Diş Sıqasa' z Yeni Romen kabinesi Yazan : Şekip Gündüz VRUPANIN gözü Romanyaya dikilmiş bulunuyor. Son üç gün- denberi, birçok Avrupa merkezleri Uzak rk işini, İspanya işini, hattâ kendi da. bir tarala bırakmışlar ve yan macerayı tetkike kor Romanya kralı ikinci Karolun devlet k ası başına koyduğu yeni baş- şüphesiz memleketinin en ol- gun siyasi liderlerinden biridir. Romanya Kralı ikinci Karolun dev- let mekanizması başına koyduğu yeni başvekil Goga, son yirmi yıl içinde bir- çok mühim roller oynamış, mühim dev. let işlerine karışmış ve memleketine fay. dalr olmuş bir devlet adamıdır. General Averesku tarafmdan teşkil edilmiş olan kabinelerde muhtelif nezaretlerde bulun: muş, bilhassa 1921 de mezahip nezare- 'Tini ve 1926 da dahiliye nezaretini de- Tuhte etmişti. Goza, ortodoks hıristiyanlığın müteas- sıp bir mümini ve ırkçı Rumen milliyet- perverliğinin büyük bir mücadelecisi- dir. Umum! harpten evvel büyük Ro. manya idealine gönül bağlamış olanlar içinde Gogaya büyük bir mevki ayır mak İâzımdır. Zira Transilvanyanın Ru- men krallığıma ilhakı fikrini ortaya ilk atan bu fikir üzerinde yorulmadan çalı Jan Göga, Büyük Romanyanmın nasıl hakikat olâbileceğini bütün hatla- rı ile ilkönce tasavvur edebilmiş bir li- derdir. Binaenaleyh onu sadece “son intiha- batta 29 saylav çıkarabilmiş bir parti- nin lideri,, suretinde ele almak ve “390 saylavlı bir. parlâmentonun bu kadar zayıf bir partisi memlekette büyük ve zor jisler basarmağa müeait bir müzahe. ret bulabilir mi?,, diye düşünmek hata olur. Goga, inandığı hedeflere memleketinin ul: mr görmüş bir. siyasidir. Memle- ©* * “yeni bir istikamet vermek vazi- fesi" ni kabul etmesi böyle bir hedele ulaşabileceğine de inanmış olması süre- tinde kabul edilmelidir. Ve işte, asıl teh- like de buradadır. Zira Rumen memle- ketinde böyle bir hedefe ulaşılmasmır is- |l temiyenler de vardır. Ve bunlar fikirle. rinde büyük bir ısrar göstermek temayü- İ$| lündedirler, Bu takdirde Romanyanım |ij çok sarp bir. iç mücadele merhalesine girmesini heklemek mantıkf olur. Acaha Romanya bir iç kavga arifesin- de midir? Böyle bir kavganım yıllardanberi Ro- manvada için için devam edegeldiği ma- lümdur. Fakat düne kadar fikirler ve menfaatler arasındaki mücadele, belki hakikatte bitaraf olmıyan, fakat zahiri bir bitaraflık muhafaza eden bir kuvve- tin murakabası altındaydı: Saray. yardırımı,, istemekte olmasına bakılınca L Tantğ $ hmcephaıınymıubıneibmlmm a aei BN süzilinderi çai ğ muayven bir saatine kadar şirket em. yeni siyasi devreye boyun eğmeğe mec- Edebiyat Fakültesi- nin tertip ettiği eğlence Dün gece, İstanbul üniversitesi edebi- yat fakültesi talebeleri tarafından Ünyon Fransez salonlarında bir toplantı tertip Bu münasebetle millf oyunlar oynan” mış, dans edilmiş ve sabaha kadar neşe. li bir gece geçirilmiştir. Akşamki müsamerede bilhassa Bursa- lı Bayan Haticenin çok güzel sesiyle din- lettiği sarkılar uzun uzun alkışlanmıştır. İKİNCİKANUN — 1938 Hieri: 1356 — Şevval: 30 Öüneşin doğuaşu Güneşin batışı 7,26 1651 Fırtına $ gün bur olacağı söylenebilir. Zira sarayın