Ü 3 q:_“'-'; Önüer, eşeği semerlerken, K €ryem girdi. qı köpek — havlamaları, horoz Ve ât, kısrak kişnemolorile taze uyanıyordu. % 4, hemen bütün — sabahlar, xî-h:':l(eu olurdu. Sokakta teker- —'ıh tıları, ayak sesleri vardı. l.'..h:uı ötedeki kasabada pazar ——.:tı saballara — mahsus bir İWı ydı. Bez İk Ömer hem kolanı — sıkıyor, le E€tesl. Yanan çıraların isli ikga 'Smda gördüğü bu saçları to- Va lT döven köylü Mer: ön- Hicak bir delikanlılık rüyasının SElCİ olmuştu. Damı gene o Kecesindeki çıra alevlerinin l tlarile örtülüyor sandı. İlik bu, © lğde kokan, yarı aydınlık Hllyi “'— '& gecesinde yasıyor, ortada delmesile Meryem ounuyor- '—","ıolı yar., diye — düşündü y © bir adama varsın?,, 'Ba yemin “fakaraya varması- l4 hüyret etmektan kendisi- B Cüz. “Taaccüp ettim.. önsem Ünl derdi. > RÖre. Üç âay Önce davnlla- âf&su, yanan çıraların isli ay- i % İçinde geten bu başıi hotozlu ç_:l büyük devletti. — Meryemi harman yolunda 'İ'.—"rmu; gibi, yürek çarpıntıla ,DN İçez lendi. iyle düşünürken, Meryem dört M fırıl firil dönüyordu. Bugün ü Meryemde, kalktığındanbe- İR ** batacak kadar açık bir başka Şârdı. Bir şey söylemek istemesi en söyliyemiyonlerin çekin- içindeydi. , karısındaki bu hall sezmiş- Aylık karı kocaydılar, Merye- mu, buyunu bilirdi. © gi, bir diyecen mi vardı? Pdu. _İolln utanmış bir jestle ba- S çerirdi: kı.’ dodi. Arzıcık para istiyece- Hahalla pek özeniyom da.. zaten kavi olmıyan — kese- NZ sAvVurur gibi silip süpü-- ti. Börümlüğünü takamadığını, t Kkadar yükde hafit pulhada .'!.' Sey veremediğini hatırlama %khmdı sürpriz yapanlara b bir gülümseme belirdi.Ka- İ t Yaptığı — münasebetsizliğin f 7N“ılhı Al al kızaran yanaklarını » Ve yemlikte duran yumurta- Uzatarak: Al bunları gat.. Parasile hal- y çIN, dodi. PYsın kocasının boynuna sarıl- NÜ, gözünü şapur şupur ön- bağladı. p * karısınım bu kadar çocuk- İlk defa görüyordu. Sâanlı malları olan eşeği av- Stktiler, 'ekin torbalarını tekrar tek- Kladıktan sonra, karrsına ta- Vordi. darı ekin pazarındaki Selim llet.. Urubunu Üüç mecidiye- Vverme ba.. Sonra örtülü ea lv=' bezirgânı bildin mi? O- ğş._ ekin parasını ver. Hem sor daha ne kadar — borcumuz * eşeğe binerken - ortalık İyiye Ağarıyordu. 5.;2. Sabah rüzgarı İle — dağılan Nh.':"l kokusu ortalığı kapla- N—- hiçbir köylünün burnüu '—.,_ln geriz kokusu, varlığı » fakat yokluğu bir ek- l bh'l::“ duyulan şeylerin başın %';Bnu ©o kadar alışmışlar Pazarcılarla beraber, bir ğ .““"“ halinde köyü kasabaya Yölü vttu. ğ üıı tanaya gİLİBİ — yıllar- _& bi ladiği bir şey vardı: Bilek — Akı F Gizi allr, yeşllli “halhal,. MA göre, sandetlerin en bü- yİMer, yüz görümlüğü “hal GAO YdI, öyle sevinecekti ki.. değil, fakat Ömer -kşş 'Rr._ e Xulârın bileklerine değişin- Nq._' SUĞA tomasb büluyor; Kula- ali ne çarptıkça gıkırda- "Ulbı_ı"m sesi canlanıyordu, ı.“uhrı datssılasını yaşadığt Bun Füya az sönra sahileşe- '.ı' hatırlayınca bütün vü- h ti bir ürperme — dolaştı. ,:q düşünüyordu. Filizolu Merye © dülları arasından seyrettiği | -Halhallar | | | Yazan: Mustafa Niyazi | Sevincinden mi nodir, — kasabanın yolu ona bugün her zamandan daha uzun gibl geldi. eT ASA YA Y rere 8 Meryem kasabaya vardığını örste demir döğen çaekioçilerin çelik sesle- rinden anlayabildi.. Şimdi kasabanın et kenar mahal- lesi sayılan demirciler içinden geçi- yordu, Eşeği doğru ekin pazarına çekti. Kepekçi Selim ağaya boşalttı. Para sını, bozirgâna götürdü, daha ne ka dar borçları kaldığını öğrendi. Gay Vi iş bir yumurtaları satmağa kal- mişti. Sepotl elinde, uzun nzün dolaşma- dı bereket versin. Yan dükkânlar- dan birinde, kolları sıvalı, muşta !le gön döven bir pabuççu Ustası: — Bacı, diye seslendi. — Yumurta kaça?.. — Dört metelik ağam.. Usta, esnaflara mahsus karakte- rivtik bir eda ile dodi ki: — Üç metoeliğe herkes verip batır. Sen de verirsen ne kadar varsa ala- yım. Beyhude gezme, kızım.. Yazık hayvana.. A aşağı, ver yükarı üyüştülar, Sarı basma mintanlı çırak sepetin samanını asma dibine — boşaltarak yumurtaları saydı. Meryem pabuççudan aldığı para- yı avucunda erkt sıki tutârak kasa- baya gelenlerin eşek - bağladıkları nalbant Sıkının dükkânma yollandı. Hayvanı bıiraktıktan sonra, kala- balık çarşı moydanına doğru yürü- dü. İlk rastladığı sergiden - dört hal- hal aldı ve hemtet dört adım ileride- ki gadırvanda ellerini, sabunla kö- pürttü. Halhalları taktı, çıkardı. “Relki, kırılıyerir,, diye bilekle- rinde bırakmamış, bir kâğıda sar- miştr. Moydan çok kalabalık, iIğne atsan yere düşmiyecekli. Yükgsek sesle bas ma vesaire satan- “şunbıldım,, ya- yınerlar,la “damir hindi,, gezdiren şerbetçiler.. Pazaryeri, — köyülülerle karmca yuvası — gibi kaynıyor ve bir kovan gibi uğulduyordu. Tam bu akla gelmiyen bir şey oldu. Blinde askr hızla “dastuür,, doku- nan,, diye bağfıra bağıra koşan bir kahveci çırağı Meryemin koluna öy le bir çarpış çarptı ki.. Kadınmım elinde duran halhallar ve askıdaki üç fincan yere düşmüş, tuz, buz olmuştu. Çırak, tors ters kadına baktı: — Sağır mızin be? Destur, dokü- nak diye bağırırken boğazımda tüy biteyazdı, diyo çıkışmağa başladı. Hâadisenin şahidi bir yaşlı köylü: — Kaza oldu evlât.. uğurdur., ha- di, var git yoluna.. dedi. Etraflarına bir meraklı kalabalı- ğt toplanıyor, Meryem şaşkın — şaş- kın bir yere, bir çırağın yüzüne ba- kıyor, gos çıkâramıyordu. Çırak eöğe. suya, başını Iki tarafa sallıyarak, oradan uzaklaştı. Moryemin içine hemen bir gnarip- Nik ermiş, bâlâ parçalatrı yerde sırada, Haberin deniz ve macera romanı 18 KEŞEN d om Bir işçi gibi fabrikada çalıştım; hizmetçilik yaptım! - (12) 'Kendime en yakın bulduğum genç kızın yanına yaklaştım Zehra dert yanıyor: Artırdığım paralarla eve ne aldımsa üvey anam sattı; işle soğuklarda sırtıma giyecek kolınsca Sonradan, adının Hanife olduğunu öğrendiğim bu genç kız: — Alay et bakalım. O günlere erişti- ğim zaman seni çağırır, gösteririm. — JTaşsallah.. Beni de düşünürsün helbette.. Hanife ayVayı evvelâ yanındaki be - ton direğe vurdu. Sulandırdıktan son - ra ağzına götürerek beyaz dişleriyle o- nu par;ı!aq ayırdı. Ve orada bulunan- lara Taksim ctti. Bana da uzatt, Ev - velâ almak istemedim, Fakat Nimet is- rar etti; — AA kız, dedi, Helâlındandır! . ! Aldım ve Hanifenin dişleriyle ayırdı. ğ parçayı, yedim, Yemek sırasında u- zaktan yakından gelen sesler, yemek sona erdikçe fazlalaştı. Bir uğultu ha- Tini aldı. Dört Hişiden ibaret grubumuzun bir denbire fazlalaştığını gördüm. Arttık. ça arttı. Bir aralık tam on bir kişi says dım. Yaşlılar da görünmiye başladılar. Gençleria, nasıl - olduğunun — farkına varmadan, coştuklarını gördüm, - İkisi, bir Karadeniz türküsiyle - kıvnek —bir fokstrota başlamışlardı, Yerlerinde du- Tamayanlar kalktılar ,çöylece, hiç gös. terişe lüzum görmeden birer apaş gibi, biri dam, biri kâvalye olarak ortada döndüler, Kızların bu şen ve şakrak şamataları, erkek işçileri de bala hücum eden ka- rıncalar gibl etrafımızda topladı. Fa - kat nedense yanımızda Hurmuyorlar, bakarak geçiyorlar. Tekrar gelip geçi . yorlardı. İçlerinden birinin oldukça yüksek bir sesle: — Hepsi de güzel,. Hangisine ba - keyım? İ Diye söz attığını düydüm. Bunu, sa- rışın 've'güzel bir kız olan Muzafferle ——— — — duran halhallara bakıyordu. — No o, Meryem hayrola?! Yüzüne isırgan otu — değdirilmiş gibi irkildi. Bu sesona — hiç de ya bancı gelmemişti. Başını korka korka çevirdiği za- man, Pazavant, Oğlunun yılışık yılı şık sırıtan kılliı maymun — suratile | karşılaştı. Kendini toparlıyarak, du- ) dağından bir nikotin acılığımı tükü- Tür gibi: — Hiç, bir'kaza oldu da., dödi. Ve sözünü bitirir bitirmez yürüdü. Pazavant oğlu Temelden, kablel- vuku bir hisle korkar, çekinirdi. Yal nız Meryem değil, bütün köy, “hoyar da Temel,, diye, ondan yaka silker- di. Vaktile kendisinin ardından az dolaşmarmıştı. O gün Darar dağılımca ya kadar, halhâl Satan sergilerin ö nünde dolaştı, durdu. Halhaltlar, aygaların, — çakıların, arasından kendisine ne tatlı gülüm- süyorlardı?! Mustafa NİYAZİ Sonu yarin mici bana orada iş vermişti, bu iş de ağaç biçmek gibi basit bir şeyden iba, retle inşsaat tezgâlhırnın işçileri içine benim en büyük emelimdi; çünkü orada mamıa &05 Çıkarılmadıktan gonra, pek az vakitte çok şeyler öğrenebilirdim, bir şeylim bile yok. | — Röporlajı yapan : j Neriman yarındaki salça, sade görünüşlü Hatice de işltmişti, Ortada dönen ve fokstrota devam eden kızlara seslendiler: — Ayıptır; ayıptır.. topluyorsunuz! diye dudak büktüler. Öğle tatilinin sonuna yaklaşmıştı! Yün yumaklarım üstündeki bu rahatlık insana rahatlık değil, rahavet veriyor . du.. Hakikati söylemek Vâzımgelirse 12 - den bire kadar süren bu dinlenmeye dinlenme adi verilemez. Belki yorgun- luğa bir saat daha ilâve etmektir. Makineler çalışmıya başlayınca, or « tada söz dinlemiyerek dönen kızlar a- yaklarını bu gürültüye uydurdular. Gözcü görününce iş başına geçmek lüzumu, bu hareketi uzun sürdürmedi. Dağıldılar. Herkes yerine, berkes ma - kinesinin başına geçti.. ... Yeniden çalışmaya başlayıp ta, et. râfa makinelerin oğultusu hâkim olunca düşündüm: Hayatından memnun ol - duğunu söyliyen Zehra, Nimet ve di - ğerleri tıpkı benim gibi saatte (6) ku. ruş alıyorlardı. Bunlar bu altı kuruş - ların bir gün içinde temin ettiği yekânla hayat çarkının bir köşesine ancak tu - tunmıya muvaffak oluyorlardı. & Gerçi bu para onları refâh denilen zümrütü anka küşüna kavuşturmıyor - du .Mütevekkil olan ve hiç bir ühtiras - Tarı bulunmuyan insanların ağırlarında dönüp dolaşan veciz ifadeyle, geçinip gidiyorlardı. ! i Zehrâ istemez miydi ki, bugün ayda kazandığı parayı bir günde Tasın. O is. temez müydi ki herkes gibi sinemaya git sin, Eviride yakacak bir sobası olsun... Hastalandığı zaman doktora koşabil - sin, gezip tozsun., Gençlik arzularını, istediği gibi, istediği zamanda tatmin edebilsin. Elbette isterdi. Fakat işte o, bugünkü