/Nn k li pl fr / 115 Cülüz günü yemekten sonra konağa en evvel Rabia gitti. Dört genç halayık, daha doğru- su sabık halayık, havuzun etrafı- na çömelmiş fener siliyor, mum dikiyorlardı. Şevket ağa mum paketlerini birer birer açıp dağr- tıyordü. Fıskiyenin sesinden, fe- nerlerin tıkırtısından başka #es yoktu. Kimse konuşmuyordu. Do- nanma günlerinin gürültüsü henüz sokakta başlamamıştır. Rabia, ayakta, yerde çalışan- ları bir zaman seyretti. Şevket a- ğanın elleri çalışırken, kulakları etrafı dinliyor gibi. Belki eski şen- liklerde, çakıl döşeli yoldan bir- biri ardınca giren konak .araba- sı tekerleklerinin hışıltısını . işiti- yor... Kızların gözleri, sağa sola, bilhassa iki taraftaki kameriyelere dalıyor, sonra hayalet görünmüş gibi önlerine eğiliyor. Belki ora- daki musiki takımını, büfeyi, ka labaliğı hatırlıyorlar. Süküt derinleşti. Tayfaların, hayallerin hâkim olduğu bir süküt. Rabianm birdenbire kalbi sıkılı- yormuş gibi oldu. Kuvvetli bir lo- dos rüzgârı çıkıyordu. Akasyala- rın tepeleri ağır ağır dalgalanı- yor. Gökte kızıl bulutları birden-i bire azan lodos rüzgârı süpürüp götürüyor. Havada hastalıklı bir kızıllık var. Hava sıtma nefesi gi- bi sıcak, saçakların içinde derin ve mütemadi bir inilti var! Sabihe'tnım yukardan, Hilmi: nin'eski odasmın. penceresinden başını çıkardı: “Paşa burada Rabia. Osman gelince ona piyano çaldıracağız. Ne yapalım, bu sene sazımız, mı- zıkamız yek...,, İhtiyar kadınm sesi şendi. Ge- ne bir çocuk canlılığı ile bu elim değişmede, bu inhitatta bile oynr- yacak, gülecek bir şey buluyor. “Osman gelinciye kadar ben dönerim, hanımefendi. Şöyle bir bahçeyi dolaşayım.,, Rabia sükün peşinde, daha doğ rusu serinlik peşinde, tâ bostana kadar gitti. Bostanda kimse yok- tu. Fakat sükün da bulmak kabil! değildi. Çünkü karışık olan sıkın- .tılı olan şey Rabianın kendi yüre-| ği idi. Hattâ aradığı serinliği bi-| le bulamadı. Hummalı kızıltı, kuytu, yeşil gölgeleri daha loş yapmış, yaprakların arasından yer yer bulutların uçuşu görünüyor... Bostan daha kasvetli... Adetâ a- damın göğsünün üstüne basan bir ağırlık var. Gerçi yüksek duvar- lar orasını rüzgârdan biraz koru- yor. Fakat o lodos iniltisi orada daha korkunç. Bostan sıtmaya tutulmuş, sayıklıyor gibi.. İçin. den kaynıyan bir sıcaklık var, a- ğaçları, toprakları bile terletiyor gibi. Rabia, başörtüsünün ucuyla al- nının ve parmaklarının terini sil- di. Gözleri bostan dolabmı aradı. Tahta çarh ölü gibi hareketsiz, et rafında asılı kovacıklar kupkuru.! Dolabı çeviren küçük eşek de! cansız, Dolap dönerken bu kova-! lardan billâr sular yeşillik arasın. da nasıl insana serinlik verir. “Deeeh...,, Ra'za, sşeğe bağırıyordu. Fakat (Nakil, tercüme ve iktibos hakkı mahfuzdur.) arada kuyruğunu, kulaklarını kı- muıldatmasa, Rabianın Bonmarşe- den aldığı oyuncak eşekten farkı yok. aldırmadı. Sinekleri kovmak için arada kuyruğunu, kulaklarını kı- mıldatmasa, Rabianın