Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
*_.i: ineler benimdiı İ Sunu da hemen ilâve edelim ki sa- raydan çıkan ve miktarı yedi yüze saliğ olan cariye, odalık ve hizmet- ârların hepsi Bağdadın kapısına va- ncaya kadar ortadan sır olmuştu. biri üstünde başında bulunan gü- Zel elbiselerle mücevherleri kendileri- le kâfi görmüşler ve bir kolayını bu- ı. p alaydan ayrılıp halkm arasına ağ ermışlerdi Daha ziyade haris ola a gelince bunlar boşalan sara- yI ;soym.a.k üzere gerisin geriye saraya önmüştü. Bir kısmı da çapulcuların hücum ve hançerlerine hedef — olmuş- — Velhasıl halife Mustasım bu şekilde Hulâgünun ordugâhma vardı. Asker- ler ve zabitler kendilerine mütemadi- n yol gösteriyorlardı. Ordugâh bü- yük ve muhteşem bir çadırdı. Musta- BIm içeri girince yüksek bir sedirin üzerine oturmuş kendisine dik dik ba- n Hulâgüyu gördü. — Hayrte! Neydi o, ne görüyordu? Hulâgünun yanmda bulunan ümera- bir kiısmı kendi vezirleriydi. O Bri girer girmez içlerinde bulunan veziri azamı Müeyyededdin Hulâgüya klaştı. Eteğini öpüp selâmladıktan |— İşte mühterem kumandan! Hali- fe Mustasim denileti canavarla oğulla- Ti ve ailesi geldiler. Bunları buraya getirmek benim vazifemdi. Ben bana ni yaptım. Bundan ötesini siz İs- dig gibi yapm! - Halife Mustasım ancak o zaman hakikati bütün vuzuhiyle kavrıyabil- di. Halife tam manasiyle Hulâgünun esiri bulunüyordu. (ken, öbür taraftan da Bağdadın için- de deheştli bir yağma başgöstermişti. enin tıpış tıpış yürüyerek şehir- den çıkması ve Hulâgüya esir olma- Si, halk ve askerler üzerinde gayet kö- tü bir empresiyon brrakmıştı. Bunlar böylelikle hiç bir kurtulma ve halâs Üümidinin kalmamış olduğunu anladık- tan sonra işi iyiden iyiye çapulculuğa Ve yangıncılığa döktüler.. — ÂArtık şehrin içi tam manasiyle bir .ı. san mezbahası haline dönmüştü. Hiçbir kanunun, hicçbir kuvvetin zap- diği gibi hareket ediyorlar. Bazuları- nn kuvvetiyle iş görüyorlardı. — Ön, on beş yerden yükselen alevler göndüren olmadığt için büyük bir sü- .ratle büyüyor ve etrafı kaplıyordu. Bağdat tam manasiyle cehennemden bir nişane olmuştu. Masum halk ço- — Halife Mustasamın hazinelerine gi- den yolu benden başka hiç kimse bilmez. Şimdi o da yok olduğuna göre bütün bu — Bir taraftan bu işler cereyan eder-|* tedemediği insanlar, keyiflerinin iste-| / cukları, karılariyle birlikte bütün mal : ?e mülklerinı bırakarak canlarmı kur | KADIIII-ARBEH: AAT A .4 İR /'Hissi Reman îNakleden: Hatice Süreyya tarmak için günlerce Hulâgüya kar- şı kapattıkları kapılara hücum edi - yorlardı. Hulâgünun askerleri harbi çoktan bırakmışlardı. Bunlar şimdi büyük bir korku ve dehşet içinde kendilerine sığınan halkı teskin etmeye, bazıları- nm yaralarını sarmaya, aç olanlarıma yemek veremye çalışryorlardı. Henüz kumandanlarından Bağdada girmek emrini almamış oldukları için şehre giremiyorlardı. Halife saraydan çıkar çıkmaz mü- neccim Ubeyd artık vaktin tamam ol- duğunu kestirmişti. Doğruca evvelce hazırlamış olduğu adi bir cübbe