hayatından bile memnun görünmek ıstırarında idi. Bir işçiydi. Mukadderatın: tayin eden, daha doğduğu zamanda, ne - olacağını söylemizti. O da trpkı babasının yolu- nu tüutacaktı. Babası hayata muhakkak ki fakir gelmiş olacaktı. O da onun gibi fakir yaşayacak, fakat hayatından katiy yen şikâyet etmiyecekti. Belki günün birinde kendisi gibi bir işçiyi sevecek, evlenecek, çoluğa ço- cuğa kavuşacaktı. Evlenmeden kazanç- lariyle güç geçinen bu iki çift evlenidik. ten sonra çolük çocuklarını büyütüp ye. tiştirmeye onları da kendileri gibi işçi yaprırya muvaffak olacaklardı. Ben böyle düşünürken gözüm, onun bulunuayordu. Bu su karışmak bulun- Zorla başınıza | dişlek gemlciden b içeri girdikten beş dakika sonra da ben yeni gel- Miş gibi bhirinci dış kapıdan girdim; “gök gürüle tüsü Con,, içerideki Ikinci kapıyı kapamağa ha- cet görmemişti, çünkü daha orada dolgün ve mütenasip vüzudunu —arzadı. Etine âdeta yapışmış gibi duran siyah EÖİ günü hayalimde çıkararak ona Küzel elbineler giydirdim. O bunların içinde de gene bir işçi olarak duruyor- du. Şimdâi kıpırdadığını gördüğüm, güzel dudakları arasından dökülen: Ben kime şil Şarkısını, bi; yerdekileri toplayarak ona dağru yak . laştım: — Zehra, dedim. — Ne var gözüm?. — Biliyor musun, şimdi Ben ne dü « şündüm?. — Ne bileyim ben?, — Aranıza katılalı daha çok olmadı amma, ben bürada en çok seni kendime yakın buldum. Benimle samimi bir are kadaş olmak ister misin?. — Ben burada herkesle arkadaşım - dır. Niçin olmıyayım?. —— Eksik olma.. — O da ne demek!.. — Bilmem. Ben çalışmırya bu faBrika- da başladım. Bu gün ilk günüm. Elbette ben de senelerce böyle makine başların- da kalmıya mecbur olacağım. Fakat bi'e lirsin. Tlk işe başlayanlar, daha doğru. su © zamana kadar kenidileri için meç « hul bir âleme atılanlar yanlarında ta- mimf bir arkadaş görmek isterler. İçim. de, birdenbire işte böyle bir istek be- lirdi.. Düşündüm, herkese baktım, ken- dime arkadaş yapabileceğim yalnız sen! buldum. — Öyledir kardeşim, Ben de ilk ça, Tıştığım gün tıpkr senin gibi olmuştüura Demin sörü geçen Fikret yok mu ha « ni? İşte ilk fabrika arkaklaşrın oydu, Önceleri çok iyi kızdı amma, sonradan bozuldu. Doğursu, pek para canlısı ol du. T — Belki mecburdur Zehra?, — Mecbur olması lâzmngelen birisi varsa bu fabrikada benden bazkası ola. maz, Amma ne yapayım.. Zengin doğ « Matmuşım... — Orası öyle. .Fakat nişin mecbur « sün?. — Benim Fikretten daha çök para. ya ihtiyacım var.. Artırdığım peralar - la cve ne aldımsa Üvey anam tattı İşte kış geliyor, #ıztıma giymek için kalm - €a bir şeyim yok.. Kimse kimserin ha . Tindex anlamaz canım., Amma ne yapa- caksın.. Gelmişiz dünyaya bir kere. Evtle küçücük bir kardeşim ver.. Fab - rikanın doktoru ince derde — tutulmüş, dedi. Ona haretyoruz.. kurtaralım diye yavruyu... Devamı var ası değildi. O kapıyı açıp kendisinden — Koca Yanki ayısı (1) eğer ona düşman- lığın varsa git kendin bıçakla, Jâkin sen de şunu bil ki: eğer bir daha üstüme gelecek olursan bı- çağımın tadını sen tatacaksın.! Diyerek elimi bıçdğıma attım. Dişlek gemici vaziyetimde beni şöyle — bir süzdü, sonra bütün deniz kıyısını ve yukariki tepeleri — titretocek kadar gürültülü bir kahkaha atarak; — Anlıyorum, sen —tam benim Istediğim mallardansın, bir