KER TARAFDA BURADA NE CE Z Sıkca KAPALI TARVYORSUNUZ BURASI FÜLEM Aka Yedi ş STUDYOSU OLDURTANSON z “| YASAKTIR» if iğ amore . Lİ İS v mean ER GİRİLMEZ |/ , , -j se MM” > ri w i E ekme a Ka e-lkj yi : 7 ? i, âli İŞ ARIYORUM... li ; ari m) |or , İrem A Hİ sr.HAssa HAM- - di / 7 2 ? LET ROLÜNU EYİ — İİ Avcı varın BIR MÜD) (Bv SURETLE ZARARLI RE. DET BERABER ÇALIŞMA | KABETLERİN AZALASAĞINI Vi KABUL EDIYOR. "MESELA SAPE BOYNUZU içiN Kos. : Koca GERGEPANLARı VURUYOR... Bir Şok avcı. || x Lar beyhude. . Ti Yöre vanşi PN hayvanLarı diğe rü vor. Lardı... 809 YERE BU HYVANLAR TLAF EDİLİYOR VE a: Şor YAZIK OLUYORDU di VE ŞıKARILAN BİR KEMİK YERLİ MALKA... — BU ESNADA ORMANDAN DU MANASI OLAN BiR o AT a amam. 18 FAUSTA FAUSTA 19 ten yapılma bir gölgeliğin altın - da, altın kakmalı abanoz bir kol. tukta bir kadın oturuyordu. Bir kadın!.. Parlak, baş dön - dürücü derecede güzel bir mah - lük... Belki bir Melek yahut bir büyücü... Belki de yüksek bir ko- kot... Gayet büyük ve derin, ba - zan solğun bir çiçeğin baygınlığı- nı taşıyan, bazan siyah elmas par- çaları gibi parlayan gözleri eşsiz derecede güzeldiler. Ahenkli, a - teşli, muhteşem, ve cesur bir ruhu | gösteriyordu. İçeriye birisi girdi. Bu al üzerinde siyah kadifeden yapılma | ağır, fakat sade bir süvari elbise- si vardı. Uçuk rengi, her zaman acı içinde ve kederli bulunduğu - nu gösteriyordu. Yukarıda tarif! elmiş bulunduğumuz kadının ö - nünde durarak bir dizini yere koydu. Bu dindarca hürmete alışkın görünen kadın, anlatılması im - kânsız derecede hâkim bir tavırla elini açık duran geniş bir pencere- ye doğru uzattı, Jantiyom yerden| kalktı ve büzülmüş olan elini kal- binin üzerine koyarak: — Grev meydanı! Diye mırıl- dandı. Ey gecelerin korkunç rüya- larını, gözlerimin odayanılmaz hatıralarını kendisinde toplyan| "meydan! Şimdi seninle gene yüz- » yüze bulunmak lâzım geliyor öyle Sml) i Bu anda kadın söz söylemeğe başladı. Sesinde &en mağrur başla- rı eğecek ezici bir ahenk vardr. — Kardinal, şimdi size bir &- mir vermiştin. Neden itaat etmi- yorsunuz? Jantiyom titredi. Ve sanki ka» dının sözlerinde çok şaşılacak bir $ey varmış gibi bir tavırla: — Naat ediyorum Sasentet!.... Cevabını verdi. Sasentet “Zatı Akdesleri, !... Bu yalnız hıristiyanlarm en bü « yük reisi olan papaya karşı kulla- nılan bir ünvandı. — Kardinal, şimdi söylemiş ol- duğunuz söz pek müthiştir, Şuna dikkat ediniz ki, Romada iken bu tabiri kulanmanız belki doğru idi. Çünkü ben orada, (Jan) hükü. metinin varisi, o büyük dini tari- katin birinci şövalyesiyim. Fakat burada, Pariste, Lükres Borjiya sülâlesinden Prenses Fausta'yım! Acaba bir kraliçe tavrı ile söz söyliyen bu kadın kimdi? Fausta, Prenses Fausta!... Acaba bu isimde nasıl bir giz- lilik, nasıl bir sır vardı? Tavırla- rındaki, halindeki, sesindeki bu ibtişam nereden doğuyordu. Lükres Borjiya! Onun ceddi idi, Borjiya, mutlak hâkimiyet! Canlı korku, ölüm... Lükres, aşk ve sevgi perisi, içki ve sefahet â - lemlerinin büyük üstadı... Zehirli öpücükler büyücüsü... Hazırladı - ğı feci eğlencelerde bir şehap gibi| parlayıp sönerek peşinden mah -| vettiği sayısız erkeği sürükliyen) mahlâk!... Acaba bütün bu kudret, bu bü- yüklük ondan hep bu kadına mı geçmişti. Hep onun şahsında mı toplanmıştı? Belki! Çünkü onun Kardinal diye çağırdığı adam o - nu, ancak bir peygamberin karşı- sında almabilecek bir tavırla din- liyordu. Bu adam kardinal ünva- nır taşıyorsa da jantiyom elbise- si giyiniyordu. Tavırları da bir papaza benzemiyordu. Eski asıl. | zadelere benzer bir ciddilk halin- den okunuyordu. Gözleri zekâsı - nı, slİni cesaretini o anlatıyordu. Kadın söz söylerken o diz çöke- rek büyük bir hürmet gösteriyor- du. Kardinal ümitsiz bir itaatle Fa. ustanın göstermiş olduğu pençe - reye doğru yürüdü vegizli bir korkuya kapılmış olduğu halde pencerenin kenarına dayandı. Meydana derin bir bakış fırlattı. Bareakd günü denilen meşhur) Paris isyanının ertesi günü idi. Pa. ris kralını kovmuş ve her taraf henüz bir istihkâm halinde duru- yordu. Patlamış olan tüfeklerin barut dumanı ufuklardan silin - meden o, menekşe ve gül bayra - mmı kutlulryordu. Çünkü Paris, her zaman sokaklarında isyan a - rasında çiçekler, kan arasında gülümseyişler görmeğe alışıktı. Grev meydanı parlak güneşin ışı. ğr altında her sene mayıs ayında kurulan bu büyük çiğek panayı rınm neşeli sabahında, ortak » ğa renk ve koku dağıtıyordu. Mey- danda süslü elbiseli zengin kadın- lariyle üstleri başları lime lime dilenciler, jantiyomlarla hokka - bazlar omuz omuza dolaşıyorlar» dı. Kardinal bu güzel manzaraya dalmış bakıyorken, mazisinin ka « ranlıkları içinde bir takım hatı « ralar uyanmış olmalı ki, rengi da- ha ziyade solmuş, dudakları bile bembeyaz kesilmişti. Fakat (gözlerine birdenbire meydanın iki ucundan gelen hak kın kaynaşması çarptı, bu bare - ket onu titretti. i Sağ taraftan, âdeta hayalpe « rest bir ressamın fırçasından çık- miş, tuhaf tavırlı bir takım adam- lar, kocaman bir yük arabası, Belgoderin o kötürüm atının sü « rüklemeğe çalıştığı bir araba tas- lağı, gıcırdaya gıcırdaya Grev meydanma giriyordu. Sol tarafta, hafif bir zırh giyin» miş, savaş kılıçlarını kuşanmış bir jJantiyom alayı görünüyordu. Or - talarında ve biraz ön taraflarında bir gün evvel Şayo yamaçlarında görmüş olduğumuz adam, Dük Hanri dö Giz, Paris kralı Balafre, daha muhteşem, daha parlak, da