e Kaç yıldız var En son yapılan tetkiklere göre bizim kainatımızda bu- İunan yıldızların sayısı otuz milyar olarak teabit edilmiş. tir. Fakat çıplak bir gözle bun lardan azami altr milyondan fazlasını görmek imkanı yok tur, Her yıldızın. kendisine mahsus altı tane seyyaresi olduğu da hesap edilirse boş- lukta 180 milyar tane “Dün. ya bulunduğu meydana çı- kar. Dünyanın en eski sosyetesi İsveçte mevcut bir En- düstri sosyetesi yer yüzünde bu cinsi kurumların hi şüp- hesiz en eskisidir. Sosyete hiç durmadan 1225 senesin: den beri yani yedi yüz yıldan fazla bir andan beri bu madenleri işlemektedir. Boyalı göl İsviçrede Morat adlı bir göl vardır ki her on yılda bir kere suları kıp kırmızı boya ile boyanmış gibi kızıllaşır. Akılları şaşkmlıkan dur- duracak kadar acayip olan bu iş de dünyanm başka hiç bir yerinde bulunmiyan bir cins su nebatından ileri gel. mektedir. : » e | Biliyor müsunuz T Büyük karpuzlar Amerikanın Longworth vilayetinde bir çiftçi geçen sene dilimleri atmış beş kişiye yetecek büyüklük tebir karpuz yetiştirmişti. Karpuzun ağırlığı 63 kilo idi. Bizim Diyarbekirde yeti- şen karpuzlarımız da çok bü- yüktür. Bunların ikisi bir de- ve yükü olur ve çarşıda tane ile değil dilimlere kesilerek kilo ile satılır. Zamkta şeker Nebatların bir çoğunda bulunan adi şeker, harp za- manında mevcut şekerle ay- ni kimyevi tertip hatta ayni ağırlıktadır. Fakat siz ve ben her hal- de kahve ve sütümüzü bildi. ğimiz gibi şekerle olmasını isteriz değil mi? Denizde altın Deniz suyunda altın var- dır. Fakat beher tonda bulu- nan miktar o kadar azdır ki, buünün çıkarılması ile astarı yüzünden daha pahalıya mal olur. Bununla beraber dünya denizleri çok engindir. İçinde bulunacak altın da hesapr sızdır. )î:ırının b—üyilk sanatkârları 10 yaşında tanbur üstadı “Ercüment'le bir konuşma Mesut Cemilin döri yaşında tanbura başlayan bu küçük talebesi: “ Ben, diyor, büyüyünce musikişinas olacağım!,, Size küçük bir Türk sa. natkârt tanıtacagım ki, he- nüz on yaşında olmasına rağ * Küçük sanatkâr Ercümen Kemal Batanay men bir çok üstadları yakın- da gölgede bırakacağına şüp- he yok! Beyoğlu 9inci ilk mekte- binin 4 üncü sınıfında bulu: nan bu küçük dört yaşından beri tanbur çalıyor. Şimdiki hocası İstanbul radyosunun spikeri ve tanınmış musiki şinaslarımızdan Mesut Cemil kendisini lâyik olduğu ihti: mamla yetişdiriyor. Babası, ticaret odast me- murlarından ve tanınmış tan bürilerden Kemal, oğlundaki istidadı şöyle anlatıyor: — Gerek ailem ve gerek se ben, ötedenberi musiki ile uğraşırız. Ercümend. (oğlu- nun ismi) iki yaşına geldiği zaman köşede bucakta buldu gu süpürkeleri almörcn a la saz çalma taklidi yaparak daha az buçuk konuşmasını bile beceremezken bir takım Bçayip şarkılar söylemeğe uğ raşırdı. Bu hal, dört yaşma kadar devam etti. O zaman: lar İstanbulda bulunan ve e- vimize gidip gelen musiki şinaslardan Rauf Yekta, ço- cuğun bu halile alâkadar ola- rak kendisine küçük bir tan- bur hediye etti. Çocukta kı- sa bir zamanda gördüğümüz ilerleyiş onunla daha - fazla meşğul olmamızı temin etti. Yedi yaşımda ilk mektebin birinci smıfına girdiği zaman ciddi ve ağır eserlerden on parçayı suhuletle çalabiliyor- du. Günden güne artan “bu istidadr olğunlaştırmak işini Türkiyenin yegüne tanbur üstadı Mesut Cemil bir se- peden beri üzerine almış bu- hunuyor. Çocuğum bu bir sene içinde yeniden yedi peşrev ve beş tane saz semaisi öğrenmiştir. Şimdi o kadar güzel nameler yapıyor ki, ben bu kadar se- nelik tanbur çaldığım halde bir türlü onları çıkaramıyo- rum. Birde sanatkârın kendi: siyle görüşelim. Kasımpaşa: daki evinin küçük odasına