görüşte bandıranı tanıdım, Öy 16 avanak yerine konacak herife benzemiyorsun. ©O kgemiciyi öldürmo işine gelince,Tanrı gösterme gin; o benlm en iyi yoldasımdır; hinziri, Amerika da yanlışlıkla royelver kurşunu yutarak zehirle nen rahmetli kardeşimden çok severim.. — Şimdi gel bakayım, küçük adam, Seniİnle şuracığa ka- dar gidelim.. Bu kocktaan dişlek herifle bir meyhateye girip İçtik, sonra on bdş kadar arkedaşlarile de buluşup sarhöşlük'ettik: Bunlarmn biribirinden baskın ve ipten kazıktan kürtulmuş herifler ol- duğn belliydi, Brteşi gün gene o gemi tezgâhına damladım: çünkü Düyük, es bir !şin ka da bulunduğuma — İnanıyorduüm; o akşam “Güx gürültüsü Con,,, olduğunu öğrendiğim dişlek ge Benim işim fabrikanın dış tarafındaki ha- vuzda idi; burada ise dediğim gibi bir İki küçük tüccar vApurundan başka bir şey yoktu. Fabrika nın bir de iç havuzu vardı: Buraya horkes Bire- ralyordu,'0 havuz sahası yüksek bir duvar ve ka- palı bir kapı İle dışarıki parçadan büsbütün ây- rılmakta idi. Beni işe koyan — (Gök gürültüsü Con) bana bin kütürle karışık bir nasihat yer- miş eğder İçeri havuza gireçek olu$am barsak- larıtaı sokağa dökeceğine yeminler etmişti. Lü- kin işi benim gibi hafiyelik, casusluk olan bir a- danma kâarşı böyle tehditlerde bulunmak, onu büs bütün eoşturmak, şavk ve gayrete getirmek de- mekti. Muhakkak, ortada bir sır, hem de deniz in- şaatıma dalr bir sır yardı; bunu öğrenebilirsem kendi bükümotime satabilirdim, yahut İngiltere ye yarıyacak bir şey değilse öteki Ayrupa dev- letlerinden birine yarayabilirdi. “Artık dört gözle fırsatımı — bekliyordum; bu fırsat da işe başladığımın sekizinci günü çt- kageldi: Sekizinti günün gecesi hemen hiç uyu- mamış, hir kurnazlık — düşünmüştüm; en sonra, daha saat sabahın dördü iken odamdan fırlayıp fabrikanm önüne geldim; kapılar daha — kapalr olduğundan biç umulmıyacak bir yere — saklan- dım, beklemeğe ve gözlemeğe başladım. Fabri- kaya tlk gelen adâm beni — İşe koyan iri, çirkin, *denbire çıkıp da ışıkları bu zırhlı başka kimsenin olamıyacağını pok iyi biliyordu. Benim bu fırsatı pek İyi kullandığımı söyleme- ğBe hacet yoktur; “Gök gürültüsü Con,, ortalrkta ancak on beş dakika kadar görünmediyse de ben bu on beş dakika içinde görmek istediğim şeyle- rin hepsalni görmüştüm, Orada, ikinci iç havuzda, gerçekten o vakte kadar kimselerin — görmemiş olduğu fovkalâde bir harp gemisi — yatıyordu! Bu çok büyük, çok mükemmel ve ağır silâhlı bir muharebe kruvazörüydü. — Güvertesinde bir çok sorİ ateşli toplar pıril pıril parlıyordu. Teknes Bin hatları, ağır topların tabiyesi de büyük yeni- Tikler göstermekte idi. Fakat işin en garip nokta «t evvelce topeden bapa görünen munzaranın ta« mamile doğru çıkmağı idi. Evot, bu — kocaman, güzel tekne mutlaka en halis altından yapılmış gibiydi! Tekne madeninin gorçekten altın ola- maryacağını biliyordum; lâkin o sırada güneş bir kruvazörün üzerine düşünce gözlerimi süsliyen manzaranıni ihtişamımı, tatlrlığını tarif ödebilmek mümkün değildir. Koca tekne güneşe tutulmuş binlerca aynalar gibi parlryordu, Güvertesinin — her yori, taretleri (top kuleleri), yuvarlak kaptan muha« rebe kulesi gözleri kamaştıran altın — alevleri saçıyordu.. WEŞ” Devamı var —— (4) İngilizlerin Amerikalılara — vordikleri lâkaptır. ;