muzahereti hava, kara ve deniz kuvvetle- rinin de müzahereli manasına almabi- lir. Goğa'nın ortaya attığı fikirlerden ilki. “matbuatı devletleştirmek,, oldu. Ro- manyada en kuvvetli gazeteler yahtdiler taralından çıkanlmaktadır. Goga bunla- rı ortadan kaldırır veya tamamile eline alırsa bütün bu matbuata dayanarak yapacağı propaganda ile, efkârı umumi- ye karşrsımda sempatik bir çehre alabi- lir mi? Tabif alabilir. Zira Reomanyada yahu- diler aleyhine şiddetli harekete kalkışan bir devlet adamı zaten Rumen halkının sempatisini derhal kazanmış olur. Romanyanın bütün servet kaynakları yahudilerin elindedir. Romanyanın © münbit topraklarında çalışan çiftçi ya- hudi faizcinin esiridir. Rumen münev- veri, Rumen güzel sanat adamı mutla- ka yahüdinin esiri veya yahudinin düş- mantdır, Zira bütün güzel sanat geçitle. rini, bütün fikir geçitlerini yahudiler tutmuşlardır. Gazeteler onların, tiyatro- Tar onların, mecmualar hep anların kon- trolu altındadır. Fakaaat... Eğer ırkçı Goga gelip geçici olur da yerine Kodreanımun “Demir el" lileri gelirse, bu işin lâmrı cimı kalmaz, Ru- men milleti yahudilerin elinden kurtar- dığı petrollerin çok daha yahudi ellere geçmiş olduğunu görür. Goza iktısadi ve kültürel bir milli kur- tulusa doğru yollanırken, orta Avrupada esen kasırgaları, daima gözönünde bu- lundurmağa ve devlet teknesini “müs. temleke” peşinde kosanların etrafa ser- pistirdikleri mayınlara çaprtırmamağa dikkat etmeye mecburdur. Goga, millf Rumen tarihi muvacehe- sinde çok nazik ve mes'uliyetli bir vazi- fe deruhte etmiş bulunuyor. Ü 4a ee Şekip GÜNDÜZ Doğru lasitalaalse li . . Değil mi ? Tramvay İşçileri Tramvay şirketi öyle bir kurnazlık & müessesesidir. Ri, marifetlerinin yalnız Ş isimlerinin yazılması - sütunlar doldur rur. İşte bir kurnazlığı daha: f Şirketin vatman ve biletçi gibi işçile. K vi birkaç sene evveline kadar gündelik $ veya maaşlar çalışırlardı, mesai soalle- ğ İj 7? de tabil tayin edilmişti. Sonradan bu H usulü değiştirdi ve işçilere çolıştıkları zamana göre saot başına para vermeye başladı. Evvelâ bunda itiraz edilecek ğ bir şey yok gibi görülürse de işçilerin hesabına vaziyet kiç de öyle değildir. Bu küuvvetin, şimdi, Goga'ya “Allahım |ğ (Zh edelim: Eskiden vatmanlar ve biletçiler al- dıkları gündelik veya maaşa mukabil rinde bulunurlardı. Şimdi saat başına İj H pora verilirken iş değişmiştir. Meselâ |i İ| şirketin hemen bütün işçileri sabakları H 7.20 dan 9,30 4 kadar iş başındadır. N Bu saâtlen sonra kalabalık azaldığı i- & İf çin arabaların bir kısmt depoya çekil mekte, bunların vatman ve biletçilerir ne de tatil verilmektedir. Öğle üzeri Ü tekrar herkese iş verilip gene ktısmen B Ş tatil yapılmakta, akşam üstü iş tekrar İ H başlamaktadır. Böylece bir vatman ve İi H ya biletçinin tam bir yevmiye mikta- ğ rında para alabilmesi, yani sekiz veya fi dokuz saat mesai müddetini - doldur- Şi ması için sahahm saat vedisinden gece- İğ N nin geç saatlerine Radar beklemesi 16- $ d zımdır. Beklemezse az kazandıktan başka belki şirket hizmetinden de çe ğ karabilir. Şirket bu kurnazlığı