c'ğmm Önünde oturuyordu. Tren ha *deli yarım saatten fazla bir za dg'î*f:tıgı halde başını ya bir, ya- “%î iki defa çevirmişti içeri.. Mü- he,, Yen dışardaki koyu karanlığa Slra bir kibrit gibi hışırtılarla | ğ;î"onen istasyon ışıklarına bakı- H kmq Partimanda beş kişi idik Ben hefsime başka hiçbir şeyle meş Yor. bu adamı tetkik ediyor- %t Öteki üç yolcunun ne yaptıkla- % emekle beraber, sağlam bir & Gnlarm da bu adama, — camın “aki adama baktıklarını tahmin düm, Yandan elmacık kemikleri cen fazla sivri — görünüyordu. Yrriri idi ve suratının derisi al- .“9 boynuna doğru âdeta balik ADuklu idi. Birçok rüzgârların va!ayarak estiklerini ve bir u'k:aleratn vu derinin üstünde a- mhkla.rmı düşündüm.. S saki zifiri karanlığa bu ka- *l—rla bakmayı da anlamıyor- | ğer meram çınarların sesini din '!iı * işte biz de dışarı bakmadan dinliyebiliyorduk. Demir teker ,k_ Taylar üstünde — süründükçe Marr zımparalı musiki, bu çı- “-î& , 1 bu korkunç sesleri yanında Iyordu. Vakit vakit pencere- %lna ve vağgonun pedavraları- bi —?rhk bir bez gibi yapışıyordu dal- *0 zaman, dışarıya bakan adam |OU çeri geri çekiyor, sakınıyor- lı"“kl cam kapalı idi. (W y e do"*r'u bomu ağrıdı, başı- K KA h:â'kaya bükerek amudufikarisi- altr. Nihayet bize doğru bek- | en umulmayan bir sesle: e e hızlı gidiyoruz! vı "" cevap vermeyi ötekine bı- '.._ S Sustu, sustuk. : guk da var. Kalorifer yanmı- 4? Eöilerek elini sıranın altına 4 . khupmîmana bir ferahlık gelmiş- fasılalarla ortaya sepetler çık . bip Ge"enm önündeki adam da kü- iâe dişci çantası çıkardı, içinden '49) luk rakı aldı, portatif 'N h.ğ“! a v 4 a SA Üstüne koydu ftürlü vakit geçmez . Üiı de iki parlak lâmba yanı- fİh, %Wk bir ağzı vardı. Bu ağzın 'k, *% bir sıra kirli ve çürük diş | i;dm_n'udaklnn bir gazete kâ- " Ka heyazdı | den dedi, oh! Bu rezil İ icat ! î% M lah razı olsun! oi vi kâğıdımım içinden parmak Ğ:m tutam tulum peyniri alı- ! îln kaldırıp ağzını açarak Ş bi kalîlmn üstüne bırakıyordu. Pi ç defa tekrar etti. İki de- İ Khl Desinin altmdan kırmızı na salyası uzandı. tıkrr. gidiyordu. Camın w Ü ; ilerliyordu. ı' ı * * l h !ı,.sa Aşma dökülen peynir tane- _ x k kocaman ellerile silmeğe r dedı NONU Fdt ola h dînizv Pa &ı Bayım birader? Ne yapa- | ,mı"hp dagünlük taze gelini kolun- Nn Ya,, ATUr.lucaya sürükliyecek k"m Tt Nnesinin koynundan he Maaşımıza beş — kâğıt ian Tuzluca varidat me _ Yİn ettiler. Olmaz olaydı u 5& .Veakat ne yaparsın? Kanu Şark hizmetini biran *k lâzım, Yaş altmışa gir- lrı i (haydi bakalım, şark hiz %d deselerdi daha fena ol- a öonu da savuştura- Kıskançlık 'Yıce anlamıştım; İki kücük | ği S DA lımı dedik. Gençlikte ne olacak? Topu topu iki sene! Gözümüzü açıp kapayın ca geçer! Görünüşe göre ferah ferah kırk beş yaşmda vardı. Sakalında beyaz teller yarı yarıya idi. — Şimdi anamın yanında o da bi- raz gelişir, dünyayı anlar. Ben de ha- zar, taze, tatlr bir kadın bulurum av- dette.. Kadehi doldurdu. Su falan koymu- “yordu. Ve rakıyı, bu adam, ilâç gibi, birdenbire gırtlağına boşaltryordu. — Size yalnız sön sahneyi anlata- yım isterseniz dedi. Eski karımın son sahnesini!.. Gene ses çıkaran olmadı. — Köşede oturan ihtiyar, kuşaklı yolcu — zaten iki saatten beri, başını köşeye daya- miış, ağzını