeceği bir köprünün altıma saklanarak, beklemeğe başla- dılar. Dördüncü Murat, büylük bir haşmet ve debdebe içinde, uzaktan göründü, Şahlanmış bir at üzerinde bir rüze gâr gibi geliyordu. Köprüyo yaklaşır ken, dizginleri biraz kastı, at yavaş« ladı, bu sırada, köprünün altında bek Hiyen Hindli dervişler, — birdenbire meydana çıktılar. Padişahın atı, kâ« labalıktan ürktü, şablandı, kişneme- ğe, çifte savurmaSa başladı. Ve pa- dişahı yere düşürd Dördüncü Murat, üstü başı toz i- çinde yerden kalktığı zaman, şu em ri verdi: — Bunların kârmı tamam edin! Padişahın emri yerinc — getirildi, Hindli dervislerin basları — kesildi, yolun ortasına birakıldı. Hüseyin Rüştü TIRPAN