sayesin- © de birkaç ekip çalıştırmak maşrafından H bismen hurtulmuş ve günün ker saatin. Hi de emri altında adam bulundurmuş ol- İj mağtadır. Bu tıstilün — insafsızca oldu. # Şume söylemiye Tüzum var mı? ; Şu tramvay şirketinden kurtulduğur İ müuz gün İstanbul'an büyük bayramla- $i rından biri olataktır. Vakit Sabah Öğle İkindi Akga: — Zatsı İmaak | yerştceğAREEROANANN NTEESTESEN TETELEEEMTLAMMIZU 537 1218 1438 16,51 18,30 5,39 2 İKİNCİKANUN — 1938 Hayata dair — faşamak Hakkı ROMAN Nazım Hikmet Don Pavlo, Don Manueli çalışacak kallar küçülmeğe mecbur eden ve şim- dilik günde bir litre süt istiyen bu aç gözlü bebekonun kim olduğunu sordu. Don Manuel, rüzgür; kollayıp bir da- ha tükürdü ve Don Pavlo — Alvaresin bebekoyu tanrmamasına bir parça da hayret edip cevap verdi; —— Bebeko, henlüz, vaftiz. edilmemiş, ve edileceğini de ummadığım iki aylık bir kız gocuğudur, muhterem - Sinyor, Rivayete göre babası balıkçı Karlitoy- müuş. Fakat büyük annesinin ihtiyar çamaşırcı Donya Rosita ve annesinin Donya Eüzabet olduğu muhakkaktır ki, bu sersem ve günahkâr annenin ölüsü- nü üç gün evvel avludaki beyaz bada- nah kuyanun içinden çıkardılar, İktiyar çamaşırcı Donya Rosita, be- nim eti eski müşterilerimdendir, seneler- ce her akşam bir avuç zeytinini alıp o- na mağfirt ve sevap satmışımdır. Don- ya Elizanet ise elimde büyümüş sayı- lır, O, dana ayakları çıplak küçük bir kızken, geceleri beyaz badanalı kuyu- nun kenâarına yanyana otururduk. Ben ona dağ şarkıları söylerdim. Bu şarkı- ları bana Burgostaki Santo Dominigo de Silos meanastırından kaçan genç bir papas öğretmişti ki, hazretle iki sene beraber dilencilik ettikti. İşte bundan Üç gün evvel mahallede devrimi ya- ptp bir avuç yeşil zeytinini almak için Donya Rositanın avlusuna girdiğim zamarı Elizabeti beyaz badanalı kuyu- dan çıkarmışlar, çakıl taşlarının — Üze- rine boylu boyunca yatırmışlardı. Dik- kat ettim, muhterem sinyor, bana öyle geldi ki ölünün yalnız siyah saçları 1s- laktır, Avlu kalabalıktı. Ölünün baş u- cuna çömelmiş olan Donya Rositanın ihtiyar, ouruşuk yüzü şaşkın bir may- mun suratına benziyordu. Bizim İspan- yol kadınlarının ihtiyarlıkları çok çir- kin oluyor, muhterem sinyor, Avlu kalabalıktı demiştim.. Evet, bü- tün komşular ordaydı. Hepimiz, iki ay- gdanberi, Elizabetin belki de hiç vaftiz edilmiyecek olan bir çocuk doğurdu- ğunu biliyorduk. İki aydanberi bu İşin alayı yapılmış, küfrü edilmiş, ve niha- yet bu iş unutulmuştu. İşte bundan Hdolayı hiç kimse Elizabetin böyle duası okunmıyacak bir ölümü göze alacak kadar dinsizliğe düşeceğini aklından geçirmemişti. Ölü kadını içeri, odaya götürdüler. Ben de girdim. Odanın ortasında elleri kundağındari çıkmış bebeko — ağlıyor- du.. Don Manuc! sustu. Sonra başını öne eğerek kabahâtini alfettirmek istiyen bir çocuk gibi mırıldandı: — Ben şimdi çalışacak kadar kü- gülmüş bir insanım.. Evet, ben artık “Katodralır başpapasından sonra şeh- rin en tenbel hayvanı benim.,, diye il- tihar edemem, Fakat bebekoya süt bul- mak lâzım ve sevgili İspanyamızda süt çok pahalı muhterem sinyor.. Don Pavlo