ve adi bir sarıktan ibaret elbisesini — giydi. Ondan soönra dairesini terketti. Sara- yın açık kapılarınım birinden dışarı çıktı. Süratle sarayın karşısındaki kârgir bir evin önüne geldi. Cebinden çıkardığı anahtarla kapıyı açarak içe- ri girdi. Kapıyı iyice kilitledi., Sürme- leri sürdü. Ve ilerlemeye başladı. Bir taraftan da kendi kendisine Şöyle düşünüyordu: — Bu yolu, yani halife Mustasımın hazinelerine giden yolu kendisinden ve benden başka hiç kimse bilmiyor. Şimdi artık o da yok oldu sayılacağın dan bütün bunlar benimdir. Dur şu al- tmları, incileri ve elmasları güzelce bir muayene edeyim. Bakayım hepsi yerli yerinde duruyor mu? Ondan sonra yapacağım şeyleri gayet iyi bi- liyorum. Ubeyd dar ve karanlık bir merdi- venden mahzen gibi bir yere girdi. Haddi zatmda alelâde bir mahzenden kat'iyyen farklı olmıyan bu yerde du- varda mevcut bir çıkıntıya basar bas- maz saniyesinde merdivenin yanıba- şında bir delik açıldı. Ubeyd hiç te- reddüt etmeden bu deliğe daldı. Bir yirmi otuz adım kadar ilerledikten sonra daha geniş bir yeraltı odasma vâsıl oldu. Esrarengiz bir yerden ziya alarak epeyce aydınlık olan bu oda - nm dört tarafında iri iri sandıklar. göze çarpıyordu. ÂAltm, gümüş, inci, elmas, yakut gibi mücevherlerle tıkâ- basa dolu olan bu sandıkların sayısı oön beş yirmi kadar vardı. Ubeydin gözleri biraz karanlığa alı- şınca büyük bir heyecan ve koörku ile sarsıldı. Çünkü on, ön beş adım kadar ilerde bir sandığın önünde bir karaltı duruyor ve sandığın içini karıştırıyor du. Bu 1İlâtif meşguliyetle o derece dalgındı ki, içeri giren müneccimden kat'iyyen haberi olmamıştı. I âmiri kolonelin birinci yaveri yüzbaşı J 5 BirlURK 5 Birinciteşrin — 1936 Hatıralarını anlatan : EFDAH TALAT —218 — Yazan: İHSAN ARİF Kayık biçimi şapkalı elleri — kırbaçlı çakalı, fiyakalı Yunan jandarmaların - dan eser yok, Krokere döndüğüm zaman kapıda Ko lonel Balların yaveri mülâzim Çapmana rastgeldim. Acele acele bir yere gidiyor du. — Hayrola, mülâzimim! Böyle acele acele nereye? — Yunan mümessilliğine gidiyorum.Ko Honel günderiyor. Yunan jandarmaları- nın şehirde resmi elbise ile gezmemeleri ve mümessillik binasında asılı — duran köca bayrağın da indirilmesi — haberi gön 'erivor. — Koloönel çok iyi , düşünmüş.. Şimdi ki ha'de halkı iğzap edecek meseleler - den ikisi de bunlerdir,. — Yalnız bakalım Yunan mümeasili bunlara müuvafakat edecek mi? — Jandarmalarının birer birer te - mizlenmesini isterse, etmesin. — Haydi jandarmalar artık resmt el biselerile dolaşğmasın. Ya bayrak? Önu kaldırmak ne kadar güç bir şey... — Camrın, çerçevenin ve nihayet bü- tün binanın İnmesini arzu ederse bay- râk kaldırılmasın.. Azizim, sen ne di- yorsun! Halk galeyan halinde.. — İzzeti nefsinin ve güurürunun bu kadar hassas olduğu bir zamarnıda en ufak şeylerden incinir, şahlanır... — Canirm, bize ne? Ben aldığım emri bildirmeğe gidiyorum. — Ben de Yunan mümessilinde bu emri yerine getirmemek için lâzımgelen cüret ve cesareti göremiyorum.. Mülâzim