aa — Korkma Ubeyd, korkma! Öyle kedi gibi büzülme! Dizlerin titremesin ! Çene- lerin biribirine vurmasın ! Ubeyd bir saniye ya tereddüt etti, ya etmedi, Sürstle belinden kısa bir hançer çıkardı. Ve sandığı karıştır. makta olan adamın üzerine atıldı. Sandığı karıştırmakta olan esraren giz adam, ancak son saniyede bu bü- cumun farkına varabilmişti. Ancak| kendisini bu öldürücü darbeye hedef olmaktan kurtarabildi. Hançer sadece omuzunu sıyırdı. O da derhal hançe- rini sıyırarak ileri atıldı. Simdi yarı karanlık mahzende müt- hiş ve öldürücü bir boğuşma başla- muıştı. Fakat taarruza uğrıyan adamın müneccimden daba çevik ve daha ma- hir olduğu kolaylıkla seziliyordu. Ne- tekim az sonra Ubeyâde parmağın- dan yaralandı ve elinde tutmakta ol- duğu hançeri bilmecburiye bıraktı. Artık işi bitmişti. Bir inilti şeklin. de: — Allah belânt versin! diye homur- dandı, Fakat bu homurtu ile birlikte üs- #tindeki birdenbire durdu: İki adam yarı karanlık mahzende ancak o zaman biribirlerini tanıdılar ve boğuşmaktan vazgeçtiler, Şimdi nefes nefese konuşuyorlardı: — Burada ne arıyorsun? — Ya sen? — Burada ne aranır ki? — Ben de onun için geldim. — Ne garip tesadüf? Halbuki ben ürun benden başka kimsenin bil- 'mediğini zannediyordum. — Eön de âyni fikirdeydim. — Maamafih seninle eski arkada- şı. Kavga edecek değiliza! Eibette uyuşuruz, Fakat omuzumu fena halde yaraladın. — Sen de benim parmağımı! — Fakat kabahat sendeydi. — Sen olduğunu nereden bilebilir- dim? — Neyse, taliimiz böyleymiş. Şim- di Ubeyd seninle derhal bir mukavele yapalım. Bu hazinenin yarısı senin, yarısı benim. — Ben sana bir gey söyliyeyim mi İbni Ömer. — Söyle! — Benim bu hazinede filân gözüm yok. Tamamiyle senin olsun! — Tuhaf şey, neden? — Bilirsin ki ben kendi halinde ya- gamasmı seven ve tevazuu çok seven Ve takdir eden bir insarıım. Öyle pars» da, mevkide filân gözüm yok. Vak! Halife Mustasrmın aleyhinde çalışmış olmam tabiidir. Çünkü kendisinin ne KABINLA İ Missi Roman ARE AN derece hain ve fena bir adam olduğunu! zannedersem sen de benimle beraber takdir edersin! Şimdi o Bağdadı ve bütün müslüman dünyasını yüz üstü bıraktı. Süslenip püslenip Hulâgüya esir olmak üzere Bağdadı terketti, — Biliyorum. Ve hâlife Mustasımm ne derece kötü bir insan olduğunda ben de seninle birlikte ayni fikirde. yim. Ve hatti ben ne düşünüyordum biliyor musun Ubeyd? Sen pek âlâ o- nun yerine geçerek mükemmel bir ha- life olabilirdin. Yani hilâfet Abbasi sülâlesinden Ubeyd sülülerine mükem- mel surette geçebilirdi. — Sahiden böyle mi düşünüyordun? — Emin ol ki böyle düşünüyordum. — Garip şey! Fakat nasr! olur. Sen, benim bildiğim İbni Ömersen böyle bir şey düşünebilmene imkân yok. — Neden? — Canım İbni Ömer, biz, biribirimi- zi biliriz, — Ben de seni tanırım Ubeyd! A- çıkça söyliyeyim ki sen de bana bülün bü hazineleri terkedecek göz yoktur. Birdenbire değişmen veyahut değişmiş görünmen beni büyük bir hayrete dü- şürüyor. — Beni de düştürdüğü gibi! — Biribirimiz! beyhude ve böş yere Kandırmıya uğraşmıyalım. — Ben de aymi fikirdeyim. — İkimiz de yekdiğerimizin ne mal olduğunu biliriz. — Tamamiyle, — Haydi Ubeyd! Çıkar baklayı ağ- zından! Bana hangi hisle bütün bu milyarlara değer hazineyi terketmeğe; razi oluyorsun? — Ya sen bana hângi hisle halifeli- Zi teklif ediyorsun? — İlkönce sen söyle! — Hayır, sen! — Fakat Ikönce ben sorduğum için senin cevap vermen lâzım. — Evet, hukuk! bakımdan