& SE a iy HABER — Alsam postasr Hatıralârını anlatan: Alman korsan gemisi “Deniz kartalı” om sivarisi g&eönt Feliks fon Lukner AN Bazan tekneye o kadar çok su doluyordu ki saat başına iki yüz elli koğa su boşalttığımız oluyordu İngiliz valisinin yanımdan Fransız papasınını ikametgihma gidinceye ka- dar adının vâhşi ve bereketli nebatat ve ağaçlarmı doya doya seyretmiştik, Her tarafta muz, portakal, Hindistan! cevizi ağaçları göze çarpıyordu. Dönüş! esnasında mahsus köyün sokaklarm-! dan 'Âğır ağır geçtik ve yerli relslerin zarif ve mevgun vücutlu kızlari bir bahis üzerine hayatlarını tehlikeye atmış olan cesur seyyahlar: doya doya temaşa ettiler. Motöre muvasalat ettiğimiz zaman kucaklarımız çiçeklerle, muvaffakiyet temennilerini havi büketlerle dolmuş- tu. Limana gelmesi beklenen bir gemi © lup olmadığını anlamak üzere İngiliz! mümessilini birdaha ziyaret ettim. Muayyen bir tarih yokmuş. Bu vaziyet te bizde bir av ele geçirmek ümidimi. zi bundan sonra varacağımız Aytutaki adasma saklamıya karar verdik. Ve cebimizde İngiliz mimessilinin gehâ - detnamesi bulunduğu halde Atiu ada- sını terkettik, Havalar bozulmuştu. Bardaktan bo- ganırcasına yağın yağmurlar bir ta - raftan, tekneyi yalayıp süpüren dal- galar, diğer taraftan bizi daimi birer rütubet içinde bulunduruyorlardı. Ba- zan tekneye o kadar çok su doluyor- du ki, saat başıma iki yüz elli koğa su boşalttığımız oluyordu. Yirmi beş gün devam eden seyahatimizin bu safhasın da ğstümüz ve başımızın (tamamiyle kuruduğunu asla görmedik. Havalar da pek soğumuş olduğun - dan,kakve cezvesini bir türlü kayna. tamıyonwedm müthiş soğuk içinde yaş şiltelerde uyumak mecburiyetinde kaliyorduk. Uyumak diyorum; soğuktan dişlerin zangır zangır biribirine vurarak tit - rTeşmeye uyumak denilehilirse uyuyor- duk. Şayet yağmurlar dinmiş olsa bi- le tamamiyle kurumaklığımıza iri de- nizler mâni oluyordu. Bir gün gözlerimizin önünde hor - tum denilen bahri afetin teşekkülüne! şahit olduk: Evvelâ denizin sathında! kaynıyarak hafif ve ince yağmur be- lirdi, Mihveri üzerinde dönen bu ince su damlalarının sürati gittikçe çoğa mıya ve yavaş yavaş sular havaya doğ ru çekilmeye başladı. Sonra gökyüzünde bir kara bulut belirdi, huni şeklinde denize doğru sarktı ve birden bu kara bulutla deri- zin satlımdaki kaynıyan kısım birleşti, muazzam bir su sütunu havaya yüksel di. Denizle gök birleşmiş, gürültüler içinde kocaman su sütunu Üstümüze doğru gelmeye başlamıştı. Nasıl Kaç- malı? Hortumun döndüğü yerden bâşka hiç rüzgâr olmadığı fçin' küçük tekhe- miz hemen hemen hareketsiz duruyor- di. Bu devdem' 'nasıl * kurtulaciktık? "Teknemiz dümen bile tutmıyacak ka - dar yavaş ilerliyor. Kurtulmaktan ümidi kestiğimiz bir! sırada su sütünu kocaman bir şelâle halinde denize dökülüverdi ve bembe yaz köpükler ârasmüa kayboldu. Hâ- sil olan dalga ile epey sarsıldık. Böy- 1609 bu tehlikodet'de sadeos bir tesa- düf