Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
İ z K ) şimlwel Lâf!... öndü 21 SONKANUN — 1936 HABER Akşam postası | intikam Recai bey, “poker,, de bir ' “rest,, aldıktan sonra, ev sahibi mühendiş Faruk Nurettin beye: — Beyefendi! - dedi. - Zatı âli- niz, lütfen yerime geçiniz. Bir iki| el oynayın. Bendeniz şimdi geli - Yyorum. Boğazı kurumuştu. İçeriki oda- ya geçti. Bu odada, bir içki masası kurul- muştu. Bir kadeh vermut doldur- du. Çekti. “Rest,, i aldığı için memnundu. “Kumarda taliim var!,, diyerek mırıldandı, Lâkin... Kulağına, birdenbire, paravan arkasından gelen bir kadın sesi çalındı: ; — Niçin olmasım?... Olur ci- cim... Ne zaman istersen... Hattâ yarına... Recai bey, kadeın sesini tanıdı: “Vay!? - diye düşündü. - Ka rım paravananın arkasında biri - siyle konuşuyor. Kiminle konuşu- yor acaba?,, Gene paravananın arkasından, baso bir ses, karısına cevap ver- di; — Yarın olmaz... Ne zaman is- tersen olur, cicim... Fakat yarın olmaz... eee — Yarin olmaz mı? Niçin am- Ma-yül.u — Arkadaşlarla bahse girdik , te onun için... Sözde ben, bir yura- rukta-bir öküzü -öldüremezmi. İnsan; * 'ağır siklet boksörü olur da yumruğunu indi. rince bir öküzcüğü gebertemöz mi?... Elbette gebertir... Bunu is- pat edeceğim... Hası:lı güzelim, yarın kuvvetimi denemek üzere Kâğıthaneye gidiyorum... Ancak akşam sekizde eve döneceğim.. Binaenaleyh yarın buluşamayız!. — Vah vah! Demek ki görüş - Memiz öbürgüne kaldı? Halbuki ben, seni bir gün görmesem ede- Miyorum... — Ben de seni görmeden, yahut /— senin haberini almadan edemiyo- rum! Bari mektup yaz Leylâcı- ğim! — Olur olur... Zaten ben de bu- nu düşünüyordum. İnsanın ağziy- le söyliyemiyeceği bir takım his- leri oluyor. Bunları yazmak lâ. Ziım!,., Zaten senin hakkındaki tahassüsatımı mektupla bildir. mek istiyordum. Sana dair duy - duğuüm intibalar o kadar çoğaldı ki... Bunları yarın sabahleyin, kalkar kalkmaz, uzun bir mek. tup halinde kaleme alırım!... Ve © mektubu... - posta ile mi gön - -dermeli? . Hayır hayır, cicim.. _Boyıe şairane bir mektup posta ile #önderilmez. Onu, gene şaira- he bir tarzda, şairane bir yere hı- Takmalı!... Meselâ, meselâ... Dur yıim: Hani Gülhane parkımda ""! çıçelılı kameriyenin yanmda € oturduğumuz taş vardı “ Mektubu gündüzden oraya m.. — Ben de akşam üzeri o ta - hmlltmdın senin güzel mektu- U saat tam sekizde alırım. İsd i bey, bu muhavereyi din- ikten sonra, bir ân, paravana- Tn arkasına girmeyi ve karısımın tepelemeyi düşündü, dü - amma, bu âşıkın öyle saz Müthiş bir benizli âşıklardan olmayıp bir yumrukta “bir öküzceğizi,, devi-| ren âşıklardan olduğunu aklına getiriği için teşebbüsünden çarna- çar vaz geçti. » & Lâkin düşman yalnız kaba kuv- vetle mi alt edilir ya?! Cenabrhak insanlara kurnazlık ve hile hassa- sını ne diye ihsan eylemiş? Recai bey de, boksörden inti - kam almak için, bir çareye baş- vurdu: Eve gelir gelmez, derhal eline kalemini aldı ve şöyle bir mektup yazdı: Mühendis Faruk Nurettin beye Efendim, Hayatmız tehlikededir. Eğer yarın akşam saat sekize