—w#—s Kahraman ve mert Türk korsanları devrinde HABER — / Avrupanın gaddar ve vahşi korsanları İşkence ica m sahip Akdenizdeki son korsanlık hâdise. leri, insana gayri iht'yari maziyi ve bühassa, korsanlığın en fazla idehşet saçtığı 16 mcr ve 17 inci asırları hatır- latmaktadır. Biz burada, Türk kariler tarafından malüm olan ve bazı Avrupa müverr h- lerinin saçma iddislarına rağmen, ekse- risi, yağma, talân ve işkence yapan de. Ş, fakat denizlerde 'Türk hâkimiyeti- nin tesisine çalışan kabraman Türk de- nizcilerinden bahsetm'yecek, kelimc- nin tam müânasiyle “korsan,, Olan ve gaddarlıklariyle ortalığa dehşet saçan bazı meşhur Avrupalı gemicilerin faa. Uyetlerini hatırlatacağız.. a #Ç Olonnua adındaki Fransız korsanı, paralarını nereye sakladıklarını söylet. mek için, esirlerini sakallarından astı- rırdı, David ise onları bacaklarından ve kolarından bağlatır, öldürünciye kadar gıdıklardı. Hollandalı Otto, beş ” kilo ağırlığındaki kılıciyle bir adamı ik'ye bölerdi Pierson adındaki — Norveçli, incecik kılıciyle esirlerinin kulaklarını keser ve “esirin omuzlarına el sürmeden 700 çift kulağı kökünden uçurmak,, la ifti- har edredi. İtalyan Watt'ın, bin baş par maktan müteşekkil bir kolleksiyonu var di ve bu korkunç kolleksiyonu herkese göster'rken, gülerek şöyle derdi: — Bu kölleksiyonun bir eşini daha bulamarzsınız. Parmakların hiç birisi, diğerine uymuyor!. > İng''z korraniz” ndan Hapri Mor- ğgan, İspanyo) va. ilerindeki — faaliyeti esnasında br İspanyol asilzadesini, bacaklarından ve kollarından dört dire. ğe bağlatarak, havaya gerdikten sonra, üzerine cesim bir taş koymuş ve salla- mağa başlamıştı. Dört saatlik bir işkenceden sonra, arilzade, şatosunun mertdivenleri altına beş yüz altın sakladığını ıtiraf etmiştir. Fakat, onun başka servete de malik olduğunu bilen korsanlar, bütün it'raz- larına rağmen, işkenceye devam etmiş- ler, sakalını ve saçlarını yakmışlardır. Adamcağız parası olmadığına yemin etmişt dişlerini sökmüşler; bütün ser. vetini kaybetiğini söylemiş: kulakları- nı çekerek koparmışlar; bu da bir netl. ce vermeyince, korsanlar ona sopayla öyle b'r dayak atmağa başlamışlardır ki, asilzade, son nefesini vermek dize- reyken, s#ervetin'n nerede saklı oldu « ğunu anlatmıştır. Bu servetle büsbütün — kuvvetlenen Morçan, Puerto Belloyu muhasara et- miştir. Daha evvelden yakaladığı bir çok papası korsanlarının önüne katmış, kaledekiler de, tabil papazlara mukabe- le edemeyince, kale kolaylıkla fethedil- miştir. Morgan, bundan sonra adamlariyle Panamayı geçti, sekiz bin kişi tarafın. dan müdafaa edilen şebri aldı, ortalığı yağma ederek, muazzam servetler ele geçirdi; !mandaki tspanyol gemilerini de aldı ve servetle yüklü olan bu gemi- lerle, sağ ve salim olarak Sen — Domi- nig'e dönldü. İngiltere ile İspanya arasında sulh aktedilmişt. Morgan “İşten çekilme. ğe,, karar verdi. Adamlarınım altınları - na ambargo koydu ve kirk milyon al- tınla İngiltereye döndü. Böyle bir servete malik olan bir kor Bana bittabi artık korsan nazariyle ba. kılmadı Hükümet, meseleyi kapattı; Kral ikinci 1 ona şövalye unvanı ve- rerek kendi Jamaik valiliğine ve ayni zamanda meb'usluğa tayin ett!. Morgan, bu yeni vazifesinde, yüz lerce korsanı idam ettirdi ve her fırsat. ta büyük