Tefrika No.65 Derhal kendisini gene tanımadığı bu adamlar vasıtasiyle yakalat: elini, ayağını bağlar, istediğiniz yere götürürüz. — Mükemmel! Fakat hiç vakit geçirmeğe gelmez. Bu iş, bu gece olmalıdır. — Ben de ayni fikirdeyim. İ — O halde derhal işe başlama- İryız. — Bunun için de derhal bize lâ rm adamlar tedarik etmeğe koyu- lalım. | On beş adım kadar ötede Fari- yani'nin kapalı arabası duruyor - du. İkisi de buna bindiler. Ve a - raba verilen bir adrese doğru sür” atle ilerlemeğe başlad. On beş dakika kadar sonra Ro- manın gemici ve serseri meyhane- lerinin bulundukları yere varmış. lardı. Araba bunlarm en tehlikelisi-! nin önüde durdu. Fariyani ile sa-! dık adamı Jülyetto inerek buraya girdiler. Forsa kaçkınları ve ipsiz, sap- sız serserilerle dolu berbat bir mey hane.. Fakat rahip kılıklı, yüzleri gözleri iyice gizlenmiş iki yabancının içeri girmesi, bun- ları hiç de hayrete düşür- medi. Çünkü bugibi kahve. lere sık sık asilzadeler gelir ve bu ipsiz, sapsız serserilerden gözleri- ne kestirdiklerini angaje dereler- di. Bundan dolayı iki rahibin içeri girişini herkes memnuniyetle kar- sıladı. Meyhaneci sarı çürük dişle- rinimeydana çıkararak yerlere ka.| dar eğilmek suretiyle yabancıları| selâmladı. Ve kendilerine ocağın yanmdaki en mütena yerini tak- dim etti, Fariyani ile Jülyetto buraya ©- turdular, Ve etrafı dikkatle göz- den geçirmeğe başladılar. Hemen hemen bütün serserilerin gözleri kendilerine çevrilmişti. Hekimba $ı bir işaretle meyhaneciyi yanma çağırdı. Ve alçak sesle konuşmağa başladılar: — İki adama ihtiyacımız var. — Burada istediğiniz gibilerini bulabilirsiniz. — Evvelâ gayet kvvetli, her türlü silâh çarpışmalarında gayet mahir olacaklar. — Bu kolay. — Romanın, daha doğrusu İtal- yanın yabancısı olacaklar. o Yani burada kimseyi, hattâ papayı bile tanrmamış olacaklar. — Anlaşıldı. — Dilleri çok sıkı olacak. Geve- zelikle hiç bir alâkaları bulunmı- yacak. — Güzel. — Yani kısacası Türklerin de- dikleri gibi ser verip, sır vermiye- cek cinsten olacaklar. — Şartlarınız biraz ağır amma, fedakârlıktan çekinmezseniz... — O hususta hiç merak etme. — Pek âlâ! İste size şu ön ma- sada oturan iki İspanyolu tavsiye ederim. Çok belâlı adamlardır Kılıçlarmı ne kadar müthis kulla- nırlarsa, ağızlarını da o kadar sıkı tutabilirler. Jülyetto: — Müsaade ederseniz şunları Yazan; Murad Sertoğlu panyol ayağa kalkarak ortaya gel- diler. Kılıçlar sıyrıldı. Jülyetto ikisiyle birlikte çarpı- şıyordu. Bir müddet yabancıların hücumunu bekledi. Sonra şimşek gibi bir hamle yaptı. İki İspanyo- Tun da kılıçları iki parça olmuştu. | Jülyetto cebinden iki altın çı- karıp yere fırlattı: — Alın bunları, kendinize sağ-| lam birer kılıç alın, ve kılıcı eliniz- de tutmayı öğrenin.. İ İki İspanyol yere kapanarak al- tınları kaptılar. Tüylü şapkalariyle Jülyetto ile Fariyaniyi derin birer reverasnla selâmladıktan tekrar yerlerine geçtiler. Meyhaneci devam etti: — Şu halde size şu Mısırlı ile şu Korsikalıyı tavsiye edeceğim, Mı-! sonra