Alvares, Don Manuelin yanından acayip bir üzüntüyle ayrıklı. Bahili bırakıp, taşları karides kabukla- yının kırmızı süprüntüleriyle örtülü, bayat balık kokan, dar, merdivenli şo- kaklardan.. şehrin merkezine doğru ilerlerken ağlıyan bebekonun sesini ta- man zamaa İduyar gibi oldu; Ve kulağı- na zaman zaman böyle sesler geldiği için kendini ayıpladı. Kendi kendine *Don Pavlo Alvares, dedi, unutma ki, yegüne hakikat nefes almanın, işitme- nin, duymanın, çiftleşmenin, kımıldan- manın yekünu olan yaşamaktadır. Bu hakikatin içinde ayyaş, sersem, serseri Manuelitonun ağlıyan bebekoya süt bulmaktan duyduğu hazzın yeri yok- YiT —Z Çiçekşi du! Donya Mariyanın küçük dükkânı, Katedralın tam karşısınday- d. Donya Mariya gündüzlerini, dük- kânda çiçek satmakla; gecelerini, sayısı hiç bir vakit üçten aşağı küşmeyen ve yaşları yirmiyle elli arasında tehalüf eden aşıklarından birinin günahını paylaşmakla ve sabahlarını katedralda mum yakmakla geçirirdi. Donya Mariya kırkında vardı. Şiş mandı. Sürmeli gözleri, yaz kış, siyah örme şalımın altında yarı açık duran sarı bluzunldaki csmer memcleri ve ateş karmızısı etekliğine sığmıyan kalçaları, gçok büyük, elleri ayakları çok küçük bir kadındı. Etli dudaklarının üstünde yeni ter- Temiş bıyıkları vardı ve dini bütün bir katolikti, Donya Mariya her sabah katedrala girdiği zaman ilk iş olarak Santa Mar- garitanın tasviri önünde dua ederdi. Bu çok beyaz yüzlü, çok siyah gözlü ve kırmızı dudaklı arize tasvirinin iis- tüne katedralın en büyük ve en renkli camından düşen acayip ışıklar, onu boşluğun içinde gizli bir geyler fısıldı- yormuş gibi canlı bir hale getirirdi. Donya Mariya, Santa Margaritaya yalnız bir ezize gibi hürmet emezdi. Onu; bü üzün abanorz saçlarının dibine kadar günaha girdikten gonra İsanın tozlu, çıplak ayaklarına kapanıp ebe- di aşkı bulan bu ateşli İbrani kadınını bir kız kardeş gibi de severdi. Mumların:. onun ayakları Hdibindeki kum tepsisinin içine diktp yakatdı. Bu mumlar ceşit çeşit boyboytlu. Her çe- git, her boy mum, Donya Mariyanın na- zatında beşka bir üşığa aitti. Ve o gece hangi âş:ğiyla günaha girmişse, ” Topluluk Kıı..mısı de, yazılarmı da sev« diğim bir şairimizle konuşu- yordum: söz döndü dolaştı, Varlık* in yeni şairlerine, Orhan Veli, Oktay Rifat ve Cevdet Melihe geldi. Hayret ettim, çünkü dostum — onlardan mü- habbetle bahsediyordu. Daha — yeni — yazmağa başlamış olmalarma Trağıe ) men vuların, büyüklerinden bir nevi — husamet görmelerine o kadar alıştık ki bir kimsenin de onları anlamak arzusu ile konuşması, inanılmıyacak bir şey gibi geliyor... İ Fakat şair dostumun bir itirazı ol- du: — İyi ama, dedi, hep bir örnek ya. — zayorlar, birinin şilrleri — ötekilerin yazdıklarından ayırt edilmiyor. Hat t “meyzu, , larını bir arada tayin edi- yorlarmış. Serbestço değil, biribirle- rine uyarak, aralarında konuşup kâ rar vererek çalışıyorlarmış. Sanatte bu kadar itaati anlamam.., O üç göncli yakından tanmmam; iç« lerinde yalnız Orhan Veli ile bir iki defa konuştum. Onun için dostumun iddialarının ne dereceye kadar doğ- ru olduğunu bilmiyorum. Fakat