bir ciddiyetle şu beyanatta bulundu: “Denizdeki haydutluklara ar tık bir nihayet vermeli! Seyrüsefer em- hiyete alınmalı!, , Bi uthiş aydutlardı _V dında şeytani zekâya y aN a Te AF SS ÖT v vi Olunuua isimli Pransız korsanı gaddar Tiğile meshurdu. Bir günde dört gemi- nin müreltebatını denize döktürmüş, esirlerini sakallarından — asmış - ve gıdıklayarak öldürmüştür! ları Morgan evlendi, çozukları, tort oldu ve hepsi de büyük bir saadet ve refah içinde yaşadılar. Bu geklide ölen korsanlar, tabii gayet ardır. Ekserisi kan ve ateş içinde ge- çen hayatlarını gene kan ve ateş içinde bitirmişlerdir. Ve bir çoklarının da kim oldakları hiç biz zaman anlaşılma. | mıştır. Bunlardan biri de, bir İspanyol gem'sine yapılan hücum esnazında, ken di eliyle dokaan üç gemicisini katleden Olaunua'dır. Roş Brezilyana adındaki korsan da, etrafa öyle bir dehşet telkin etmişti ki, yakalandığı halde, düşman- Jarı onun tehditlerinden ve arkadaşları- nın intikam alacağından korzarak ken- Gaddarlığı ve başından geçen mace raların çokluğu itibariyle en meşhur korsanlardan biri de, şüphes'z Bartelm- yudür. Onun kim olduğu ve nereden geldiğini hiç kimse öğrenememişti. Bir gün, dişlerinden tırnaklarına kadar müsellâh yetmöş kişilik tayfası bulunan bir İspanyol kalyonuna hücum-etm'ş - ti. İspanyollar büyük bir cesaretle ken- dilerini müdafaa ettiler ve korsanları gemiye çıkarmadılar. Bunun — üzerine korsanlar, uzaklaştılar ve uzaktan, top ve tüfekle ateş etmeğe buşladılar. İspanyollarım yirmi topu vardı, Fa - kat bu kat'iyyen işlerine yaramadı. Çün kü, korsanlar © kadar işabetli ateş edi- yorlardı bW, topa yaklaşan muhakkak ölüyorldu. Bunun üzer'ne kaçmak iste- | diler. Fakat yelkenleri açmak üzere e- Hni ipe uzatan her tayfada düşüyordu. Bu ölüm saçan ateş, altı saat müddetle devam etti ve korsanlar tekrar kalyona yaklaştıkları zamanı hiç bir mukavemet görmediler. Bartelmyu, küçük terkederek, İspanyol gemisiyle Küba sahillenine geldi. Fakat su almak üze re bir Jimana girince, üç İspanyol harp gemisi onlara saldırdı ve müthiş muka- ve eski gemisini | | öldürdü. Sonra, i vemetlerine rağmen, korsanların - bir çoklarını katletti, bazılarını da esir etti. Bartelmyu bu esirler arasındaydı — ve hüviyeti, ancak, filo Kampeşte demir- leyince anlaşıldı Bartelmyu bu gehri bir defa yağma ettiği için, kendisini derhal tanıdılar ve derhal idamıma karar verildi. Hükmün İnfazı zamanı yaklaştığı bir sırada, Barte'myu, mütlyiş bir mücalde- leden sonra elinin birini demirlerden kurtardı. Bir bahane ile muhafıtt yanı. na getirtti ve demiri kafasına indirerek 'oş şarap tulumunu beline bağlıyarak ve kamazanın lumbu- zundan denize girerek, gecenin karan - liğı içide, yüze yüze kaçtı. Gemiden gahile bir mil mesafe vardı ve bu çövarda bir hayli köpek halığı mevcuttu; buna rağmen, sağ ve salim olarak sahile çıkmağa muvaffak oldu. nin asıl korkunç şahneleri bu. rada başladı. İnsanların izini bulmağa alıştırılmış köpeklere izini kaybettir - mek için, küçük bir akar su aradı ve bir çay bularak, millerce mesafe, suyun içimde yürüdü. Sonra, gün doğmadan evvel, kenardaki cesim bir ağacın kök- ler altında, sudan çıkmamak şartile pusuya girdi. Sahilden ve üze-inden ge. çen bir çok gruplar onu görmediler, Hattâ bir aralık, onun gizlenmiş oldu- ğu köklerin üzerine biz İspanyolla bir zenti oturdular, ve korsanı buldukları takdirde, alacakları ikramiyeyle neler yapacaklarını anlatmağa başladılr. Sonra gürültülerin ve takiplerin ar kası kesildi. Bartelmyu da tehlikeyi gö züne alarak yoluna devam etti. Silâhsız dı, yarı çıplaktı ve açlıktan ölecek bir vaz'yete gelmişti. Kalasını get rene büyük bir mükâfat vaddedilmişiç. Ve toprakla sular — bile onu mahvetmek istiyordu. Her tarafta zehirli yılanlar, vahşi hayvanlar, sular da da korkunç timsahlar vardı. Bartelm yu geceleri yürü -.. deyanı - edip, ŞAKA Nurullah Ataçın gayri münteşir bir yazısı Osman Cemalin himmetile unutulup kalmaktan kurtarıldı Bizim Nurullah Ataç geçen gün “HABER” de “Sarfbahar,, diye bir şey yazmıştı. Galiba, yazdıktan sonra bu yazıyı kendi de beğenmemiş olmalı ki yyazının sonunda şöyle diyordu: “Bu perişan, biribirini tutmaz satır- | ları niçin yazdım? Doğrusu bunu ben de bilmiyorum!,. Bravo Nurullahcığım, aşkolsun! O yazındaki perişanlığı ve satır üri birini tutmamasını sen de itiraf ediyor- sun! Zaten sen, icabında kendi kusu- runu bile hiç çekinmeden itiraf — ede- cek kadar hakşinas — bir çocuksundur. Pakat azizim, hani senin geçen yu, | gene bu vakitler ve gene “Sanbahar.. başlığı ile yazıp da o zamanlar Bayazıt- taki ağaçların altında nargile ve hazır cigara içerek bana okumuş olduğun bir yazı vardı. O dururken sanki ne diye “Bu perişan ve biribirini tutmaz satır. ları., neşrettin? Geçen seneki o yazını belki unutmuşundur. Unut, unutma, İş- te ben şimdi sana onu hatırlatıyor ve © gayet dürgün, insicamlı "Sonbahar,, ya- zenr, şimdi müsaadenle Haberde neşre- diyorum: Sonbahar 'Tamamiyle girdi — mi, girmedi mi? Pek farkında değilim! Bugünlerde şe- | kercilerin harıl harıl kışlık patlican re- geli kaynatmalarına bakılırsa girmiş de- mektir! Hoş, bence o, girse de bir, gir- | mese de! Zaten yalnız sonbahar değil, bence ilkbahar da öyledir. Çünkü, bun- ların ikisi de deve kuşuna benzerler. Ba- karamız, bunların ikisi de yarım yama- lak yaz, yarım yamalak kıştırlar. Hal- buki ben, böyle yanar döner gibi bukalemon mevsimleri de sevmem! Mevsim dediğin ya sıcak olmalr, ya so- guk! Hani, kış günü nasıl çorbanın, | salebin, çayın ve yaz günü viştie şerbe- tinin, limonatanın karakulak suyunun ilığına aklım ermezse mevsimlerin de tam manasiyle ne sıcağa, ne soğuğa ve yahut ne soğuğa, ne sıcağa benzemiye- | nine bir türlü aklım ermez! İnsanın hunsası olur ama — bilmem hayvanın da olur mu? — mevsimin hünsası bana pek acaip gelir. Eğer Bay Fatinin bana gücenmiyeceğini bilsem ben, yılı dörde değil, bundan sonra ikiye ayırırım. adlarına “İlkbahar”, “Sonbahar” deni- len bu karaktersiz mevsim karikatür- lerini hemen iskartaya çıkarır. onların yerine seneyi ikiye bölerim: *“Yaz”, * Ama bir mesele var, yazı mı önce söylemeli, kışı mı? Evet bu mescle çok önemli bir meseledir. Tabiaatte yaz mar önce gelir, kış mı? | Vakıa ben dünyaya yazın geldiğim için bence yaz, kıştan öncedir. Fakat, bakalım herkes benim gibi temmuz or- insanlar | gündüzleri bir yere girip uyuyordu. Ot ve ağaç kökleri yegüâne gıdası idi, her tarafı dikenlerle yırtılmış, ayakları Şişmişti. Buna rağmen mütemadiyen yürüdü. Tablatle müthiş mücadelesinin dördüncü günü, Bartelmyu uazktan ge len çekiç sesleri duydu. Yavaşça sürünerek o tarafa doğru ilerledi ve den'zi gördü, Deniz kıyısın - da, kumların üzerinde il7 çadır kurul - anuştu ve birisi nöbet bekliyordu. Kır - mazı elbiseli adamlarla dolu iki büyük sandal sahile doğru yaklaşıyordu — ve daha uzakta demir atmış oları bir gemi- nin teknesi üzerinde tayfalar çalışryor- du. Bartelmyu, çılgın bir sev'inç duydu.. Bu adamlar korsandı . Korsanlar, kendilerine doğru yakla- şan, çıplak, zayıf, saçları ve sakalı biri- birine karışmış ve sol eli üzerinlle de. | mirler bulunan bu garip adama hayret ve dehşet içinde baktılar, fakat biraz sonra, onun kim olduğunu öğrendiler. Bartelmyu yüz korsannın başına geç- ti, gece Kampeş limanına g'rdi ve ken- disini yakalamış olan İspanyol harp gemisini zapetti. Bütün tayfa demize a- tıldı Yalnız içlerinden bir kişi sandala bindirilerek, şeh'r halkına şu emri bl. dirmeğe memur edildi; Bartelmyu'nun kellesi için vaddedilen müküfat, batırıl- tasında mı doğdu? Kara kışta, zemhe- ride, şubatta doğanlara ne buyrulur? Hazır sırası gelmişken — şunu da söyliyeyim ki, hani, kendilerine "Ne so- ğuk buz gibi adam!,, dediğimiz inıılll?- rın çoğu mutlaka bu kış aylarında doğ- muşlardır. Karaktersiz insanlara ge- lince onlarda muhakkak kendileri gibi tam bir karaktersiz olan ilkbaharla son- baharda dünyamıza teştif buyurmuş- lardır. Gelelim şimdi asıl mevzuumuza: Bugünlerde şekercilerin harıl hatıl kışlık patlican reçeli kaynatmalarına hakılırsa sonbahar girdi demektir. Son- baharda benim en çok hoşuma giden nedir bilir misiniz? Akşam üstleri kırla- ra, bahçelere gidip o küçücük, kırmızı turupları tıpkı ilkbaharda kiras kopa- rır gibi ağaçlarının dallarından - elimle birer birer koparıp tane tane yemek! Sonra gün batıp da ortalık Toşlaşırken Alemdağı yollarında çifte ile çinekop a- vına çıkmak! Sonbaharın en hoş meyvesi bence 'Trabzon hurmasıdır. Hele bunun şerbe- ti ile dondurması emsalsizdir. Fakat ben Trabzon hurmasının daha - ziyade turşusuna bayılırım. — At kestanesinin de turşusu fena kaçmaz amabu yıl bahçemizdeki o, canım at kestanelerini bizim bahçıvan daha yazdan enginara a gılamış! Halbuki tuhaf değil mi, her- kes sevdiği halde ben enginarı hiç sev- meml! Neresini seveyim a birader, mı- zıkaların davul tokmağı gibi bir şey! Eğer ben, bir caz şefi olsaydım, caz- bandı idare edene davulu mutlaka en- ginarla çaldırırdım. Enginar dedim de hatırıma geldit Bu kelimeye en uygun, en güzel, en 2- henkli kafiye nedir bakayrm? Bulamadınız mı? Öyleyse ben söy- liyeyim: Dengi nar! Alın size bu kafiyeyle yapılmış rif bir manicik! “Hey enginar, enginar.., “Güzellikte dengi nar, » “Gözleri hünnap gibi, ,, “Dudağının rengi nar! Vakıa yukarıda ben enginarcan niç hoşlanmadığımdan dem vurdum, bu- rada dâa onu güzellik cihetinden narla bir tuttum. Ziyanı yok, buna edebiyat- ta “tezat,, derler ki bunun da tam kafi- yesi '“mezat,, ve manisi de şöyledir: “Bu ne tezat, ne tezat ,, “Hani ya haraç, mezat , “Ucuz veriyorum ha! ,, “Çünkü müşteri kesat!,, İşte onün için ben de burada artık sözümü kesip kalemi elimden atıyorum! Nurullah Ataç — Aslma mütabıktır: Tü> O. Cemal KAYGILI miş olan tayfaların, duf we yetimlerine verilecek, aksi takdirde. şehir yağma ecdi'lecektir. »