HABER — Akı pöstağı © Sine kli ES 95 Kocalı KADIN | i fr B a ka/ i —a— ag izi Ibrahimin portiresi ale ir. b 121 (Nakil, tercüme “ve iktibas hakkı mahfuzdur.) Leylâ, Prens KE önünde söylendi : “Maşallah, bizim yetmişlik prens hanımefendi de meğer eski “Gök gürler gibi okuduğun bul kiç, destere sesi Sinekli Bakkalın © hayran. Heyecan, sada ezeli bir © nabız gibi vuruyor. Hayat mut- & j rak oldular, hiç yaşamamış gibi © korkunç hayallerinden, tesirlerin- e” ig © — sonu gelmiyen; ebediyete uzanan © anın şekli! Bundan da bir Rabia “© yeni şekilde Rabia var... Rahmin- k .şeylerin manası ne, iki gözümün nuru?,, “Sus... Kıyamet günü!,, Şimdi, odada yukarı aşağı dola- şiyor. İmamın uslübiyle, imamin sesiyle ahreti tarif ediyor. Artık Osman ona bu arapça âyetlerin manasını sormuyor, Kızın sesinde saat rakkası gibi vuran ahenge lak böyle bir vuruş, ölçiyle, ahenk- le atıştan ibaret olacak. Sayrl- maz şekilleriyle vuran ebedi na- bız! Rabia sustu. Osmanı bir zaferle: “İmam da, Emine de artık top- şaşırtan “oldular.,, dedi. © Osman bunu biraz Rabianm kalbsizliğine verdi. Fakat Rabia için öyle değildi. Ona, imamm ve Eminenin, rüyalarını işgal eden den, birdenbire halâs olmuş, şi- fa bulmuş hissi gelmişti. Kendini bu kadar hayatın kaynağı ortasın- da bulmamıştı. Kanı damarların- 'da yarış eder gibi, çılgın bir akm- tı gibi akıp gidiyor. Herkesi dün- yanın yüzüne bir'an vurup geçen bir gölge, bir hayal, bir akis! Fa- kat o, Rabia yaşıyordu. Kendisini bir hayat parçası gibi hissediyor. Zaman şekilden şekle giryor, yıl- lar sel gibi akıp geçiyor. Fakat her de bir daha yeni hâyat kımıldadı. İşte bu kendisinden sonraki Rabi- © çıkacak... Birbirine zincirlenmiş İl Bi | ; İ b | : © rüyası. Ötekiler gelip geçen ya- gibi, ucu gelmiyen istikbale uza- nan Rabialar! İşte rahminde vu- ran hayat ona bu ebediyeti veri- yor. Ve bu ebediyette Osmanla or- tak. İşte ömrünün biricik, daimi Jancı hayaller! Osman camı sürdü. Kafesin altında küçük serçe sıkıştı, pence- renin bu tarafma geçti. İmamın “Boz Şeytan,, diye belki yeryüzün- de birtek sevmiş olduğu canlı “Rabia, kiracılara tenbih ede- Tim, Büyük babanın bu küçük dost- larını ihmal etmesinler.,, “Biz bakarız, Osman.,, “Nasıl olur, yavrum.,, * “Ben bu eve taşınmağa karar verdim.,, “Niçin yavrum? Sen öteki eve bağlısın. Ben de bağlıyım. Emin ol, artık büyük yer istemiyorum.,, “Doğru, fakat ben çocuğumu, kendi doğduğum evde dünyaya getireceğim.,, zi xy İmamın evi damından temeline kadar tamir edildi. Kiremitler de- gişti, duvarlar, kafes tamiri yapıl dı, badanalandı, kapılar, tavan- lar boyandı. Polis karakolu kadar mahallelinin çekindiği, ürktüğü bu bina birdenbire çok sevimli olu- vermişti. Avlu kapısı sabahtan ak- şama kadar açık, dülgerler, renç- Berler alay alay girip çıkıyor, Çe- 1 a1 her tarafından işitiliyor. Bu kadar esaslı tamir Sinekli Bakkal için yepyeni bir tecrübe. Gerçi her er- kek damımı yılda bir kere aktarır, her kadın biraz kireç alır, hiç ol- mazsa mutfağını badanalar, fa- kat evlerin dışı yirmi senedir hiç değişmemişti.. Saçaklar çarpık çurpuk, damlar mutlak kar yağın- ca akar.. İstanbul bakkaliyesi sahipleri yapıya mutlak günde bir defa uğ- ruyorlardı. Yapı ve tamir insanla» rın istikbale imanını gösterir, onun için şevk veren bir şeydir. Ve bu şevk mahalle çocuklarına bile si- rayet etmişti. Artık sokakta hep ev yapmak oynuyorlar. Kadınlar kol- tuklarımın altında bir sepet yahut eski bir çuval, tahta parçasi top- lamak için yapınm etrafında dola- şıyorlar, bazısı da eski bir gaz te- nekesine biraz kireç koyuyor, kü- mesini yahut mutfağını badanala- mak için götürüyor. e Yapı ilerle- dikçe yeni sahiplerinin genç ve neşeli ruhları cephesinde hissedi- liyor. İmamın ahretle, cehennem- le, gâmla, kasavetle dolu ruhu kay- boluyor. ç Mahalle, Rabianm ecdattan kalma evine geçmesini tabit bul- du. Kız gözlerini dünyaya orada açmamış mıydı? Bu tamir ve yapı için de Osmana karşı minnet his- sediyorlar. Ne kadâr et ve silin: gin tilr Hatıralarla 'dolu olursa olsun, gene o'ey Sinekli Bakkalın biricik üç katlı evi. Bir nevi mimari a- bidesi... elik Ve bugünlerde mahallenin Ra- biaya muhabbeti arttıkça artıyor. Rabia gebe ve gebe kadınların a- detâ kudsi bir vaziyet aldıkları bir küçük arka sokakta yaşıyor. Rabia dünyaya zürriyet getirecek. Ve bir kadın bu yaratıcı devresin- de en yüksek haklarm sahibidir. Halbuki Rabianın vaziyeti biraz daha Hususi, O bir imamın torunu. Gerçi imami hayatta iken hiç sev- memişler, korkmuşlar. Fakat ne de olsa dinle, merasimle münase- beti olan bir adam, ölüm, doğum hâdiselerinde mevkii olan bir #- dam. Bütün Bunların arasında Os- mana en garip gelen şey, Rabianın gebeliğinden herkesin o kadar ta- bii ve açik bir surette bahsedişi.. Hattâ bir gün Sabit ağabey kahve- hin ortalık yerinde: (Devamı var) kokainomanlardanmış! ,, Söyliyemem, Fakat, emrinizi ifa - ya her zaman hazırım. Biliyorsu- nuz ya, İskenderiye polis müdürü kokain kaçakçılarını şiddetli ce - zalara çarptırıyor. Zeynebin tüyleri ürperdi.. A - yakta titriyordu. Şimdi her şeyi anlamıştı. Demek ki, İstanbullu yenge ha- nım, paketine bir lira verecek ka- dar müthiş bir kokain tiryakisiy - di! Zeynep, garsondan bu kısa malümatı almca, o kadar sarsıl - mış, o kadar büyük bir inkisarı hayale uğramıştı ki.. Fazla bir şey söylemeden geriye döndü. Salona geldiği zaman, Zeynebin birden. bire solan çehresi ikisinin de gö - züne çarpmıştı. İlk önce Prens Ömer sor du: — Ne oldun, Zeynep? Seni me' rak ettim. Bira başına mı vurdu yoksa?... Zeynep yerine oturdu: — Evet.. Biraz midem bulan - dı, Bilirsin ya, en hafif içkiler bi- le bana her zaman dokunur. Ömer Bey: — | p — Haydi yemek yiyelim... Diyerek garsonu çağırırken, Zeynep kokain paketini yavaşça masanm altından Leylâya uzatı - yordu. Ve biraz sonra kulağına da şu kelimeleri fısıldamak fırsa- tını kaçırmadı: — Dışarıya çıktığım zaman Hıristoya rastladım. Ismarladığı - nız şeyi almış.. Ağabeyimden çe - kindiği için, benimle gönderdi. Leylâ bu sözleri işitince, otur - duğu yerde buz gibi donup kaldı. Küçük paketi avucunun içinde “sımsıkı tutarak, manalı ve cali bir gülüşle genç kızın gözünün içine Prens Ibrahimin fotografı Zeynep, o gecedenberi, Leylâ. yı adamakıllı göz hapsine almış - tı. Yalnız olarak bir yere gitmesi. ne meydan vermiyor, hemen peşi- ne takrlryordu. Prens Ömer, kardeşleri arasm- da en çok Zeynebi seviyordu, O - nun Leylâya arkadaşlık ettiğini, kendisini “yalnız bırakmadığını gördükçe memnun oluyordu. Ömer Bey İskenderiyedeki iş-| den güzel ve yakışıklı bir erkek: lerini bitirmek üzere idi. — Bir kaç gün sonra Kahireye döneceğiz. Demişti, Leylâ İskenderiyeden ayrılmak istemiyordu. Kahirede Hıristo gibi bir garson daha bul - mak güç olacaktı. İskenderiyede Prenses Şayes - tenin konağında misafir olarak o- turuyorlardı. Prenses Şayeste yaş- lı bir kadındı.. Çok gezmesini sev- mezdi. Leylâ Zeyneple her gün sokağa çıkıyordu. Bazan Ömer Beyle brlikte çıktıkları da vakidi. O vakit Leylâ Mehmet Ali Paşa o- teline uğrayıp cay içmeden bir ye- re gitmezdi. Onun maksadı çay iç- mek değil, gözle kaş arasında Hr. ristodan kokain almaktı. Zeynep o geceden sonra yen- gesinin kokain müptelâsı bir ka dın. olduğumu anlamıştı. Fakat, Zeynep çok zeki ve terbiyeli bir kızdı.. Bu meseleden bir daha ka- ; fiyyen; bahsetmemiş, * yengesini , müşkül vaziyete düşürmekten çe- kinmişti. » Zeynep bu hâdiseyi Ömer Be. ye de açmayı doğru bulmıyordu. O, Leylânın ne kadar kurnaz ve akıllı bir kadın olduğunu görü - yordu. Her şeyi inkâr ederek, zeytinyağı gibi suyun üstüne çı - kacak olursa, bu yüzden Zeynep- le Ömerin arası açılacağı muhak- kaktr. Bir akşam Prenses Şayestenin büyük misafir salonunda oturu - gelmemişti.. Şayeste Hanm yatak odasın. da yatıyordu. Salonda Leylâ ile Zeynep baş başa kalmışlardı. Zeynep: — Bugün halamın nezlesi var, dedi, o biraz rahatsız olunca ya - tağmdan dışarıya çıkmaz. Leylâ duvardaki fotoğraflara bakıyordu. Zeynep kenarı yaldız- İı bir çerçevenin önünde durdu: — Şu portreyi gördün mü, yenge? Leylâ başımı kaldırdı: — Çok güzel bir delikanlı. Zeynep gülümsedi: — Kardeşim İbrahim... Leylâ duvara yaklaştı: — Sahi mi söylüyorsun? Ci i ' â 1 — Albümde gördüğüm fotoğ raflara hiç benzemiyor, değil mi? — Nerede efendim nered Bu delikanlı tam bir prens ihtişe “$ mı taşıyor. Öne çekici gözle Vallahı sizi tebrik ederim.. Kar deşlerinizin hepsi güzel. Hepini sevimli ve cazibeli insanlarsmı?! Bu sırada hizmetçilerden bifi koşarak yanına geldi: — Prenses sizi görmek istiyof £ küçük hanım! il Zeynep, Leylâyı salonda br raktı. Prenses Şayestenin odasınf girdi. , Leylâ, çengelde asılı ciğere sal dıran aç gözlü kediler gibi, por” trenin yanma sokuldu. yi genç prensin gözlerine dikti: — Ah ne güzel delikanlı! S fakat sevimli bakışları var. Yet palazlanmış, göğsü geniş... Orm ları kalkık. Hele bir gelse de ts”? nışsak. Sonra birden