sırlı bir aydır bu meyhaneye de- vam ediyor. Fakat henüz beş para bile vermedi. Hep veresiye içi - yor. Fakat kılıcını şeytan gibi kul- landığından bir türlü cesaret edip kendisini dışarı atamadım. Üste- lik bir kelime de italyanca bilmez. Öbür Korsikalıya gelince, çok tehlikeli bir adamdır. Daha evvel-! ki gece bir hırsızlıktan dolayı pe-! sine düşmüş olan iki devriyeyi yo- lun ortasında doğradı.Korkunç bir silâhşordur. Buraya yeni geldi. Korsikada ne haltettiğini bilmiyo- rum. Fakat Napolide de kalmayıp! buraya geldiğine bakılırsa orada da tanınmaktan korkuyor demek- tir. Bir dakika sonra Jülyetto bu iki korkunç adamla da çarpıştı. Fakat hiç biri geniş kılıcının kar- şısmda tutunamadı. Bunun üzerine Fariyani de aya- ğa kalktı: — Aradıklarımızı burada bula- mıyacağız. Gidelim. diyerek mey- hanecinin önüne de bir altın frlat- tı. Sarr çürük dişli meyhaneci al- tını alıp yerlere kadar © eğilerek HABER — Akşam postası KO€ XZAN: İSHAK FERDİ mm oWLi Leylâ, bütün yolcuları taarruza uğramış olduğuna inandırmağa muvaffak Olmuştu Fakat bu saadet dakikası bir- denbire kısa, fakat tiz bir çığlık- la nihayetlendi. Güvertedeki göl- ğeler tekleşmişti. Mısırlı Abdül - vahab ortada görünmiyordu. Yal- nız Leylânın elinde kalın bir cüz- dan duruyordu. Kaplan ruhlu ka- dın kendisini kaybetmiş bir vazi - yette olan Mısırlı Abdülvahabın yüzüğünden sonra cüzdanmı da cebinden aşırmış ve bir hamlede esasen alçak olan parmaklıkların- dan kendisini aşağı denize yuvar - lamıştı. Bu hâdise göz yumup açımcaya kadar kısa bir zamanda olmuştu. Leylâ bundan sonra cüzdanla yü- züğü mendilinin içerisine sardı. Ve eğilerek esasen açık olarak br- raktığı kamarasının penceresin - den karamâsının içine attı. Sonra tekrar doğrularak feryat etmeğe, imdat istemeğe başladı. Orada ilk önce geminin ikinci süvarisi yetişti, Leylâ kendisini genç ve yakışıklı ikinci kaptanın başladı. e — Beni buraya getirdi ve üstü- me atılarak taarruz etmek istedi. Fakat müvazenesini bozduğun - dan denize düştü. Hemen diğer yolcular da salon- dan ve kamaralarından fırlayarak yukarıya çıkmışlardı. Güvertede büyük bir kalabalık oldu. Nibayet vapur durdu. Geri döndü, denize sandal indirdiler. Projektörlerle de her tarafı araştırdılar. Fakat bir şey bulamadıklarından tekrar yollarma devam etmeğe başladı - lar. Hemen hemen bütün yolcular Leylâya hak verdiler. İkinci kap - tan Abdülvahabın Leylânın üstü « tekrar selâm verdi. (Devamı var) ne hücum ettiğini gözleriyle gör - düğünü temin etti. Ortada yalnız Emir Sait bu - ISizi kamun namına i kolları arasına atarak anlatmaya! lunmıyordu. Ve Leylâ o geceyi) ikinci kaptanla birlikte geçirdik - ! ten sonra şafak sökerken kama - rasma avdet etti, İçinden parala- | rı çıkarıp cüzdanı denize attı, Ve yüzükle birlikte çantasına sakla - dı. Bu sırada Emir Sait de hâdise- yi öğrenmişti, Leylânın tahmini hilâfına hiç bir şey söylemedi. Sa- dece: — Vah, vah, Demekle iktifa etti, Ve vapur İstanbula kadar bu şekilde hâdisesiz olarak