neticesinde kurtulduk. Aytulaki adasına geldiğimiz zaman da ortada hiçbir yelkenli göremedik, Fakat karaya çıkmıyn karar verdik. Gelecek gemiler. hakkmda malümat almak ve bir gececik olsun kuru dö- gekte yatmak istiyorduk. Bizi gören yüzlerce yerli limana top lanmıştı. İngiltere-mümessili de bu a- rada gelmiş, ceviz kabuğu içinde tabi- at kuvvetiyle mücadeleye cıkmış biz- İeri seyre dalmıştı. Bu serer Holişndalı rolünü bıraka - rak Norveçli olduk; çgilnkü bu adada yerleşmiş Hollandalılar olduğunu bili- yorduk. Bu takdirde.foyamızın vel dana çıkacağı muhakkâklı. İngiliz milmessili Amerika relsicum huru Vilsona pek benziyordu. Halimiz den epey şüphelenmiş olmalı ki, kayı- ğımıza bir Norveçli marangoz gönde- rerek vaziyeti iskandil etmek istedi. Bereket versin Norveççeyi pek iyi bilen Lüdeman bu marangozla iyfee ahbap oldu. Ve bu Süretle maratigoz. kemali hararetle lehimizde şehadet e- derek vaziyeti kurtardı. Lâkin Büyük! Britanya Krallığı ve Hindistan Imps- ratorluğunun bu küçük adacıktaki! mümessili, Vilson taslağının şüpbele-| Ti bu kadar kolaylıkla giderilemedi. Bu adam hüviyetimiz hakkmda bir| tecrübede daha bulunmak zere bizi biribirimizden ayırmıya teşebbüs et -| ti: Ada eşrafı hepimizi ayrı, ayrı o ka dar büyük bir ısrarla davet ettiler ki, şüpheyi uyandırmadan bu davetleri reddetmek mevzübahs olamazdı. Kabule mecbur olduk. Bununla be- röber eebime bir bomba yerleştirmeyi ihmal etmedim: Zannedersem diğer arkadaşlar da bu yölda tedbirler al - makta ihmal göstermediler, Sandaldaki eşyamızı kurutmak mev- zubahs olamazdı. Çünkü yerliler mo- törün o kadar yanma sokulmuşlardı! ki, yorganları kaldırıp kurutmak için asmış olsak bu herifler altındaki esli. hayı ve mühimmatı derhal görecekler- di. Yemek esnasında ev sahibiyle arka- daşlarınm bizi sıkı bir suale tâbi tut- mak için mütemadiyen pusla teati et- tiklerinin farkma varıyordum. lik fır - sattan istifade ederek kayığr döndük. (Devamı var) - Genç kadın bin marklık iki banknotu tereddütsüz nas — Gelirseniz, iyi bir intıbala “döne“ ceğinizi umuyorum. Fakat, memleketi- mizde sizinki gibi büyük ve geniş he deler, muhteşem tiyatrolar, o #muazzâm fabrikalar göremiyeceksiniz! Sadece ta biatin yarattığı bir güzellik.. «— Bir şey unuttunuz? Semra dudağmı bükerek düşünürken! prens sözünü tamamladı: — Şarkın güzel kadınları. Esrarengiz harem hayatı, — İstanbulda eşki harem hayatı kalk mamıştır, prens! Bunları birer efsane gibi biz de ancak kitaplarda okuyoruz. Şark kağmlarma gelince. — Bunu da inkâr edemezsiniz ya! İşte bir. örneği gözümün önünde. — Ben İstanbulun en çifkin kadını- yım. — Bu ne tevazu, a güzelim? Eğer siz İstanbulun en çirkin kadını iseniz, İs tanbulda hiç çirkin kadm yok demektir. O halde ben oraya gelmekten korkarım. — Niçin?.. — Çünkü baştan başa güzellerle dolu olan öyle bir beldede de benim gibi çap kın mizaclı bir erkeğin ömrü çok kısa olur! Semra samimiyeti