HABER — Akşam postası Bir heyecanlı haber ortalıkta çalkandı : Hıristiyan olmuş ve müdafaa plânlarını öğrenmiş üç Türk, bir yelkenli ile Girit adasından kaçmış, Türklere iltihak etmiş.. tığını görmüş. Herhalde Türklere il. ( ına göre, Ayşe, onlara yepyeni bir Geçen kısımların hülâsası İstanbulda saray entrikaları içinde külgük yaşında yoğurulmuş olan, fa- kat ayni zamanda iyi hocalardan tahsil görmüş, iyi silâhşorlardan talim etmiş olan küçilk Osman, Gi- | ridiilere esir dişi men, İris. tiyan oluyor. yararkıklar gösteriyor. Bülün htristiyan dle. mini parmağı ucunda döndürmeye başlıyor. Artık resmi müsaade almmiştı. Na. zariye olarak her şey balledilmişti. Üçümüz birden erkekler manastırı ile kadınlar manastırı arasında mevcut | olup eskiden en ihtiyar papaslar ta- rafından İşgal edilen, Sonradan da metruk kâlan daireye geçtik. Burası tamir edildi. Maiyetimize hizmetkârlar verildi. Ayşe; her-ne. | kadar Oğluyla birlikte oturuyorsa da, | hemen hemen bütün gününü ve bazı gecelerini dışarda geçiriyordu. Büyük hıristiyanlarIa temasta bulunduğunu biliyordum, Türklerin adaya hücum edecekleri. ne dair rivayetler sıklaşıyordu. Bazan hızla bir atlı geliyordu. Yeni sızan bir haberi Ayşeye getiriyorlardı, O, soğukkanlılıkla: — İsanm yardımı üzerimizdedir. Hiç merak etmeyiniz. Fena bir gey ol- mıyacaktır. Şayet gelseler bile mağ- Jüp olacaklardır! - diyordu. Biz, bu ihtiyar çilehanesinde, baba, ana ve oğuldan mürekkep bir aile gi. biydik. Lâkin, hani, aralarmda müna. sebel kesilmiş dargın karı kocalar vardır, Onun gibi... Ayşe, benimle meşgul olmuyordu... Yalnız kaldığı zamanlar gözleri hep engin ufuklara çevriliyordu.. Denizlerden bir şey bekler gibi bakıyordu... Ben, Osmanla meşgul olüyordum. Ona, ders veriyordum. Türkçe, Arab- ca, Farisi öğretiyordum. Osman, bü- tün verdiğim dersleri bir seferde kav. rıyordu. O zaman, memnuniyetle, ondaki bu istidadı annesine haber veriyordum. Gülümsüyordu: K — Tabit... Benim oğlum... Ve omuzumu okşıyarak, yavaşça: — Ayni zamanda senin oğlun... Ancak bu bahis açıldığı zaman ba. na büyük bir yakınlık gösteriyordu: , — Ben ölürsem'de, kalırsam da sen ondan ayrılmamalısın... Onun görüle. cek pek çok tarihi vazifeleri var... — Ne gibi?... — Oğlumuzda bir yükseklik gör. müyor musun? O, âlelâide çocuklar gibi mi?... Hattâ büyük adamlar onun fevkalâdeliklerini yapamıyor... ğ — Evet... . diye tasdik ediyordum. O, cidden bambaşka bir yaradılışta! Fakat, Ayşe, benimle konuşabilmek İrrsatmı nadiren buluyordu. Ona, dai- ma heyecanlandırıcı bir haber getiri- yorlardı. Yine atlılar koşarak manastira ge liyorlardı; — Kaçtılar! . diye haber iriyi bii çtrlar! . diys haber getiriyor. — Rim kaçtı? m m ban cl ve N atristiyanlığı kabul il nl an £ > mat olduklarını bize söylemiştiniz. Onlarm yanında birçok şeyler konuşulmuştu. Ayşe: — Mel'un mürailer.. Nereye kaçtılar... — Bir küçük yelkenli ile balık tut. mak üzere çıkmışlar, bir daha avdet etmemişl Yakalamalı.. — Belki kazaya uğramışlardır? — Hayır... Zira, bugün gelen bir ge. dil, o