HLA AA T AE j $ Yazan: Nizametlin Nazij Astrobaal, mabeddeki Baal'e her gün iki küçük çocak kurban ediyorda lî(aıl:uıı şehrinden az ölede bir tep& mşğn eli dersah uzaktan su getiren Yük ktmer bu tepeden olanca haş- ’“Pğne KÖze vurur, urada sık zeytinliklerin gözden sak- Tadığı bir mabet vardır: Bırsah, * Romalr kumandan (*) Sipyon, Karta- Giyi Muhasara ettiği zaman düşmanla- îthz_ı beş yüz silâhli, üç yüz kadın ve m: küçük çocuk nasılsa şehrin dı. Şında l ve bu mabede sığın- Mmışlardı. : Kartşcalılar, azzın bir düşman sürü- v karsısımda, gelip geçecek nesillere Kartaca adımı unutturmıyacak ve tari- hin boytu boyunca ebedi bir kahraman” k nümunesi olacak meşhur tahammül- #ikanlılar, sevgililerinin - saçlarıyla ö Tülmüş yavları gererek Roma lejyonları- îa ok yağrdırıyorlar, yaşlı analar küp- k—'"ücayı kurtarmıya — savaşıvorlardı. Böyle bir zamanda beş yüz babayeğiti Pesine takarak zeytin ağaçları arasında. Mabede sığlımmak kadar iğrenç bir al- Saklık olahilir miydi? Olamazdı şüphesiz. Ve mahede sığın Tuş bulunanların hepsi de açıkça bu ka. Taatteydiler. Hattâ kadnlar bile, hattâ Şocuklar bile. Yalnız kadınlı kızlı. erkek« bu bin Kartacalı içinde tek adam ya- Dmakiler gibi düşünmüyordu: Astrubaal... Astrubaal, Kartacanın meşhur askeri Arnihal'ın ağabeysiydi; — Hayır... - diyordu * kale içinde bu- İunsaydık neyse ne. Fakat mademki ka İe içinde bulunmuyoruz, burada gizlenip Beklemek dahâ doğrü olur, Biz bir avuç Adamız, Ne yapabiliriz? - Elimizden ne Btlebilir? Beyhude — asabileşiyorsunuz. Sipyon'u mağlüp edecek kuvvet herhalde Biz değiliz. Ve mabeddeki Baal'e her gün iki kü- Sük çocuk kurban ediyordu. —Bunları k_“"a çekerek analarınım kucaklarından Tiyor, kendi eliyle boğazlryor, dört par- SA ettikten sonra karmıında ateş yanan TMabudun dumanlı ağzma atıyordu; — Ev Baal! Sen bizi kurtar * diye ba- i"'l'ıvrdu 4 Fakat günler geçiyar, beş adam bo. t üç adam eninde sert bir kaya- “ oyulmuş bu heykel, Astrubal'e te- Seİli verecek en ufak bir keramet göster Tüyordu. Nihayet bir gün mabedde bulunanla- Sabrı tükendi. bunlar kendi canını Birtarmak İçin minimini yavruları doğ- ğf ; İ HYan bu korkak kumandanın sörünü 1':“— fazla dinlemek istemediler, küçük Ürük çeteler halinde Roma ordusunu Fladan vurmaya kalkıştılar. bu merd hareketleri bü. Yük bir nâmerd olan Astruhaal'ın işine edi. Mücadele sonunda Romalı ku- Bandanın eline geçerse canmı kurtara- Tz ağını anladı. Bir gece mabedden İ0e çıktı, zeytin ormanları arasından, O gibi yerde sürüne Ssürüne geçti, ğ 'un ordugahma gidip teslim oldu. ğh—m dedesinin ve yedi silsilesinin Bup DT hatıra birakarak yaşadığı, do bulkm üü şehri harab etmekle meşeul tüç T düşman generalinin ayakları öp ĞT%W - diye yalvar- ven iTübaal sefil bir adamdı. Fakat Sip- hislerinde ondan daha asil olamadı; ;q“'”- Size Carmruzı bağışlıyabilir. hm"âkinbirm!ı.