birdenbire derin- İeştirmek' maksadile kaşlarını kaldıra- tak güldü: — Bizim erköklyerimiz daha çok çap- kındırlar, Ben sizi çok uslu bir delikanlı olarak görüyorum. “Eğer yanılmıyorsam, Bu söz prensin çok hoşuna gitmiş olacak ki, ağzını kulaklarına kadar aça- rak gülmekten kendini alamamıştı. — Demek siz beni-çok uslu buluyor- sunuz, öyle mi? — Hem de bir çocuk kadar uslu ve sakin., Prens birdenbire başını uzattı; Macera ve aşk romanı Size bütün erkek çocuklarımızı mutedil fiyati satelım... Artık bize onların lüzumu kalmadı ! Geçen tefrikaların hülâsası: Kocası tarafından terkedilen Havva, binbir macaradan sonra, Sünbül ismin. de bir zenci oğlanmı ele geçiriyor ve onu istikbalde kendine koca yapmak için yetiştirmek istiyor. Havva, esir taciri Hacı Mustafanın sabık gözdesi dir. Vaka, Habeşistan sahillerinde de. mir atan gemilerde cereyan ediyor, Hacı Mustafa ve maliyeti, çocuk avına gıkmışlardır . ... Havva, bir müddet düşünceye del- dıktan sonra, çocuğa dedi ki: — Sen, o tarafını bans bırak.. Ben, hadim edilen bütün zenci çocuklarma bakmak işini üzerime almışımdır... İ- dare ederim... — Peki “karıcığım... Sen meraklan- ma, ben bu odada hiç gürültü etmeden ve kendimi belli etmeden otururum.. Sen çık demezsen, yerimden bile kı- mıldanmam.... Hakikaten de, Silmbül, tam iki gün iki gece, uslu akıllı oturdu. Havva, d- şarda faaliyet içindeydi. Yakında ge- miye getirilerek olan hadım edilmiş çocuklar için her ne lâzımsa hepsini mükemmelen hazırlamıştı. Büyük bir faaliyet gösterip Hacı Mustafanm gö- süne girmek istiyordu. Bunun da sebe- bi vardı. Zira, sabık kocasından bazı istekleri olacaktı. Yukarda çalışıp durduğu sırada, ak- lma, birdenbire: Sünbül geliyordu. Tatlı bir yemek; yahut bir tabak ye- miş alarak kamarasına iniyor, kapıyı açıp İçeri giriyor, oğlana bunları ik- ram ediyordu. Sonra, onu iki yanağın- dar şapır gupur öpüyordu,. Siinbül de buselere ayni tarzda mukabele ediyor- du. Müstakbel karı koca, bu'iki geceyi daha şimdidönkoğuh “koyuna “geğir- ılda yakıvermişti — Öyleyse dudağımın hakkını veri» niz'bakalım! ( — Bu ne demek?. — Canım, bir öpücük istiyorum işte, Anlaamdımnız mı?.. Semra başmı geriye çekti: — öpücük mü?! Fakat, bu bizde pek bahalıdır, prens hazretleri! Prens derhal cebinden beş yüz mark» İk bir banknot çıkararak OSemraya uzattı: — Benim için bahalı olan bir şey yök- tur.. Her şeyi kolayca satın alabilirim. Semra bu sözlere dudağını bükerel güldü. . — Olabilir. Prens cebinden iki beş yüzlük birden Şıkardı.. Semraya uzattı; — Öpücükleriniz neden bu kadar ba“ halı? Ben cepbere bir ordu kumandanı! olarak bulunsaydım, muhakkak ki ilk işim hücum plânmı çizmekten ziyade karşımdaki düşmanın kumandanlarını! para ile satın alıp harbı kan dökmeden kaaznmak olurdu. Semra elinde tuttuğu sigarasını yak- mak için iki baknotu avucunun içinde boru gibi buruşturarak kibritle tutuş” turdu.. Banknotlardan çıkan