ii — Halife Mustasamın hazinelerine gi- “den yolu benden başka hiç kimse bilmez. © hazineler benimdi: İ Şunu da hemen ilâve edelim ki sa- #iraydan çıkan ve miktarı yedi yüze İ baliğ olan cariye, odalık ve hizmet- İ ların hepsi Bağdadın kapısına va- j #irmcaya kadar ortadan sır olmuştu. MİL) İHler biri üstünde başımda bulunan gü- tf Zel eibiselerle mücevherleri kendileri- ne kâfi görmüşler ve bir kolayını bu- Tup alaydan ayrılıp halkın arasına Daha ziyade haris | Velhasıl halife Mustasım bu gekilde İ Hulâgünun ordugâhıma vardı. Asker- jler ve zabitler kendilerine mütemadi- | yen yol gösteriyorlardı. Ordugüh bü-! i İ Yük ve muhteşem bir çadırdı. Musta- h sım içeri girince yüksek bir sedirin Dİ üzerine oturmuş kendisine dik dik ba- ww X kan Hulâgüyu gördü. | yi! Hayrte! Neydi o, ne görüyordu? iyi vezirleriydi, O “1 # içeri girer girmez içlerinde bulunan VW veziri aramı Müeyyededdin Hulâgüya | | yaklaştı. Eteğini öpüp selâmladıktan İİ sonra: ii — İşte muhterem kumandan! Hali- ) j fe Mustasım denilen canavarla oğulla- rı ve ailesi geldiler. Bunları buraya $ getirmek benim vazifemdi. Ben bana i İ düşeni yaptım. Bundan ötesini siz İs- İ tediğiniz gibi yapm! Halife OMustasım ancak o zaman hakikati bütün vuzubiyle kavrıyabil- l © di. Halife'tam manasiyle Hulâgünun BE esiri bulunuyordu. * Bir taraftan bu işler cereyan eder- ken, öbür taraftan da Bağdadın için-! de deheştli bir yağma başgöstermişti.r © Halifenin tıpış tıpış yürüyerek şebir- © den çıkması ve Hulâgüya esir olma-! £ si, halk ve askerler üzerinde gâyet kö-| i tü bir empresiyon bırakmıştı. Bunlar WWW böylelikle hiç bir kurtulma ve halâs $ Ümidinin kalmamış olduğunu anladık- tan sonra işi iyiden iyiye çapulculuğa Ve yangıncılığa döktüler. N Artık şehrin içi tam manssiyle bir insan mezbahası haline dönmüştü. & Hiçbir kanunun, hiçbir kuvvetin zap- tedemediği insanlar, keyiflerinin iste- diği gibi hareket ediyorlar. Bazuları- nın kuvvetiyle iş görüyorlardı. On, on beş yerden yilkselen alevler söndüren olmadığı için büyük bir sü- ratle büyüyor ve etrafı kaplıyordu. Bağdat tam manasiyle cehennemden bir nişane olmuştu. Masum halk ço- cukları, karılariyle birlikte bütün mal Ye mülklerini bırakarak canlarmı kur am iğ EE e en m al e —— Bir şey anlamamış gibi davrandı. İskemleye, oğlunun yanına, demin Zü- beyde hanımefendinin oturduğu yere oturdu. Eliyle elini tutarak nisan gurubunu dinlemeye başladı. İnee bir yağmur yağıyor, tabiatın ortasında, ipek hışıl- tsı gibi sesler çıkarıyor. Bahçenin bir yerinde, bir karga, garip garip gaklı- yor. Bahçede, bir tek ağaçta bahar çi- çekleri görünüyor. Ufukta son ışıklar sönüyor, Enis: — Yarın gene yağmur yağacak!. diye içini çekti - Kurbağalar için pek muvafık ama biz insanlara hiç de yaramıyan rütubetli bir hava.. Ne za- man Yakacığa gideceğiz? Uzaklaşmak... İsatnbula avdetin ne zaman olabileceğini bilmemek... Tam Şimdi oda yok olduğuna göre bütün bu tarmak için günleree Hulâgüya