4 Şubat 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 5

Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.

Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

| Yeşil kapı - ketinizin üç düğmesinden ortan - €asımı kesiyor; ve yarı işitilr bir h balığına karışıyor. , *mı:ı daha şimdiden tahminliyor u “vom, A RR -. çe v - kalabalık bir caddeye çıktmız. E- bu tiyatroya mı?) diye düşünmek- tesaviyüladla!) diyerek yallah.. / edecek misiniz?... İ d!iilıeniz, başka türlü hareketini- o ki Ke Vihi, barkını terk ile işi sefahate N "*Wıüo vuran bir kibarza - Farzedin ki, yemekten sonra İnizdeki kalm yaprak sigarasını şomrdıw. Bir taraftan (Şu tiyatroya mı gideyim, yoksa te; fakat o geceyi nasıl geçirece- ğinize dair, bir türlü, bir karar Verememektesiniz... Siz böyle ka- rarsızlık içinde fikir yorup durur- ken birden bire omuzunuza bir el dokunüuyor... Bir de arkaya dönü- Yorsunuz ki, karşınızda bir kadın Aman allah!.. Kadın, Yarabbi!.. Mücevherat içinde. Kürklerin en tadidesinden yapılma bir mantoya bürünmüş. Göz göze geliyorsu - nuz.. Bu harikulâde kadın, elini - ze, sıcak sıcak bir şey sıkıştırıyor: Fırından yeni çıkmış ve arasına tereyağı sürülmüş bir bira franco- lası!... Sonra, minimini ellerinde| küçücük bir makas, eğiliyor; ce - sesle, kulağmıza: (Müsellesülmü - KOYdunıı bul... Caddenin kala - İşte, macera başlangıcı diye bu- ha derler... Fakat siz, acaba; bu Maceranın davetkâr sesine icabet “Ne münase - !1,, diyorsunuz, değil mi? Böy- garip bir vaziyette, ne yapaca - tibiyim: Dercenki evvel, elinizde-| ı'* taze bira francalasını korka a; bir köşeye bırakacaksınız.. Ve 'badehu; ceketinizin eksik düğ- ll © . L AA KU ÇIalma < 'layarak yolunuza devam buyura- caksınız... Evet, böyle yapacaksınız... Eğer hakikt bir maceraperest Zeimkân yoktur. “Hakiki bir maceraperest,, de- ik, değil mi?... |- Filhakika, maceraperestlerin âhicileri ve sahici olmıyanları Vardır. Son zamanlarda, matbua- mevzuu bahsedilen ser - Mla' hakikati halde, mace- İ! değil, iş adamıdırlar.. bir maksatları, bir gaye- leri Mevcuttur. Mleselâ, bir altın *cağını keşfe, bir kadın kalbini l.'l'il'e bir taç ve tahtı ele geçir- w*ı yahut şan ve şöhret kazan- Mağa uğraşırlar... Halbuki, haki - Maceraperestin ne gayesi olur, Ne de maksadı... O, dizginlerini, kör taliin eline teslim etmiştir. E- kolu kanadı kırılmış bir halde h'h' evine döndüğü zaman, haki- h“'lılun geçirmiş insana mü- misaldir. ı“!dı şehirlerde, macerape - =k'i tatmin edecek vak'alara &:* tesadüf olunur. Her gün, 'llte garabetlerle burun bu - geliriz. Bunu, birkaç misalle ldelın— Bir ressam sergisi- .ü:ı—— ve gayetle hoşunuza Ten bir lııhlo önünde bir hayli zdur; şimdi de aklı -| *'—'h t'tablo, tenha bir sokakta ı—h— Tür'cen, mihanikt bir hareketle h.;'î mızı kaldırıyorsunuz ki, HDız ! -aki pencerede bir kız o- '*lb: bu krz gerek şekli, gerek % itibariyle beğendiğiniz ' ayni,.. ör Anh"ml yanlış bir kapmın " çalgılı lokantadaki çingeneler cel. M , fakat derhal ka- k pı açılryor. Hayatınızda ilk defa gördüğünüz bir adam, sizi güler yüzle istikbal ediyor... Balkonu - muzda otururken önünüze, hava- dan bir kâğıt düşüyor. Bir de eli- nize alıp okuyorsunuz ki, içinde neler de neler... Yolda giderken, birdenbire bir sağanak