açmış, uyüyordu. — Zaten şüpheleniyordum. Be.. Gü zeldi de kaltak! Bir teni vardı ki gör- meliydiniz.. Duru beyaz, tüysüz ve da- ima hafif bir ter tabakasile örtülü.. Yerinde oynadı, ayağa kalkarak pal tosunu altına yerleştirdi, avucuyla bı- yıklarını sildi. — Seviyordum. On sene beraber ya- şadığımız, bir gece bile biribirmizden ayrılmadığımız halde, hâlâ dün evlen- miş gibi seviyordum. Ama o beni sevmezdi. Suratı daima asık dururdu. Son günlerde hir boya âdeti çıkar- dı. Ah! Geliyorum akşam üstü, bizim- kinin dudakları kıpkırmızı! Ayol bu ne? Gülüvordu. Boynuma sarılryordu. Gevşiyordum. Sonu yarım İlhan Tarus OÖlülerin izdivacı ! Çinde çok garip bir merasim vardır: Ölülerin izdivacı... Bazan iki aile, ölen çocuklarının izdivaç merasimlerini bir- likte yaparlar. Sebep? Öteki- dünyada yalnız kalmamaları ve müşterek bir ömür (!) sürmelerini temin etmek .. Çinden avdet eden bir seyyah, bu garip izdivaçlardan birini şu suretle an latıyor: “Genç kızın tabutunu akrabaların- dan, dostlarından mürekkep bir kalaba- lık takip ediyordu. Önde bir müzika heyeti ile küçük bir«gocuk yürüyurdu. Elinde küçük bir kırmızı bayrak - tutu- yor, ve yolu gösteriyor, bir gün evvel, delikanlının ailesi şöyle bir —davetiye kartı almıştı: “Geliniz, kain pederiniz sizi bekliyor...., Ve herkes, nişanlırm mezarına gel- mişti. Kızın cenazesi mezarlığa gelinte bir gürültüdür koptu, herkes bağırıyor, mızıka çalıyordu. Delikanlının mezarı açıldı, kızın ta- butu yanma kondu...,, Şikâyetler, tememniler : Devlet Demiryolları Yedikule atölyesinde Bir kısım işçiler iyi imtihan edilmeden mi alınmış ? Etyemezde sahil sokakta 1 numara l1 evde oturan ve devlet demiryolları Yedikule atölyesinde tesviyeci ve mo- törcü 18045 sicil numaralı Şükrü Üçpı nar matbaamıza gelerek şöyle bir hâdi scden bahsetti: '— Bizim atölyede çalışanlara bay ramlarda devlet lemiryollarında maa aile seyahar için senede iki defa permi verirler. Bu bayram ben de ailemi gör | mek üzere Eskişehire gidecektim. İsti- yenlere permi veriliyordu. Usta başı- mız ÂAli Aliden permi istedim. Bana ver ı'nıyecegmı söyledi. İdarenin verdiği bu hakkı niçin benden esirğediğini &or- dum. Keyfinin öyle istediği cevabını verdi, : Bayramda paramla Eskişehire git- tim. Yalnız orada bir mazeret çıktığı için vazifeme dönmekte iki gün gecik tim. Bayramın dördüncü günü yerine altıncı günü atölyeye geldim. Bu defa usta başı bana iş vermedi. İşsiz kalma cezamın kaç gün olduğunu sordum. Beni küfür ve hakaretle köydu. Tabit hakkımı arıryattağım. —Fakat benim nazarı dikkati celbetmek istedi ğim bir nokta var: Atölyemize geçenler de imtihanla bir kaç tesviyeci alındı. Bunlar arasında bir eğeye sap takma sınır beceremiyen adamlara biririti sınıf tesviyeci payesi verilip 80-90 liralık maaşlara geçirildiler, İşin garibi bu bi rinci sınıf tesviyeciler, iş öğretelim di ye bizim yanımıza verildiler. Biz ki se nelerdenberi ikinci smıf işçiyiz! Madem ki bunlar birinci sınıf işçilerdir, niçin bi- zim yanımızda sanat öğrenmiye ihtiyaç ları var, Eğer birinci sınıf değillerse ken dilerine neden 80-90 lira maaş verili- yor. Bu işçileri imtihan eden usta başı- dır. Onun imtihatımdan geçen ve onun tarafından dereçelendirilen yani birinci sınıf sayılan bu işçiler eğer