kayığın Moraya doğru uzaklaş. tihak için gittiler... — Ah namussuzlar... — Müdafaa plânlarımızı da haber verecekler... . diye genç sabitler döğü nüyorlardı. Ayşe, onları teselli etti: — Müdafaa plânımızı değiştiririz... Belki de bu, daha iyi olur. Çünkü on- lar, müdafaa plânımızı başka türlü sandıkları için ona göre davranırlar. Bu yüzden zayiata uğrarlar... Kâaçanların isimleri sayıldığı için, bumlara kulak aşinalığım oldu. Fakat bu isimleri evvelce nerede duyduğumu bir türlü hatırlıyamadım. O günler zarfında hıristiyanlar pek meşguldü. Zira, Türk taarruzunun ya- kında olacağı kat'iyetle öğrenilm Vali, kumandan, amiral, Aygeyle baş başa vermişlerdi, Kulağıma “çalmadı. müdafaa plânı tavsiye etmiş ve kabul ettirmiş. Fakat, tabtatiyle, Osmanla ben, bu işlerle meşgul olmuyordum. İşimiz gücümüz, manastıtın içinde dolaşmak tı. Doğrusu, gördüklerimiz bizi fev. kalâde alâkâdar. ediyordu. Bilhassa kadınlar manaştırmnida... Türlü türlü mana r. olduğunu öğrenmiştim. Bizin; İsaya ve Mer. yeme vücudunu vakfetmiş olan din. darlara mahsustu, Tabiatiyle, bunlar, ömürlerinde asla evlenmiyen insanlar, âı. Bir gün Osmarla birlikte erkekler tarafıni gezdiğimiz 'sırada “bir inilti işiterek evvelâ ürktük... Bir ses duyuyordu: — Çak! Çak! Biraz deha çak... (Devamı var) Haber, okuyucuları urasında bir fıkra müsabakası açmıştır. Gönderi, lecek fıkraların kısa ve biç olmazan | az Işitiimiş olması lâzımdır. Fikralar, gönderenlerin Umzaları yahut müstear adlarile neşredilecek ve her ay o ay içinde o çıkacakların en iyilerinden beşine muhtelif ve kıy. metli hediyeler verilecektir . Bize bildiğiniz güzel fıkraları nderini Balıkçı ve Kral Tebğili kıyafetle dolasan Fransa krallarından biri, bir gün deniz kena. rmda bir balıkçıya yaklâşarak, günde ne kazandığını, nasil geçindiğini, 80- “rar, Balıkçı, anası babası, karısı ve Üç çocuğu olduğunu, gündelik kazancı olan üç kuruş İle borç Ödeyip faizle para verdiğini ve bütün ailesini geçin dirdiğini söyleyince, üç kuruş gibi az bir miktar para ile bu işlerin nasil olacağına merak eden kral, balıkçının eline birkaç lira sıkıştırarak bu işteki esrarı söylemesini teklif etmiş, Ba. likçr: “«- Efendim, borç ödüyorum de. mek, anama babama -bakıyorum de, mektir, faizle para veriyorum detcek de üç oğlumu yetiştiriyorum demek. tir. cevabını vermiş. Balıkçının cevabından memmun ka- lan kral kendisini tanıttıktan sonra, | söylediği esrarı kendisini görmeyince | bâşka bir kimseye söylememesini ten. bih ederek şehre döner. Hemen vekille. rini toplıyarak balıkçıdan işittikleri: ni . yalnız esrarını saklıyarak , as lattıktan sonra kırk sekiz saat zar da üç kuruşla görülen bu işlerin esra- rını çözene büyük miktarda para mü. kâfstı vaadeder, Balıkçıyı bulub haki. kati öğrenmekten başka çare olmadı- ğını gören vekillerden biri, hemen de. niz kıyısma koşarak kralm görüştüğü ; balıkçıyı bulur, balıkçıya beş Jira ve. rerek esrarını öğrendikten sonra, kra. İm sarayına döner, Balıkçıdan öğren- diği esrarı aynen söyliyerek mükâfatı. a1 alır, Fakat