Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
i”“; kısmın hülâsası: Ü eserin muharrirlerinden — biri ülîan Lowell'e, o zamanın ve hattâ bu. 'I'odedn €srarengiz adamlarından o. 'nllnak Süveyş kanalı macerasını an.- , ttadir. Todda hülâsaten diyor ki: Vaf a:;r Müslümandı. Türklerin bir mu. TeT ı—uîeu onları Türk —taraftarı ya. * Hindistandan getirdiğimiz kuv Vetla İ ııarasında da — Müslüman çoktu. Olabiri l;il'll:lardan ne de onlardan emin * Bu yüzden Türklerin muhak mrkî:“lüak olmaları icap ediyordu. z Ş bize taarruza da hazırlanıyoör. tnir _rü:smıbamt şefinden aldığım bir chl;le z klerin nereden taarruza ge . üm TİNİ öğrenmemi icap ettiriyordu. ummîapabllmek için de tayyareye ih. hlcb[rı b:;ardı Mevcut tayyarelerimizin Cek kuğ İi görmeme yardım edebile. l.lerind:e“e olmadığı için ELAriş sa. B bir gemiden harekât yapan d, L'Etîyynrelermi tetkike karar ver. Bilotu treau adındaki bir Fransız Sina y::nl Bölürmeğe müvafakat etti. Tm_kleunlmâdmm İstikşaf — edecek ve deceki Üç yoldan hangisini takip e. *rini öğrenecektim . *Edı:a;?a“ tam havalanacağımız sı- x Dî:iîp bana dedi ki: hemiyan. — FAyyaresinin, çölde yere i- '%tu,.%__ hatırlamalısmız... Eğer | Üze bir şeyler olursa... Yetine b::;t söylemedi. Bunun ıa"fhdan b Parmağının ucuna dudak- I'i,îqoğmir Sbücük kondurarak, gök- î_n, fiTlâtt. Başka bir yerde * ha Franstzma'bü'tuhaf hâreketine İ e İ kirık dökük konustuğu ingi- ğ Ehlisalib mu Yazanlar : Ingiliz ordusu hava zabitlerinden Kenneth Brovn Collins, Meşhur seyyah ve muharrir Lovvell Thomas tarebele'i — 3) Türklerin attıkları kurşunlar sağ kanadımızın ucunda bir kaç delik açtı Biraz aşağıya bakayım dedim Bir makineli tüfenk huzmesi kuyruğumuzu delik deşik etti lizceye katıla katıal gülerdim; fakat yüreğim gülmeme müsaade etmiyecek kadar kasvetli ve dolgundu. Ben de o- na: — Evet, biliyorum... Haydi kıpırda- nalım!... - dedim - .. İçeriye doğru döndük. Gazze isti- kametine kıvrıldık, Alçaktan uçuyor- duk. Türkler, sahra — mutfaklarından başka ellerine geçeni üstümüze fırla- tıyorlardı. Kurşunlar, sağ kanadımı- zın ucunda, birkaç delik açtı ve bir top mermisi azıcık önümüzde patladı. Tayyareye karşi ateş etmesini, onlar da bizim gibi, henüz öğrenmemiş ol- duklarından bombardımana pek aldı - rış etmedim. Kurşun yağmurunun Verdiği ilk telâş geçince kendimi top- İryarak biraz aşağıya bakayım dedim. Daha başımı çevirir çevirmez bir ma- kinelitüfek huzmesi kuyruğumuzu, sır timmnm dayalı olduğu yerden altı par - mak ötesini delikdeşik etti. Yerimden şöylece bir sıçrar gibi- oldum. Ağzım- dan dökülen sözlerin mahiyetlerini söylemiye lüzum yok... Bunların ne ©- labileceğini elbet de anlamıssınızdır. Hemen yükseldik ve Birüssebi'e doğru yolumuza devam ettik.. » » «& ; RADA topları, develeri ve at- ları ile üç Türk fırkası ordugâh kurmuştu. İnsanı tasalandırmaya bü kadarı bile yetip artardı. -Fakat az sonra gördüklerim — saçlarımın bir an| içinde afarmasma sebep olabilirdi. ae GÜZEL PRENSES Şehrin az dışında, çölün kumları üstün de, düzünelerla çelik kayıklar sıralan- mıştı ve marangozlar böş gaz teneke - leriyle tahta parcalarından sallar ya- pıyorlardı. Kress von Kressenştayn'ın hiç de şakası yoktu. Çok ciddi bir işe giriş- miş-olduğu pek aşikârdı. Türkler, bu çelik teknelerle salları, kızartma tava- sından başka bir şey olmıyan Sina çölünün bir başından öbür ucuna ka- dar, omuzlarında taşıyacaklar ve bun ları Süveyş kanalını geçmek için kul- lanacdklardı. Bu insana inanılmaz bir masal, bir çılgınlık gibi geliyor değil mi? Belki de öyledir. Fakat orada, yakıcı güneşin altında, pırıl pırıl parlıyan bu çelik tekneleri görünce ve böyle bir plânı tasarlıyabilecek adamın, çatık kaşlı kararımı düşününce ödüm patla- dı; çok korkmuüştüm doğrusu. Bununla beraber birkaç sey öğren- miştim. Türklerin durumlarından ve gemilerin vaziyetlerinden anladım ki taarruz, merkezi Sinadan yapılacaktı. Sahil boyunca olan “Filistinlilerin yo- lu,, en kolayı idi. Fakat, bunu kullan- mamakla Fon Kress bizi uykuda ve ga- fil avlıyacağımı sanmıştı. Hayır, elim: den gelirse böyle bir şeye meydan vermiyecektim! El - Arişe doğru dön- mesi . için Leastreau'ya işaret ettim. Fakat buna,hiç de dJüzum . yokmuş; bit Türk mermisi bize Ariş'in yarı yo- luna kadar sıçratan müthiş bir sarsın- tr verdi. Tayyare atlıyor ve titriyor- du. Fena bir vaziyette bulunduğumu- zu biliyordum. Neredeyse, yuvarlana- cak ve hapı yutacaktık. Fakat ne der- siniz? Teknemiz parça parça olmadı. Nereden yaralandığımızı anlamak için etrafa baktım, İlkönce bir şey göre- medim. Bünun üzerine aşağıya bak- tım. Bir de ne göreyim? Bir tombazın bütün son kısmı kopmuş, sadece, şe- ritlerle tayyareye asılı kalmısştı! L'e- astreau motörünü kıstı ve azacı çıktı- gı kadar bağırarak: ; — Mösyö artık ne çölün üstüne ne de denizin yüzüne inemiyeceğimizi anlıyorsunuz ya!.. - dedi. Bir tek yolculuk için bu kadarı ye- tip artardı bile; fakat galiba başımıza gelecekler henüz başlamamıştı. Dört bin kadem yüksekte uçuyorduk; bi- zim koca teknenin erişebileceği yük- sekliğin en son kertesine cıkmış bu- lunduğumuz halde, L'estreau, makine yi daha yukarılara yükseltmek için uğraşıyordu. Bu manevranın niçin ol- duğunu tahmin ettim: gazımız tüken mek üzereydi. Çok yanılmışım, Gazimiz tükenmek üzere değil, meğerse tamamiyle tüken mişmiş. Motör bir iki defa öksürdü, sonra da tamamiyle — durdu ve biz o durduğu zaman sahil hattımdan daha on kilometro uzaktaydık. WT İA ZTT REDAKÜ N Ai eee L M a l A Pilotuma bağırdım: Dilimize çeviren : A. E. — Löâastreau! Hemen şimdi haş- metlü İngiliz kralmm ordusundan is- tifa ediyorum!. Fransız böyle Sırat köprüsü gibi kı- lıçtan keskin, kıldan ince durumlar - da soğukkanlılığını ve sinirini kaybet- miyen yamanlardandı. Yüzünde kulak tan kulağa varan bir gülümseme be - lirdi. — Harp zamanında istifa kabul e- dilmez... Pilot, askeri talimatnamenin bir maddesini harfiyyen söylüyordu. Sö - züne devam etti: — Fakat memuriyetini değiştirmek le büyük bir sevinç duyabilirim. Nasıl ahrette meleklerin ordusuna girmek ister misin? Birkaç dakika için teklifini kabul etmeyi düşündüm. Fakat rüzgâr kuy- ruk tarafımızdan esiyordu ve bu bize yardım etti. Sahile o kadar yakm geçtik ki tombazın kumlara süründü- ğünü. hissettim. Suyun üstüne, karadan, ancak bir- kaç adım ötede düştük. Leastreau hizimizi kesmek için elinden geleni yaptı. Fakat tayyarenin — kemikleri kıracak bir sarsıntı ile Akdenizin ma- vi sularma saplanmasına mâni ola - madı. Teknemiz hemen, benzin depo- suna varmcaya kadar battı. Bu gaz deposu tayyaremizi, bir ganbotun bizi gelip almasma kadar tam iki saat yüzdürdü. Bereket ver -. — GÜZEL PRENSES BI — göremiyeceksiniz. Çür;kü sabahleyir) #rkenden ava gitmiş. Hükümdar. cevap verdi: — Daha iyi ya.. İnsan bazan kırlardı ;—'f Manlarda dolaşmak istiyor. Biz de bı HSattan istifade eder, küçük bir gezin- fiye çıkabiliriz. Kü Vcrî. babasının boynuna sarılarak ti âelkkuz etti. Beş dakika sonra gezin- ü:ğ:selerini giyerek geldi. Kral — kızı ada Crab_er çıkarak kapıda bekliyen a- v aya bindi. Düşes Vera, bütün gece- oh“thsuz geçirerek gözleri kızarmış oıdn _bahasrmn yüzünün çok sararmı: Uğunu gördü. :kraba. on beş dakika kadar gittikten fa küçük bir sokakta durdu. Sönre Tal kızına inmesi için işaret etti, ara- N indiler. Vera sordu: — BS Tah S0 bacığım, nereye gidiyoruz. A- adan niçin indik? lıı;— Kızım, buna dair hiçbir şey sor- hız';uvaımf bemmle beraber gel.. Yal- değiy Nü söyliyeyim ki'seni — gezmeğe ©. SOğuk bir yerde benimle beraber Unmak için getirdim. ıcıhî" düşünmeğe başladı. Babası önu du!üncnefeîe götürüyordu? Fakat bu SSi çok sürmedi. K yükrğiı' kızıyla beraber ilerliyerek bü- Olan |/ Pinanım önünde durdu. Kapal: a ka: pı. birdenbire açıldı va dışarı çı- Tadıkta, ” Pükümdarı hürmetle selâm- İarla piy OPYa çekildi. Kral ağır adım- t n l?a;y & girdi, soldaki dehlize sap- daya Ziııl-:;'n nihayetinde bulunan bir o- Yerlere ü iler. Burada ihtiyar bir adam ladıkş,, “dar eğilrek hükümdarı selâm-| Verdi ç Sonra kendisine bir anahtar * Ortadan kayboldu. B e Yerakla habatina sordu: Siğim, burada garip bir vazi- yet var. Acaba'bu evde oturanların hep si dilsiz mi? : — Evet kızım, Bu evde oturanların hemen ekseriyeti sağır ve — dilsizdir! Sen beni takip et. Vera, meydanda hiçbir şey görünme- mesine rağmen titremekten kendini a- lamadı. Buranın korkunç sessizliği kal- bini âdeta eziyordu. Müthiş bir korku- ya kapılmıştı. Kral, bu sırada küçük bir. kapı açtı. Kızını da elinden tutarak bu yarı ka- ranlık yere soktu. Sonra arkalarından kapı kapatıdı. Vera; birden ayaklarının altındaki döşeme tahtalarının aşağıya, âdeta bir uçuruba doğru inmekte oldu- ğunu farketti. Korku ile bağırdı: — Aman babacığım, ne — öluyoruz? Nereve gidiyoruz? | — Korkma asansördeyiz. — İyi ama nereye iniyoruz.? — Ölülerin dinlendikleri yere - Biraz sonra asansör durdu. Kral ka- pıyı açınca Vera kendisini bir mahzen- de buldu. Hükümdar kiızınım bir şey sor masına meydan vermeden kolundan tü- tup asansörden çıkardı ve dört duvar- dan başka bir yer görünmiyen bir diğer mahzene geçirdi.Burada kenarları örtülü bir ağaç masanın üzerinde üstü siyah bir çoha ile örtülmüş bir tabut duruyor du. Bu manzaradan çok ürkmüş — olan Düşes birdenbire silkinerek geri çekil- di. Babası, bunu farkedince vaziyeti i- zah etti: — Haydi kızım. Şu masaya