tekrar başka bir heyet huzurunda imtihana çekilir- lerse hakikat meydana çıkar. Böylece idare bir çok adamlara lâyik olmadıkları derece ve maaşı vermekten kurtulmuş olur kanaatindeyim.” HABER — Okuyucumuzun söyle- dikleri dogru ise, vaziyet tetkik edilme ğe değer mahiyette görünmektedir. Alâ kadarların bu hususta nazarı dikkatle rini çekeriz. Istanbulun en çok satılan hakiki akşam gazetesidir. İlânlarını HABER'e verenler kâr ederler. İmMaAaBEnpn l HABER Kapı yoldaşlarım bana neler anlattılar Çamaşırcı kadın diyor ki: Anamdan hizmetçi doğmadım, kızım... Dedelerimiz zenginmiş ama paraları bize yetişmemiş Röportajı yapan : Neriman Biraz yüzümüz güldü.. Oh dedik, daha iye günlere kavuşacağız.. Sen misin bunu söyliyen.. Herifin biri dükkânımın yanına daha büyük bir sermaye ile koca bir bakkal'ye açtı. Gün geçtikçe işim bozuldu, Sonunda kepenkleri kapadık... Çoluğu çocuğu akrabalarımın yanına bırakarak soluğu İstanbulda aldık. İs- tanbula gelenler, memlekete altınla dö- nerlerdi. Amma ben gelince kaldırım. lar taş oldu. Orası senin burâsr benim, dolaşmadığım, iş aramadığım yer kal- madı. Kapıcılığı elde edinciye kadar dünyanın kaç köşe .olduğunu iyice öğ- rendim. Gün oldu, yattığım, handa hemşeriler bir lokma ekmeklerini bile bana çok gördüler, — Kapıcılığı nasıl buldun?, — Tesadüf. .Bundan evvel başka bir apartımanın kapıcısı idim. Kör tali be. ni orada da gelip buldu. Apartıman sa- tıldı. Yeni mal sahibi iltimaslı birini yerime koydu. Sips'vri kaldık mr gene ortada,, İşsiz dolaştığım günlerin acısı- hâlâ içimdedir. Bir gün aklıma apartı- manın ilk sahibi, benim eski efendim geldi. Gideyim şuna da, bana bir iş bul- sun, dedim. Gittim, yalvyardım, O araya gird? ve burasını buldum. Bana kalsay- dr daha çok dolaşırdım sokaklarda.... — Bari buradan memnun musun?. — Memnunum kızım! Elhamdülillâh beş on kuruş ta arttırıyorum. Bir kaç se. ne daha buralarda kalacağım. Ondan sonrA... . — Sonra ne yapacaksın?, — EKasabama gideceğim. Toplayabil. diğim para ile ben'm ocağıma incir di- ken adamın dükküânı yanında ben de bir yer açacağım. “Bak para ihsana ineler yaptırıyot?.,, diyeceğim.. Bu konuşmalarımıza kırk beşlik- bir kadın da yetişti. Başında siyah bir ör. tü, arkasında ince, s'yah bir manto var- dı. Mantonün göze çarpan bir yerindeki yamanım iplik renği atmıştı. Her biri birer dolmaya benziyen şiş parmaklı, pürtekli ellerin —uğuşturuyordu. Bu kadın ayni apartımanda avukat (...) - lerin katından iniyormuş.. Çamaşırdan çıkmış, adınım Şaziment olduğunu kapı. cının hitabından anladım . Bununla da ahbaplığı ilerlettik.. A - I yak üstü dertlerini dökecek bir yer arı- yorvolacaktı ki daha cümlemi tamam. lamıya fırsat vermeden anlatmıya baş- ladı: — Ne yapacaksın kızım, dedi.. Ök- süzlerim var, Buraya hergün gelir, yemeklerini pişiririm bulaşıklarını yı- karım. On beşten on beşe de tahta siler, temizlik yaparım. Bugün çamaşır günü.. Şimdiye kadar beyazları ancak kazan- dan çıkarabildim.. Yarın çivitleyece- ğim, sonra da sıra boyalılara gelecek.. Çamaşırı aydan aya yıkadığım için biri. kiyor. Onlar da çok kirletiyorlar kızım, çok.. — Ne alryorsun ban?. — Ne alacağım kızım, on lira!.. Az amma ne yaparsın, bu kadarına da şii- kür, .Hanımlar esk'lerini de veriyorlar da çocuklara yapıyorum, — Kaç senedir bu işi yapryorsun? — Anamdan hizmetçi doğmadım kı. zım., Eh bir kaç sene var.. Dedelerimiz zengin sayılırmış amma, paraları bize yetişmemiş... Bu dertli kadının anlattığına bakılır- sa bunlar, üç kız kardeşmişler. Baba . ları müteka't bir askermiş. Hep bir yeride otururlarmış. Bundan on beş se- ne evvel, kendisini bir tramvay kondök. törü ile evlendirmişler Galiba kardeşle- rinin en büyüğü bu imiş.. Kendisi ev . lenince sıra ötekilere gelmiş. Birer birer onlar da evlenmişler.. Babası ölmüş... Şimdi çok ihtiyar olan anneleri en kü- çük kız kardeşlerinde oturuyormuş. Çünkü onun hali hepsinden iyi imiş. Kocasiyle #yi geçinirlermiş.. Uysal, yumuşak başlı bir adammış.. Kazancını evine, çocuklarma, getirir. miş. Komşuları bile evlerinideki düzene parmak ısırırlarmış. Bu hal rahmetli- nin son nefesine kadar devam etmiş. ondan sonra Üç çocuğiyle aç kaldığı geceler olmuş.. Ecelile öldüğü için ik- ramiye filân da verilmemiş. Önce iş a. ramış.. Elinde san'ati yohmıg ki ne i! bulsun, Okumak, yazmak da bilm'yor. Eh, ne yapsın?, En büyük oğluna kabak çekir- deği, sakızleblebisi filân sattırmış.. — Bunlarldan ne kazanılır ki, dedi. Neticede hizmetçilik etmiye mecbur ol. dum. Şimd! gündüzleri erkenden kale- me gelir gibi evden çıkar, akşam da dönerim Artık şimdi oğlum da bir ma. rangoz yanında çalışıyor. Günle elli kuruş kazanıyor .Kızlarımı bir gelin et- sem rahat nefes elacağım amma daha pek küçükler.. Kadının hikâyesi uzun sürdüğü için yolundan da alıkoymamak üzere köşe. ye kadar beraber yürümüştük. Yanı- mıza mütemadiyen sırıtan kız da takıl. ! mayı ihmal etmemişti. (Devamı var) ü da karınızı İstanbul- | qzm:' Çocuk! Ona evlât gibi | Haberin deniz ve macera romamnı: 30 Yazan Ali Rıza Seyfi meraklı isen sana söyliyeyim. Ben öyle bir ada- mım ki, şaşırıp da adımını bir kere gemimin gü- verstesine atacak olursan sana lâzım olan terbi- yeyi vereceğim! — Anladım, anladım.. Sen güzel çene çalan birisisin.. LÂkin ben yukarı gelirsem o geveze çenelerin kısılıp kalacaktır! Artık zırhlının sandalı gemimize iyice yak- laşmıştı. Doğan kaptan güya ortada hiçbir şey yokmuş gibi soğuk kanlılıkla: — Oo; dedi, demek gerçekten gemiye çık- mak istiyorsunuz.. Pek İyi, şimdi ilk önce han- ginizi tekmeleyeceğimi öğrenelim.. — Anladık, çalçene herif.. Bilmiyorsan öğ- ren ki; ilk önce karşına çıkacak ve çeneni kıra. cak adam benim! Uzun boylu, çirkin yüzlü hay- dut bunu söylerken elindeki sandal kancasile gemiyi tutmak için bir hamle etti. Doğan kaptan büsbütün telâşsız, soğuk bir biçimle: — Pek İyi, uzun efendi! Öyle ise Tufan reis kendini şu davöetsiz golen misafirine bir takdim et bakayım! Hemen Tufan reisin kara bıyıkları geminin konarından göründü ve yine o anda elinde tuttu. 