kral, tenbihim hilâfma neye benden bâşkasına söyledi diye balikçinm idamı ferman öğer, yaka. anarak saraya getirilen balıkçı krala: “— Efendim, emir buyurduğunuz gİDİ sizi görmeyince kimseye hiçbir sey söylemedim, bana sizi gösterdiler, ben'de söyledim, Bakmız, su Jiranm üzerindeki resim, sizin resminiz değli mi?.. diye sorunca, balıkçının zeki ve İ çıkmış, ve orada 5 kişini üç Arnavut Üç Arnavut İstanbula türkçe öğren- meye gelmişler. Bunlardan biri sokağa konuştuğu. nu görmüş. Bunlardan biri (biz) de. miş. Arnavut bu kelimeyi ezberliyerek ve türkçe öğrendim kansatile otele gelmiş. 2 ncisi çıkmış. Oda, (bir ok. ka fasulye) kelimelerini, üçüncü de (hay hay) kelimesini öğrenmiş. Türkçe öğrendik diye gezmeğe çık- | mişlar, Garib tesadüf birini öldürmüş- | ler. Maktul boylu boyunca yatıyor | görmüşler. Polis gelmiş, bunlara bu adamı kim öldürdü diye sormuş. İ in. ci: — Biz! demiş. Polis, niçin diye sorunca — Bir okka fasulya! demiş. Polis, bir okka fasulya için adam öldürülür mü deyince, üçüncüsü de; — Hay hay, - diye cevab vermiş. Azime Aytaç Yemin Eski zamanda, açık gözün birisi bir mahkeme binasmın bulunduğu ar. saya sahib çıkmış. Buna dair bir İsti, da vermiş, Mahkemeden yemin teklif edilmiş. Mahkemeye giderken de mest ie pabucun arasına kendi evinden bir az'toprak koymuş. Göğrünün bir tars. fma ham armut, bir tarafını olmuş armut yerleştirmiş ve başmdaki Ka vüğun bir tarafıma da bir bize canlı sinek takarak şöyle yemin etmiş: — Efendim, (eliyle göğsünün bir ta- irafım göstererek): olmusu bu (diğer | tarafım göstererek) olacağı bu. Eğer j Yalan söylüyorsam bizdeki cana olsun, bastığım toprak kendimindir demiş. Orhan Gönenç Mahcubiyet Nasreddin hoca bir gece evine hir. sız girdiğini görünce koşup yüke #ak. i lanmış. ? Hırsız her tarafı aramış, taramış, bir gey bulamayınca nihayet son bir ümitle yükün kapağını ağrarş, bakmış i ki, içinde tir adam. | — Burada ne arıyorsun? kimsin? Diye sormuş. Hoca cevaben: —Ev sahibiyim. Sana çalacak bir şey yok da, utandım, saklandım, de- miş, | Tevfik Tezcan ikincisi; | kurnazlığı bir defa daha takdir eden | Kral, kend's'ni affederek yeniden mü. #üfatlandırır, Göçmen elk. | Çeviren fa. —iğ'er BIR BAŞKA ADAM Gece treni, yağmurlu il j bir indi. Elinde ağırca bir bavul vardı. dırıy etmedi. före: — Beni, dedi, hastanesine götürünüz. Şoför müşteriye dikkatli dikkatli bükti, Bir şeyler söyliyecek oldu. Son- ta vazgeçti. Kapıyı açti Cim içeri gi. doktor OGrimşovun İ rince hareket etti, Yağmur otomobilin camlarına çarpı. yor, süzülüyordu. Bozuk bir yoldan geçtikleri için Cim, bir köşeden ir kö. şeye sıçrıyordu. Caddelerde tek tük va- nan elektriklerin ışığı, karanlığı sanki daha fazla arttırıyordu. Cim, kendini siyah bir huninin içinde ve gittikçe yokluğa açılan 4574 yakla , şiyor zannediyor. Acaba teşebbüs etti bu hareket doğru bir hareket mi idi? Sallartılar, onun rahatça düşünmes'ne havada Omaha istasyonuna girdi. Cim trenden Amerika cumhurrelsi Ruzveltin zabıta romanı Bir otomobil çağırdı Şo - | hel mâni