Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
a aa W d LA — T — & LELEMAR vam p y Üa ea “ a L LA İ eat a Bi Ça - -— KK T ŞAİ Te e AA B a ylliyin a Ka B ST A La * B At AYA “ömiin” Dü ti Haai zalla v ae SÜİ el J “dos rüzgârı çıkıyordu. | rusu serinlik peşinde, tâ bostana Yaüzanm: HALİDE EDİB 115 Cülüs günü yemekten sonra konağa en evvel Rabia gitti. Dört genç halayık, daha doğru- su sabık halayık, havuzun etrafı- na çömelmiş fener siliyor, mum dikiyorlardı. Şevket ağa mum paketlerini birer birer açıp dağı- tıyordu. Fiskiyenin sesinden, fe- nerlerin tıkırtısından başka ses yoktu. Kimse konuşmuyordu. Do- nanma günlerinin gürültüsü henüz sokakta başlamamıştı. Rabia, ayakta, yerde çalışan- ları bir zaman seyretti. Şevket a- ğanın elleri çalışırken, kulakları etrafı dinliyor gibi. Belki eski şen- liklerde, çakıl döşeli yoldan bir- biri ardınca giren konak -araba- sı tekerleklerinin hışıltısını işiti- yor... Kızların gözleri, sağa sola, bilhassa iki taraftaki kameriyelere dalıyor, sonra hayalet görünmüş gibi önlerine eğiliyor. Belki ora- daki musiki takımını, büfeyi, ka- labalığı hatırlıyorlar. Süküt derinleşti. Tayfaların, hayallerin hâkim olduğu bir süküt. Rabianın birdenbire kalbi sıkılı- “yormuş gibi oldu. Kuvvetli bir lo- Akasyala- rın tepeleri ağır ağır dalgalanı- yor. Gökte kızıl bulutları birden- bire azan lodos rüzgârı süpürüp götürüyor. Havada hastalıklı bir kızıllık var. Hava sıtma nefesi gi- bi sıcak, saçakların içinde derin ve mütemadi bir inilti var! Sabikahünrmi yükardan, Hilmi- nin'eski odasının- penceresinden başını çıkardı: “Paşa burada Rabia. Osman gelince ona piyano çaldıracağız. Ne yapalım, bu sene sazımız, mı- zıkamız yok...,, İhtiyar kadının sesi şendi. Ge- ne bir çocuk canlılığı ile bu elim değişmede, bu inhitatta bile oynı- yacak, gülecek bir şey buluyor. “Ozman gelinciye kadar ben dönerim, hanımefendi. Şöyle bir bahçeyi dolaşayım.,, Rabia sükün peşinde, daha doğ . kadar gitti. Bostanda kimse yok- tu. Fakat sükün da bulmak kabil değildi. Çünkü karışık olan, sıkın- 'tılr olan şey Rabianın kendi yüre- ği idi. Hattâ aradığı serinliği bi- le bulamadı. Hummalı kızıltı, kuytu, yeşil gölgeleri daha löş yapmış, yaprakların arasından yer yer bulutların uçuşu görünüyor... Bostan daha kasvetli... Adetâ - a- damın göğsünün üstüne basan bir sağırlık var. Gerçi yüksek duvar- lar orasını rüzgârdan biraz koru- yor. Fakat o lodos iniltisi orada daha korkunç. Bostan sıtmaya tutulmuş, sayıklıyor gibi... — İçin- den kaynıyan bir sıcaklık var, a- ğaçları, toprakları bile terletiyor gibi.. Rabia, başörtüsünün ucuyla al- nının ve parmaklarının terini sil- |di. Gözleri bostan dolabımı aradı. Tahta çarh ölü gibi hareketsiz, et- rafında asılı kovacıklar kupkuru. Dolabı çeviren küçük eşek de cansız. Dolap dönerken bu kova- lardan billür sular yeşillik arasın- da nasrıl| insana serinlik verir. “Deeeh...,, Ra/la, eşeğe bağırıyordu. Fakat neddi eâöa/l/k%a// (Nakil, tercüme ve iktibas hakkı mahfuzdur.) | «ması için kalbi kaza denilen, ka: HABER — Akşam Boı_t'a'ı'r"“ ğ arada kuyruğunu, kulaklarını kı- mıldatmasa, Rabianın Bonmarşe- den aldığı oyuncak eşekten farkı yok. aldırmadı. Sinekleri kovmak için arada kuyruğunu, kulaklarını kı- mıldatmasa, Rabianın bonmarşe- den aldığı oyuncak eşekten farkı yok. Rabia, harklardaki yosunlu, kirli birikinti sulara bakarken birdenbire bir bulantı duydu. Yer, Kadıköy vapurunun altındaki lo - doslu deniz gibi kalkıp, iniyor. Fakat o akşam hasta olmak o- lamaz. Sanki neden içine bu garip- lik çökmüştü? Ne vardı? Selim paşa ile karısı iki çocuk gibi şen ve kaygusuzdular. Galiba fenerle- ri silen kızların hüznü ona da si- rayet etmişti. Onların silinmiş, gamlı gözlerinde, hiç bir debde - benin, hiç bir saadetin daimi ol- madığını sezen, hayatın şekilden şekle giren revişinden ürkmüşle- rin bakışı vardı. Hayat bu idi. Rabianın da sa- adeti bu şekil değiştirmek kanunu- na bağlıydı. Farkında bile olma - dan Tevfik elinden gitmiş, belki yarın Osman da gidecek! Kimbi- lir istikbal ona neler hazırlayor? Kaza... Kader... İnsanların saade- tini gizli ellerile kırmaktan zevk alan menhus kudret! Bir ağaca dayandı. Belki farkında olmaksı- zm artık sevgilerini elinden alma. der denilen şeye yalvarıyordu. Bostanın kuytuluğundan ayrı - lınca içi açıldı. Bu kadar meyus olacak ne vardı. Belki Tevfik bek lediğinden daha çok evvel çıkage- lecekti.... Osman o kadar Sinekli Bakkalın işlerile meşgul, o kadar o sokağın daimi bir siması ki..... Dünya zannedildiğinden ziyade saadetle, teselli ile dolu. Bak Os- man nasil İmamın cenazesini kal- dırttı, o çetin ve aksi ihtiyara, Ra bianın haberi olmadan o kadar baktı. Dünya iyi insanlarla dolu... Adetâ konağa bir an evvel va-| rabilmek için akasyalı yolda koş- tu. Bir nefeste Hilminin odasına çıktı. Osman piyano çalıyordu. Paşa ile karısı yanyana iki koltuğa ©- turmuş dinliyorlardı. Alafranga müsikiye vaktile söğen adam bu muydu? —— (Devamı var) 5KO YAZAN: — HH — Celâl evinde kapalı bir zarf buldu Leylâ şaşalamıştı. Yılmaza bu- rada karşılaşacağını — hatırından bile geçirmemişti. — Şeytan kadın birden muhakemesini topladı.. Göz lerini süzerek cevap verdi: | — Sen Leylâyı herkesten iyi ta- nırsın ! Ü gene sözünde duruyor.. Sesini kısarak, daha samimi bir tavırla: — Ben kalbimi senden başkası- na vermedim... Ve veremem! de- di. Bana birkaç gün müsaade et,. Seni gelip bulacağım, ve çok ya- kında birleşeceğiz. Görüyorsun ki bu adamla bir ahbap gibi ciddi gö- rüşüyoruz. Baba dostu.. Ne yapa- yım. Biz onların elinde büyüdük. Onlardan ailece çok iyilikler gör- dük. Emin ol ki, aramızda âşıka- ne hiç bir münasebet yoktur. O- telde bile odalarımız ayrıdır. Ben buraya birkaç gün için misafir olarak geldim, benim şeker - Yıl- mazcığım ! Prens Ömer beyin konuşması bitmişti. İçeriye doğru dönerken, Yılmaz bey de sözünü bitirdi.. Masasına çekilip oturdu. Yılmaz, neşesinden uçuyordu. Yılmaz bey o geceyi Buyuka dada M Hd arsı eee Leylâyi birkaç gün takip etmi- yecek ve sözünde durup durma- dığını anlamak için, beklîyecekti.w Celâl, polis müdürüyetinde Yıl- maz