8u saçma ile dolu av tüfeğini doğrudan doğruya “gök gürültüsü Con,, un suratıha boşalttı. Doğan kaptan hayflıırdı: — Ateş! Hep birden atesş! O anda bizim ve gemicilerimizin ellerindeki tüfekler ve rövelyerler hep birden patlayarak büyük bir Eı.irültîl kopardılar Bu habersiz dar- be önünde zırhlının sandalı devrilecek — gibi bir yana yattı. Çinli gemici keskin bir çığlıkla ken- dini denize fırlattı, iki gemici daha göğüslerine yedikleri kurşunlarla ölüm yaralarımı alarak san dalın içine arkaüstü — yuvarlanmışlardı. Adsız zırhli bu yaptığımız işe harita kamaramızı sıyı- rıp geçen bir top mermisi ile karşılık verdiği sı- rada Doğan kaptanın kalın sesi İşitildi: — Ful sipit, Ful sipit Ehad! Sonra İlerideki sis kümesine bir daha baka- rak yumruğunun zırhlıya doğrüu salladı: — Sizi yaban eşekleri.. Şimdi bizi yakalayı- nız, bakalım! Doğan kaptan bu son sözünde haklıydı; çün- kü yatımızın pervaneleri son süratle ileriye dön- meğe başladığı andan üç dakika sonra ıslak, sık bir bulut halinde olan sis kümesinin içine tama- mile dalmış bulunuyorduk ve bü sis o kadar sık, kalın idi ki, gemimizden yirmi metre uzakta bir denizin dalgalarını bile görebilmenin yolu yok- tüle ' Lâkin bu sırada geçen beş dakikalık zama- nın yüreğimde, beynimde yaptığı tesirleri — asla unutmıyacağım.. Zırhlının mermileri, humbara- ları, biribiri arkasına baş tarafımıza, kıç tarafı- miza, yanlarımıza düşüp şarıltılarla denizin sula- rına gömülüyordu. Top sesleri artık ağır ve bo- ğuk geliyorsa da bunları duydukça zırhlının da- ha izimizden ayrılmadığını anlıyorduk. Bir ara- lrk top sesleri bize korkunç surette yaklaştı, bir top mermisi — bereket versin içinde kimse olmı- yan harita — kamarasının bu sefer ortasına çar- parak parça parça havaya savurdu.Sonra uğultu lar yeni baştan uzaklaşmağa başladı.Bu işkence kça dakika sürdü bilmiyorum,fakat bu dakikalar bize yıllar gibi uzun geliyordu; biranda yüzleri- mizi ateş basıyör, sonra yüreklerimiz buz gibi | soğuyordu.. En sonra top ateşi kesildi. Etrafımız - ıslak kefene benziyen bir sisle kapanmış olduğu halde, denizcilik kaidesine uyup yol kesmeksizin bütün hizımızla ilerlemekte idik, arkamızda, uza ğımızda biırakmak istediğimiz büyük — tehlikeye karşı bu siste tam yolla gitmenin doğurduğu teh- like bize pek küçük görünüyordu. Köprü üstünden indiğim vakit, geceyarısı olmuştu. Yaralı İtalyan kaptanı — Paolonun hali gene kötü idi; büyük bir hümma ateşi içinde sa- yıklıyordu: — Giremem BlÂAk, ben şehre giremem; diyor du; Bu —iş korkuludur.. Bensana — söyledimde Blâk! Bu adama oldukça kederle bakmaktan ken- dimi alamadım. Çünkü bir limana girip olan işle- ri anlatarak kendisini hükümete teslim ettiğim takdirde idam hükmünü yiyeceği şüphesizdi. Üç gün daha, hâdisesiz yol aldıktan — sonra, sağ ve sağlam Nevyork limanına girmiş bulunu- yorduk. Nevyork limanında, çok uzun ve can sıkıcı olan gümrük ve teftiş muamelelerinden — sonra “İkinci Kartal,, yatını rıhtima bağladığımız va- kit kaptan Paolo hâlâ çok rahatsız görünüyordu; arkadaşım Ali ile konuştuktan sonra belki lü- zumsuz bir insanlık duygusuna kapıldık ve ken- disini biraz toplayıncaya kadar hükümete teslim etmemeğe karar verdik; lâkin kamarasının da- ima dikkatten uzak tutulmamasını da Tufan re« ise söylemiştik. Ben, Ali ve İnci gemiden çıktık, Fifth Avenue Hoötelde güzel bir yemek yedik. Ye- mekten sonra Alinin kız kardeşini — Nevyorkta şöyle bir dolaştırması, benim de bir takım işler için gemiye gitmekliğim konuşulmuştu. Kahve- lerimizi içince ayrıldım. e Ah, bu ayrılıştan sonra — onlarla bir daha görüşebilmek için uzun, korkunç, meşakkat'i haftalar geçeceğini, rüyalarımda bile göremiyc- ceğim yerlerde dolaşacağımı nasıl bilirdlm’ 5 (Devamı var) —— ÇAT ÇA -