yaklaş.. Biz buraya bir cenaze merasimi yapma- ğa geldik... Vera, merakla sordu: — Baba bu merasim kimin cenazesi için?, sürle seyretti. Birçokları faciayı gör - memek için ellerile yüzlerini kapamış - lardı. Bu esnada hapishanein kapısı önünde bir araba durdu. Arabadan fırlayan bir adam yaydari kurtülmuş bir ok gibi içe- ri daldı. Bir taraftan kalabalığı yararak ilerlemeğe çalışıyor, diğer taraftan da yüksek sesle bağırıyordu: — Düurun, dürün... — Asmayın. Kral mahkümu affetti. İşte emirname getir- dim. Bu genç, avukat Zello idi. af emirnamesini getirmiş. fakat geç kal mıştı. Telâşla cellâdın önüne kadar var dı, Fakat cellât teessüfle başını salla- yarak şu cevabı verdi: — Çok geç kaldınız. Adalet buldu. Görüyorsunuz ya?.. Avukat idam sehpasını ve üç direğin arasında, cellâdın belinden tutarak aşa- yerini ğt çektiği Annanın cesedini — görünce yıldırımla vurulmuşa döndü. Siyah bir örtü ile örtülmüş — olduğu için kizın yüzünü göremedi. Fakat onun güzel ve biçimli vücudunu tanımakta güçlük çekmedi. İnsan sesine pek ben.- zemiyen boğük bir feryat kopardı: — Eyvah, geç kaldık ha... De Zello, âdeta gözlerine inanmak iste- miyordu. Fakat acı hakikat meydanda idi. Onu ne kadar seviyordu. Ne kadar Uğraşmıştı. Bütün emekleri, hayalleri — "bir rüya gibi kaybolup gitmişti. Müthiş bir hiddetle — hâkimlere ve müddeijumumiye döndü. Gözleri yaşar- mıştı. Boğuk bir sesle haykırdı: — Bedbahtlar.. Bu masumu astınız. Bu zavallının günahını daima çekecek- siniz, Bir gün elbet sizden bunun hesa- br sorulacaktır. Gözleriniz kararmıştı. Aleyhinde hiçbir delil bulunmadığı hal Kralın de bu biçare kızı astınız ha.. İnsanlığın adaleti bu mudur? — Bu sözleri derin bir süküt takip etti. Hâkimler, kendilerine âdeta hakaret ve tecavüz edilmiş olmasına rağmen ses- lerini çıkaramadılar. Avukatın elinden aldıkları hükümdarın emirnamesine hayret ve dehşetle gözlerini dikmişler- okuyorlardı. Nihayet müddeiumumi cevap vermek lüzümunu hissetti: — Mahkeme vicdani kanaati daire - sinde kanuni vazifesini yapmıştır. Bu- nunla beraber, insanların hata işlemek- ten kurtulmuş olduklarnı kimse iddia edemez, Mahkeme bir hataya düşmüş olsa bile bunu mevcut delillere bakarak yapmıştır. Suçsuz bir kimseye kasden ceza vermek mevzuu bahsolamaz. Artık bu müessif meseleyi kapayalım. Müddeiumumi bunu mütcakip cellâ- da işaret etti. Bunun üzerine — cellât, kızın boynuna takılmış olan ipi çıka - rarak cesedi yamaklarının getirdiği bir tabutun içine yerleştirdi. Ak sakallı, uzun boylu ihtiyar bir a- dam olan hapishane doktoru — tabutun Üzerine eğilerek cesede baktı. — Eliyle cesedin kalbinin bulunduğu — noktayı yokladı. Sonra, mahkümun ölmüş bu - lunduğunu ve defnedilebileceğini söyle di. Cellât İstefan güya çoktanberi sabire sızlıkla doktorun bu sözlerini bekliyor- müş gibi hemen tabutun üzerine siyah bir örtü örttü ve muavinlerine dönerek! — Haydi, tabutu evime götürünüz, Sonra ormana gömeriz, dedi. Cellât yamakları tabutu kaldırmak iİe çin yaklaştıkları sırada Avukat Zello müthiş bir sesle haykırdı: — Durunuz, cenazeyi götürmeyiniz. Bu zavallının hayatını kurtaramadım,