haklısın! Faknt maalesef sana hakikati söyle mekten çekiniyorum. — Neden? — Çünkü benden daha kuvvetlisin! — Ne hususta? — Kol kuvveti, âdâle kuvveti husu- sunda, Yani üzerime hücum etsen beni bir tavuk gibi boğazlaman işten bile değildir. — Şimdi anladım, Buradan çıktıktan sonra icabıma bakacaksın. Yahut bak- maya teşebbüs edeceksin öyle mi? Za- vallı Ubeyd! Seni bu derece ürkütmüş olduğumdan dolayı beni oMmazur gör. Fakat sen buradan sağ olarak çıkabi- leceğini mi ümit ediyorsun? (Devamı var) Nakleden: Hatice Süreyya —27 — — Ay, sen onları aşk mı sayıyor- sun?.. — Ya Leman meselesi? — Ay! Sen Leman meselesini bili- yordun demek ?. — Senin esrarmı da kimse bilmez sanki,. Anneler her şeyin farkında olur Jir yavrum... Evlâtlarınm her düşün- tesine nüfuz ederler... Enis, başmı çevirdi. Dişlerinin ara- sından: — Her sefer değil! - dedi. Yaraılanmış bir mahlük gibi, İsmet, geriledi. Ve: Enis, ileri vardığını anlıyarak, mev- Zuu #eğistirdi. Zehra bahsine döndü: — Doğrusunu İstersen, Zehra, iyi #hlâkiı bir döettn. Bana, fena gün ar- kadaşlığı etmiştir. Çok ıstıraplı, bed- bin zamanlar yaşadım anne.. Fena mu- hakeme ediyordum. Ertafı simsiyah görüyordum. Bu mevzun avdet etmiye- lim. — Şimdi böyle söylüyorsun ama, ka- Ta gün dostunu pek fena karşıladın. oğlum. Delikanli, yavaş sesle ve farkedilir bir sıkılganlıkla; | — Senin ve benim aramıza girmek! istedi. Buna dayanamadım.. Onun için! böyle yaptm... Doğrusu hiç de müftehir olmadığın anları bana hatırlattı. Bun- ların ne olduğunu biliyorsun. İnsan ba zi, kederlenir. En güzel şeylerden şüphelenir Bir tesndü? neticesi, kalbinin sırrını rasgele birine açarsın. Sonra, her şey değişir. Kendi kendine: “Ben haksiz mışım.. Doğru değilmiş düşündükle- rim!” diye hayıflanırsın.. Bunun Üze- HABER — Akşam postası “Hatırnlarını anlatan : EFDAS TALAT bin kişi inlellicen#Heryi ya w4rsBirTÜRM — 219 — lama 0” “.” Yazan: İHSAN Beyoğluna geçecekmiş... Tehlike! — Nereden geçecek? — Alayı yarıp geçsin, — Bu nezaketsizlik olur, Halkı kız- dırmamağa çalışalım, — Kizarlarsa ne olur? — Çavuş! Ne olacağını bilmem. Fs- kat sen eşki günleri (o yaşamadığımızı bilmiyor musun? Türk ordusu (— harbi kazandı. Artık Türk halkına eskisi gibi| ağır müâmelelerde bulunamayız. — Peki ama, sabaha kadar da bu ala yın peşinde mi gideceğiz? — Hayır! Biraz sonra yol açılır, ge- wriz, Bu münakaşıdan sonra ikimiz de 80- murtarak arabanın hirer köşesine çe kildik, Alay Beyazıda gelince tramvay yo lunu takip ederek Sultanahmede doğru ilerledi, Biz de Mercan yokuşundan a- şağı köprüye indik, İstanbul tarafının kıyamete benzi - yen manzarasile Galatanm süküneti a- rasında ne büyük bir tezat vardı. Krokere döner dönmez, doğru, yüz- başı Defreytasın yanına gittik. İkimiz de müşahedelerimizi anlattık. Hele baş çavuş Raytin kendisine mahsus tuhaf İngilizce tabirlerle alayı tarif (o etmesi bizi hayli güldürdü. Bu izahat bittikten #onra yüzbâşı bana şu suali sordu: — Sizin kanaatinizce Türkler böyle kendi kendilerine eğlenecek, izharı şa- diman: ederek bu alayı bâdisesizce biti recekler mi, yoksa Hristiyan © unsur- İsra karşı tecavüz etmeğe niyet ve İsti datları var mı? — Halkta tecavüzkâz bir . zihniyet yoktur. — Nereden anladınız bunu? — Büyük zafer, Türk milletini o ka- dar sevindirmiştir ki intikâm almak gi“ bi düşüncelerden çok uzaktadır. Sonra, Türk polisi çok sıkı inzibat? © tedbirleri almıştır. Müessif bir