Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
keb ;a T '%ım Bt urâ Ce Sırlog'u îî B " — Ubeyd bir saniye ya tereddüt etti, — ya etmedi, Süratle belinden kısa bir hançer çıkardı. Ve sandığı karıştır- makta olan adamın üzerine atiıldı. — Sandığı karıştırmakta olan esraren — giz adam, ancak son saniyede bu hü- scumun farkma varabilmişti. Ancak - kendisini bu öldürücü darbeye hedef |olmaktan kurtarabildi. Hançer sadece bmuzımu sıyırdı. O da derhal hançe- rini sıyırarak ileri atıldı. di yarı karanlık mahzende müt- İıiş ve öldürücü bir boğuşma başla- — mıişti. Fakat taarruza uğrıyan adamın / müneccimden daha çevik ve daha ma- “hir olduğu kolaylıkla seziliyordu. Ne- -— tekim az sonra Ubeyd de parmağın- — dan yaralandı ve elinde tutmakta ol- — duğu hançeri bilmecburiye bıraktı. — Artık işi bitmişti. . . ll MÜ « — Allah belânı versin! diye homur- | Fakat bu homurtu ile birlikte üs- Hhıdekl birdenbire durdu: —— Ubeyd sen misin? ı Müneocinıân de birdenbire gözleri l -— Ibni Ömer! |— İki adam yarı karanlık mahzende ak o zaman biribirlerini tanıdılar © hoğıışms.kta.n vazgeçtiler. Şimdi n s nefese konuşuyorlardı: - — Bürada ne arryorsun? — Ya sen? — — Burada ne aranır ki? — Ben de onun için geldim. - Ne garip tesadüf? Halbuki ben sını benden başka kimsenin bil- “ mediğini Zzannediyordum. — — Bön de âyni fikirdeydim. - — Maamafih seninle eski arkada- gız. Kavga edecek değiliza! Elbette z. Fakat omuzumu fena halde 4 'l Mm. - — Ben de benim parmağmmı! — — Fakat kabahat sendeydi, " 1 — Sen olduğunu nereden bilebilir- dim? Â *._-_— Neyse, taliimiz böyleymiş. Şim- Ubeyd seninle derhal bir mukavele alrm. Bu hazinenin yarısı senin, ğıf'm benim. - — Ben sana bir şey söyliyeyim mi j f.—ııı. n 'I *_Bmmbuhuınedamnn gözüm | : k. Tamamiyle senin olsun! -— — Tuhaf şey, neden? |— Bilirsin ki ben kendi halinde ya- f am seven ve tevazuu çok seven takdir eden bir insanım. Öyle para- mevkide filân gözüm yok. Vakıâ ife Mustasrmım aleyhinde çalışmış .ııv ıİl _'q usu 5ID - — Korkma LbLbeyd, gibi büzülme ! Dizlerin titremesin ! Çene- - lerin biribirine vurmasın ! Bir inilti şeklin- am tabıîdır Çünkü kendısimn ne ANLAR. lSjakleden: HMati6e Sütrteyya korkma! Öyle kedi derece hain ve fena bir adam olduğfunu zannedersem sen de benimle beraber takdir edersin! Şimdi o Bağdadı ve bütün müslüman dünyasını yüz Üstü bıraktı. Süslenip püslenip Hulâgüya esir olmak üzere Bağdadı terketti. — Biliyorum. Ve halife Mustasımın ne derece kötü bir insan olduğunda ben de seninle birlikte ayni fikirde- yim. Ve hattâ ben ne düşünüyordum biliyor musun Ubeyd? Sen pek âlâ ©- nun yerine geçerek mükemmel bir ha- life olabilirdin. Yani hilâfet Abbasi sülâlesinden Ubeydt sülâlesine mükem- mel surette geçebilirdi. — Sahiden böyle mi düşünüyordun? — Emin ol ki böyle düşünüyordum. — Garip şey! Fakat