bonmarşe- den aldığı oyuncak eşekten farkı yok. Rabia, harklardaki yosunlu, kirli birikinti sulara bakarken birdenbire bir bulantı duydu. Yer, Kadıköy vapurunun altındaki lo - doslu deniz gibi kalkıp, iniyor. Fakat o akşam hasta olmak o- İamaz. Sanki neden içine bu garip- lik çökmüştü? Ne vardı? Selim paşa ile karısı iki çocuk gibi şen ve kaygusuzdular, Galiba fenerle- ri silen kızların hüznü ona da si- rayet etmişti. Onların silinmiş, gamlı gözlerinde, hiç bir debde - benin, hiç bir saadetin daimi ol. madığını sezen, hayatın şekilden şekle giren revişinden ürkmüşle- rin bakışı vardı. Hayat bu idi. Rabianm da sa- adeti bu şekil değiştirmek kanun- na bağlıydı. Farkında bile olma - dan Tevfik elinden gitmiş, belki yarın Osman da gidecek! Kimbi- lir istikbal ona neler hazırlayor? Kaza... Kader... İnsanların sande- tini gizli ellerile kırmaktan zevk alan menhus kudret! Bir ağaca dayandı. Belki farkında olmaksı- zın artık sevgilerini elinden alma- «ması için kalbi kaza denilen, ka: der denilen şeye yalvarıyordu. Bostanın kuytuluğundan ayrı lınca içi açıldı. Bu Kadar meyus olacak ne vardı. Belki Tevfik bek lediğinden daha çok evvel çıkage | lecekti.... Osman o kadar Sinekli Bakkalın işlerile meşgul, o kadar o sokağın daimi bir siması ki Dünya zannedildiğinden ziyade saadetle, teselli ile dolu. Bak Os. man nasıl İmamın cenazesini kal dırttı, o çetin ve aksi ibtiyara, Ra bianm haberi olmadan o kadar baktı. Dünya iyi insanlarla dolu... Adetâ konağa bir an evvel va: rabilmek için akasyalı yolda koş- tu. Bir nefeste Hilminin odasına çıktı, Osman piyano çalıyordu. Paşa ile karısı yanyana iki koltuğa o-' turmuş dinliyorlardı. Alafranga müsikiye vaktile söğen adam bu muydu? ağbi seç Gölpmele var) KIINLTI A 4 74 Tetirka No. 3S VU TA 7 OŞKOCALI AZAN: TSM SHAK —3s — Celâl, Beykoza gidince, Nesrinle tanışmıştı. Onun, Leylânın kızı ol- duğunu nereden bilsin ? Tecrübesiz delikanlı | şimdi de onu Anadoluya götürmek istiyordu! Celâl evinde kapalı bir zarf buldu Leylâ şaşalamıştı. Yılmaza bu- rada karşılaşacağını — hatırından bile geçirmemişti. £ Şeytan kadın birden muhakemesini topladr.. Göz lerini süzerek cevap verdi: — Sen Leylâyı herkesten iyi ta- nırsın! O gene sözünde duruyor..| Sesini kısarak, daha samimi| bir tavırla: — Ben kalbimi senden başkası- na vermedim... Ve veremem! de- di. Bana birkaç gün müsaade et. Seni gelip bulacağım, ve çok ya- kında birleşeceğiz. Görüyorsun ki bu adamla bir ahbap gibi ciddi gö- rüşüyoruz. Baba dostu.. Ne yapa- yım. Biz onlarm elinde büyüdük. Onlardan ailece çok iyilikler gör- dük. Emin ol ki; aramızda âşıka-! ne hiç bir münasebet yoktur. O- telde bile odalarımız ayrıdır. Ben buraya birkaç gün için misafir olarak geldim, benim şeker Yıl mazcığım! Prens Ömer beyin konuşması bitmişti. İçeriye doğru dönerken, Yılmaz bey de sözünü bitirdi. Masasına çekilip oturdu. Yılmaz, neşesinden uçuyordu. Yılmaz bey o geceyi