hâdiseye meydan verilmiyecektir, Yüzbaşı Defreytas biraz düşündük - ten sonra tekrar sordu: — Demek bu tezahüratta başka bir gâye takip edilmiyor. — Hayır! Ve kolonel (o bile halkin böyle bir şenlik yapmasını hakir gör müştür, — Bsas itibarile bunu ben de tabii görüyorum, — O halde müsterih olunuz ki bizi müteessir edecek hiçbir şey olmıyacak- tır, / Yüzbaşı Defreytas bu sözlerime yal nız bir; — Olrayt! demekle iktifa etti, Bu sırada saat on olmuştu. Şehir te- lefonu çaldı. Ahizeyi ben aldım. Kar- rine, nefsinden nefret edersin. Mahre- mi esrarı, karşısında bir düşman gibi — Evet. Anlarım ounları. Daha fazla bir kelime ilâve etmek- ten korkuyordu. Kat'iyetle hisesttiği»| nin 8öz haline gelmesinden ürküyordu. “— Gizliden gizliye stırap çekmek» teydi demek,, Hattâ benden nefret bile ediyordu... Bunun için değil mi ki... Hayır, hayır.. Beyninden bu düşün celeti koğmalı.. Fakat, koğulmuyorlar ki,, İşte, musallat oluyorlar; “— Bunun için İstanbuldan gitti... Benedn uzaklaştı?,, İşte hastabakıcı kadın geldi. Akşam enjeksiyonu zamanı.. Bu, bir oyalân- madır.. Zihninden düşüncelerin mabaa- dini ancak böylelikle koğacak... Güler yüzlü hemşire diyor ki? — Anne oğul bas başa verip ne ko- nuşuyorsunuz balrr'ım . yakında bırakın pire Valalhi sizi jeleriniz var? Delikanlı her akşam olduğu gibi! kolunu iğneye uzattı. Ve gene her ak- şam olduğu gibi, İsmetin yüreği bur-! | ) şımda şimdi Cumhuriyet (o gazetesinin matbaası olan kırmızı konaktaki İngiliz pölis kumandan: Mülâzim Kenedi idi, Sordum: — Burası Kroker, ne istiyorsunuz? — Kolonel orada mı? İ — İstirahatte! — Kim var yaverlerden? — Yüzbaşı Defreytas. — Kütlen çağırınız. Telefonu yüzbaşıya verdim. Telefon muhaveresi beş (dakikadan fazla sürdü. Mülârim Kenedinin ne söy lediğini bittabi işitemiyordum. Yalnız karşısmdakini dinliyen yüzbaşının renk ten renge girdiğini farkettim, Muhave- renin $onunda bir küfür savurdu ve; — Peki Kenedi! Size karşı büflü bir tecavliz vaki olmadan vaziyete müdaha le etmeyiniz. Ben sana tekrar telefon aderim, dedi. Telefonu kapadıktan sonra tekrar bir küfür savurdu ve kaşların: çatarak oda- sun içinde hırs: hırsk dolaşmağa başla dı. Güya merek etmişim gibi sordum! — Yüzbaşım! Bir şey mi olmuş? — Kenedi, Türklerin feneralayı hak kında izahat verdi, Halk İstanbul tara- fundaki iki meydanda toplu bir halde bulunuyormuş. Takriben elli binden farla insan varmış... Müteaddit hatip - ler nutuklar söylemişler, o Yunanlıları we diğer düşmanları tel'in etmişler, A- nağoluğda harbi kazanan Türk ordusu- nu, başkumandanı Mustafa Kemali al kışlamışlar... Bunlara diyecek yok, — O halde? , — Fakat halk dağılmıyormuş. — Ne istiyorlar? y — Şehrin her tarafını, yani bu tarafı da dolaşmak istiyorlarn:ş.. o Elli bin kişi... Tehlike... İçin için gülüyordum. İşi safdilliğe huğarak söylendim: — Bırakın geçsinler ne olur sanki? Gözlerini açarak bağırdı: — Sen deli misin? Cevap vermedim. Defreytas (o biraz daha düşündükten sonra bana döndü: — Sen telefonla Esat beyi bul! Ben de yukarı çıkarak vaziyet etrafında ko- lonele izahat vereyim. Yüzbaşı, Balların yanına çıktı, Ben de irtibat komiserliği odasına © İnerek, oradaki resmi polis telefonile Esat be- yi aradım, Cevap alamadım. Müteaddit! fasılalarla gene birkaç defa ( aradım. Nihayet bir nöbetçi polis çıktı: — Burada ben varım, Esat bey şehi? dahilinde teftişlerle meşguldür, dedi, Yüzbaşı Defreytas beş dakika sonra