beyi görmeğe gittiği zaman iki yüz lira meselesini uydurma bir lâf olarak söylemişti. Celâl, Leylâ ile tanıştığı gün- den beri onunla beraber iki yüz liradan fazla para sarf etmişti. Ve tecrübesiz çocuk bunu Ley- lâ gibi pişkin ve kurnaz bir kadı- nın yüzüne vuracak kadar çocuk- luk yapmış, bir akşam önce iske lede rastladığı Leylâya: — Sen beni dolandırdın.. İki yüz İiramı senin uğrunda sarfet- tim ! Demişti. Leylâ bu sözleri ışıtmemış gi- bi davranarak, biraz ileride duran Mısırlı prensesin yanına sokul - ÇALI İSHAK FERDİ muştu. K Celâl, Beykoza gidince, Nesrinle tanışmıştı Onun, Leylânın kızı ol- duğunu nereden bilsin ? Tecrübesiz delıkanll şimdi de onu Anadoluya götürmek istiyordu | Celâl, Boğaziçinden döndüğü gece pansiyon sahibi kendisine bir zarf uzattı: — Güzel bir hanımefendi bı- raktı: (Celâl beye kendi elinle ver!) dedi. Celâl birdenbire o kadar se- vinmişti ki.. elindeki zarfı açma- ğa cesaret edemiyordu. Acaba Leylâ kendisine bir randevu mu vermişti? ” Madamdan zarfı alarak odası- na koştu.. Zarfı kokladı: — Mis gibi uyuşturucu bir ley- lâk kokusu.., Artık tahammülü yoktu.. Zarfı açtı. — O ne.?! Celâlin ağzı bir karış açık kal - mıştı. Zarfın içinde dört tane elli li- ralık banknot vardı. Celâl: — Bu ne parası?! Diye düşünürken, paraların a- rasında küçük bir pusla gördü.. Okudu: - “GCelâl Bey! Sana borcum olduğunu ve seni dolandır- dığımı söylemiştin! Seni do- landırdığımı isbat — etmek için, iki yüz İranızı gönderi- yorum. ÂArtık benimle meş- S gul öolmryacağınızı ümarımm, | yavrum !,, 4 FEA Celâl paraları görünce sevin- | memiş değildi. O, bu parayı uzun yıllar içinde Anadoluda dişinden tırnağından artırarak biriktirmiş - ti. Fakat, bu ne garip bir kadındı! Celâl banknotlara baktıkça hay retten hayrete düşüyordu. Bu zamanda yediği paraları ge- riye verecek hangi kadın vardı? Celâl derin bir şaşkınlık için- de saatlerce bocaladı.. Zarfı, pa- raları, ve Leylânın baş harfini ta- şıyan imzasını öptü.. — Sahiden - Yılmaz beyin de- diği gibi—mert bir kadınmış! Diye mırıldandı. Şimdi ne yapacaktı? Bundan sonra iskelede Leylâ- yı görünce nasıl yüzüne bakacak- tı? Onu şimdi eskisinden daha fazla fazla beğeniyor.. Hattâ da- — de Nesrin. <——0 ha fazla ıevıyordu Fakat artık bu sevgi neye 7' rardı? N, O Leylâyı adam akıllı kırm j tahkir etmişti. — ] Paralara dikkatle baktı. —| Banknotlar o kadar yeniydi KH Darphaneden henüz çıknuç temiz ve parlaktı. : Celâl içini çekerek güldü: — Leylâ prensten çektiği ? raları bana göndermiş. Bu dan insana hayır gelmez... | Sonra birden düne karı;ın : İ hatrraları unutmak için, banlı | ları cebine soktu.. Giyindi.. So ğa fırladı. Celâlin başında başka bir 4 yanıyordu. O, Beykozda genç 1 | kızla tanışmış.. Ve onu sevmtt! başlamıştı. Celâlin Boğaziçine gıtmuı | Leylânın pençesinden kurt: *fj N sayılabilirdi. % Bu hâdise, tecrübesiz delik lının yirmi iki yıllık hayıtmdı ç ' dönüm noktası teşkil edecek __ı__ ("* dar mühimdi. L Yolda giderken kendi kendi” söyleniyordu: * — Ah Nesrin.. Sen ne şii 12' ne cici bir kızsın! Eğer