girdiğim zaman elindeki tan. burla nefis bir bektaşi nefesi çakyordu. Beni görünce bir suç üstünde yakalanmış gibi kızararak ayağa kalktı. Sol elindeki tanburun sapı boyu- nu aşıyordu. Çabuk - ehbap olduk. Sordum: e Şen Fıkralar Evlenmek bahsi Aytenle Fikri onar ya- şında olan iki arkadaştırlar. Fikri günün birinde Ay- tene büyüyünce kendisiyle evlenip evlenmiyeceğini sor- du. Küçük Ayten : — Çok isterdim ama bu- nun imkânı yok! Karşılığını verdi. Bu ce- vaba çok üzülen arkadaşı — Niçin? Diye sormaktan kendini alamadı: : — Niçin mü? Çünkü ai. leden olmiyan birisiyle evle- nilemez de ondan.. Bak gör- müyormusun: AÂnnem ba- bamla; büyük annem dedem le; yengem amcamla evlen- mişler. Fikri, sen benim arka daşımam ama, ailemden de- gilsin ki, bunun için seninle evlenemem!.. Yalan söylemek merakı ! Dört yaşında olan Suzan, anlattığı bir hikâyeye annesi. ni inandırmak için uğraşıp duruyordu. Annesi ona sert sert : — Amma sen yalan söy- liyorsun; Yalancı küçük kız. ları ben hiç sevmeml!.. Diyince, küçük Suzan da ağlıyarak: — Öyle ise bende yalan söylemek için anne anneme giderim! Bir sual — Anneciğim kurtları ni- — Alafrangayı seviyor- musun ? — Seviyorum ama: Ala. turka daha çok hoşuma gidi- yor. Zaten ilk mektebi bitirin ce Mesut Cemil (bey) bana viyolonsel dersi de verecek; — Derslerini mi çok sevi yorsun, oyunumu, yoksa tanbur çalmağı mı? — Numaralarımın hepsi iyi. Oyun da oynuyorum a: ma, daha çok tanburumla uğ raşıyorum. — Hiç kanser verdin Bütün bay İzeröğlü yömd, kantaya girdi. Cebl run © sabah getii zarflarla dolu idi ti yazıhan bulamamıştı. marladı. Zarfları çıl masanın üstüne koydu. Ye- mek yerken bir taraftan da mektupları okumağa daldı. Kaomşu masada kendisi gibi karnını doyurmakta ©- lan bir müşteri vardı. Bu ada mm galiba bol bol vakti var. di (Haber) gazetesini aç. miş, rahat rahat okuyaordu. Yapacak başka bir işi olma: dığı pek bell Köpeğini de bernaberinde getirmişti. Ye mekten sonra onu gezmeğe götürecekli. Lokantada kimseyi - ra. hatsız etmemesi öpek tasmasından masanm ayağı: na bağlanmıştı. Sahibi onun bir parça kemik, aztcık ye. mek artığı dilenmek için baş- ka masalara gitmes temezdi. Hem de nt içinde bir köneğin müasa- dan masaya dolaşması ne lo- kantacınm ne de müşterile. rin hoşuna gidecek bir — işti. Adıt Fındık olan bu kö: pek de masanın ayağı di. — — çin avlarlar? Zavallı kayunlarla üçük kuzuları parçaladık- n kurdları avlarlar yav rTum! — İyi ama, niçin kasap- $ lari da avl işleri & Küçük Kıral temel atma merasiminde |.. Çocok, manasına gelen bir hareketle elini - salladı. — Mektepte her müsamere de veriyorum. - Geçenlerde Toktaliyanda ufak bir. par: ça çaldım. Yakında da Kadı köyünde bir könser verece- gim. Bütün hareketleri ve söz. lerinde olğun bir. adam hali vardı. Son bir. sual sordum: — Büyüyünce ne olmak istiyorsun — Musikişinas olacağım! * * Lkantaya köpekle binde kıç üstü —oturmuş, a. yasıra kendisine bir kemik parçası, ekmeğin kabük tara. fından bir lokma vermekte olan sahibinin hareketlerini gözden kaçırmiyordu. Fakat Haber gazetesin- de o gün her halde çok he- yecanlı bir havadis vardı ki, sahibi kendisini unutmuş, gazeteye dalip gitmişti. —İşte tam bu sirada bay - İzer de mektuplarını bitirmiş, başmı kaldırarak etrafını gözden ge çirmeğe başlamıştı. Gözleri birdenbire - kendiliklerinden komşusunun sevimli köpeği- ne dikildi. Fındık da gözleri ni ceblerinde taşıyan aptal kö peklerden değildi. Bay İzerin kendisine bakmakta olduğu nu görünce, o da bay İzere karşı, her nedense yüreğinde bir sıcaklık, hemen doğu ve- ren bir sevgi duydu; Çünkü bu yabancı bayın incecik