nasıl olur. Sen, benim bildiğim İbni Ömersen böyle bir şey düşünebilmene imkân yok. — Neden? — Canım İbni Ömer, biz, biribirimi- zi biliriz. — Ben de seni tanırım ÜUbeyd! A- çıkça söyliyeyim ki sen de bana bütün bu hazineleri terkedecek göz yoktur. Birdenbire değişmen veyahut değişmiş görünmen beni büyük bir hayrete dü- şürüyor. — Beni de düşürdüğü gibi! — Biribirimizi beyhuüde ve böş yere kandırmıya uğrasşmıyalmım. — Ben de ayni fikirdeyim, — İkimiz de yekdiğerimizin ne mal olduğunu biliriz. — Tamamiyle, — Haydi Ubeyd! Çıkar baklayı ağ- zımdan! Bana hangi hisle bütün bu milyarlara değer hazineyi terketmeğe razı oluyorsun ? : — Ya sen bana hıngl hisle halifeli- ği teklif ediyorsun? — İlkönce sen söyle! — Hayır, sen! — Fakat ilkönce ben sordufum için senin cevap vermen lâzım, — Evet, hukuki bakrmdan haklısın! Fakat maalesef sana hakikati söyle-— mekten çekiniyorum. — Neden? — Çünkü benden daha kuvvetlisin! — Ne hususta? — Kol kuvveti, adale kuvveti husu- sunda, Yani üzerime hücum etsen beni bir tavük gibi boğazlaman işten bile| değildir. — Şimdi anladım. Buradan çıktıktan sonra icabıma bakacaksın. Yahut bak- maya teşebbüs edeceksin öyle mi? Za- vallı Ubeyd! Seni bu derece ürkütmüş olduğumdan dolayı beni — mazur gör. Fakat sen huradan sağ olarak çıkabi- leceğini mi ümit ediyorsun? | (Devamı var) Hissi Roman - -. ' -— Ya Leman meselesi? — —Ay! Sen Leman meselesini bili- “yordun demek?. ——-' Senin esrarmiı da kimse bilmez n,ki Anneler her şeyin farkında olur yavrum.., Evlâtlarının her düşün- -: ine nüfuz ederler... — Eniş, başrnı çevirdi. sından: — — Her sefer değil! - — Yaralanmış bir mahlük gibi, geriledi. Ve: Enis, ileri vardığını anlıyarak, mev- değiştirdi. Zehra bahsine döndü: Doğrusunu istersen, Zehra, iyi Jâkir bir dosttu. Bana, fena gün ar- '_ lığı etmiştir. Çok ıstıraplı, -bed- n zamanlar yaşadım anne.. Fena mu- Dişlerinin ara- İsmet, hakeme ediyordum. Ertafı simsiyah görüyordum. Bu mevzua avdet etmiye- lim. — Şimdi böyle söylüyorsun ama, ka- ra gün dostunu pek fena karşıladm oğlum, Delikanlı, yavaş sesle ve farkedilir bir sıkılganlıkla; — Senin ve benim aramıza girmek istedi. Buna dayanamadım.. Onun için böyle yaptm... Doğrusu hiç de müftehir olmadığın anları bana hatırlattı. Bun- ların ne olduğunu biliyorsün. İnsan ba zı, kederlenir. En güzel şeylerden şüphelenir. Bir tesadüf neticesi, kalbinin sırrını rasgele birine açarsın, Sonra, her şey| değişir. Kendi kendine: “Ben haksız- mışım.. Doğru değilmiş düşündükle- Hatıralarını anlatan * EFDAtı TALAT —219 — -. ı""!l .? Yazan: İHSAN — Nereden geçecek? — Alayı yarıp geçsin. — Bu nezaketsizlik olur. Halkı kız- dırmamağa çalışalım, — Kızarlarsa ne olur? — Çavuş! Ne olacağını bilmem. Fa- kat sen eski günleri — yaşamadığımızı bilmiyor musun? Türk ordusu — harbi kazandı. ÂArtık Türk