içini çekerek si' garasını tellendirdi: * “© ; — Huy, canın altında imiş & yorlar. Ne doğru. Böyle iyi” delikanlılar gözünün önünde d” rurken, Prens Ömer gibi, b turpuna benziyen adamların kof munda yatılır mı ya?! | — Niçin çağırmış halan? — Bir ilâç markasını o için. Halam, allah selâmet ilâca biraz fazlaca düşkün İkide bir burnuna asprin Genzine kaçırır.. Öksürür.. İenir.. — Bu kadar çok asprin dığıma bakılırsa, sık sık başı yor demek?.. — Zannederim. Fakat, küf lüğümdenberi hayret ettiğim | şey var: Hepimiz asprini ta”. halinde ağzımıza alır, su ile is # 2d Terirka No. 41 Anlamaksızın başımı salladım. Hizmetçinin önün. de bir şey belli etmek istemiyordum. — Kahveyi sizde alacağız demişti, acaba sizde dediği neresi olacak? Yoksa benim odam muı?,.. Bir şey sormağa kalmadı. Bir kahkaha daha at. tı; — Deminki teklifiniz çok şık! Size böyle bir fikir ham ettiğime cidden müftehirim... Bunu, bu tekli. finizi hele bir inceliyeyim!,. Sizi ortadan kaldırsam hiç kimse bir şey duymıyacak mı dersiniz”. Bu defa benimle eğleniyordu. Ben de onunla gül. meğe başladım. Çünkü onün bu keyf ve neşesini facia ile görmek neye yarayacaktı? Birkaç dakika sonra genc eski ciddiyetini takın. OUA bl liği dr. Yemekten sonra Arif Nedret kolunu bana verdi. Önümüz sıra bir şamadan taşıyan hizmetçinin arka. sından benim daireye doğru yürüyerek salona biti. şik küçük odaya girdik Odunların hoş çıtırdılarla yan dığı şöminenin yahında küçük bir masa duruyordu. Masanın örtüsü dantel tamamen çiçekler, küçük şe- körleme tabakları, kadehler, muhtelif renkte Hkör - lerle örtülmüştü. Kocam beni yüksek bir koltuğa ©. turttu. Pirinç bir manğal üzerindeki “büyük kahve Gezvesini, altın zarflar içerisindeki, fincanları, getir. terek hizmetçiyi savdt, Sonra kapıya gittiğini ve sür, meyi çektiğini büyük bir hayretle gördüm. , — Oh! dedi. Nihayet yalnız kalabildik! Biraz evvelki neşesi gene canlanmış gibi idi. Müs. tehzi bir tebessüm dudakları Üzerine yayıldı, fakat ben bu sürülmüş sürgüden şaşırmış ve somürtkân duruyordum. Benim bü halimin farkına vatmamiş gibi göründü. Karşımdaki koltuğa oturarak; , Sorduz — Şu saati her şeyden daha lâtif bulmaz m“ Nibayet yalnız! Hangi genç koca, genç büsbütün kendisinin olacağı şu dakikadaki i8bİ kı tatmaz. İşte bütün erkekler (için o kadar " nen, o kadar istenen bu dakika nihayet benim geldi! Karım, hakiki ve yegâne Samiye Arif ilk defa olarak karşımda bulunuyor. Ve biz ge çiftin temenni edebileceği tam bir samimiyet VW”. remiyet içerisinde yalnız bulünuyorsunuz. edi Yavaş bir sesle, bana bakmaksızın söy” sanki karşısında, göze görünmeyen, fakat ooi,5 ve anlayan, sevincini paylaşan birisi vard Beni çok sıkan bu mükâlemeyi değiştirmek birkaç söz söylemek istedim. Fakat bir $€Y miyordum, Kaskatı i Masaya eğildi. Küçük kadehlerden birisi” is rima rengindeki içerisinde altn yaldızlar oya lerden birisile doldurdu. Bir yudumda ig sıgara aldı. Parmakları arasında garda e) (Devam: