n kismın hülâsası: | w Yaralandı. Fakat € “ertu Müubarrirlerinden biri olan. v '& © zamanın ve hattâ bügünün Tod '"“lngiz adamlarından biri olan d ÜVeyş kanalı macerasıni anlat —— T“l'k bücumunun hangi yoldan ya. Acağını anlamak — için Fransız tay. ğ:: Ve L'Estreau — adındaki pilotla Andıktan sonra Türk — bombardı. Yretmiz Ve Türk ateşine tutulduk Tay. yolumuza tük. Gazza istikametine kıv a tl?ku, bi'e gittik: Orada üç Türk le uıomusâh kurmuştu. Düzüneler. ho' L kayıklardan başka marangozlar tenekelerile tahta parçaların. âr yapryorlardı. Kanala Kadâr Mkle getirerek kanalı bunlarla ge İlkti. e anlaşriryordu. Bu bir çılgın. T şak t Kress Von Kressenştayn' Ta S&7 Yoktu. Buhu yapacaktı. t Merkezi Sinadan — yapılacak Meye karar verdim. Dönüşte de Ttermilerile bir hayli — sıçradık. iz Parçalanmadı. Gazrmız da Te Bah“ hattından daha on kilomet. taydık, Rüzgâr kuyruk tarafı . | *Stiği için sahili bulabildik. Fa. ——'I'.ı% ancak Üç dört adrm ötede uâ.h"mlz suya saplandı. Bir gam. ”"'“':ıâî almcaya kadar batmayan tutımmnş kaldık. N ahil b"" Ampıuıa dolu idi. Ga- “Mk başka işleri olma- famiki Baal kafalarımıza ni- < eğlenamerş e— bem Port Saide goturdu '" le Kahireye gittim. Rapo- eli ı 09DA 4 Yazanlar : Ingiliz ordusu hava zabitlerinden Kenneth Brovn Collins, Meşhur seyyah ve muharrir Lovveli Thomas _4_ Türk askerleri Kanalı makineli tüfenklerimizin ateşleri altında geçmek mecburiyetindeydiler | rumu verdim: Şefim, suratını ekgitti) ve biraz düşündükten sonra: — Hımm! Eğer doğru ise meraka değer malümat.. Haydi Akabaya git de getirdiğin haberin ne dereceye ka- dar doğru olabileceğini tesbit et!.. dedi. Ne demek istediğini biliyordum: Akaba, Sina çölünün cenup ucunda ve Türklerin kullanabileceği Üüç yol- dan en aşağıdakinin yakmında idi. Eğer Akaba civarında Türklerin - fa- aliyeti yoksa Kressin çölü geçmek için orta yolu intihap ettiğine — dair verdiğim haber doğru çıkacaktı. Oraya tayyareyle gitmezsem va- purla Süveyş kanalından aşağıya ine- cek sonra karşıya geçip Şap denizinin tepesine çıkacak sonra da geriye dö- nerek Akaba körfezine yürüyecektim. Umumi karargâh, Akabaya var- dıktan sonra kullanmam için, bir de- niz tayyaresini oraya götürmek üze- re L'Easteeau'ya lâzımgelen emrin ve- rilmesini temin etmişti. Fakat oraya kadar havadan gitmemek için hiçbir sebep göremiyordum. Umumi karargâh bunu muvafık gö- müyordu. Sebep de şuydu: Türklerin ateş etmedikleri yerlerde benim tay-| yare ile seyahatim galiba kanun ve nizamlara aykırı geliyordu. Tayyare ile gitmekte ısrar ettiğim sıradâ şefin| gök gürültüsünü andıran homurtusu' kulaklarımı cınlattı: GÜZEL. .PRENSES — Hayır olamaz; vapurla git!.. Ben de vapura bindim. Bana çamaşır teknesi büyüklüğün- de'bir gemi verdiler. Cayır cayır ya- nan beyaz kum sahaları arasında ve kanalın cehennem ateşini andıriır sı- cak belkemiği boyunca sürüne sü- rüne ilerledik, Çatana hantal ve ağır- dı. Fakat sahil boyundaki askerleri daha yakından görünce artık kendime cok acımaz oldum. Zavallılar; Türkleri durdurmak için sahil boyunda siper kazıp tel örgüleri örüyorlardı. Güneşin hararetinde na- sıl pişmediklerine adeta hayret edi- yordum. Bizim hiç olmazsa bol bol yi- yecek ve içeceğimiz vardı ve daha şimdiden mevzie girmiş — bulunuyor- duk. # * * Türklere gelince: Onlar, çölü, baş- tan başa yürümek mecburiyetindey- diler. Üstelik yanlarında taşıyabilecek lerinden başka bir şeyleri bulunmaya- cak; hele suya bile hasret cekecekler- di. Siperlerimizin en coğu garp sahilin- de kanalın önlerinde idi., Bunlar, as- lerimize tıpkı aslan yürekli Rişarla Ehlisaliplerin günlerindeki müdafaa istihkâmları gibi bir müdafaa hende- Türk askerleri, bu kanalı makineli öl boyunca sırtlayıp getirecekleri salları burada yüzdürebilirlerdi | mmek mecburiyetindeydiler. Kanal yal- nız 50 yarda genişliğindeydi ve bu “genişlik Sina yabanlıklarının öte ba- şında, Birüssebi ğüm kayıklarmı, bütün çöl boyunca sırtlayıp getirebilirlerse yüzdürmeye kâfi bir genişlikti. Rüya gördüğüme inanmağa başla- dım; bütün bunlar herhalde sadece bir kâbus olmalı idi. Kendilerini taşı- ması icap eden gemiler askerlerin sırtlarında bulunacak ve bunları kos- kocaman bir çölden geçireceklerdi. Bu dünya tarihinin en çılgğın fantaziyası- nı tamamlamak için eksik kalan bir şey vardı. Niçin çölün ortasına büyük zırhlı ve diretnotları yerleştirerek pi- yadeleri batırmağa kalkışmıyorlardı? Bununla beraber gördüğüm gemiler orada, çölün başlangıc noktasında du- ruyordu! Bu hayal değil, hakikattı. Fransız zırhlısı Reguim henüz de- mMir atmıştı ve kanalın sivil pilotu Johny Carew, Hindistan donanmasın- dan Hardinge gemisini Tussum üstün- de karaya yanaştırırken elile beni se- lâmaldı. Bütün kanal'boöyunca fâsıla- larla ganbotlar dikilmisti. Ganbotlar, orada, büyük bir eksiği- mizi örtmek için bulunuyorlardı. Top- çumüz noksandı; fakat bu tabya'ade: tü ateşle öynâamaktı. ——— —0 Kanalın kenarıma demirliyen bır ge- tüfeklerimizin ateşleri altımda geç- Bu sözleri çok vazılı olarak ek"l' avazı çıktığı kadar bağırmak iş- işitmişti. bir şekilde gerilmişti. ÂArınaya Dllfmlze çeviren: A, E. eteklerinde gördü-| mi, kanalım yarısını kapatıyordu. GÜZEL - PRENSES Türklerin istediği de bundan baŞka. bir şeymiydi? Orasını büsbütün ka- pamak birkaç gemiyi batirmaktan ibaret kalırdı. f İstasyoner gemilerin sayısı ne ka- dar çoğalırsa Türkler o derece mem- nun olurdu; gayelerinde muvaffaki- yet ihtimalleri de o kadâar artardı. Akaba bir Arap köyüdür. ve öyle pis kokar ki! L'Eastreau beni burada karşıladı. Yüzü gülümsemekten kırt- gık ve buruşuk bir hal almıştı: — Birüssebideki motörümüzü —ha- tırlarsın ya? Nah, işte şimdiki motörümüz de ön- dan bin kat beter!.. Yapacağım işe göre bu yaman bir havadisti. Bir ırmak yatağı Akabadan gimale olan vadi boyunca uzanır; bu vadi Lüt denizinin, şimdiki haline çe- kilmeden önce tabanını teşkil ediyor- du. Vadinin garkında bir dağ silsilesi vardır. Bu dağlardan birisi Hor dağı- dır; Musa peygamberin kardeşi Ha- run orada metfundur. Dağların öte b- nda, Hicaz