bana A” doluya gelebileceğini de vad” miş olsaydın, seni daha , çnk l cektim ! : Celâlin tanıştığı Noırın çok K pe, çok tecrübesiz bir kızdı. ç O, Beykozda hiç bir erket flört yapmamış, hiç bir delik? ile çayırda ve iskele boyunda * kola gezmemişti. Onun hutı»!! ı talak bir babası vardı.. Nesrif na ordu. Babası zengint” l Evlerinde bir hizmetçileri var . Nesrinin anası babasından ay” A İr epeyce zaman olmuştu. —— | Tesadüflerin bazan îıııl”I.ıq | felâketten felâkete, yahut :; dete sürükledikleri az mr ı — müştü? Celâlin Nesrinle tınııun" Çj felâket miydi...? Yoksa ...J mi neticelenecekti? * Bunu ne kendisi bılehılırdiu İ4 bi| — r—fıf IF (Devamı l“"r KOCAMLA S AEE VJ DEĞ Tefirka No.35 Şaşırarak: VA SN A Cevap vermedi. mişti. Beyaz ve altın yaldızlı lâke takım oraya — hususi bir ihtişam veriyordu. Büyük bir aynaya vuran hayalim bütün — bu ay- —a > Ş E M .- — Bir iki dakika sonra öteki odaya geçtik. da salon gibi tamamen açık mavi ipek takımla döşen- Burası sekliğindeki karyolanın başucundaki küçük bif F y ya bakıyordu. Sonra bana dönerek parmağiyle j yu işaret etti. Uzaktan yalnız bir kadın başt gö X Fakat yaklaşınca titremeğe başladım. Çok sanatkârane yapılmış bir çerçeve annemin sevgili hayali bana gülümsüyordu. Bana öyle geldi ki sanki sevgili anneciği” w“*' . Ve | o aldırmadı, Sinekleri kovmak için — Siz onu tanryor musunuz? — Nasıl tanrmam! Benim için o kadar iyi ve müş- fik olan onu hiç tanımaz olur muyum? Annemin ölü. münden sonra benimle alâkadar olan tek kimseydi.. Yüz sene yaşasam onun sert, fakat sevgili çehresini unutamam. Arif Nedret mırıldandı: — Ben de onu çok severdim. Zaten bu garip ev- lenmeyi ancak onun isteğini yapmak için kabul et- tim, Bugün gene bunun içindir ki benim çatımın al. tında bulunuyorsunuz. Başımı sallryarak: — Böyle bir izdivacın neticesi hakkında — manevi babamın aldanmış olmasından çok korkuyorum,dedim. dıinlıklar ortasında karanlık, koyu bir gölge gibi gö- rünüyordu. Oraya zorla sokulmuş bir sığıntı — tesiri yapıyordum. Yoksulluğa alısşmış küçük bir yetimin — bu lüks duvarlar arasında yaşıyacağı düşüncesi beni çok sı- kiyor, çok şaşırtıyordu. Benim yerim burası mıydı? Burada yaşamağı ka- bul ederken kendimi iddiacı bir mevkide gösteremiye. — cek miydim? Mademki şu eve ancak bir kaç aylık bir tecrübe için gelmiştim, şu halde daha sade, daha mü- tevazi bir yer istemek daha doğru olmıyacak mrydı? Ayni düşünceyi Arif Nedretin gözlerinde de okumak için ona doğru döndüm. Fakat onun bana dikkat bile ettiği yoktu, Elleri arkasında kavuşmuş, bir adam yük bu odaya kabul ediyor ve hoş geldin diyord“' 'îbî bu gölgesi burada yaşamak hakkını bana içerimde bir his doğdu. : *f Heyecandan sararmıştım. Yanımdaki bi tutundum. Bacaklarım sanki beni çekemıyof”“ bükülüyordu. Kekeliyerek: — Ânnem! dedim. Nasıl oluyorda?.. Soğuk bir tavırla anlattı: AA Bu daire karım olacak olan dayımın mâ” K YE ü için dört sene evvelinden döşenmişti. Bura ,adj cak olan icin dairenin en sevgili portrelerl€ si çok tabil idi, ' (Dıvm "“') "' ı. bı" Bi