kar- şı kapattıkları kapılara hücum edi - yorlardı. Hulâgünun askerleri harbi çoktan bırakmışlardı. Bunlar şimdi büyük bir korku ve dehşet içinde kendilerine sığınan halkı teskin etmeye, bazıları- nm yarâlarımnı sarmaya, aç olanlarma yemek veremye çalışıyorlardı. Heniiz kumandanlarından Bağdada girmek emrini almamış oldukları için şehre giremiyorlardı. Halife saraydan çıkar çıkmaz mü- netcim Ubeyd artık vaktin tamam ol duğunu kestirmişti. Doğruca evvelce! hazırlamış olduğu adi bir elibbe ve adi bir sarıktan ibaret elbisesini o giydi. Ondan sonra dairesini terketti. Sara- yın Açık kapılarmın birinden di$ar! çıktı. Süratle saraym karşısındaki kârgir bir evin önüne geldi. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açarak içe- ri girdi, Kapıyı iyice Kilitledi, Sürme- leri sürdü. Ve ilerlemeye başladı. Bir taraftan da kendi kendisine şöyle düşünüyordu: — Bu yolu, yani halife Mustasımın hazinelerine giden yolu kendisinden ve benden başka hiç kimse bilmiyor. Şimdi artık o da yok oldu sayılacağın dan bütün bunlar benimdir. Dur şu aj. tırları, incileri ve elmasları güzelce bir muayene edeyim. Bakayım hepsi yerli yerinde duruyor mu? Ondan sonra yapacağım şeyleri gayet iyi bi- Yiyorum. Ubeyd dar ve karanlık bir merdi- venden mahzen gibi bir yere girdi. Haddi zatında alelâde bir mahzenden kat'iyyen farklı olmıyan bu yerde du- varda mevcut bir çıkıntıya basar bas- maz saniyesinde merdivenin yanıba- | şında bir delik açıldı. Ubeyd hiç te- reddüt etmeden bu deliğe daldı. Bir yirmi otuz adım kadar ilerledikten sonra dnha geniş bir yeraltı odasına vâsıl oldu. Esrarengiz bir yerden ziya alarak epeyce aydınlık olân bu oda - nm dört tarafında iri iri sandıklar göze çarpıyordu. Altm, gümüş, inci, elmas, yakut gibi mücevherlerle tıka- on beş yirmi kadar vardı. Ubeydin gözleri biraz karanlığa alı- şınca büyük bir heyecan ve korku ile sarsıldı. Çünkü on, on beş adım kadar) ilerde bir sandığın önünde bir karaltı duruyor ve sandığm içini karıştırıyor du. Bu lâtif meşguliyetle o derece dalgındı Ki, içeri giren müneceimden kat'iyyan haberi olmamıştı. (Devamı var) IKABINLARBRE NM ARE LAR. / Hissi Roman Nakleden: Hatice Süreyya Ek bir fedakârlık... feragat.. Orada, baş başa... Zihninde, yeniden, hayalelr birib:- rini takip ediyor. Hayat ne mecra alıyor?.. Dağ bâş- ları! Issizlık... Tatsız tuzsuz bir gey. — Anneciğim! İrkiliyor, doğruluyor. — Ne var, yavrum?. — Sahiden iyileşebilir miyim der- sin? İsmet, derlenip toplanıyor. Aklında parlak cümleler hazırlıyor. Yeminler ediyor. İstikbal hakkındaki plânları- nı, kendi de inanmâdan, yağlandıra ballandıra sıarlayıp döküyor. Fakat: “Gençliğimin azıcık bir parçası kal. mıştı. O da bitiyor!,, diye esefleniyor. Muraddan tam bir Yakacıkta tablatle Hatıralarım anlatan * EFDAtu TALAT — 21 5 Birinciteşrin — 1996 Yazan: İHSAN ARİF Jandarmalarının birer birer temiz. lenmesini isterse razı olmasın! Kayık biçimi şapkak elleri (o kırbaçlı