halkına eskisi gibi ağır muüamelelerde bulunamayız, — Peki ama, sabaha kadar da bu ala|” yın peşinde mi gideceğiz? — Hayır! Biraz sonra yol açılır, ge- » TİZ, Bu münakaşadan sonra ikimiz de so- murtarak arabanın birer kildik. Alay Beyazıda gelince tramvay yo- lunu takip ederek Sultanahmede doğru ilerledi, Biz de Mercan yokuşumdan a- şağı köprüye indik. İstanbul tarafının kıyamete benzi - yen manzarasile Galatanın süküneti a- rasında ne büyük bir tezat vardı. Krokere döner dönmez, doğru, yüz- başı Defreytasın yanına gittik. İkimiz de müşahedelerimizi anlattık. Hele baş çavuş Raytin kendisine mahsus tuhaf İngilizce tabirlerle alayı tarif — etmesi bizi hayli güldürdü. Bu izahat bittikten sonra yüzbaşı bana şu suali sordu: — Sizin kanaatinizce Türkler böyle kendi kendilerine eğlenecek, izharı şa- dimanı ederek bu alayı hâdisesizce biti recekler mi, yoksa Hristiyan — unsur- lara karşı tecavliz etmeğe niyet ve isti datları var mı? — Halkta tecavüzkâr bir - zihniyet yoktur, ; y — Nereden anladınız bunu? — Büyük zafer, Türk milletini o ka- dar sevindirmiştir ki intikam almak gi- bi düşüncelerden çok uzaktadır. Sonra, Türk polisi çok sıkı inzıbatf — tedbirler almıştır. Müessif bir hâdiseye meydan verilmiyecektir. Yüzbaşı Defreytas biraz düşündük - ten sonra tekrar sordu: — Demek bu tezahüratta başka bir gaye takip edilmiyor. — Hayır! Ve koölonel — bile halkin böyle bir şenlik yapmasını haklı gör - müştür, — Esas itibarile bunu ben de tabit görüyorum, — O halde müsterih olunuz ki bizi müteessir edecek higbir şey olmıyacak- tır, Yüzbaşı Deinytu bu sözlerime yal- nız bir: ş — Olrayt! demekle iktifa etti, Bu sırada saat ön olmuştu. Şehir te-| !efonu çaldı, Ahlnyi ben ıldxm Kar- rlnıı, nefsinden uıf.ut ederlln Mahre- mi esrarı, karşısında bir düşman zibi görmeye başlarsın, İsmet, içini çekti. — Evet.. Anlarım bunları., Daha fazla bir kelime ilâve etmek- ten korkuyordu. Kat'iyetle hisesttiği- nin söz haline gelmesinden ürküyordu. “— Gizliden gizliye Istırap çekmek- teydi demek,, Hattâ benden nefret bile ediyordu.;. Bunun için değil mi ki...,, Hayır,hayır.. Beyninden bu düşün- celeri koğmalı.. Fakat, koğulmuyorlar ki.. İşte, musallat oluyorlar; “— Bunun için İstanbuldan - gitti... Benedn uzaklaştı!,, İşte hastabakrcı kadın geldi. Akşam enjeksiyonu zamanı.. Bu, bir oyalan- madır., Zihninden düşüncelerin mabaa- dini andak böylelikle koğacak... Güler yüzlü hemşire diyor ki: — Anne oğul baş başa verip ne ko- nuşuyorsunuz baka'ım?. Demek biz! yakında brrakıp riereksiniz, övle mi?, Valalhi sizi pek arryacağız.. Ne pro- jeleriniz var? * Delikanlı her aksam olduğu gibi,' kolunu iğneye uzattı. Ve gene her ak- rim!” diye hayıflanırsın.. Bunun üze- köşesine çe-| bin kisi | ı şam olduğu gibi, İsmetin yüreği bur- 'yınunı geldi: TIZ. şırmda şimdi Cumhuriyet