geldi. tevkif ediyorum Gaştayn vapuru Galata rıh - tımına yanaşmıştlı, Ortalık kararmak üzere oldu - ğu halde rıhtımda göze çarpan bir kalabalık vardı. Emir Sait Leylâ ile birlikte bi- rinci mevki salonunun penceresin- den rıhtımdaki kalabalığı seyre - diyordu. Leylâ sordu: — Vapurdan çıkmca nereye gideceğiz, Emir? Emir Sait önüne bakarak ce - Yap veriyordu: — Tepebaşında bir ötele., — Bir pansiyona insek... — Ben İstanbula gelince dai - ma bu otelde kalırım. Hiç çekin- meyin Leylâ Hanım! Orada da benim adamlarım var... Hamallar, polis memurları va- pura dolmuşlardı. Yolcular yavaş yavaş rıhtıma iniyor, oradan eşyalariyle beraber salona gidiyorlardı. Leylâ: — Bizim eşyamızı da muayene edecekler mi? Diye sordu. Emir Sait gülümsed — Eşyanız arasında dıracak bir şey mi var? — Hayır... Bir kolaylık olsun diye düşündüm. — Gümrük muayenesi on da - kika bile sürmez. Geçip gideriz. Yürüdüler.. Valizlerini götü * ren hamal önden gidiyordu. Emir Sait pardesüsünün yakasını kal - dırmıştı. Rıhtım üstünde fazla konuşma drlar. Muayene salonu kapısında E- mir Sait durmuştu. Kapıda bir İngiliz polisi ile bir Türk polis komiseri pasaportlarf yolcuların elinden alıyor ve büvi- yetlerini soruyordu. Kapıda duran polis komiseri; Emir Saidi görünce tanımıştı. Yanma sokuldu.. Selâmlaştılar. Leylâ biraz arkada duruyordu. Emir Saitle komiserin neler konu$- tuğunu anlamak istiyen Leylâ bir- az ilerledi. Komiserin: “Sen ya » man adamsın vallahi!,, diyen se * sinden başka bir şey duymadı. Komiser bu kısa konuşmadan sonra İngiliz polisinin kulağına ds bir şeyler fısıldadı. İngiliz polisi kendi kendine homurdanarak ma- nalı bir bakışla güldü.. Diğer yol cularla meşgul olmağa başladı. Ve Türk komiseri, bu iki yolcuya bü- yük bir nezaketle: — Buyurun içeriye.. Pasapor * tunuzu kaydedeceğiz. Serbesisi » niz! Leylânın yüzü güldü.. Bacak- larındaki titremeler, yürek çar” pıntıları bir anda kaybolmuştu. Salon komiserliği odasına gir“ dikleri zaman gümrükte garip bir telâş eseri görüldü.. Resmi elbis”” li polis memurları kapının önüne koşuşuyor, sivil memurlar sık sık merkez memurunun odasına girip çıkıyorlardı. Ser komiser, Leylâya yer gös“ terdi: (Devamı var) YAN AY#AAal bir imtihan edeyim, diyerek ayağa kalktr. Herkesin hayreti önünde rahin mantosunun altından genis ağızlı bir kılıç çıkardı. Meyhane- cinin de bir işareti üzeri e iki İs- Tertirka No. 71 — Ya sizi anlamaz, sizin arzunuzu kabul etmez. sel Hem niçin edecekmiş hiç bir suçu yoktu — Beni anlamak istemezse bunu kendisi di sün.. Şimdi siz odanıza giriniz Samiye.. Ben ona bir uğrayayım. Yavaşça kolumdan tutarak beni O kapıya doğru götürdü. İçerimden zemberek gibi bir şeyler boşana” rak göğsümü tıkadı. Bir sıçrayışta kocamın yanına koşmuştum. Hıçkırıklar içerisinde ceketinin yenleri. ne asılarak: — Arif! Gitmeyiniz! Oraya gitmeyiniz! Size söz veriyorum! Size yemin ed yo rum. Onu artık asla görmiyeceğimi size söz veriyo rum, ki bu adamı sı Bana doğru eğildi. Yü yaklaştıcan rak gözlerini