pi- liç kemikleri aramak için ta- bağımnı karıştırdığını görmüş- tü. Böyle gevrek gevrek pi- liç kemiklerini çıtır çıtır. ye- mek ne de keyifli olurdu. Fmdık, se ni göster. mek için kuyruğunu sallıya- rak; iyi terbiye edilmiş kö- pekler gibi sırıtarak bay İze- rin gönlünü kaptı. O da taba gından bir kemik parçası al- dı, Findik ileriledi, lezzetli be diyeyi kaptı ve derin minnet duygularını göstererek yut- tu. Arada güzel münasebet kurulmuş, buzlar - erimişti. Fmdık yine kıç üstü otura: rak bu sefer kendine yemek artıkları bol bol vermekte 0: lan bay İzerin yanı başma yerleşmişti.., Beri taraftan ise bizim Vâ — Nü nun (Papas os. man) romanma dalip git miş olan sahibi, yalnız köpe- ği değil hattâ nerede bulun. duğunu bile büs bütün unut: muştu. Fındık da kendinden geçmişti. Şimdi sahibini de- ğil yalnız kendi karnımı düşü. yordu. Bir taraftan tasması: ür taraftan da sahibinin oturduğu masa bacağmna bağ olan ipi aklma bile getirmi. yerek, yalnız ve yalnız mide. sine indireceği lezzetli lok- maları hesaplıyordu. Fındık oturdukça ip yer: de serili duruyordu. Fakat bay İzerin uzattığı lokmaları almak için ayağa kalkımca iki masa arasında geriliyordu... İp iki masa arasında ger: gin olunca gelip geçen müş- teriler atlamak mecburiyetin de kalıyorlardı. Hem de bu- nu gülerek — yapıyorlardı; Çünkü Fmdığım — oburluk ve aç gözlülüğü görülecek bir manzara idi. Yazısız Hiüîv_::— J *- Ç SA sarmm gidilir mi ?.. Greçe müşteriler Fm görüyor ve ipten atla! dikkat ediyordu ama, dikat edemiyecek biri var” İki kolu da müşterilere yetif tirilecek yemek (ahakbfifıt dolu olan garson Cemalin # celeden sağa şsola ba vakti yoktur. Sıbmı'lhkıı beklemekte olan miışlerik’.a külbastı, şiş kebabı, zeytif yağlı enginarları taşımak i durmadan, soluk - almadi” koğşmak lâzımdı... — Hey Cemal! Hani bt nim külbastım... Şiş kebab hâlâ gelmedi Cemal... Yaht enginarlar - tarladan mt gtf yor? Cemal soğuk su getin:cJ tin!.. Masalarda müşteriler böf” le bağırırken Bam...Güm.. rak, şangır şungur bir. gü" rültü oldu. Frndık acı act bif iki havladı!.. Her kesayağa kalkti “Ne var? Ne oluyoruz?,, #t alleri duyuldu. Ne yazik ki tam da ga" son Cemalin geçeceği sırı bay İzer bir pasta parçası V zatmış, Fındık ayağa kalkt” rak ilerlemiş - ve ip iki masi arasında gerilmişti. Bacakları ipe takılan Ce mal gümbür lümbür yere yü varlanmış, burnu taşıdığı ye mek - tabaklarının içine dalf mıştı. Patatesi kızartmalı kül bastı, gevrek şiş Kebabı vt zeytin yağlı enginarlar döşe" menin üstüne çil yavrusu gi” bi dağılmıştı. j İlk şaşkınlıktan kendini toplıyan Fındık, hemen yağ' lt kübastrlarm üstüne saldır" mış ve bunları sahibinin ma* saşı allına çekerek keyifli keyifli atıştırmağa kayul: muştu, Bir taraftan da küçü: cük köpek beyni içinde şöy" le düşünüyordu: Kimisinin felâketi gelir" se başkalarına saadet oluyor: muş! Oh ne iyi oldu da gar" son yuvarlandı. Ömrümde bu kadar zengin bir ziyafet görmemiştim. GCarson Cemalin niçifi düşmüş olduğunu hiç kimse anlıyamamıştı. Mutbağa gi* dip dökülen yemekleri ismar lamaktan başka yapılacak iş yoktu. Bu sırada ise bay İzer bü- tün o yemeklerin ve kırılan kapların parasını ödemeğe mecbur olmadığı için büyük bir sevinç duyarak, yerinden sessizce kalktı ve lokantadan çıkıp gitti Ahmet EKREM BULMACA Karnı gur gur eder, Kurbağa değil. Ağzında zurnası var, Zurnacı değil, Başında tablası var, Tablacı değil. Nedir bu? Bilin bakayım. Bilenlerden birinciye bir kol saati, ikinciye bir şişe kris- tal İosyon, üçüncüye üç şi" şe esans ve iki yüz okuyucu muza muhtelif hediyeler ve- rilecektir. , S lr ee aNDf HABER ÇOCUK SAYFAS Bilmece kuponu