demir- yolu üstünde Ma'an vardır. Dağların üstünden uçarak Türklerin demiryolu boyunca olan faaliyetlerini görmek is- tiyordum. Böyle bir uçuşu yapabil- mek için bizim moruklaşmış tayyare- yi dört hatta beş bin kadem çıkarmak mecburiyetindeydik. (Devamı var) 85 dikilen Bu süâle kral vakar ve azametle ve tü'h dertlerimi dökerek dua etmek iste- 'îl Fakat boğazı tamamen 'Bibi bir kelime bile s'kaîamıdt rB;îden mahzenin ortasından doğru Ayal belirdi. Beyazlara bürünmüş bu. hayalet ağrı ağır kendisine doğ ilerliyordu. Vera, — korkudan don - Bük Ü. Gözlerini yuüvalarından fırlıya - hı;:ıq Bibi açmış, kendisine yaklaşan Vöi bakıyordu. Fakat bu hayal değil, t im ta kendişi idi. Saçları omuz- yi an aş_ağı sarkmış olan genç — kız bi Üa dıkılmıştı. İşte konuşmağa da tikanmış söyliyemedi, sese Eu Ah düşes.. Beni de beraber götür. Ner, tSüm zindanda bırakma., Burası TMetçini bilmiyorum.. Fakat beni, hiz- Mi Mi Anna Paskalr — tanıyamadınız huz> için öyle tuhaf tuhaf bakıyorsu- k eı—ı_ bu sözler karşısmda bütün kor h"hl elenndcn kurtuldu. Gördüğü '&t değil, Anna idi. Demek © ti * Cellât “işini tam görememiş- '!tli hezlhlük şüphesiz katilinden deh- Plar sormak istiyecekti. Bunun h.bu'::mndan fırlamıştı! Onu her ne h“tnn Olursa olsun susturmak, ta - Yatırmak lâzımdı! Cellâdın ya: dı= Aktığı işi kendi goremez miy İ!te du. Bun ânda Vera bunları düşünüyor- kşe ğ"'“da Ânna titryein ellerini dü- m“ Uzatarak yalvardı: 'hu Sm? Bilmiyorum. Galiba uyu- | ı'uü. “Ağım, Uyandı ğim zaman kör- gbil bu —tabuttan çık- lin düşes siz buradasınız. ım'îtıı':ı'ıxı ne olur düşes? “yerdin. duüğu yerden dehşetle siç- * bütün adaleleri korkunç gözleri kin ve nefretle şimşekler çakı- yordu. Birdenbire kızın üzerine doğru yürüyerek : — Hâlâ mı yaşıyorsun ha, diye hay>- kırdı. Benim yerimi 'almak istiyorsun. öyle mi? Beni mahvetmeğe — karar mı O halde cellâtlığı ben yapacağım. Bu dünyada ikimiz birden yaşıyamayız. Ya sen ya ben ölmeliyiz. Sen buna daha müstahaksın, hortlak! Bu sözleri söyler söylemez bir kaplan gibi genç kızın üzerine atıldı, titrek el- lerile boğazına sarıldı. Esasen bitap bir halde bulunan ÂAnna bu şiddetli hücuma dayanamadı. Kulakları tırmalayan — bit feryat kopararak mahzenin taşları üze- rine yuvarlandı. Sonra büyuk bir gay- vetle: — Katil.. Katil.. Beti sana ne yaptım? diyebildi. Vera, kudurmuş bir hayvan gibi kızın üzerine çullandı: — Melun mahlük.. Sırrımı meydana çıkaracaksın değil mi? Sen yaşadıkça bana rahat yüzü yok.. Bir taraftan bunları söylerken bir ta- raftan da genç kızım boğazını kuüvvetle sıkmağa başladı. Zavallı Anna, büsbü- tün halsiz kalmış, gözlerini kapayarak kendini salrvermişti. Ağzı kilitlenmiş gi- bi idi. Cansız ve hareketsiz yerde uzanıp kaldı. Düşes, Annanın cesedine bir müddet baktıktan sonra onu kolları arasıma ala- rak kaldırıp tabutuna yerleştirdi. — İşit- tiği ayak sesleri üzerine tabutun önünde diz çökerek dua.eder gibi bir vaziyet al- dı. Biraz sonra kral, arkasında ihtiyar gardiyanla beraber içeri girdi ve kızına: — Haydi yavrum, dedi. Artık gide. Verayı hayretten hayrete cevabı verdi: — Bize tabit rabıtalarla bağlı bir ölü için. Vera, şurada yatan cenazenin ya- nında sana bir itirafta bulunacağım k! buünü kızına söyliyebilen — babalar pek nadirdir. Pek çok düşündükten — sonra nihayet bunu sana söylemeğe — karar verdim, Vera sen bugün benim biricik kızım değilsin. Senin bir kardeşin var - dir, b 4 Hükümdar, sözlerinin bu noktasına gelince kızının elinden tutup onu şefkat le kucakladı ve sözlerine devam etti: — Anlatayım: Bir zamanlar — benim saçlarım da böyle beyaz değildi. Genç- tim. Haristim, Temiz ve asil bir genç kızla tanıştık. Nihayet aşkımız inkâr e- düşüren şu dilemiyecek bir mahsul verdi. İşte bun-. dan sonra biribirimizi kaybettik. Ancak dün bu kadını tekrar gördüm. Ölmek ü- zere idi, Bütün hayatında ilk ve son is- tek olarak bana evlâdını himaye etme- mi ısmarladı. Ona yemin ettim. Sonra öldü. Ne çare ki evlâdım da büyük bir yanlışlığın ve hatanın kurbanı — oldu. İşte şimdi o, kız kardeşin şu tabutun içinde yatıyor! Vera, lekesiz zannettiği babasının da bir hatast olduğunu, — yeryüzünün bu köorkunç derinliklerinde, onun ağzından işitiyordu. Duyduğu şeylere âdeta ina- namıyacağı geliyordu. Fa: * büyük bir teessürle kızının acı âkibetini — anlatan ve günahını itiraf eden — babasının bu hali ona çok, dokunmuştu. Gözlerinden yaşlar geldi. Vera, ağlayarak cevap verdi: — Babacığım, kalbimi büyük bir elem le doldurdunuz. Biçare — kardeşimi bu halde mi bulmalıydım.Şimdi bende sizin le bu aziz tabutun'başında ağlamak: bü-İ rim. Kral, eğilerek kızının alnından öptü: — Teşekkür ederim, kızım, dedi. Gel kizım son defa şuradaki aziz —-ölünün yüzünü görelim. Bir zamanlar zavallı kızcağız hiç yanımdan ayrılmazdı.Onun güzel yüzüne baktıkça kalbim — belirsiz garip ve endişeli hislerle dolardı.. Kral daha sözlerini bitirmeden Ve - ra hayret ve endişe ile birkaç adım geri çekildi. Ve titrek bir sesle — babasına sordu: — Demek kardeşimi evvelce görmüş tünüz, tanryorsunuz. Nerede rastgeldi- niz ve nasıl bulabildiniz? Babası heyecanla cevap verdi: — Vera, Vera! Onu sen de tanırsın!. Kral bu sözleri söyledikten sonra kı- zını elinden tuttu. Tabutun — kenarma doğru cekti. Diğer eliyle de tabutun üs. tündeki siyah çoha örtüyü yavaşça kal- dırdı: — Vera kızım. İşte kardeşin! — Bak, ne kadar da güzel değil mi? Ölüsü bile gülüyor! Tıpkı uykuda imiş gibi... Za- vallı yavrum... İşte baban yanında kt- zım.. Kralım başı tabutun içinde yatmakta olan ölünün soğuk yüzüne doğru iğil- mişti Tam bu sırada Vera ölünün yü- zünü görünce dehşetli bir feryat kopar- dı. O kadar fazla bağırdı ki ses kalın duvarlara çarparak büyük akisler yap- ti Sonra babasına korku ve — dehşetle bakarak: — Kabil, değil, baba, Bünda müthiş bri şeytanlık, feci bir oyun var. Bu ölü asla benim kız kardeşim değildir! Kral, kızımın bu halinden büyük bir hayrete düşmüştü. Vera çılgınlığa yakın bir dehşet içinde bulunuyordu. Son söz lerini kin ve nefrat saram saAl- eakat Lla l eei Ğİ kak lt