mavi alev dalgasını sigarasına uzattı, Yaktı.. Son- ra geride kalan kısmını yere atarak aya gile üstüne bastı, — Başka cephelerde kumandanları satın almak mümkün olabilir. Fakat karşımızda tesadüfen Türk cephesi bu- lunsaydı bir Mehmetçiği bile satın ala- mazdırız! — Kendinize o kadar güveniyorsunuz demek?.. Prens Vilhelm bu krsa cümleyi söy- erken. hayretini girliyemedi. Genç ka-| dın bin marklık iki banknotu tereddüti —16— mişlerdi. Mahut İsveç hikâyelerini, Havva, oğlana da anlattı; — İlerde seni alâyım mı, almıyayım mı diye “tecrilbe izdivacı,.! diye şaka- laşıyordu. Çocuk, her cihetçe, doğrusu, büyük adam gibi inkişa? etmişti. Ne söyle- nirse anlıyordu. Yirminci asrın büyü müş de küçülmüş cüceletine benziyor- du. Havva, mütehayyir: — Sen büyüyünce ne olacaksın, a yerden bitme! - diyordu - Bütün dün- yayı biribirine katacağa benziyorsun.. Fakat ilk işin beni atlatmak olacak. — Nasıl yani? — Boşamak... Karılıktan atmak.. — Seni mi?. Bırakmam 'vallahi.. Seni o kadar seviyorum ki, hiçbir kadı-| na değişmem, sen beyaz ve güzel ka- dınsın... — Gideceğimiz memlekette bütün ka dmlar beyaz ve güzel, ayol! İşte, küçük zencinin havsalası bu- nu almıyordu — Bütün kadınlar beyaz?. ve gü- 2e17.. - diye, gözlerini açıyordu. Annesinden masal dinliyen bir mini mini gibi, seyshat edecekleri meml& ketelre duir malümat alıyordu. İstanbul... Harem hayati, Konaklar... Saraylar... Havva anlatıyor, o dinliyordu: — Mavi gözlü, yeşil gözlü, elâ gözlü, sarı saçlı, lepiska saçlı, düz yahut dalga dalga saçlı kadmlar.. Hepsi de beyaz tenli... Hiçbirinin yanına erkek sokmazlar.. — Peki, beni? — Seni tabii sokacaklar.. Çünkü er- kek olduğunu bilmiyecekler.. arena.) Husi sanacaklar.. Fakat sen bu kadm; | iskender F. Sertelli etmeden nasıl da yakıvermişti? — Sizin gibi parayı istihkar ecdn bir kadına » itiraf ederim ki - ilk defa rast- Jadım. Faakt, emin olun ki, bu gece siz- den bir öpücük almadan ayrılmayaca- ım. — İstediğinizi parasız almak çok daha mümkündü. Mademki buna karar verdiniz.. Azminizden geri dönmeyiniz. Vilhlem yavaş yavaş hiddetlenmiyor değildi. İçin için yanıyordu da bu güzel koza, — Sen ne sevimli, ne sehhar bir mah- Tüksun! Diyerek işi bu seler de gâkaya vur- du: — Türkiyede para bolluğu var ga- Hiba?.. — Neden anladınız? — Bin markı sigarasile yakan bir ar- kucakla kaaznıyor demektir! ben araba ile de para dökebilirim senin kucağa! Prens bahsi değiştirmek istiyordu. Söz şimidi Türk diplomatlar'na ve Türk ordusuna geçmişti. Prens yarı ciddi bir tavırla sordu: — Baş kumandanınız Enver paşanın! çok genç bir adam olduğunu söyliyor-| lar. Ben kendisini yakından göremedim.) Berline geldiği zaman Baviyeradâ bu- nuyordum. Bu kadar genç bir damın ordu başma getirilmesine doğrusu hay- ret stmeltön İcendimi alamıyorum. — Niçin. Bunda , şaşılacak ne var?! Zeki, çalışkan ve askerlikten çok iyi anlayan bir erkânıharp. İ (Devamı var) AĞASININ >5OĞLU | 27 İkinciteştin -— 1936 azan (Vİ Nü) ların hiçbirine kem gözle bakmı, sm.. Hiçbirine srrrmı belli etm #in.. Yalnız benim olacaksın.. An musun?, Aksi takdirde, mahvolo! Ben seni mahvetmezsem bile k J ğinden mabvolursun.,. Çünkü sırrın sıl olsa faşedilir. Sana işkenceler parlar... Etlerini cımbızla parca pi koparıp öldürürler anlıyor musuf” — Anlıyorun.. — Yalnız benim olacağına va mi? — Vallahi... — Sünbül! Sünbül! Gözünü aç» yemin çok büyük yemindir. Çarp” sım... İstikbalinin ümidine o derece bel lamıştı ki, daha şimdiden kulağını & ee doldurmak, her türlü teh'ike karşı onu masun kılmak, istediği # terbiye etmek istiyordu. Odava hor rişte, ona avni gekilde telkinlerde © hinuyordu. Ve çocuk, her seferi! Havvaya daha ziyade ısınmış, onun s'rine düşmüs görünüyordu. Fakat, arada sırada: — Of, srkıldım.. Şuradan çıksam tık! - diyordu. Ben! ne zaman kurta! caksın?.. — Sabret... Çoğu gitti, azı kaldı. o “ir iğ İSTANBUL HAREMLERİNDE Nihayet. “beklenilen zaman geld) Tantu kasabasının baskına uf ğına. bütün erkek çocuklarının edildiklerine dair felâket haberi. sâf tarafımdan avdaki Tantulu mü riplere bildirildi. Bunlar da ah, ve vah ederek ve Irçlarını, mızraklarını sallayıp “in kam! intikam!,, diyerek geri dön 'Tablatiyle en fazla eseflenmiğ # nenlerin basmda Hacı Mustafa ber Lala vardı. Anber, efendisine, göz ediyor, “4 nalı manalı: ğ ; — Evet, intikam! - diyordu. Lâkin, bu sözleri söylerken, çok ki macerasmı düşünüyor, kendi fe! tinin intikamı en nihayet alındı . © seviniyordu. Tantululara bu tuzaği ran oydu. Onlarla Hacı M s sözde müttefik haline getirmişti. birlikte çorük avma cıkmıslardı. kat, danışıklı döğüş!,.. Hakike Tantulülar baskına (o uğratılm Unlarm muhariplerinin dışarda ” Tunduklârmı Anber lalanm gönder“ habercilerden öğrenen kabileler, karda tasvir ettiğimiz baskını, kasabasına (vermişlerdi. Böyle! bütün erkek çocuklar, zürriyet ye” tirmek imkânından malırum sedi” bulunuyorlardı. Hacı Mustafaya gelince, o, Inladan daha fazla memnundu! Zira, en ucuz şeraitle küçük haf lar toplıyacaktı, Dönerlerken, sahte bir kederle tuluların reisine dedi ki: — Şimdi ne yapacağız? — İntikam alacağız. — O taraf başka.. Elbette öç &” cak. Bırakılır mı?. Ancak müş” şuhda ki, göçebeler, bu marifeti kimbilir nerelere gitmişlerdir. j onların peşinde dolaşmak benim S4 imkânsız. Biliyorsunuz ki vaktim “e Buralarda fazla le tedariki için gömilerimi başka * na çekmeliyim... — Kolay: var.. dedi- Mademki felâket başımıza geldi, zürriyet tirmiyecek olan eylâtlarm bizim zarımızda hiçbir kiymeti kalman” Bilâkis onler, bizim için, artık bi ği tür. Hem de utanç vesilesidir. mutedil fiatla hepsini satalım mısmız?,. Zaten, Hacı Mustafanm da b” gi ği böyle bir teklifti. Ergeç böyle pi cari arzla karşılaşacağını biliyorü', — Pek âlâ... Görüşürüz. Jay.. Fakat böyle bir felâket ol hydı.. Nereden de haber alıp verdiler 7, » dedi. # (Devami esi .