doğ rudur diye kabul ettim ve... sevin- dim, Demek ki bizde de artık tesadli fen değil, aşağı yukarı bir yaşta ol dukları için biribirlerini tutmak en- dişesi ile değil, bir fikir, bir estetik etrafında toplanan — edebiyatçılar, şairler de var, Demok ki — onlarım, yarın herhangi bir sebeble biribirle. rine darılacak olurlarsa biribirlerini inkâr edemiyeceklerinden emin ola- biliriz. Demek ki onlar akıllarının, kalomlerinin ucuna gelen — bher şeyi hemen küğıt üzerine döküp ona hay ran olmuyor, biribirlerini ve kendi koendilerini murakabe ediyor, şahsi- yetlerinden vaz geçmemekle beraber müşterek bir fikir için ferdi nahvets Terini feda ediyorlar. Buna sevinile mez mi?,.. Topluluk insanların ne düşündük- lerini gerçekten anlayıp bilmelerin« den doğar. Fikirlerini tamamile kav yıyamamış olan, yani fikri bulunmt yan hiç kimsede kendine benziyen bir şey göremez, onun için kimse ile birleşemez; neye hizmet edeceğini, kendisi için nenin âsıl olduğunu ta- yin edemediğinden bdiç bir duyguasu« nu, hiç bir meylini — foda edemez, Tnsan oğlu hiç bir zaman yapayalnım yaşıyamıyacağı için böyle esas fikire lerini kâvrıyamamış adamlar dalma, hemen o günkü menfaallerinin — ica- bına göre bir toplulağa dahil olur« lar, yine 6.cins menfaatler —uğruna başka bir topluluğa geçerler. Bunlar tesadüfün moydana getirdiği toplu. Tuklar, sahte topluluklardır, Onlara girenler do, onlardan — çıkanlar da, onlara hücum edenler de kendilerin de hiçbir mesuliyet duymazlar, Asıl garibi şudur ki o sahte topluluklar dalma biribirine benzer; yalnız iddi alarma bakınca niçin biribirleri ile birleşemediklerini, kavga ettiklerini anlıyamazsmız. Aralarındaki ihtilAf sadece ferdi — menfaatlerden, ferdi hırslardan doğmuştur. İki nizam a. rasında, yani insanların sadeco me- yil ve insiyaklarına — uyarak değil, düşünüp taşmıp, Ölçüp, biçip, birta- kım fedakârlıklarla vücuda getirdik- Teri topluluklarda bariz vasıflar, şa- urlu iddialar, aralarında hakiki fark Tar bulunur. Yoksa kargaşalık dal- ma bir örnektir; sahte — topluluklar da kendini rizlemeğe çalışan birer kargaşalıktan başka bir şey değil- dir. Nurullah ATAÇ ona hasrettiği. mümüu — seçip husunda Donya Mariya dindarane bir taassup görterirdi. Bazı sabahları ayni boydan iki, hattâ dört mum yaktırdığı olurdu, fakat biç bir zaman muhtelif boydaki mumları bir arada yakmamıştı. 1936 senesi 18 temmuz cumartesi sa- bahı, Donya Mariya Don Pavloyst tah- sis ettiği mumlardan ikisiyle Santa Mar- garitanın beyaz eteklerini aydınlattrk- tan sonra dükkânına dönmüş; yasemin- leri, sarr amberleri, kayısı, ateş, mis güllerini ve bir Türk şairinin, bir katre aleve benzettiği karanfilleri sepetlere dizmiş, sardunya, rtır, şebboy saksıları- nı kaldırımın üstüne sıralamıştı ki bir- gdenbire bu renk ve koku sefahatinin içinde, Doa Pavlo Alvaresin atık sura- tıyla karşılaşrverdi. Geceyi beraber geçirdikten sonra Don Pavlo Alvaresin ertesi günü Don- ya Mariyayı ziyarete gelmesi Gdet de- &ildi Bundan dolayı Donya Mariya ©- mu; hele böyle asık suratla görünce ça- şırdı: — Ne vır? dedi. (Devamı var) Ğ