çakalı, fiyakah Yunan jandarmaların - dan ezer yok, Krokere döndüğüm zaman kapıda Ko lonel Balları yaveri mülâzim Çapmana — Yunan mümessilliğine gidiyorum.Ko İonel gönderiyor, Yunan jandarmaları- nın şehirde resmi elbise ile gezmemeleri ve mümessillik binasmda asılı (Oduran koca bayrağın da indirilmesi (haberi gön eriyor. — Kelnasl çok iyi , düşünmüş. Şimdi ki hatde halkı iğzap edecek meseleler « den ikisi de bunlerdir. — Yalnız bakalım Yunan mümessili bunlara muvafakat edecek mi? — Jandarmalarının birer birer te - mizlenmesini isterse, etmesin. — Haydi jandarmalar artık redmi el biselerile dolaşmasın. Ya bayrak? Onu kaldırmak ne kadar güç bir şey... — Camın, 'çerçevenin ve nihayet bü- tün binanın inmesini armı ederse bay- rak kaldırılmasın.. Azizim, sen ne di. yorsun! Halk galeyan halinde. İzzeti nefsinin ve gurürunun bu kadar hassas olduğu bir zamanda en ulak şeylerden incinir, şahlanır... — Canım, bize ne? Ben aldığım emri bildirmeğe gidiyorum. — Ben de Yunan mümessilinde bü emri yerine getirmemek için lâzımgelen cüret ve cesareti göremiyorum.. Mülâzim Çapman, gitti. Ben de İçeri girdim, Krokerde oObenden ve birkaç 'Türkp olisinden Bâşka herkes keder” çinde... Hepsinde bir cenaze alayından dönmüş insanların meraretli bali var. Yedi cedlerine efendilik, velinimetlik etmiş olan Türklere şu Üç sene zarfında reva gördükleri müamelelerin (mizanı yapılacak olan büyük günün korkusu onların içine şimdiden çökmüştü. Saat sekize doğru Miralay (o Ballar, mutadı veçhile, çok sevdiği o viskisini içmek için dairenin üst katındaki dai- resine çıktı, Ballardan sonra Krokerin en büyük ni olanııız diği bee âmiri kolonelin birinci yaveri yüzbaşı Difreytas ile ikinci yaver Çapman idi. Ben karşıki muhallebiciden getirtti- ğim tavuk sövüşile hafif bir akşam ye- meği yemiş, işimle gücümle meşgul - düm ki bir polis gelerek yüzbaşı Dif reytasın beni istediğini söyledi. Ballar bulunmadığı zâman dalrenin en büyük Amiri olan Difreytasa bittabi hürmet ve itaat ederdim. Kalktım, git- tim. Odasında oturmuş sigara İçiyordu. Bana yer gösterdi ve: parçası gibi yanan gözler... Merhameti galeyana geliyor. Sarılı yor, öpüyor Enisi.. Bu temas, onda elim b'r his uyan- dırdı. 'Hümma İçinde tutuşan bu el, bu &- in, bu yanaklar, bir gün, ölüm soğuk- İuğile Buz mu kesilecek? Ru vücut katılaşadcak mi? Ve bir tabutun içine bu yatakta yattığı gibi uzanacak mıy- dı? Vücudunda korkunç bir seyyule dö- Taştı. Beyninde bir fikir parlayıp sön- dü. Eti kemiği isyan ederek hu beyaz tahta tabuta karşı durdu. Hayır! Ha- yır!,. Onun bu vücudu alıp kendişin- den kuparmaması için her şeyi, her şeyi göze almıştır. Öyleyse... Başını yastıkları yaklaştırdı. Eni- sinkinin yanıbaşına koydu. "“— Ben neyim?.. Ben ki, biraz ev- vel, oğlumun ölümünü ve #evgilimi düşündüm... Ne alçak insanım... Ne ca navarım ben.. Kadınden bi yim galiba..,, Murad... a her gö- maktadır. Oğluna bakıyor: bir yüz, çıkık elmacık kemikleri, ateş