Çapmanı, gitti. Ben de İçeri girdim. Kroökerde — benden ve birkaç Türkp olisinden Başka herkes keder”1-|" çinde., Hepsinde bir cenaze alayından dönmüş insanların meraretli hali var, Yedi cedlerine efendilik, velinimetlik etmiş olan Türklere şu üç sene zarfında reva gördükleri muamelelerin — mizanı yapılacak olan büyük günün korkusu onların içine şimdiden çökmüştü. Saat sekize doğru Miralay — Ballar, mutadı veçhile, çok sevdiği — viskisini içmek için dairenin üst katındaki dai- resine çıktı. Ballardan sgonra Krokerin en büyük Difreytas ile ikinci yaver Çapman idi. Ben karşıki muhallebiciden getirtti- ğim tavuk sövüşile hafif bir akşam ye- meği yemiş, işimle gücümle meşgul - düm ki bir polis gelerek yüzbaşı Dif- reytasıfı beni istediğini söyledi. Ballar bulunmadığı zaâaman dalrenin en büyük âmiri olan Difreytasa bittabi hürmet ve itaat ederdim. Kalktım, git- tim. Odasında otürmüş sigara İçiyordu. (Devamı var ) öz Ğ Bir şey anlamamış gibi davrandı. "I'H emleye oğlunun yanıma, demin Zü- eyde hantmefendinin oturduğu yere oturdu | Eliyle elini tutarak nisan gürubunu dinlemeye başladı. İnce bir yağmur yağıyor, tabiatiın ortasında, ipek hişil- |tisı gibi sesler çıkarıyor. Bahgçenin bir yerinde, bir karga, garip garip gaklı- yor. Bahçede, bir tek ağaçta bahar çi- gekleri görünüyor. Ufukta sön ışıklar sönüyor. | — Yarın gene yağmur yağacak!.. diye içini çekti. - Kurbağalar için | pek muva.fık ama biz insanlara hiç de J yan rütubetli bir hava.. Ne za- iımn Yıkacığa gideceğiz? — Uzaklaşmak... İsatnbula avdetin ne zaman olabileceğini bilmemek... Tam |* bir fedakârlık... Muraddân tam bir foragat.. Orada, Yakacıkta tabiatle baş başa... Zihninde, yeniden, hayalelr birib'- rini takip ediyor. Hayat ne mecra aliyor?.. Dağ baş- ları! Issızlık... Tatsız tuzsuz bir şey... — Anneciğim! İrkiliyor, doğruluyor. — Ne var, yavrum?. — Sahiden iyileşebilir. miyim der- sin? İsmet, derlenip toplanıyor. Aklında parlak cümleler hâzırlıyor. Yeminler ediyor. İstikbal hakkındaki plânları- nı, kendi de inanmâdan, yağlandıra ballandıra sıarlaytp döküyor. Fakat: “Gencliğimin azıcık bir parçası kal- mıştı. O da bitiyor!,, diye esefleniyor. Fakat, yüreğinde zit hisler çarpış- maktadır Oglun bakıyor- ı Bnnı yer göıterdı ve: bir yüz, çıkık elmacık kemikleri, ateş parçası gibi yanan gözler... Merhameti galeyana geliyor. Sarılı yor, öpüyor Enisi., Bu temas, onda elim b'r his uyan- dırdı. Hümma içinde tutuşan bu el, bu a- İm, bu yanaklar, bir gün, ölüm soğuk- lüuğile buz mü kesilecek? Bu vücut katılaşacak mt? Ve bir tabutun İçine bu yatakta yattığı gibi uzanacak mıy- dı? Vücudunda korkuneç bir seyyale dö- laştı. Beyninde bir fikir parlayıp sön- dü. Eti kemiği isyan ederek hu bevaz tahta tabuta karşı durdu. Hayır! Ha- yır!., Onun bu vücudu alıp kendisin- den koparmaması için her şeyi, heri şeyi göze almıştır. Öyleyse.. Başını yastıklara yaklaştırdı. Eni- sinkinin yanıbaşına koydu. “— Ben neyim?.. Ben ki, biraz ev- vel, oğlumun ölümünü ve sevgilimi düşündüm... Ne alçak insanım... Ne ca navarım ben.. Kadından başlta her şe- yim galiba..,, Murâad... dJandarmalarının birer birer temiz- lenmesini isterse razı olmasın! — Bugün ne var ne yök bakalım? di- ye sordu. — Buğünkü yeğgâne meşgalemiz hal- kın yaptığı miting ile bü gece yapacağı na muüuttali bülunduğumuz feneralayı - dır. — Şehri bugün dolaştınız mı? — Bir kısmını! — Müşahedelerinizi anlatır mısıntz? — Titarette bir durgünlük yoök., Her kes gene kendi âleminde... Yalnız İs - tanbul tarafı mutat hilâfına fazla kala- balık. Halk, meydanlarda — gündüzden toplanmağa başladı. — Türk halkında tecavüzkâr bir te- mayü! hissettin mi? — Hayır! Halk hbütün heyecanına rağmen, sükünunu muhafaza etmekte - dir, — Beyoğlu tarafı nasıl? — Beyoğlu tarafını dolaşmadım. Yal niz Galatayı gördüm. Meyhaneler nisz- beten tenha, Lâternalar gene çalıyor, Buralarda daha çok — ecnebi askerler vardı. — Şimdi siz başçavuş Raytı da bera- berinize alırirz. Resmi otomobille İstan bul tarafını şöyle bir dolaşmız. Sonra da bana gördüklerinizi anlatınız, Yüzbaşı Difreytasdan ayrıldıktarı sgon ra bizim çavuş Raytı aramağa başla - dım, Bizim meşhüur boksör, sabahki bo- ğulma hâdisesinden asabı bozülmüş, lokanttada viski çekiştirmekle meşgul - dü. Kimbilir kaçtane atıştırmıştı. Ka -| , — . O N O bladığı, b fayı tütsülemişti. Yanına oturdum, — Sen de bir tane çek. Svmrlıri ya- Çtıştırtyor, -dedi, — — Ben içmem Sen de çabuk bitir,| işimiz var. götüreceksek ben yokum, — Hayır! Seninle beraber gezmeğt gideceğiz, — Buüu helâlı günde bir yere gitmek istemem., — Yüzbaşı Difreytasdan emir aldım. Bir küfür savurarak kalktı. Otomobile kurulduk. Beyoğlu, Karaköy tarafları her za - manki tabif hayatını yaşıyordu. Fakat Eminönüne geldiğim zaman, hayat birdenbire değişti. Her taraf bir fevkalâdelik içindeydi. Tramvay yolu - nu takip ederek Divanyolundan yukarı çıkıyorduk. Sultanahmet meydanı, Aya sofyanın önü hıncahınç insanla dolu idi. Halk her iki camii de ağızlarına kadar doldurmuş bulunuyordu. Herkes clduğu yerde duruyor. Her- kes grup grup olmuş konuşuyor, Halk bir şey beklıyor Bazan karanlık koşe - Bu iki hayal benlıği içinde, biribi- riyle çarpışıyor, biribiriyle boğazlaşı- YÖY ... Murad, onu cezbediyor; sesi kulak- larında çınlıyor... Bu ses.. onu bir esi- re haline getiren, her emre boyun eğ- dirtebilen bu ses.. Ya sonra bu... Bu Enis?,, — ÂAnne!.. Du ses. çocukluğundaki anne deyi- şine benziyor.. Sanki hayatının ilk menbalarına döndü.. İsmet, hayalin. de, eski, pek eski zamanlara avdet et- ti ve karşısında, oğlunu, küçülmüs. miniminileşmiş gördü. — Ne var, söyle bakalrm anne? Zeh ra sana benim hakkımda bir şey Böy- lemedi mi? Ah, o da ofluna, Zübeyde hanıme- fendi gibi birtalkkım sualler sörabilse.. Meselâ, dese ki: “— Zehra niçin geni merhametin- den dolayı sevmiş bakalım!. — Bana karşsı takındığı yarı acır, yarı alay e- der o tavır neydi?.. Ailen sana uy- muş.. Ya ben neyim? Ona neler an- lattın? Benden sıkâyet mi ettin?... Bunları sorabilse... Bunların cevan- larını alabilse.. Ne atı bir zevk duya- caktı. . : | gibi uzanmış, yatıyor... lerden yukselen şarkılar bize kadar ge liyor: İzmir dağlarında çiçekler açar... Yaşa Mustafa Kemal paşa, yaşal.. Halkın arasında dolaşan resmi Türk polisleri sık sık gözümüze — çarpıyor: Türbeye doğru çıkıyoruz. Bütün dük- kânlar, bütün evler donanmış... Herk ne bulursa asmiş... Bayrak, renkli kâ ğıtlar, elektrik lâmbaları, fenerler, gağ lâmbaları... İstanbulun manzarası tamâ men değişmiş gibi... , Beyazıt meydanındaki kalabalık d ha fazla... Karşıda koca Harbiye N reti .. Karanlıklar içinde'bir — heyulâ Meydan mah * şer gibi... Kargılıklı kahveler tıklım tıklım., Gramofonlar çalıyor, — gençlef şarkı söylüyor. Halk cuş ve Huruş için de... Şehzadebaşına geldiğimizz. — amafi Sultanahmet ve Beyazıt meydanlarınd ki on binlerce halkın ne — beklediğin anladık. Fatihten doğru muazzam b_ alay ilerliyordu. Binlerce halk sırala mış. Kimisinin çlinde bayrak, kımiımd fener ve meşaleler.. Bağıra bağıra iler liyorlar. Herkes yeniden dünyaya g miş gibi. Her taraftan : — Yaşasın Mustafa Kemal paşa! vazeleri lükşeliyor, O geceyi hatırladıkça hâlâ heyecam” lanırım. Öne ilâhi bir — gece idil O mtü muazzam bir tuğyandı. O muztarip İff sanların güldüğü, hainlerin birer kös vatanın kurtulduğu, yeni bir — güneşil | doğduğu, hakkın, adaletin, — zulma V esarete hâkim olduğu dakika ne kadâ” ulvi. idi, Alayın sonu geldi. Biz de — arabay çevirerek alayın arkasından ağır ağ! yürümeğe başladık. Beyazıta geliyoru& Halktan çoğu ara sıra dönerek bize bâ kıyorlar, Kin dolu gözler, arabanın © nünde sallanan küçük bayrağa takılı yor. Bu bakışlar ne kadar acı, sanki: — Artık bunun da işi ne? — Sıra size de gelecek! Demek ister gibi... Başçavuş Rayt alayın — arkasında böyle kaplumbağayari ağır ağır y yüşten sıkıldı. Bana dönerek sordu: — Onlar eğleniyorlar, bize ne? Öna şu cevabı verebilirdim : | — Ben de eğleniyorum. Çünkü bef de onlardanım. Sana ne? Fakat, tabif vaziyetim buna müsâ değildi. Dedim ki: — Alayı biraz daha takip edelim. — — Şoföre biraz söylesek de korna € larak arabayı sürge... (Devamı var) Fakat, ımkâm yok işte.. Hem -ı- cesaret edemez, hem de doktor, has sımna mutlak bir sükün tavsiye _ Bu sözler ise onu son derece heyecaf landırır... İsmet, sadece: — Hiçbir şey söylemedi... vap verdi. - Sadece ağladı.. Hayf böyle yüzünü buruşturma, Enis... ON bu derece istihfafa hakkın yok.. ÇÜf kü hem pek samimi, hem de pek maf zundu., — Saçma., Yalan,. Sen, bir kadınlğ aşka, bir an olsun samimi olabilet ğine ihtimal verehilir misin? Acaba aşkın ne olduğunu bilir mi? — Bilir.., İnanırım, ihtimal veririf — Döğru... Gene kadın gibi muh* keme ediyorsun... Lâkin siz hepiniz-* Vay!. Yirmi yaşında bütün hay” ve kalp muammalarını — hallediver küçük bey... — Demek sen, samimi olarak $ mesini biliyorsun, öyle mi, Enia?.. bunu ispat ettin. ; — İspat mı? — Hem de birçok aşkların bi ardınca sıralanmasile.. Öyle ya.. F kadın., $ | (Devamı var! — - diye ©