boşanıyor, şemsiyenizi açıyorsunuz. Şemsiye- nizin altına ayın on dördü gibi bir kız iltica ediyor... Bütün bu saydığımız misaller. de elinize bir maceranın ip ucu geçmiştir. İhtimal ki, siz, bu ip u- cunu sonuna kadar takip etmek istemezsiniz. Lâkin bazı kimseler, böyle bir sergüzeşt başlangıcının | arkasını aslâ boş bırakmazlar... “Rodolf Şteyner” de tarif etti- ğimiz cins insanlardan biri idi. Allahın günü macera paşinde ko- şardı. Ona öyle gelirdi ki, güya şu köşe başmı döner dönmez dün- yadaki en enteresan hâdise ile karşılaşıverecek... Her yere bur - nunu sokardı. Bu yüzden başına ne belâlar gelmedi ne belâlar... İki kere ölüm tehdidine maruz kaldı. Bir sefer saatinden ve cüz- danından oldu. Fakat bir türlü uslanmadı. Maceraperestliğinden vazgeçmedi. "İşte “Rodolf” gene, şehrin es- ki kısmında, büyük ve kalabalık bir caddede etrafına bakmıp ken- dine bir kısmet arayarak yürüyor. Ahali sanki bir sel ve kendi de sanki, o sele karışmış bir tahta peegecrm İlkönce, nazarı drH:atmı bir betti ise de, birkaç adım daha iler- liyerek bir diş doktorunun garip ilânını görünce çingeneleri unuttu bile... Dişçinin reklâmı cidden tu- haftı: Kırmızı ceketli, pantolonlu devasa bir zenci, gelip geçenlere bir eliyle tedavihanenin kapısını gösteriyor; Öbür eliyle de el ilân. larmı dağıtıyordu: “Rodolf,, bu caddeden daima geçer; bu zencinin uzattığı kâğıdı daima alır ve asla onda bir fevka- lâdelik sezinmezdi. Lâkin bugün, siyahi, reklâmı gayet acaip bir tarzda veriyormuş gibi geldi ona.. Beş on adım ileri gittikten sonra kâğıdı açtı, baktı. Hayret etti. Evirdi, çevirdi. Bir daha baktı, evet, ya- nılmıyordu. Kâğıdın bir tarafı ta- mamiyle boştu. Öbür tarafında ise mürekkeple ve el yazısı ile: YEŞİL KAPI İbaresi vardı. Maceracı genç, etrafına bakm- dı. İki adım ötede yürüyen bir sa- kallı adam, zencinin verdiği kartı okuduktan sonra yere atmıştı. E- ğgildi. Kartı aldı: Bu basbayağı bir ilândı, En üstünde, ilk satırın- da diş tabibinin ismi, ikincisinin- de adresi ve müteakip satırlarda ise tedavi şeraiti vardı. En altında | da kalın yazı ile: ASLA AĞRI HİSSETTİRME. DEN DİŞ ÇEKİLİR. İbaresi göze çarpıyordu. Mace- raperest genç, vaziyette bir fev - kalâdelik sezindi. Zencinin ona verdiği kâğıtta niçin o muammaa- lüt (Yeşil kapı) kelimeleri yazılı idi de başkalrına verdiği kâğıtlar alelâde ilândı?.. Düşünce içinde birkaç sokak Tefrika No. 30 P Yazan: Murad âermğıü j — Ben, Lükres Borjiya, bir tebessümüme nail olamadıklarından dolayı beş kişinin uğ- rumda hayatlarına kıydıkları Lükres Borjiya reddedilsin, buna imkân yok! — Kim bahsetti sana bunlar- dan? — Frenk Süleyman efendi söy- ledi. Ne olur? Bana bunlardan bi- rini oku!... Ben böyle şeyleri çok severim. Benim hoşuma giden şey, zebun kalmış, kuvvetli şeylerdir.| Bunun için demir bir kafese kapa- tılmış bir ashuvbem nasıl alâka- dar ediyorsa sen de beni öyle a- lâkadar ediyorsun. Cem, seni sevi- yorum... Seni çok seviyorum... Ve sana malik olduğum her şeyimi, prensleri bile çıldırtan güzelliği - mi, gençliğimi, bekâretimi, her şe- yimi sana vermeğe razıyım. Lükres bir anda Cemin yanı - na oturmuştu. Kollarını boynuna doladı. Cemi kendisine doğru çek- ti. — Dudaklarıma henüz hiç bir| erkek dudağı değmemiştir. Bana inan ki, benimle böyle bir