üdımumı- hi,h'?madmn!t:mıhdmpıüh— çe bize teslim olmalarını temin eder. M Aykay.. Bu araunuzu yerine ge töreSten kolay ne alabilir? Onlar beni lerler, GTTEZ Dutlaka - emirlerimi din- hepsini gaçıana birkaç vüz kişi veriniz, Ban l aeiriin. Dezlerinde, derhal en seçme İejiyor ne talıa, 7 bir kısmını Astrobaalin peşi- Ye hain gel bunlarla - birlikte Bırsah mabedinin bulunduğu zeytinlik- lere doğru yollandı. Sanıyordu ki, oradakiler kendisini gö. ründce ne emrederse yine yapacaklardır. Tıpkı bir sürüyü salhaneye sürükli . » yen burma boynuzlu bir koç gibi onları çekip alabilecek ve Sipyona verdiği sö- Tü tutabileceğti. Fakat Kartacanın yanıbaşmda, kızgın Afrika çölü ile serin Akdenizin zıtlıkla- TINı durduran ve engin bir sulh sembo- Kü gibi, uçsuz bucaktız 'ir teselli gibi ya- yılan yeşil zevtinlikler, Kartacanın bu korkak, sefil Astrohaal'ini hiç ummadı. ği bir isyanla kartılastırdılar: Bırsah mabedindekiler teslim olmak öyle dursun; — Yaklacma! - diye bağırdılar. Astrubaal, daha dün, çocuklarını me- melerinden avırıp boğazlamak — istediği zaman dudaklarından en kürük bir şikâ- yet çıkmıvan karlınların, daha dün her etürini yerlerde sürünerek yerine getiren Kartaca askerlerinin, bir yan gözle ba- kışma bütün gürelliklerini bağışlryan gene kızların bu bir ağırdan bağırıslarır na kulak asmadı. Fakat Sipyonun adam larını peşine takıp ilerlemek — isteyince zeytinliklerin her tarafından bir ok yağ- muruna tutulduğunu gördü; her tarafı- mır Zangır zangır titreten bir korkuya tu- tuldu. vüzü koyun yere uzandı. O za- man Sipyonun adamları zeytinliği sardı- lar, abluka hatüm daralta daralta iler lediler, her tarafır tarryarak korkunç bir harbe göğüs gerdiler. Kartacalılar aslanlar gibi döğüşüyor. lardı. Bir Kağtacalı beş Ramalı tepele- meden tepelenmiyordu. Fakat Romalt - lar o kadar çoktular ve harp ilerledikçe yeniden o kadar yardım aldılar ki, Kar tacalıların - kahramanlığı bu, — yığınları tepelemeye kâfi gelmedi. Muntazam ge- tileyişlerle mabede iltica ettiler; büyük kapıy. kapadılar, mükadder korkunç a- kıbeti beklemeye başladılar. Bu belli olan bir şeydi: Dirt diri yanmak veya teslim olmak. Romalılar kanlır palalariyle zeytin a- #açlarını budayarak — topladıkları - taze dallarr mabedin dört bir yanına yığdı- lar. Sonra üzeclerine fıçı fıçı, küp küp zeytinyağı dökerek fitillediler. Bir an i- çinde mabed, yedi kat cehennemin dibi- ne düşmüş gibi oldu. Astrubaal güzle rini şaşkın şaşkın binaya daldırdı. Ve belki de ömründe ilk defa olarak, kabur- gaları ardımda bir yerin sızladığını duy. du. Öteden, rüzgâra tutulmuş ipek bir perde gibi titriyerek, savrularak yükse- len alevlerin — ötesinden &c çığlıklar. gırtlaklarından çıkan bu acr — sesler ba- zan biribirine karışyor ve o zaman te- debhüş eden bir insan yığınınım bir man- da sürüsünden farksızlaştığını anlatan bir böğürtü halini alryordu. Alevler yükseldikçe bina kızışıyor, bina kızıştık- ça İçerdeki telis, heyecan artıyor ve ya. vaş yavaş hiçbir hayvan gırtlağına uy- maz bir hal alan sesler, kulaklara, bir dağim tepesinden uçuruma tekerlenen kar ra kayaların uğultusumu veriyordu. Astrubaalın gözleri camlasmış gibiy - di. Diri diri yanmaya mahküm edilen bu betbaht insanlar arasında kendisinin de üç çocuğu vardı. Ve camlaşan göcler Ti önünde, bir an, bunların anası olan bir kadım, bir peri endamı göstererek can lanır gibi oldu. Simdi, Sipvon da Kartacayı brrakmış, Birsah mabedine koşmuştu. Ak bir atın üstünde dimdik duruyor ve yağlı alevle. *i avnalandıran parlak zırht içinde gü- neşten yanmış güzel adaleli endamı, gö- ze yakut kaplı bir esmer akik gibi gözü- duğe yerrlar ona seslenmek İstedi. Far kat kurumuz gırtlağından ancak bir fı. sıltı çıkabildi. Sipvon en az elli adım uzaktaydı; ana baba gününün gürültüleri ve şu yanan İSCANBUL: 18,30 plâkla dans musikisi, — 19 Safiye biyano ve ketman refakatlle, 19,10 konfe- rans, Selim Sırrı Tarcan tarafından, 19,55 Borsa haberleri, 20 Sadi ve arkadaşları ta rafından Türk müsikisi ve balk şarkıları, 20,30 hava raporu, 20,33 Ömer Rıza tara- fıtıdan erapça söylev, 20,(5 Semahal Öze- denses ve arkadaşları tarafından Türk tau sikisi ve halk şarkıları, (saat ayarı), 21,15 orkestra, 22,15 ajans haberleri, 22,30 plâk ha sölolar, opera ve öperet parçaları, 22,50 $0n baberler ve ertesi günün — progrumı, 23 son. BÜKREŞ; 18 cazbant, 19,15 cazbant, 20,35 opera- dan temsil nakli, 23,90 hafil müzik, BUDAPEŞ 19 cazbant, 20,33 radyo orkestrası, M sigan orkestrası, BERLİN: 19 plâk, 20,30 hafif müzik, 21 radyo ors kestrası, 22,40 plâk, 22,30 cazbant. ROMA: 18,15 hafif müzik, 20,20 müzik, 21,30 rad yo orkestrası, 22 konser, 21,15 cazbant, VARŞOVA: 19 İngiliz müziği, 2045 radyo' orkesira- 81, 23 caz plâkları, Görülmemiş bir reklâm usulü s ON günlerie Şikagoda, idama mahküm bir caniyi birisi gelip görmek ister, Tabil müsaade olunur ve mahkümun yanıma götürülür. Ziyaretçi ile mahküm arasında şu bir kaç söz ge- ger; Ziyarstçi — Verdiğiniz sözü yerine getireceksiniz, değil mi?, Mahküm — Elbette., Mademki ka- rımla çocuğuma bin dolar vermeyi vaad ediyorsunuz, Ben Je sözümde duraca- ğım. Ertesi gün cellât, mahkümu elektrik sandalyesine oturtacağr sırada mahtüm bir şey söylemek arzusunu izhar eder, Etrafında toplananlara hitaben: — Son zefesimi vereceğim bir raman- da size birşey söylemek istiyerum, der, hayatm son dakikalarında ve mezarın eşiğinde bulunduğum bir sırada yalan söyleyeceğimi zannetmerzsiniz, sanırım, İyi dinleyiniz ve iyi biliniz ki, dünya- nın ne nefis, en âlâ çikolâtası, Nevyork- ta Samocel Franklen ve mahidumlarının fabrikasında yapılan çikolâtadır. Ve, bundan sonra idam hükmü yeri- ne getirilir.. Bir gün evvel mahkümu ziyaret eden atdamın, Samoc! Franklen ve mahdum- ları fabrikasının seyyar memurlarından biri olduğunu söylemiye lüzum var mı? İdam