kadar Gülhane parkındaki sarı güllü ka- meriyenin yanında duran taşın altına bin lira koymazsanız, sizi evinizden dağa kaldıracağız, bin türlü azap ve işkence içinde ge - berteceğiz. Bu tehdit mektubumu- zu alaya almayın sahidir, ha... Ölüm çetesi Mektubu derhal mühendis Fa. ruk Nurettin beye yolladı. OH, artık içi rahattı! ye pabuç bırakmıyacaktı, Bir teh- dit mektubile hemencecik çıkartı- İrr bin papel verilir mi ya? Bitta. bi mektubu polise — gösterecekti. Polis de, saat sekizde boksör, ta- şın altından sevda mektubunu al- mağa geldiği zaman, herifi çala- paça yakalıyacaktı? Recai bey: “Heyheyt! Yaşayayım be!... - diye düşünüyordu. - Amma da a- kıllıyım, yok mu hani... Köpoğlu- ya ne oyun oynuyorum! Karımı ayartmanın cezasımı görsün hay- van herif!...,, O gün işe gitmedi. Karısını as- la yanından ayırmıyordu; ne mek tup yazmasına, ne de evden dışa- rr çıkıp mektubu sarı güllü kame- riyenin yanındaki taşın altına bı- rakmasıma müsaade etti. Leylâ sokağa her çıkmak isteyişte, Re- | cai, bir sudan bahane buldu; mâ- ni oldu. Sabırsızlanıyordu. Saat sekizi iple çekiyordu. Nihayet, kayınvaldesinin evle - rine misafir geldiğini görünce içi büsbütün ferahladı. Karısı, süp - hesiz ki artık evden ayrılamıya- caktı. Recai bey, bir mazeret bularak, yediye doğru sokağa çıktı. Bir taksiye atladığı gibi doooğ- ru Gülhane parkının önüne gitti. Otomobilinden indi. Düşmanımın, polisler tarafından çalapaça ya - kalanarak götürülmesindeki zev- ki kendi gözleriyle görecekti. İşte bir polis memuru, ellerini arkasına koymuş; sanki hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi mey - danda geziniyordu. Hele bak, hele bak... Amma da çok sivil var ha... Ne dehşetli tertibat almışlar. Aşkolsun doğrusu!... Zevk ve heyecandan kalbi gümgüm atıyordu. Parkın her tarafını dolaştı. İşte, sarı çiçekli kameriye!... Recai bey, uzaktan taşı da gör- .bir yumrukta benzetmiş! 7 aç a (/ SRLE ! SA y / Tefrika No. 16 Yazan: Murad sertoğw“ SAA İster insan olun ister şeytan! Son saatlerinizi yaşadığınızı bilin. Şinmdi d . u öğüş K başlayınca ilk bıçağı size saplıyacağım! j Geçen kısımların hülâsası Rodos adasında Ancllo İle Robeto adında iki müthiş gsilâhşör Rodos kalesine girebilmek için korsanlarla beraber oluyorlar. Ve gemi ile deni. ze açılıyorlar. Korsanlardan Valero kendilerine düş mandır. Onlari öldürmek için zehirli bir bıçak hazırlıyor. Şimdi korsanlar bir türk kadırga . sını soymak Üzeredirler. — İster insan olun, ister şeytan! Son saatlerinizi yaşadığınızı bilin. Şimdi döğüş başlayınca ilk bıçağı- mı sizlere saplıyacağım! Aradan müz'iç bir dakika geç- ti. Fakat Türk gemisi iyiden iyiye yaklaşmıştı. Şimdi Türk gemisi- nin bordasında kendilerine dik- katle bakan, ve bazı telâşlı hare- ketler yapan adamlar gayet vazıh olarak belli oluyordu. Daha faz- la lüzumsuz şeylerle meşgul olma- nın zamanı değildi. Kırmızı sa- kallı Jak bunu gayet iyi anlamış olduğundan bir işaretle Moronu yanına çağırdı. Maron siyah renkte uzun bir cübbe giymiş, başına Türk hoca- larının giydikleri