Sordum! < — Burası Kroker, ne istiyorsunuz? — Kolonel orada mı? — İstirahatte! — Kim var yaverlerden? — Yüzbaşı Defreytas. — Lütfen çağırınız. Telefonu yüzbaşıya verdim, Telefon muhaveresi beş — dakikadan fazla sürdü. Mülâzim Kenedinin ne söy lediğini bittabi işitemiyordum. Yalnız karşısındakini dinliyen yüzbaşının renk ten renge girdiğini farkettim, Muhave- renin sonunda bir küfür savurdu ve: — Peki Kenedi! Size karşı bilfiil bir tecavüz vaki olmadan vaziyete müdaha le etmeyiniz. Ben sana tekrar telefon ederim, dedi, Telefonu kapadıktan sonra tekrar bir küfür savurdu ve kaşlarını çatarak oda- nın içinde hırslr hırslı dolaşmağa başla dı. Güya merak etmişim gibi sordum: — Yüzbaşım! Bir şey mi olmuş? — Kenedi, Türklerin feneralayı hak kında izahat verdi. Halk İstanbul tara- fındaki iki meydanda toplu bir halde bulunuyormuş. Takriben elli binden fazla insan varmış... Müteaddit hatip - ler nutuklar söylemişler, — Vunanlıları ve diğer düşmanları tel'in etmişler, A- nadoluda harbi kazanan Türk ordusu- nu, başkumandanı Mustafa Kemali al- kışlamışlar... Bunlara diyecek yok, — © halde? — Fakat halk dag:lnuvormuq — Ne istiyorlar? —— Şehrin her tarafını, yani bu tarafı da dolaşmak istiyorlarmış... — Elli bin kişi... Tehlike;,.. İçin için gülüyordum, İşi safdilliğe hoğarak söylendim: — Bırakın geçsinler ne olur sanki? Gözlerini açarak bağırdı: — Sen deli misin? Cevap vermedim. Defreytas — biraz daha düşündükten sonra bana döndü: — Sen telefonla Esat beyi bul! Ben de yukarı çıkarak vaziyet etrafında ko- lonele izahat vereyim. Yüzbaşı, Balların yanına çıktı. Ben de irtibat komiserliği odasına — inerek, oradaki resmi polis telefonile Esat be- yi aradım, Cevap alamadım. Müteaddit fasılalarla gene birkaç defa — aradım. Nihayet bir nöbetçi polis çıktı: — Burada ben varım, Esat bey şehir dahilinde teftişlerle meşguldür, dedi. Yüzbaşı Defreytas beş dâkika sonra , kuldu. bu etıiı, ıııkı kol.. Bütün ke— miklerin şekli görünüyor. Hele mafsal yerleri... Bunları görmemek için gözle- rini kapatmak istedi. Enis, soluk bir tebessümle gülümse- di — Proje mi?... Bir tek projem var, O da iyileşmek... Çok sabretmek lâzım bunun için.. Değil mi?.. Siz pek âlâ bi- lirsiniz.. Fakat sabredeceğim. — Birkaç ay elverir, küçük bey.. Bu zaman zarfında tamamen iyileşeceksi- niz inşallah... — Ne vakit gidiyorsunuz? -— ÂAnnem İstanbula döner dönmez.. Ne günü gidiyorsun anne? Bu seyahatinden hiç bahsetmemişti. İsmet, oğlunun bu mevzudan sinirlene- ceğini düşünmüştü. Daima lâkırdıyı kapatmıştı. Halbuki işte mükemmelen her şeyi biliyorqıuı.. Sakin görünüyor.. Demek ki seyahaâtinde bir mahzur gör- mmemiş... — Benin yerinde olsavdım, ilk tren- le giderdim, anne.. Hattâ yarın.. N'cin gitmiyesin?, Haftanın sonunda gelir- sin.,., Orada hor şevi hazırlamiş olür-| sun., Ve birlikte gideriz. Derhal gide- Beyoğluna geçecekmiş... Tehlike ! gazetesinin matbaası olan kırmızı konaktaki İngiliz polis kumandanı Mülâzim Kenedi idi. — Esat beyi buldun mu? — Hayır! Şehirde dolaşiyormuş Telefonu aldı. Arapyan '-v-'rf; polis kumandanı Sedanı buldu ve ları söyledi: — Kumandan! Türkler muazza alay halinde bu gece karğı tarafa mek ve tezahürat yapmak — istiy Halk, Sultaahmette toplu — bir © harekete hazırlanıyormuş. Birçok ? seler çıkabilir. Her ihtimale karşf müteyakkiz olunuz! dedi. İ Artık telefonlar vızır vizir i;lı Bilhassa umlumi karatgâhtan beş € kada bir telefon edilerek vaziyet " kında malümat isteniyordu. İngiliğ ils karakolları da münavebe ile tei ederek izahat veriyor, direktif alıy? dı. Etrafı ctiddi bir telâş sarmıştı. * kes ne olacağını biribirine soruyor ” Ben de hayli şaşırmış vaziyetteydi Kendi odamda bir kapıya bir penif lere gidip geliyordum, Telefon çalmaz: — Acaba bir şey mi oldu? Btr | ket mi haber alacağım? diye İ hop ediyordu. | Bir aralık kapım vuruldu, — Baktli Bizim polis Üsküdarlı Saip.. Saibit fad nim mahrem adamım olduğu — mâ — Hayrola dedim, İ Gözlerinin içi gülüyor. Ellerini ( turarak! — Bey! Bu gece ben yaşıyor | rüya mı görüyorum. Farkında deği — Alayda m.ıydm? | zi — Evet! —Anlat bakalım ne var? İ — Ne yok ki.. Bugünleri gül Allaha kurban olayım. — Halk, Beyoğlu tarafına geçmi ısrar ediyormuş. — Evet, mutlaka bu tarafa geç ler. Ah Bey! Bir yallah deyivert! sa, on binlerce halk bu tarafa bir & se, galiba herifler korkularından * kalacaklar. _ — Böyle bir şey iyi netice verR” Vekar ve süküneti muhafaza etmeli Bu sözlerim onu hiç memnun e di. Her zamanki gibi selâm verdi. — omuzlarını silkerek kalenderane bif vırla odamdan çıktı. | Gene odamda yalnız başına kaldif İçimde garip bir heyecan var, İstafl tarafında acaba ne oöluyor? Blrkıç ' ka sonra gene telefon çalıyor. Teleti açıyorum. Gene İstanbul — kumat Kenedinin telâşlı sesi... ( Drvamı Va — ——— tün işleri hazırlıyacak mıyım?.. sen, o zamana kadar daha kuvvte neb'leceksin, yolculuğa dayanabilef sin, öyle mi? — Öyle ya... Dört gün kâfi.. sana, hem bana elverir. Öyle ya: ! o kadar işin olmasa gerek;.. $ Eşyayı hazırlamak... — kir8 toplamak.. yeni yerimizi tedarik mo'c, anartımanı kapamak filân.. * dir bunlar, hiç! Çabucak becerirsit” temşire gitt kten sonra, İsmet, ? , ne eski yerine gidip oturdu. — Bana birçok şeyler. .geî:i anne... Fakat ızmuhdıklmm ' dükkândan dükkâna w * ğil, emin ol,, Hepsi hazırdır. Paket” bavullara koyman elverir, * — Vay efendim... Demek sipa ni mektupla yaptın? — Murat uğraştı benim için.. O * zırlattı. Süküt. Hayat, bir an içinde durdu. Gayet ağır bir an.. Kurşun üzerlerine çöktü. İsmet, soluk aldı, Enisin haılnd#“ gavr'tahfilik sezilmiyor. Gizli cesi yüzünden faş olunmuyor. 'i ,lî ba — Dört gün demek?.. Dört günde bü (Devamı va?