Fakat, yüreğinde zıt hisler çarpış- Enis... tıştarıyor. dedi, rastgeldim. Acele acele bir yere gidiyor du. — Hayrola, mülürimim! Böyle acele acele nereye? — Bugün ne var ne yok bakalım? di- ye sordu. — Bugünkü yegâne meşgalemiz hal- kın yaptığı miting ile bü gece yapacağı na muttali bulunduğumuz feneralayi « dır. — Şehri bugün dolaştınız mı? — Bir kısmını! — Müşahedelerinizi anlatir musmız? — Ticarette bir durgunluk yok. Her kes gene kendi âleminde... Yalnız İs - tanbul tarafı mutat hilâfına fazla kala- balık. Halk, meydanlarda gündüzden toplanmağa başladı. — Türk halkında tecavüzkâr bir te- mayü' hissettin mi? — Hayır! Halk bütün heyecanına rağmen, sükünunu muhafaza çimekte - dir, — Beyoğlu tarafı nasl? — Beyoğlu tarafını dolaşmadım. Yal niz Galatayı gördüm, Meyhaneler nis- beten tenha, Lâternalar gene çalıyor. Buralarda daha çok (o ecnebi askerler vardı. — Şimdi siz başçavuş Raytı da bera- beriniz& alınız. Resmi otomobille İstan bul tarafını şöyle bir dolaşmız. Sonra ds bana gördüklerinizi anlatınız, Yüzbaşı Difreytasdan ayrıldıktan son ra bizim çavuş Raytı aramağa başla - dım, Bizim meşhur boksör, sabahki bo- ğulma hâdisesinden asabı bozulmuş, lokantada viski çekiştirmekle meşgul » dü. Kimbilir kaçtane atıştırmıştı, Ka - fayı tütsülemişti. Yanına oturdum, — Sen'de bir tane çek. Sinirleri yas -— Ben içmem. Sen de çabuk bitir, işimiz var. — Ne işi?.. Eğer gene bir mahbus götüreceksek ben yokum, — Hayır! Seninle beraber gezmeğe gideceğiz, — Bu belâlı günde bir yere gitmek istemem. lerden yükselen şarkılar bize kadar diyor: izmir dağlarında çiçekler açar... Yaşa Mustafa Kemal paşa, yaşa! Halkın arasında dolaşan resmi Ti polisleri sk sık gözümüze © çarpıyor Türbeye doğru çıkıyoruz. Bütün dük kânlar, bütün evler donanmış... Herkef ne bulursa asmış... Bayrak, renkli ki kıtlar, elektrik lâmbaları, fenerler, gi Jâmbaları,.. İstanbulun manzarası men değişmiş gibi... , Beyazıt meydanındaki kalabalık di ba fazla... Karşıda kota Harbiye Ne reti .. Karanlıklar içinde'bir o h gibi uzanmış, yatıyor... Meydan mah şer gibi... Karştıklı kahveler tıklım aklım, Gramofonlar çalıyor, o gençli şarkı söylüyor. Halk cüş ve huruş içit dev Şehzadebaşına geldiğimizz (aman Sultanahmet ve Beyazıt meydanlarındi ki on binlerce halkın ne (beklediği! anladık. Fatihten doğru muazzam b alay ilerliyordu. Binlerce halk seralari muş. Kimişinin elinde bayrak, kimisind fener ve meşaleler.. Bağıra bağıra ile liyorlar. Herkes yeniden dünyaya miş gibi. Her taraftan : —'Yaşasın Mustafa Kemal paşa! #ğl vazeler! lükseliyor, | | | eme Naa O geceyi hatırladıkça hâlâ heyi lanırım. One ilâhi bir o gece idir Of muâzzam bir tuğyandı. O muztarip sanların güldüğü, hainlerin birer kö: bek gibi inlerine sinerek ağladığı, b vatanın kurtulduğu, yeni bir ogün doğduğu, hakkın, adaletin, o zulma © esarete hâkim olduğu dakika ne kad” ulvi âdi, | Alayın sonu geldi, Biz de (arab çevirerek alayın arkasından ağır agg yürümeğe başladık. Beyazıta geliyo 7 Halktan çoğu ara sıra dönerek bize DUŞ) ksyorlar, Kin dolu gözler, arabanın ğü nünde sallanan küçük bayrağa takılı — Yüzbaşı Difreytasdan emir aldım. Bir küfür savurarak kalktı. Otomobile kurulduk. Beyoğlu, Karaköy tarafları her za - manki tabil hayatını yaşıyordu. Fakat Eminönüne geldiğim zaman, hayat birdenbire değişti. Her taraf bir fevkalâdelik içindeydi. Tramvay yolu - nu takip ederek Divanyolundan yukarı güsıyorduk, Sultanahmet meydanı, Aya soyan önü hıncahınç insanla dolu idi. Halk ber iki camii de ağızlarına kadar doldurmuş bulunuyordu. Herkes olduğu yerde duruyor, Her- kes grup grup olmuş konuşuyor, Halk bir şey bekliyor. Bazan karanlık köşe - “Bu Iki hayal, benliği içinde, biribi- riyle çarpışıyor, biribiriyle boğazlaşı- yor. Murad, onu cezbediyor; sebi kulak- larmda çınlıyor... Bu #68. onu bir esi-| re haline getiren, her emre boyun eğ- dirtebilen bu ses. Ya sonra bu... Bu Enis?. — Anne!.. Bu sen. çocukluğundaki anne deyi- şine benziyor... Sanki . bayatının lk menbalarına döndü. İsmet, hayalin. do, eski, pek eski zamanlara avdet et- tl ve karşısinda, oğlunu, küçülmüş. minlminileşmiş gördü. — Ne var, söyle bakalım anne? Zek ra sana benim hakkımda bir şev #öy- lemedi mi? Ah, o da oğluna, Zübeyde hanıme- fendi gibi birtakım sualler sorabilse. Meselâ, dese ki: “.— Zehra niçin geni merhametin. den dolayı sevmiş bakalım!.. (Bana kargı takındığı yarı acır, yarı alay e- der o tavır neydi?.. Ailen sana uy! muş. Ya ben neyim? Ona neler aw lattın? Benden sıkâyet mi ettin?... Bunları sorabilse... Bunların eevan- larını alabilse.. Ne acı bir zevk duya caktı. yor. Bu bakışlar ne kadar acı, sanki: — Artık bunun da işi ne? | — Sıra size de gelecek! * Demek ister gibi... Başçavuş Rayt #layın Ooarkasmöı böyle kaplumbağavari ağır ağır yü: yüşten sıkıldı, Bana dönerek sordu: — Onlar eğleniyorlar, bize ne? Ona şu cevabı verebilirdim: — Ben de eğleniyorum. Çünkü b de onlardanım. Sana ne? Fakat, tabit vaziyetim buna mü değildi. Dedim ki: — Alayı biraz daha takip edelim. — Şoföre biraz söylesek de korna Tarak arabayı sürse... (Devamı var) Fakat, imkânı yok işte. Hem ken cesaret edemez, hem de doktor, hast sma mutlak bir sükün tavsiye İ Bu sözler İse onu son derece hey: andırır... İsmet, sadece: — Hiçbir şey söylemedi... - diye © vap verdi. - Sadece ağladı. Hay böyle yüzünü buruşturma, Enis... O bu derece istihfafa hakkın yok.. Çü kü hem pek samimi, hemde pek zumdu., — Saçma.. Yalan.. Sen, bir kadın Aşka, bir an olsun samimi olabiled ğine ihtimal verebilir misin? Acab aşkın ne olduğunu bilir mi? t — Bilir... İnanırım, ihtimal ver — Değru... Gene kadm gibi muliğ keme ediyorsun... Lâkin siz hepini5 Vay!.. Yirmi yaşmda bütün ve kalp muammalarını (o halleğive küçük bey... — Demek sen, samimi olarak mesini biliyorsun, öyle mi, Enis?.. bunu ispat ettin. — İspat mı? — Hem de birçok aşklarnm b ardınca sıralanmasile.. Öyle ya.. P kadın.. (Devamı var)