Büyüka- dada geçirdi. * Leylâyi birkaç gün takip etmi- yecek ve sözünde durup durma. dığını anlamak için, bekliyecekti.! Celâl, polis müdürüyetinde Yıl maz beyi görmeğe gittiği zaman| iki yüz lira meselesini uydurma bir lâf olarak söylemişti. Celâl, Leylâ ile tanıştığı gün- den beri onunla beraber iki yüz liradan fazla para sarf etmişti, Ve tecrübesiz çocuk bunu Ley- lâ gibi pişkin ve kurnaz bir kadı. nın yüzüne vuracak kadar çocuk- luk yapmış, bir akşam önce iske lede rastladığı Leylâya: — Sen beni dolandırdın.. İki yüz liramı senin uğrunda sarfet- tim! Demişti, Leylâ bu sözleri işitmemiş gi- bi davranarak, biraz ileride duran! Mısırlı prensesin yanma sokul - muştu. EY md malı 7 Ni Ki Cevap vermedi. mişti. Beyaz ve altın yaldızlı lâke takım oraya (hususi Bir iki dakika sonra öteki odaya geçtik. (Burası da salon gibi tamamen açık mavi ipek takımla döğen- KA FERDİ Celâl, Boğaziçinden döndüğü gece pansiyon sahibi kendisine bir zarf uzattı: — Güzel bir hanrmefendi bı- raktı: (Celâl beye kendi elinle ver!) dedi. Celâl birdenbire o kadar se - i vinmişti ki. elindeki zarfı açma- İ ğa cesaret edemiyordu. Acaba Leylâ kendisine bir randevu mu vermişti? 3 Madamdan zarfı alarak odası- na koştu.. Zarfı kokladı: — Mis gibi uyuşturucu bir ley- lâk kokusu... Artık tahammülü yoktu.. Zarfı açtı, — 0 ne..2! Celâlin ağzı bir karış açık kal - mıştı. Zarfm içinde dört tane elli li. ralık banknot vardı. Celâl: — Bu ne parası?! Diye düşünürken, paraların a- rasında küçük bir püsla gördü.. Okudu: “Celâl Bey! Sana borcum olduğunu ve seni dolandır. dığımı söylemiştin! Seni do- landırdığımı isbat etmek için, iki yüz Iranızı gönderi. yorum. Artık benimle meş. ““gal ölmıyacağınızı" umarım, yavrum !,, L.. Celâl paraları görünce sevin- memiş değildi. O, bu parayı uzun yıllar içinde Anadoluda dişinden tırnağından artırarak biriktirmiş - ti. Fakat, bu ne garip bir kadmdı! Celâl banknotlara baktıkça hay retten hayrete düşüyordu. Bu zamanda yediği paraları ge- riye verecek hangi kadın vardı? Celâl derin bir şaşkınlık için. de saatlerce bocaladı.. Zarfı, pa- raları, ve Leylânm baş harfini ta. şıyan İmzasını Öptü. — Sahiden - Yılmaz beyin de. diği gibi—mert bir kadınmış! Diye mırıldandı. Şimdi ne yapacaktı? Bundan sonra iskelede Leylâ- yı görünce nasıl yüzüne bakacak: tı? Onu şimdi eskisinden daha fazla fazla beğeniyor.. Hattâ da- ha fazla seviyordu. Fakat artık bu sevgi neye y rardı? O Leylâyı adam akıllı ki tahkir etmişti. Paralara dikkatle baktı. Banknotlar o kadar yeniydi # Darphaneden henüz çıkmış temiz ve parlaktı. Celâl içini çekerek güldü: — Leylâ prensten çektiği raları bana göndermiş. Bu dan insana hayır gelmez... Sonra birden düne karışan * hatıraları unutmak için, ban ları cebine soktu., Giyindi.. Sok” ğa fırladı. Celâlin başımda başka bir yanıyordu. O, Beykozda sene kızla tanışmış.. Ve onu başlamıştı. Celâlin Boğaziçine gitmesi 0” Leylânın pençesinden