mahkümlarından bu suretle işti- fade Amerikalıdlartları başka kimin ba- tırına gelir! HABER AKŞAM POSTASıIı İDARE Bvİ; Istanbul Ankara Caddesi Posta Kelusü: İsltanbol 214 'Telgraf aöresl: istanbul HABER Yazı işleri telefonuş 23872 ABONE ŞARTLARI Sahibi ve Neşriyat'Müdürü; Hasan Rasim Us Basıtdığı ger (VAKIT) Matbansı Daha birkaç saat önce önüne geleni keyfi istediği gibi doğrayıveren bu adar mın şu hali galiba Sipyona dokunmuş- tu. Yanındakilere şöyle bir göz atmca Kartacalıların konuştuğu dilden anlıryan bir adamı izah etti: — Çocuklarını ve karısını kurtarmak (Devamı var) (*) Scipion FAjricoin, nnn sâhibi Abdullah P Yazan: Kenan Çinili — Melekzad Çinili ( ERKEK — KIZ ) (Tercüme ve iklibas kakkı mahfuzdar)) — Nüumara: 37 — Bir felâket daha: Meçhul bir adam ta- rafından bıçaklandım Gece yarısı önüme Çıkan ve üzerime saldıran — Karşındayım. Vurman: bekliyo- Tüm, ne dürüyorsun. Alıp tabancanı a- teş etsenc.. Beni öldürsene.. Korkak, alçak diye bağırdım ve kahveden dışa- Tı çıktım. * v e ı Bu hâdiseden beş on gün soura da başmdan tör iclâket geçti. Bir geceykli geç vakit, kahveden eve dönüyordum.. Yağmuz çizeliyordu ve derin bir ka- ranlık vardı. Feriköy camis'ni geçtim. Baruthane taddesine çıkan, iki taralı yüksek du- varla kapalı dar yolu geçiyordum. Kar- şulan bir karaltı belirdi ve yarımdan geçeceği srada hafifçe yan dönerek yol verdim, Yol çok? dardı.. Böyle hareket etme- seydim, iki kişinin yan yana bu car yoldan geçmesine imkân yoktu. Göl- genin yanımdan gecmesiyle sol bacağı- ma; — Hat Sesiyle bir yeyin girdiğini duydum Cani acısiyle: —Ahl Diye bağırllım. Meçhu) adam süzr'at- le köşeyi dönecek kayboldu. Acıyı unu- tarak adımın peşine takıldım. Köşeye kadar geldim. Ortada kimseyi göreme- dim. Bu vaziyette yapacak bir şey yoktu. Evime gitmeliydim. Fakat güçlükle yürüyördum. Sıcak bü şeyin ayakları: ma doöğru İndiğini duyuyordum. Yara - Tanmıştım. Bit doktora veya eczaneye gidip yaramı sardırmsak lâzımdı. Bu sâatten sonra buna da pek imçkân göre- miyordum. Karakola müracaati de fay- dasız buluyordum. Çünkü Caha evvelki hâdisede bir türlü yapan octaya çıkarılamamıştı. Maamafih gene bunu ihmal etmedim. Doğru karakola - gittim. Beni nöbetçi bir cezaneye götürdüler, Bıçağın baca- Bunda açtığı yara büyüktü. Akan kan- ların yarısı ayakkabımın içine dolmuş- tu. Yaramı temizlediler, sardılar. Eve geldim. Yapanın bulunamıyacağını bil- diğim için davacı olmadığımı söyle- dim. Bunu yapanın, bilmem okuyucularım da benim gibi Adem olduğunu mu sa- nacaklar, Bacağımda hâlâ yeri kalan bu bıçak izini ne zaman görsem, o vak'ayı hatırlar ve o adama karşı içimde bir kin duyarım. v W Başıma böyle felâketlerin gelme - sini, ev balkı, hep errtimdaki erkek el- bisesine hamlediyor'ardı. Onlar, belki de bu idklfalarımda boklıydılar, Fakat ben, o zamanki düşünceme göre vuazi- yeti hiç te böyle mütalea etmiyordum. Olacaktı, cluyordu. Bir gece hâdisesinden sonra, gene bu erkek elbisesi yüzünden evde büyük bir felâket koptu. Bunda gene ben kabahatli görüldüm ve belki de böyle idi, Şimdi size bu vak'ayı kısaca hülösa edeyim. Muallâ ile buluştuğumuz bir günün akşamında, eve geldim. Akrabamdan Ahmetle, yakıtımırzdaki demirci dükkâ- adiye uğradık. Bu adamla iyi konuşurduk. Genç tir adamdı. Dükkânma gititğimiz sırada, o ber akşamki gib, mezelerini hazırlamış, ra- kısını ortaya koytauş içiyordu. Bizi gö- rünce büyük bir sevinç gösterdi. Otur- mamızı, bizim de içmemizi söyledi. Ahmet rakıya fazla alışık değildi. Beşinci kadehte sarhoşluk alâmetleri gösterdi: — Sea artık içme Ahmet, dedim. Beni dirlemedi. Mütemadiyen içti. Nihayet (cna oldu. Demirci Abdullahın kimdi ? Bu vaziyette yapacak bir şey yoklu. B vime gitmeliydim. Fakat gyüçlükle yürüyordum yere serdiği hasırın üstüne uzandı, kaldı. Bir türlü kendisini kaldırıp rve götüremedim. Kendisini yalnız da br- rakamadım. * Abdullah Efendi sabahleyin erken- den geleceğini söyliyerek dükkânı üze- Timize kupatıp gitti. Sabahı kadar uyuyamadım. Ahme- din yanında bekledim, Şafakla beraber ayıklı. Orada kırık bir desti içinde bul- duüğüm süyu başına dökerek iyice ayıl- masına çalıştım. Artık konuşabilecek bir hale gelmişti. Bir saat kadar sonra da Abdullah Efenli geldi. O gelince biz de dükkândan çıktık, Eve geldik.. Cebimdeki anahtarı kapıya soktum, u- sukca açtım, Birer gölge gibi gürültü çıkarmadan içeriye kaydık. Merdiven- lerden yukarıya çıkacağımız sırada ka- lın ve dik bir sesle karşılaştık ; — Buraya gelin! Bu saatte nereden geliyorsunuz? Bu suali soran dayımdı. Korkmuştuk. Sorduğuna cevap alamayınca büsbü'ün köpürdü. Bağırmasına devam etti. Sa- bahın bu İlx saatlerinde, gürültüyle ya- taklarından fırlayarlar etrafımıza top- landı. Hep birlik olup karşılarında sük- lüm büklüm duran bizleri haşlamakta devam ettiler, İç, sonunda şuraya geldi: — Çıkar şu sırtındaki erkek elbise- sini. Sana bütün bunları yaptıran ©- dur, Bu cibiseden aldığın cesaretle kim- bilir dâha neler yapacaksın? Son defa söylüyoruz, Ya bu elbiseyi çıkarırsın, ya bu evden gidersin. İş bu safhaya dökülünce vaziyet de Bişti. Aztık evde kalmam imkânsırlaş- t . Erkek elbisezi altındaki hayata o ka- dar alışmış, o kadat isinmiştim ki, ©- nun bana verdiği hürriyetten vargeç - memeyi, evi terketmeyi tercih ettim. Böyle bir sözden sonra israrla cve gelmek, ekmeklerini yemek, izzetinelsi. zar dokunmuştu. İşte bu hâdise gene beni aile ocağımdan ayırdı. Kad:köyün- de oturan akrabalarımın yanına —gide- rek kendime bir iş mamıya başladım. Nihayet bir tankklık sat vasıtasiyle l Ankarada (...) oteline altmış lira maas- ] Ja kâtip olarak girdim, Yömeğimi, yatacak yerimi de otel te- min ediyordu, Bu yüzden aldığım ma- aşla tahatçe geçinebiliyordum. Burada her türlü gürültüden uzak, rakat bir bavat sürdüm, diyebilirim. (Devamı var)