gece ge- çirmek için hayatlarını seve se - ve verecek asılzadeler sayısız de- recede çoktur. Lükres öpüyordu. Cemse hâlâ kendisini toparlaya- mamış, bu çılgın sarılışları kendi- sinden uzaklaştırmağa çalışıyordu. Lükres birdenbire ayağa fırladı: — Beni istemiyor musun? — Hayır.. — Ciddi mi söylüyorsun? — Elbette.. — Ben, Lükres Borjiya, bir te- bessümüme nail olamadıklarından dolayı beş kişinin uğrumda hayat- larıma kıydıkları Lükres Burjiya reddedilsin, istenmesin, buna im - kân yok. — Sükün bul, asabileşme! Otur şöyle karşıma! Cem çok tatlı, fakat çok kat'i bir dille konuşuyordu. Lükres bu emirlere karşı koyacak kuvveti kendisinde bulamadı. Cemin mavi gözleri onu âdeta ipnotize etmiş - ti. Yavaş yavaş sakınleşti. Eski yerine oturdu. Sonra -birdenbire elinde tuttuğu mendili gözlerine götürerek hüngür hüngür ağlama- ğa başladı. ş. Cem yerinden kalkarak onun yanına oturdu. Bir elile bükle buk- le olan saçlarını okşarken, diğer elile de Lükresin başını kaldırdı. Lükres hıçkırık içinde sordu: geçtikten sonra, artık içi içine sığ- LAİ A 5 e LĞ BAD L S ÇG gL glll mamağa başladı. Geri döndü. Diş- çinin bulunduğu sokağa bir daha geldi. Zenci hâlâ orada idi. Kal - dırımdan yürüyen ahalinin arası- na karıştı. Elini reklâm kartı —almak için uzattı: Zenci, gene esraren - giz bir tavırla ona bir 11 Sıt verdi. J| “Rodolf,, beş on adım yürüdük - ten sonra, kâğıdı bir de açtı ki, gene o mahut ve eırarengız (Yeşil kapı) kelimeleri... Yerde dört beş tane kart varlı. Bunları, ahaliden bir kısmı rek - lâmcı zenciden almış; okuduktan | sonra kaldırmlara atmıştı. Deli - kanlı kartların hepsini topladı, hepsi de matbu dişçi ilânlarının ayni idi. Demek ki, macera: ona cazip sesiyle iki kere: — Yeşil kapı! Yeşil kapı! - di. ye seslenmişti. O, bu sese icabet edecekti. Gerisin geri döndü,. Si - yahinin yanından bir kere daha geçti. Fakat zenci, bu sefer ona kart mart vermedi. Ö gün zarfın- da iki kere elini uzatlığının farkı- na varmıştı galiba ki, surat astı. Yahut ta, — kim bilir? — surat asmasının başka bir sebehi vardı: Reklâmcı, bu kalabalık caddede kaynaşan halk arasında, bula bu- la onu bulmuşken ve muamma - âlüt kelimeleri ihtiva eden kartla- rı ona vermişken demek ki, “Ro - dolf” un zekâsı bu muammayı keşfe elvermiyordu. Ne ayıp! Ne ayıp!... İşte zenci, zahir, bu hale kızdığını belli etmek için, arada sırada garip bir sesle anlaşılmaz bir cümle haykırıyordu. bunlar başlı başma birer harikulâ: delikti!! “Rodolf,, karşı kaldmmı geç- ti. Zencinin, önünde durduğu evi gözden geçirmeğe başladı. O fev- kattabik (Yeşil kapı) ile bu ev K N " | B eli YA L A L ââ»m»l aA iıî_— ci ei | dişçinin oturdukları Bütün | arasında bir münasebet vardı el - bette... Ev, beş katlı idi. Altında demin delikanlıım nazarı dikka. tini celbeden lokanta mevcut bu - lunuyordu. Lokahntanın yanında bir merdiven kapısı nazarı dikka- tini celbediyordu. Bu merdiven - den çıkıldığı takdirde, birinci kat- ta bir şapkacı, yahut da bir kürk-| çü dükkânı olsa gerekti. “Rodolf”, bunun böyle olduğunu birinci kat penceresinde bir kadın Tesmini taşıyan 'ilândan anladı. İkinci katta elektrikler pır pır yanıp sö nüyorlardı. Kendini ilâna pek me- raklı olan dişçi, penceresinin ö - nüne de, mükemmel bir reklâm tertibatı yaptırmıştı. Esrar ve muamma, dişcinin o- turduğu kattan itibaren başlıyor. du demek?., Buraların hususi o - dalar olduğu, perdelerin yekdiğe rine uymamasından belli idi. Demek ki, bu odaların birine müthiş bir şey vardı?., Aman yarabbi! “Rodolf,, o derece heyecana kapıldı ki, az daha yüreği ağzına gelecekti. Binaya hariçten bir daha baktı Nazarı dikkatini, başka bir şey celbetmedi. Tetkikatımı — tamik maksadiyle yürüdü. Evin merdi - ven kapısından daldı, kürkçü ile birinci ve ikinci katları bir solukta geşti. Üçüncü kata varmıştı. Merdivenin yanında bir kori - dor uzanıyordu. Koridorda iki 'a pı vardı. Biri daha yakın, öbürü daha uzaktı. “Rodolf,, koridorda bir iki adım daha ilerledi. Bir de ne görsün? Kapı yeşil değil mi?,, Demek ki, muammanın eşiğin- de idi.. Kapıyı vurdu. (Şonu yarın) : ııuırdııi- (Hıttcs Süreyua) — Beni neden istemiyorsun? — Dinle Lükres! Sen daka he- nüz çok gençsin. Hayatı bilmi- yor, çabucak hissiyatına kapılı - yorsun. Bu sözler üzerine Lükres başı- nı kaldırdı. Gözlerini Cemin göz- — lerine dikti. Bu gözlerin deriulikle rinde öyle manalar, öyle kat'i ifa- deler vardı ki, bunların karşızın - da Cem bile hayretle irkildi Bu ne kuvvetli bakış? Bu ne tehlike- li azim fışkıran gözlerdi? Lükres yavaş yavaş konuştu: — Cem! Sen beni çocuk yerine 5 koyuyorsun, Fakat emin ol ki al- danıyorsun. Ben, senin tahmin et- tiğinden çok, pek çok fazla şeyler yapabilecek kabiliyetteyim Seni seviyorum, ve sana kendimi veri - yorum, Bu ilk plânımdır. - İkinci plânım seninle buradan kaçmak ©- lacaktır. Benim çok param var. Seni buradan kaçırmak için bütün. plânlarım hazırdır. Ben Vat'kan- da hiç kimsenin hattâ sana itiraf edeyim, papa İnosanı öldürerek yerine papa olmağa çalışan, ve bunda er geç muvaffak olacak o- lan babam Rodrik Borjiyanısı bile bilmediği gizli yolları bilitim Bun ların anahtarları bendedir. On dakikada Vatikanın dış taralında bizi bekleyen sımsıkı kapalı bir a- rabanın yanında bulunabiliriz Bu araba bizi süratle doğruca Napoli ye götürecek. Ve oradan husust yatım ile İspanyaya doğru hareket edeceğiz. Sizi hiç kimse görmiye- cek, ve tanımayacak, Seninle ev- lenir, ve 2bediyen orada kalırız. Cem sultan bu sözler karşısın- da yalnızca büyük bir hayret his- sediyor ve şaşıyordu. Lükresi ancak şimdi anladığını #lyC | gll N NC haakhrsk Fem Ö glaz ” — GT görüyordu. Bir an onunla beraber — gitmeği düşündü. Fakat sonra, bundan vaz geçti. O, hürriyet istiyordu. Vatikan- dan çıkıp, Lükres Borjiyanın — İspanyadaki şatosunda hıpıolmo.yı değil., Sonra o, böyle hürriyeti ne ya- pacaktı? Vatanını görmedikten, o- rada yaşamadıktan sonra? Ya hele 0? Hele Gülsüm ona da ebediyen veda etmek lâzım ge | lecekti. Kabil mi idi bu? Şüphesiz ki hayır... karşısında canlı duran Lüktesle, Aklında ; yedi, sekiz senedir görmediği Gül- sümü karşılaştırdı İki mehtap ge- cesini mukayese etti. Kalbindeki büyük aşk, Gülsüm, Lükresi mağ- lup etti. Hem de nekadar farklı ve muazzam bir kuvvetle.. Üstelik buradan kaçar giderse kendisini hâlâ terketmeyen arka- daşlarını, can yoldaşlarını da bı- rakması buna katiyen imkân görmüyaordu. lâzımgeliyordu ki, hele Başını meyusane iki yana sak ladı: — Hayır,A Lükres dedi. Senin: le gelmıyecegım, gelemiyeceğim. (Devamı uar,ı

Bu sayıdan diğer sayfalar: