28 SONKANUN — 1836 ” Mahalle kahvesinde BİRİNCİ KISIM Mahalle kahvesinde oturduk- ları sırada, pos sarıbıyıklı, kızıl Yüzlü bir adam, çelimsiz ve es- mer arkadaşına: — Hışaş, buraya bak Ali!! -De. di. sana birşey anlatacağım... — Anlat. — Anlalayım ama, korkuyo- Tüm, — Neden korkuyorsun? — Senin gevezeliğini bilirim: Birşey duydun muydu, mal bul- muş Mığribiye dönersin... Öteki- ne berikine yayarsın... — Vallahi yaymam... — Ama sonra, kulaklarma gi- derse, iş bozulur... Söyliyecekleri mi kimseye çıtlatmıyacağına ye - min et bakayım. — Vallahi. — Daha büyük yemin et, — Billahi, — Tallahi de de. — Tallahi. Bu sıkı teminat üzerine, sarı. ı adam, etrafa bir göz attı. Sağ taraftakilerin dört kol iskam bile, sol taraftakilerin tavlaya dal muş olduklarını fark ile vaziyetten *min, dedi ki: — Bizim mahalledeki dokto- Yun karısı yok mu?.. Ya mevlâsmı uldu... Piyasaya düştü. © — Yok canrm!?.. Na divnrenn 1 sevetsön. E saştım bu işe doğrüsü... — Şaşarım ya... Şaşmıyacak! 85i değil ki. Ben de bu işi öğre- mhce ağzım bir karış açıldı... İşi “eydana vuracağım. — Meydana mı vuracaksın? — Meydana vuracağımya... — Nasıl? — Sabırsızlanma... Sana anla- mesele de buya işte... E- fendim, kadının azlığı kulağıma Salındı.,, Beyoğlunda “Atina,, nın vine geliyormuş diye işittim: “Vay!? Dedim Sen ha. Sen, bi- Sim mahalleden ol da... Sana gös- üm Öyleya: Namuş bu.. Ma- ailenin namusu... Dooooğru “A. v.ya gittim.. Dedim ki: 4 ii Madam!.. Bengeçen gün 8 size gelmiştim. Bürada kızıl 1 çİr, mavi gözlü, uzunboylu, ba- *tihde, bir Türk hanımıyla kal. a .. Bana, bir doktorun karı. olduğunu söyledi idi... Onu tek- — getirir misin? ,....“— Getiri. A Pasam... Ne zaman istersin? “Ama yanlışlık olmasın.. (xxx) ia mahallede oturuyor; de. mi?....“Evet pasam,, | — Ete, karı geldi mi??. p> ia, —— Gözlerinle mi gördün? — ve; Elbet gördüm. F: ö gördüm.. Fakat ben göz- görmüşüm bi mi?.. Doktoya bile Miken. Ç Deme allah aşka... “yar bayıkli, kızılyüzlü adam, gülgg, ydıydıya?..., manasında — Evet doktora bile Pe AYAR varda, Bitiren Hi, doktor, ho. ti iktap, haşlanır... Akşamüs -| “Gal, “AYenehanesine uğradım... > Dedim. . Seni bu akşam m Gn llüriyor e) © masin lnie almryalım! - Diyel başımı kaşıdı - Doktor olduğum! için hastalıktan pek korkarım... Çünkü, malâma: Hastalığın görü- nürü var, görünmezi var..,, “— Korkma, yahu.. Korkma... Benim seni götüreceğim eve gelen kadmlarm ekserisi evli kadmlar- dır...,, .. Diyerek korkusunu gi. derttim. “— Allah allah - Dedi- Evli kadmlarha.. Allah kocaları. na medet eylesin!,, — Hah hah hah.. Herif, başma örülecek çorabı bilmiyor. Eeee, ne oldu, “Atina,,nm evine doktör- la birlikte gittiniz mi? — Hayır! Doktor, pek çok işi olduğunu söyledi.. “Önümüzdeki pazartesi günü gideriz! “Dedi. Ben de, “Atina,,nm evine yalnız başıma gittim. Doktorun karısıy- la iki saat kaldık.. Enfes şey, doğ rusu!... Pazartesi günü, kadın bir başka kadın daha alıp gelecek- miş... O kadın da evli imiş... Bi- zim mahalledenmiş.. Sorma. Dok- toru bir bozum edeceğim ki... He- rif, yıldırımla vurulmuşa dönecek, hah hah hah. — Hah hah ha... ... İKİNCİ KISIM .İ lesine girmeğe muvaffak olacak- Esmer ve çelimsiz adam. Sarı posbıyıklıya sordu: — Fos ma hahor? — Hiç, 4 — Nasil hiç?1.. Buğün pazarte- si.. Doktorla beraber madam “A. tina, nın evine gitmediniz mi? — Canım... Anlatsana.. — Ötekine berikine boşboğaz. ık edeceğimden korkuyorsun gâ- liba., — İstersen daha büyük bir ye- min: Billâhi boşboğazlık etmem. — Canım, ne susuyorsun?.. Tallahi boşboğazlık etmem.. Sarı posbıyıklı adam, kahve nin mermer masasına bir yumruk indirdi: — Eeceh., Sus.. Zaten kafam kızgın.. Bir de sen kızdırma! Diye haykırdı. ÜÇÜNCÜ KISIM Salı günü uğursuz gündür der- ler.. Pek doğru! Pazartesiyi takibeden gün zar- fında, mahallede iki boşanma bir. den oldu: Doktor da karısını bo - şadı; sarı bıyıklı adam da... Nakili (Hikâyeci) HABER AKŞAM POSTASI * IDARE Evi Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : İstanbul 214 Telgraf adresi: istânbul HABER Yazı işleri telofonu . 21812 idrevelân . 24370 ABONE ŞARTLARI Türkiye Ecnebi Senelik 140081 27d0M0 * âyı İLÂN TARİFESİ #znret Mamierimf). patır) MO Resmi iânların VO kuruştur. Sahibi ve Neşriyat Müdürü: Hasan Rasim Us Besuldiğı yer (VAKİT) matbaası HABER — “Akşam postası Tefrika No. 21 Yazan: Murad Sertoğlu Lâf değil, papa ölüyor, papa... Allahın en sevgili kulu ve şeytanın en sevmediği insan bu, papa Geçen kısımların hülâsası | Ancello ile Robetro adında iki yabancı Rodos kalesine girmek istiyorlar. Bunun için kaleye para geliren bir Türk gemisine saldıracak olan bir korsan ge- misine dahil oluyorlar. Fakat korsanlar tam gemiyi e. le geçirecekleri zaman iki ya- banctı Türklerden O tarafa olup korsanları yeniyorlar. — İki misafirimiz nerede istira- bat edecekler? — Benim kamaramda.. Ancello ile Roberto buna şid- detle itira zettilerse de Tevhit reis de ayni şiddetle iddiasında israr etti, Ve kendisi başka bir kama- raya çekildi. Ancello ve Roberto iyi bir ye- mekten sonra rahat yataklarda karşı karşıya yatmış bulunuyor- lardı. Robertonun yarası onda bi- raz hararet tevlit etmiştir. Buna rağmen kendisini o kadar fena his- setmiyordu. Şimdiki halde plânlarımnın ilk ve en mühim kısımı tahakkuk etmişti. Tevhit reis vasıtasiyle Rodos ka- lardı.. Peki sonra? Sonra ne olacak- “"? Dünyanın en müthiş zindanla- rına malik olan bu korkunç şato-| da onları nasıl müthiş tehlikeler bekliyordu? Ne yapacaklardı? De- ilce cesaretleri onları hangi tüyler ürpertici yeni maceralara sürükli- yecekti? Bu adamlar hakikaten deli miy- diler? Her ikisi de sırrını muhafa- za etmekte birbirleriyle yarışırca- sına titizlik gösteriyorlardı. Bir- birleriyle bu derece anlaşmış ol- malarına rağmen hâlâ ne gibi bir gaye güttüklerini birbirlerine söy- lememişlerdi. Her ikisinin bildiği şey Rodos kalesinin tüyler ürperti- ci, korkunç zindanlarına kadar yol larının ayni olmasıydı. Orada yüz- lerce ölüm mahkümu arasında her ikisinin de görüşmek için ölümü göze aldıkları birer adam vardı Bu gayelerinde muvaffak olacak- lar mıydı? Meçhul! Farzı mahal muvafafk olsalar, © zaman ne yapacaklardı? Gene ayni büyük ve gizli gayeleri için biri dünyanın bir tarfına, öbürü de öbür tarafına doğru gitmek için birbirlerinden ayrılacaklardı Her ikisi de ayni haleti ruhiye içinde, belki de ayni şeyler düşü- nerek gözlerni yümdular. Güneş çoktan batmıştı, Deniz güzel, gece betraktı. Hafif bir rüzgâr yelkenleri şişirmişti, Forsa- lar hürriyetlerine kavuşacaklarını İ bildiklerinden kendilerine istira - hat etmeleri bildirilmş olduğu hal.| de adaya br an svvel varmak için! bütün kuvvetleriyle kürek çekiyor-' lardı . Uzaktan, pek uzaktan adadan gelen ışıklar gözle seçilebiliyordu. Bu gidişle dört, beş saat sonra, hattâ sabahtan evvel sdaya vara- bilirlerdi. Yapılan muayenslerde korsan- lardan üç tanesi müstesna hepsi- nin ölmüş oldukları anlaşılmıştı. Kurtulanlar arasında Maron da bulunuyordu. Türklere gelince an- cak üçü şehit olmuştu. Diğerleri- nin yaraları nisbeten hafif ve za- rarsızdı. ğin CEM SULTAN Vatikandayız. Hıristiyanlığın din merkezi, Papa Sekizinci İno- san'm oturduğu Romanın Vati- kan sarayında, Çanlar durmadan çalıyor ve yal. nız Vatikan değil, bütün Roma çanların tüyleri ürperten keskin uğultusu altında inliyordu. Halk arasında fısıltılar: — Papa ölmüş! — Sekizinci İnosan allaha ru- hunu teslim etmiş! Ve kiliseler durmadan ağır ö- lüm çanımı vuruyorlar: —Dinn! Denn! Donn! Yaprakları dökülmüş ağaçlara konmuş olan kargalar çan sesleri- nin birdenbire yükselmesi üzerine! şaşırmışlar, Vatikanın bahçesinde koşuşan kara cübbeli rahipler gi- bi sağa sola doğru kaçıyorlar. Çan seslerini duyanlar süratle dükkünlarını kapatıyor, bağlarda, bahçelerde çalıstnlar işlerini bı -| rakarak Romaya doğru koşuyor - lar. Lâf değil papa ölüyor, papa... Allahım en sevg'li kulu ve şeyta- nın en sevmediği insan bu, papa.. Vatikan da bir mahşere dön- Kadın — Yerlerimizi değiştire- lim, benim bulunduğum yer çok tehlikeli! | | l — Patronun otomobilini çalmış-! lar! — Ne hoş müziblik/ — Senin bisikleti de beraber götürmüşler! — Ne diyorsun, olur namussuz- luk değil? müştü, Kırmızı elbiseli kardinak lar, siyah cübbeli papaslar odalar- dan odalara koşuyorlar. Lâtince dualar, lâtince fısıltılar her tarafı kaplıyor. Bir an İnosanı yatağında can çekişir bırakalım da şu koridorun nihayetine doğru ilerliyelim. Dört beş salon ve koridor geçtikten, dört beş kapı açılıp kapandıktan sonra karşımıza iri yarı, tamamiy- le zırhlı elbiseli dört muhafızın muhafaza ettiği bir kapı daha ge- lecektir. Bu muhafızların hiç şa- kaları yoktur ha. Papanın resmi mühürünü havi müsaade kâğıdı ol- mıyan her hangi bir kimse içeri girmeğe teşebbüs ederse saniyede dört kılıçı sırtıma saplanmış bula- cağında şüphe etmemelidir. İşte bakın, topuklarını hep bir- den yere vurarak ilerliyen dört iri yarı muhafız daha bunlara katıi- dı. Anlaşılan bu daire bugün fev- kalâde sıkı bir inzibat altına alı- nıyor. Fakat muhafızlar bizi göreme- diklerinden kapının deliğinden i- çeri girebiliriz. “Burada da dört muhafız nöbet beklemekle meş- gul.. Daha ilerliyelim.. Artık yerler tamamiyle Türk ha lılariyle döşenmiş. Rahat rahat yü- rüyebiliriz. Burada da bir iki ko- ridor ve kapıdan geçtikten sonra yaldızlı bir kapıya raslıyacağız.. Üzerinde acemi bir ressamın yas pıp usta bir yaldızcının yaldızla- dığı bir ay yıldız işareti, buranıa Cem Sultanın hususi odası olduğu- nu belli ediyordu. İçeri girelim.. Alçak iki kanapede karşı kars şıya iki kişi oturmuş konuşuyorlar. dı. Bunlardan biri Cem Sultan. Otuz dört yaşlarında var. o Açık mavi ve biraz şehlâ gözlü, kartal burunlu, küçük ağızlı güzel cevval bir adam. Yalnız gözleri - nin etrafındaki kırışıklar, ve ba » kışlarındaki hüzün çok ıstırap çek. miş kuvvetli bir adam karşısında bulunduğumuzu belli ediyor. Bunun karşısında ondan çok daha yaşir, açık almlı, sakallı bir adam, ihtiramkârane bir şekilde | oturmaktadır. Bunu ismi Frenk Süleyman efendidir. Sonradan ibtida ederek müslüman olmuş 0- lan bu adam yıllardan beri Cem | Sultana ilhak etmiş bulunuyor. Çok okumuş, âlim, ayni zamanda ince ruhlu ve şair olan Frenk Sü- leyman efendi, Cemin okumakta olduğu bir şiiri dikkatle dinliyor. dl. i Can dimağına erip buyi vatan, Dil diler kim görüne ruyi vatan. * ! Ceşmei hayrandan ey dil hoş dürür | Ben garip üftadeye cuyi vatan. (*Y (Devamı var) 9) “Canımm dimağına vatan kokusu geldikçe gönlüm onun gö- rünmesini ister. Ben garibe, vata- den daha güzel görünür., 'Türk edebiyat tarihinde ilk de. fa “Vatan,, kelimesini Cem bu ve