yanıma geldi: kuldu. bu etsiz, sıska kol. Bütün ke- miklerin şekli görünüyor. Hele mafsal yerleri... Bunları görmemek için gözle- rini kapatmak istedi. Enis, soluk bir tebessümle gülümse- di. — Proje m:*... Bir tek projem var. O da iyileşmek... Çok sabretmek lizım | bunun için.. Değil mi?.. SİZ pek âlâ bi- lirsiniz.. Fakat sabredeceğim, | — Birkaç ay elverir, küçük bey. Bu| zaman zarfında tamamen İyileşeceksi- niz inşallah... — Ne vakit gidiyorsunuz? — Annem İstanbula döner dönmez. Ne günü gidiyorsun anne? Bu seyahatinden hiç bahsetmemişti. , oğlunun bu mevzudan sinirlene- ceğini düşünmüştü. Dalma lâkırdıyı kapatmıştı. Halbuki işte mükemmelen her şeyi biliyormüş.. Sakin görünüyor. Demek ki seyahatinde bir mahzur gör- memiş... — Senin yerinde olsaydım, ilk tren. le giderdim, anne,, Hattâ yarın., N'cip gilmiyesin ?, Haftanın sonünde gelir. sin... Orada her şeyi hazırlamış olur. sun... Ve birlikte gideriz. Derhal gide- rız. — Dört gün demek?. Dört günde bü “tün işleri hazırlıyacak — Esat beyi buldun mu? — Hayır! Şehirde dol Telefonu aldı, Arapyan v polis kumandanı Sedanı buldu Y€ ları söyledi: — Kumandan! Türkler mus alay halinde bu gece karşı tarafla mek ve tezahürat yapmak ( İstiş Halk, Sultaahmette toplu (o bir W harekete hazırlanıyormuş. Birçok seler çıkabilir. Her ihtimale r müteyakkiz olunuz! dedi. Artık telefonlar vızır vizer İşli; Bilhassa umumi karargâhtan beş kada bir telefon edilerek vaziyet kında malümat isteniyordu. İngili ils karakolları da münavebe e & ederek izahat veriyor, direktif alı) dı. Etrafı ciddi bir telâş sarmıştı, kes ne olacağını biribirine soruyö Ben de hayli şaşırmış vaziyett Kendi odamda bir kapıya bir peri lere gidip geliyordum. Telefon çalmaz: — Acaba bir şey mi oldu? Bir ket mi haber alacağım? diye hop ediyordu. Bir aralık kapım vuruldu. o Bak Bizim polis Üsküdarlı Saip.. Saib nim mahrem adamım olduğu — Hayrola dedim, ) Görlerinin içi gülüyor, Ellerini & ; turarak: — Bey! Bu gece ben yaşıyor muj rüya mı görüyorum. Farkında dej — Alayda muydın? — Evet! —Anlat bakalım ne var? — Ne yok ki... Bugünleri gö Allaha kurban olayım. 1 — Halk, Beyoğlu tarafına geç! ısrar ediyormuş. — Evet, mutlaka bu tarafa gt: ler. Ah Bey! Bir yallah deyiverefi sa, on binlerce halk bu tarafa bir sc, galiba herifler korkularından kalacaklar, — Böyle bir şey iyi netice ver Vekar ve sükfineti muhafaza ete Bu sözlerim onu hiç memnun di. Her zamanki gibi selâm verd omuzlarını silkerek kalenderane bil vırla odamdan çıktı. Gene odamda yalnız başına ks İçimde garip bir heyecan var, İsti tarafında acaba ne oluyor? Birkaç Xa sonra gene telefon çalıyor. Telet açıyorum. Gene İstanbul (o kumar Kenedinin telâşir sesi... mıyım ?.. sen, o zamana kadar daha ku neb'leceksin, yolculuğa dayanabi! sin, öyle mi? — Öyle ya... Dört gün kâfi, # sana, hem bana elverir. Öyle ya: # o kadar işin olmasa gerek... Eşyayı hazırlamak.. kii toplamak.. yeni yerimizi tedaril m, snartımanı kapamak filân. dir bunlar, hiç! Çabucak B Hepişire gitt kten sonra, İsmet; be eski yerine gidip oturdu. — Bana birçok şeyler gi Bil, emin ol.. Hepsi hazırdır. P bavullara koyman elverir, * — Vay efendim... Demek sip ni mektupla yaptm? — Murat uğraştı benim için, 0 * zrlattı. Süküt. Hayst, bir an içinde durdu. Gayet ağır biran. Kurşun P üzerlerine çöktü, İsmet, soluk alâr. Enisin hağlndö 5 gavr'tablilik sezilmiyor. Gizli dü <esi yüzünden faş olunmuyor. (Devamı