neviden yarı külah, yarı sarık bir serpuş geçir- miş bulunuyordu. Jak bir bakış- la kıyafetini gözden geçırdıkten sonra: — — İyi, dedi. Haydi vazıfenı:ı başıma! Söyliyeceğin sözleri bili- yorsun değil mi? — Evet, biliyorum. Artık Jimi tamamiyle unutul- müuş bulunuyordu. Valero da ev- velce yapılan taksim üzerine Ra- bertonun yanında yer almıştı. İki kadırga arasında ancak on kadırga boyu kadar mesafe kal- mıştı ki Jakın bir işareti üzerine sahte Rodos şövalyelerinin bay- rağını taşımakta olan korsan ka- dırga bir kısım yelkenlerini indi- rerek dümeni Türk gemisinin tam üzerine kırdı. Şimdi bütün gözler Türk kadır Lâkin şüpheyi kendi üzerine celbetmemek için oralara fazla yanaşmadı. Bir taflanı siper ala - rak kanepelerden birine oturdu. Bulunduğu mevki, hem yoldan uzak, hem siper, hem de nezaret. liydi. Nihayet, hava kararmağa baş - ladı. Siviller, uzakta, ikişer üçer do- laşıyorlar. Boksör göründü. Pürneşe, ıslık çalarak ilerliyor. Galiba, bahsı kazanmış; öküzü “Polis dayılar da seni benzet - sinler! O zaman görürsün! İrz namus düşmanı herif!,, Faat... Siviller niçin uzaklaştılar ya?... Maamafih, zarar yok... Şüphe- siz ki, ağaçların arkasında da po- lisler gizlidir elbet... Boksör, sarı kameriyenin yanı- na vardı. Taşm arkasına elini soktu. Vay! Taşın arkasından bir paket çı- gasına çevrilmiş, ynpacagı manev: ra bekleniyordu. Ne heyecanlı saniyeler? Eğer Türk gemisi işin farkına varmaz, tuzağa düşerek müteka- bilen yelkenlerini indirir, forsalar da kürek çekmekten vazgeçecek olurlarsa muvaffakiyet yüzde yüz onlarındı. Bu takdirde yirmi bin altın kolaylıkla ellerine geçebile- çekti. Yok, tuzağa düşmezler, kaçma- ğa teşebbüs ederlerse, iş biraz sar- pa saracaktı. Türklerin kadırga- sı biraz daha küçük, daha hafif, üstelik altmış forsalı olduğundan bu hantal gemileriyle ona yetiş - melerine imkân yoktu. Bu takdir- de üstlerini yelken bezleriyle ör- tüp gizledikleri toplarla Türk ge- misine ateş ederek onu yaralama- ga çalışacaklardı. Korsanlar, o kadar heyecan i- çindeydiler ki nefes almaktan bi- le çekiniyorlardı. Bir dakika sonra hepsinin yü - zünde büyük bir sevinç ifade e den çizgiler - belirdi. çekmekte oldukları kürekler dur muştu. —Ârtık iki gemi iyiden iyi ye birbirlerine yaklaşmış bulunu- “yorlardı ki kırmızı sakallı Jakın bir işareti üzerine pürüzsüz bir türkçe ile Maron haykırdı: — Esselâmı aleyküm! Rodas birinci şövalyesi Dobüsson namı- na hoş geldiniz deriz! Bu sözler Türk gemisine iyiden-| iyiye emniyet vermiş olmalı ki yel kenleri indiren makara gıcırtıları arasında aşağıdaki sözler duyul- du: — Ve aleykümüsselâm ! Biz de Osmanlı padişahı Bayazıttan Şö- valye Dobüssona selâmlarla likte bir de ufak bir emanet getir- iyoruz ! Korsanlar muvaffak olmuşlar- dı. Bu kadar çabuk muvaffakiyete | kardı be!... — Âşık, pürhayret, paketi açtı ve o esnada, Recai, alaca karanlıkta, paketten ne çıktığını gördü: Deste deste ellişerlik banknot- lar! Boksör, gözlerine inanamıyor - du. Etrafına bakımdı. Ortalıkta kimse olmadığını farkedince, memnun