oluyordu. Otomobil uyuyan şeh. ! rin sökaklatından geçerek. Şimdi kıra çıkmıştı. Geniş ve siyah tarlalar âlâtınden, yokuş aşağı iniyordu. Geri dönmek için henüz vakit vardı. Bir satte kadar Nevyorka dönen bir tren vardı. Tren Nevyorka dönüyordu amma, orada Cim, yalnız koca şehri de. ğil, İlkayr, onun âşıdanı da bulacaktı. Hayır, bu kadar uğraştıktan sonra artık vazgeğemezdi. ş Esaşen otomobil bir demir parmaklı. ğın önünde durmuştu. Cim indi. Ba, vulunu aldı, şoföre parasını uzatarak yağmur altından, hızlı hazir kapıya doğ- ru yürüdü. Çaldı. ” Fırtına gittikçe artıyordu. Cim bekle di Kapıyı kimse açmıyordu.. Bir daha çaldı. Bekledi. Yine cevap yok. Bi: an, bütün endişeler tekrar Cime hücum dt. tiler, ve yine geri dönmek istedi. Fa, kat otomobil çoktân dönmüş, uzaklaş - müşte. Cim kapıyı itti. Kapı kendiliğin - den açıldı. İçeti girince, Cim, kendini karanlık bir koridorda buldu, elyorda - m ile ilerlerken, bir sandalyeye çarptı, devirdi. Elini duvarda gezdirmeğe baş - ladı, nihayet bir elektrik Cğmesi bul « du, çevirdi. Cim yanlışlıkla mutlak kapısına gel- miş, çalmıştı ve şimdi bir mutfakta idi. 8 HAZIRAN — 1937 —— TI il EZ © SERA Gülümsetli. Bir kapıyı açtı. Önüne bi koridorçıktı. İlerledi, bir merdiven” rastladı .. “ Merdivenin başında kafasl, gösÜ kanlı bağlarla sarılı bir'adam durmuf ir üm olmuş, inliyordu. Yanı 5 şında, bir kadın, — her halde karısı © lacak — ağlıyordu. Merdivenlerden bir hasta bakıcı ko- şarak indi, Kimseye aldırış etmeden, bir kapı açıp kayboldu. Ayni kapıdan, bir papaz İle, beyaz saçlı, Üzerinde beyaz bir gömlek birisi çıktılar. Münakaşa e - diyorlardı. Cim, elinde bavulu ile, kend'ni bu garip yerde bir yabancı, daha doğrusu bir Kayalet sanıyordu. Kirtse onun mev. cüdiyetine aldırış etmiyordu. Papaz: —Beni çağırdılar, diyördü, bu çocu. ğa ameliyat yapacaksınız." Ya ölürse! Ölmeden evvel günahlarını çıkartma » sı istiyor. Beyaz saçlı, beyaz gömlekli adam, artık minkaşadan bıkmış, bir el işare - tiyle cevap verdi: — Peki, nasıl isterseniz öyle yapı « tiz. Buaralık, odadan, kollarında bir küçük kız taşıyan biz, hastabakıcı çıktı. Pa paz onu görünce o tarafa gitti. Cim beyaz saçlı, beyaz gömlekli ada. mn yalnız kaldığını görünce, hafif bir öksürdü ve: — Affedersiniz ,dedi. doktor Grim » şovu görmek istiyorum. .. — Doktor Grimşov benim. Siz kim- siniz? — Ben Cim Laveril Burton'um. Doktor Grimşov eli ile başını kaşıdı. Fakat sesini çıkarmadı. Cim: — Beni hatılamadınız mı ? Diye sordu. Doktor kısaca cevap ver. diz — Hayır. — Rica ederim, doktor. Haftalarca sizinle mektupleştık. Telefonla görüş - tük. Unüttunuz mu?, Doktorun hemen tavrı değişti. Gü- lümsiyerek: — Evet, evet, dedi, Gim Laveril Bru. ton, Nasi hatırlamam. Elbet hatır'ıyo. rum, rica ederm, beni affediniz. Bu akşam o kadar rok işim oldu ki, nere - ie ise'kendimi kaybedecektim. Burası hususü bir hastane.. Civarda bir kaza olmuş. Bütün yaralıları butaya getirdi- ler. Sizin odanız hazır. Yukarı katta. (Devami var) , (49501 'Tıyıfay “uğ — zojumtu dat “Su — ui “ 'alorz o»