kurtu sayılabilirdi. Bu hâdise, tecrübesiz deliki lınm yirmi iki yıllık hayatımda İİ dönüm noktası teşkil edecek # dar mühimdi. Yolda giderken kendi söyleniyordu: — Ah Nesrin.. Sen ne ne cici bir kızsm! Eğer bana doluya gelebileceğini de miş olsaydın; semi daha çok cektim! Celâlin tanıştığı Nesrin cok N pe, çok tecrübesiz bir kızdı. O, Beykozda hiç bir eri flört yapmamış, hiç bir delik” ile çayırda ve iskele boyunda kola gezmemişti. Onün basa | talak bir babası vardı.. Ni na bakıyordu. Babası zengindi) | Evlerinde bir hizmetçileri Nesrinin anası babasından ay” Ir epeyce zaman olmuştu. Tesadüflerin bazan in felâketten felâkete, yahut ##JlW dete sürükledikleri az mr gör! i müştü? : ; N da ». mv 7 a7 EE . z BŞ Rai ia kek tiz ki, Celâlin Nesrinle tanışmas! felâket miydi...? Yoksa mi neticelenecekti? * Bunu ne kendisi bilebilirdi” sekliğindeki karyolanm başucundaki küçük bir ya bakıyordu. Sonra bana dönerek parmağiyi€ yu işaret etti. Uzaktan yalnız bir kadın başı Fakat yaklaşınca titremeğe başladım. Çok sanatkârane yapılmış bir çerçeve o aldırmadı. Sinekleri kovmak için Şaşırarak: — Siz onu tanıyor musunuz? — Nasıl tanımam ! Benim için o kadar iyi ve müş- fik olan onu hiç tanımaz olur muyum? Annemin ölü. münden sonra benimle alâkadar olan tek kimseydi. Yüz sene yaşasam onun sert, fakat sevgili çehresini unutamam. Arif Nedret mırıldandı: — Ben de onu çok severdim. Zaten bu garip ev- lenmeyi ancak onun isteğini yapmak için kabul et- tim, Bugün gene bunun içindir ki benim çatımın al tında bulunuyorsunuz, Başımı sallıyarak: — Böyle bir izdivacın neticesi hakkında manevi babamın âldanmış olmasından çok korkuyorum,dedim. bir ihtişam veriyordu. Büyük bir aynaya vuran hayalim bütün bu ay- dınlıklar ortasında karanlık, koyu bir gölge gibi gö. rünüyordu. Oraya zorla sokulmuş bir sığmu (tesiri yapıyordum. Yoksulluğa alışmış küçük bir yetimin obu lüks duvarlar arasında yaşıyacağı düşüncesi beni çok &- kiyor, çok şaşırtıyordu. Benim yerim burası mıydı? Burada yaşamağı ka- bul ederken kendimi iddiacı bir mevkide gösteremiye cek miydim? Mademki şu eve ancak bir kaç aylık bir tecrlibe için gelmiştim, şu halde daha sade, daha mü- tevazi bir yer istemek daha doğru olmıyacak mıydı? Ayni düşünceyi Arif Nedretin gözlerinde de okumak için ona doğru döndüm. Fakat onun bana dikket bile ettiği yoktu, Elleri arkasında kavuşmuş, bir adam yük annemin sevgili hayali bana gülümsüyordu. Bana öyle geldi ki sanki sevgili annecil bu odaya kabul ediyor ve hoş geldin diyord# bu gölgesi burada yaşamak hakkımı bana veriri içerimde bir his doğdu. Heyecandan sararmıştım. Yanımdaki bil di tutundum. Bacaklarım sanki beni çekemiyor bükülüyordu. Kekeliyerek: — Annem! dedim. Nasıl oluyorda?.. Soğuk bir tavırla anlattı: gel Bu daire karım olacak olan dayımın Li İçin dört sene evvelinden döşenmişti. Burada cak olan İcin dairenin en sevgili portreler! si çok tabit idi, a - ez