bir çehre ile paraları ce- bine indirdi ve: — Mersi! - dedi. Evet, “Mersi!,, dedi ve bu mer- si, hain bir rüzgârın muzip bir ce- reyaniyle zavalir Recaiciğin kula- ğma kadar ulaştı. Fakat Recai, hayretinden o ka- dar donakalmıştı ki yerinden bile teprenemedi. Boksör, paraları cebine indirip de yolun tâ ötesinde kaybolduk - tan bir hayli zaman sonra yerin- den fırladı: — Korkak!! kortak!! korkak!! - diye haykırdı. - Tuuuu, be.., Po- lise haber vermeğe korktun da bin papele kıydın ha?... Tuuwuu, kor- kak!! Nakleden : Hatice Süreyya Forsaların| bir- kırmızı sakallı Jak bile hayret et-" ti. Haydudun sevincinden ağzı klı- laklarına varıyordu. Bu vakte kadar iki kadırga i- yiden iyiye yaklaşmışlardı. Kırmi- bir manevra ile Türk gemısıyle borda bordaya yanaştı. Gemiden İ gemiye halatlar atılarak ııığ ] lamca bağlandı. Bu sırada Tevhi reisş de yanmda bir iki kişi oldu- gu halde güverteye çıkmıştı. Tev- hit reis uzun boylu, sarışın mavi gözlü, seyrek sakallı genç bir İe- ventti. Redos şövalyesine ait olduğ bayrağından, ve içindekilerin kı- yafetinden anlaşrlan bu geminin, ilk anda bu şekilde borda borda-: ya yanaşmasından şuphelenmıştı. Teşrifat kaidelerine göre hiç dur-ı madan kendileri kırmızı sakallı Jakla gemisini goı— terdi. — | A patlrğa; Tn ü zı sakallı Jakın kadırgası, güzel_";* önden, onlar arkadan yola devam etmek lâ zım geliyordu. Süratle gemide bu- '1 lunan, ve Pateradan beraberlerine almış oldukları Rodos ;ovılyelu—"' rine mensup bir adamı çağırarık, ! Â İ d ) Bu sırada korsanlar gemi- — ye geçmek üzere bulunüyörlardı. — | Fakat Rodoslu âHatü'Tevhit re- — ! ise bu geminin kendilerine ait ol- madığını söylediği gibi kırm sakallı Jakı da tanımadığı cevabı- nı verince birdenbire düştükle tuzağı anladı. İ " | . "l Fakat adamlarına J vakit kazandırmak için Jaka doi" 1 | ru hitap etti: — Saygılı sinyorlar, ınuııad ederlerse yolumuza devam ede - lim. Çünkü bu gece yarısı Rndoıı varmak mecburiyetindeyiz. — Size Şövalye Dobüssonun selâmını bizzat getirmek şerefııu | | l benden esirgemeyiniz. Ayrıca Sis ze saygılı sinyorumun bir de mekı w tubunu vermek vazifesiyle mukei- | lefim. Kırmızı sakallı Jak yanında Va- — lero, Roberto, Maron ve diğer dr;; korsan olduğu halde Türk kadı-- gasma atlamıstı bile.. Korsanlar | aldıkları emre göre derhal yer al- | dılar. Bunlardan ikisi kadırganın — li yukarısı ile yegâne muvasalâsnır — temin eden merdivenin başında durmuslardı. Güvertede başta Tcw | hit reis olmak üzere ancak dokur — Türk vardı. Korsanlardan her biri | Bu Türklerin birisinin arkasında yer almıştı. . "' Tevhit reis bir anda bulunduğu İ müşkül vaziyeti anlndı Son bır ı.ı—y | j ! mitle sordu: Fi î—;*'“_' — İsminizi öğrenebilir miyim? — kmııı-n — Rodaos korsanlarından zi sakallı Jak derler bana! Ç| — Ciddi mi söylüyorsun? F | — Zannederim. Duyınıdınsı duy ki kırmızı sakallı Jak alay et- mesini sevmez. Bir anda bütün korsanlar kılıç- — larınr sıyırdılar. Valero da Rober: tonun yanında olduğu halde ze- ' hırlı hançerini çıkarmıştı. L (Devamı oar) k