yaşlarla dolu zavallı gözlerime tekrar ederek; dikti, ğru çekti. Dudaklarını alnım Üzerine koyarak seri bir buse aldı. Sonra ge ne şiddetle iteledi. Odadan fırladım, koşatak merdivenleri çıktım & cı gözyaşlarile boğulurcasına kendimi odamın kana pesine atarken o da bürosuna giriyordu. Döktüğüm bu göz yaşları neydi? o Hiddet mi? Gurur mu? Asabiyet mi? veya iyilik şifa veren yaşlar mıyd: bilemiyorum; O gün niçin bu kadar çok ağla- muştum. ? Bunu hiç bir zaman anlıyamadım. Göğsümde kabaran hıçkırıkları boğmak için kok tuktaki kırlântların dantellerini ısırarak uzun ağladım. Bu kadar şiddetli gözyaşları belki Arif Nedrete boyun eğdiğim içindi. Benim mukavemetimi kırmış. ona göstermekte inat ettiğim soğukluğu eritmişti. Onun galip ve alay tavrın: hiddetle düşünüyor mağlübiyetimin onu nasıl 1 n önüne getiriyordum. Bu hiddet ve ölkemin sademesine uğrayan ihti- yar Ahmetağa oldu. Saat altıya doğru odamda gürültü duymadığı çin çıktığımı sanarak her zamanki gibi odamı topla mağa gelmişti. lamaktan kızarmış gözlerimi, bozuk yüzümü görmesi büyük bir sadakat hamlesile onu bana doğ” ru koşturdu: — Ah! Hanımcığım ne oldun? Bir derdin mi var? söyle bana! Kırışık yüzünü bana doğru uzatmıştı. Doğruldum. Sert bir tavırla: — Ağlamama sen sebep oldun Ahmetağa — Nasıl? Ben mi? Bu olacak şey mi hanımcığım? Ben senin için bayatımı feda. Şiddetle sözünü kestim: — Körü körüne efendinin emirlerini o yaptın!. Hizmetinde bulunduğun hanımını gözetledin. Bir te kım saçma şeyleri ona söyliyerek onu kışkırttın. İhtiyar hakirane bâşmı eğdi: — Efendiye: “hanımlarını gözetmek benim had- dim değildir,, dedim. Fakat meram anlatamadım. Zahmetle dizlerini bükerek (Oönümde diz çöktü. Zavallının bütün mafsallar: öyle katılaşmıştı ki diz gökerken kemiklerinin çıtırdadığını duydum. Fakat uzun keyihlendireceğini gene böyle diz çökmekten alıkoymak için hiç bir bar€ ket yapmadım. Şu sırada ona olan kinim o kadar yüktü ki. — Sana hepsini #öyliyeceğim hanımcığım. iht yar hizmetçinden şüphe etmem pek ârıma gidiyof” — Bir casusun sözlerine nasıl inanabilirim?. Adam kamçılayan bu kelime ile titriyerek - İkİ di. Şiddetle itiraz ederek: — Şu ihtiyar yaşımda bu sözü Bunu söylemezden önce beni bir defa daha iyi edecektin hanımcığım.. — Neye yarar? Haltalardanberi benim arkemö” geliyorsun. Bütün yaptıklarımı gözetliyorsun. se belki de bunları dallandırıp budaklandırarâk “efe”. ne söylüyorsun. O da başka manalar vererek hırpalıyor.. — Hayır banımcığım.. İş senin dediğin e madı. Birazcık da şu ihtiyar Ahmetağayı dinle b* ım. — Peki söyle bakalım dinliyorum. Ne — Bir gün efendi bana “bizim hanım sokağa © tığı vakit arkasından gideceksin. tstanbulun ? sidir. Bazı kötü şeylere rastlar. Kendisini Dat. ruyacağını bilemez. Kendini ona hiç göster eşi kasından gideceksin. Evimde kendi bildiğini İsterim.. Sen yalnız uzaktan gö” sin. Lüzum gösterirse onu © koruyacaksın. fenalık getirecek şeyler gördüğün vakit hemen işitmek ne ağır dinleseY tir böyle bir şey yapamaz. (Devamı var)