Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
e v y '*î"îe e" A -— Baailemi ” SŞ AA '"YER N, eli K a TALARŞI K R— * O Ka a Di e e D0 N” mi B T D İ —i S b 'ııff<<ı-'. F” 19SONKÂNUN — 1936 0 HABER — Akşam postası : DASYA b HALİDE EbİB 99 Fakat hâlâ hayata karışan, di- rileri meşgul eden mezarlar yok değildi. Bunlar evliya mezarlarıy- dı. rölleri henüz bitmemişti. Burada da bir tek toplu, bakımlı mezar vardı. Etrafındaki yeşil boyatı tahta parmaklığa kırmızı sarılmış. Ve sarmaşıklar, serviler, Onların, dirilerin hayatında güller taş yosunları arasında bu kızil güller birer alev gibiydiler. Avlunun duvarında açılan pas- li demir parmaklıklı pencereye birçok bezler bağlıydı. Arkasında birkaç kadın yüzü görünüyordu. Belki evliyanın mezarının bu ak- şamki mumlarını onlar getirmiş- lerdi. Şimdi orada durmuşlar, bu ışık hediyelerine mukabil evliya- dan istedikleri şeyleri çabuk ver- mesi için ellerini açmışlar, dua &- diyorlar. Fehmi efendi kolundan çekti: “Haydi camie...,, Perdenin önünde ikisi de ayak- kaplarını çıkardılar, ellerine aldı- lar. | Kubbenin altında, dişardan .n_- renler, bütün vücutlarına yayrlan (Nakil, tercüme sik üslübla dökülüyordu. bir serinlik hissettiler. Sira sıra diz üstü adamlar, sıra ı—na_,wuv_ır, tabanlar. Osman, Fehmi efendiyle ön safa geçti. Tam mihrabın arkasımdaydı- lar, İmamın sırtını loşlukta ancak seçebiliyordu. Müphem, hareket- siz siyah bir küme, üstünde koca- man bir tülbent yığını. Bu yığınm arkasında imama ait olarak yalnız iki kalkık kulak görünüyordu. Dikkatle sarıktan ayrılmış iki ku- lak. Bir taraftan öbür tarafı görü- necek kadar cansız, renksiz, kan- sız kulaklar, _rmuâ:: başının ar- kasına yapıştırılmış iki göz hissi veriyordu. Onların cemaati din- leyişinde, arkasındaki her şeyden o kadar derin bir hassasiyetle ha: berdar oluşu vardı ki... Osman bir zaman sade bu kulaklarla meşgul oldu. Sonra o kendisi de arkasın- da işitilmez, tutulmaz bir hareket hissetti. Bu belki ses çıkarmadan kimildiyan dudaklardan geliyo:- du. Osmana, adetâ işkence eden bu sessiz hayat, arkasında, tılısım- İr bir ormanda hissedilip de görül- miyen gizli hayatı hatırlattı. Biraz sonra imam kalktı ve na- maz başladı. Osman namaz kılar- ken kuülakları imamı dinliyordu. Bu cılız, yıpranmış, küçük vücu- dun neresinden bu kalın, kudretli ses çıkıyordu? Seda, mermer sü- tunlara muayyen bir ahenkle vu- ran bir mnîm m._r_. Ne söylediğini Osman anlamıyor, fakat her keli- menin ardında imamin ruhundan kopan bir gâayz darbesi var. Hat- ve. iktibos hakkı mahluzduür.; re bile küçük vücuduna sığmıyan kinini, insanları hiç affetmeyen nefretini mezcediyordu. Nihayet dizlerinin üstünde idi- ler veimam ağır ağır minberin merdivenlerini çıkıyordu. Yüksel- dikçe cübbesine ışık vuruyor, za manla yeşil olmuş solgun yerleri- ni, yamalarını gösteriyordu. Fakat yüzünü cemaata çevirince insan o- nun zavallı fakir kıyafetini hemen unutuyordu. O kadar etrafına kud ret hissi veren bir adamdı. İske-| let gibi zayıf başında çökük göz| evleri birer volkan ağzı gibi, iç- lerinde bir türlü soğuyamıyan lav- lara benziyorlardı. Yuvarlak be- yaz sakalı dikkatle kesilmiş, bıyık- ları kısa kırpılmıştı. Ve ağzının belki sesinden fazla gayiz ve şid- det püsküren bir manası vardı. Osmana geldi ki, bu ağız açılır açılmaz içinden kaplan gibi diş- lerini cemaate gıcırdatacak, hırlı- yacak. Fakat imam dişsizdi. Ve bu siyah, çökük, dişsiz çukurdan tane tane arapça kelimeler en klâ- İşte Rabianım büyük babasını nm....som.o no_u.._m—m_ ve ..nm__..m_-m tü. Başka daha ne istiyordu? Gidip Rabianın doğduğu evi görmek, Ve,.. Ve bu zavallı kimsesiz fakir ihtiyara yardım etmek. Minberin merdivenlerini inerken bilhassa o- na daha çok acıdı. Cemaatla ara- larında hiç muhabbet olmadığı besbelliydi. Trabzonlara dayanı- şında öyle bitkin, öyle soluğu ke- silmiş bir hali vardı ki. Fakat bu kimsesizliğini, yalnızlığını hisset- tiğine dair hiç bir alâmet yoktu. Gayzından, kininden kendi etrafı- na bir duvar çevirmiş, ortasından dünyaya meydan okuyordu. ÜOs- man kendi kendine dedi ki: (Devamı var) 25 49 — Yeni bir felâket.. L Sakir eve geldiği zaman orta- lık yeni aydınlanıyordu. Leylâ gözlerini uvuşturarak ya- taktan kalktı: — İki gündenberi evin semtine uğramadın, Şakir, nerdeydin? “ Şakir çok telâşlıydı. Arkasın- dan biri kovalıyormuş gibi, müte- madiyen başını kapıya çevirerek: — Aman Leylâcığım, beni bu- rada sakla! Diyordu. Leylâ merakla sordu: — Ne var, Şakir? — İki gündür polisler beni ta. kip ediyor.. Hani şu seninle kav- ga ettiğim gece yok mu? Ah o meş'um gece.. Bir arkadaşıma u- yarak küçük bir bara gitmiştim. — Ey sonra..? _ — İşte orada münasebetsiz bir adamla kavga ettim, Herif suratı- ma bir salata tabağı fırlattı. Bu hakarete ben tahammül edebilir miydim? Kendimi kaybetmişim.. Ne yaptığımı bilmiyorum, Gar- sonlardan biri arkamdan koştu.. Beni tanıyorlardı: (Aman beyim, polisler geldi. Yaraladığınız ada- mın hayatı tehlikededir. Sizi araş- tırıyorlar.. Bize sordular, tanıma: lardan cizlamı:çekin!).. -dediler.. Korkumdan eve gelemedim. Beni arayan oldu mu? Leylâ şaşkın bir tavırla cevap verdi: — Hayır.. Hiç kimse aramadı. Şakir — geniş bir nefes alarak kanepeye uzandı. Leylâ: j — İki gün nerede dolaştın? Diye sordu. Şakir başını salla - dı; £ — Dolaşmadığım yer kalmadı. — Keşki Nerminin evine git - seydin! — Korktum.. Hatırıma gelme- di değil, Fakat oralara kadar uza- namadım. Dün geceyi bizim ko - lacı kadının evinde geçirdim. — Kadın şüphelenmedi mi? KOÇCALI YAZAN: İSHAK FERDİ — Karımla kavga ettiğimi söy- Şoför Şakir, Barda Necdet adlı birini vurmuştu.. Leylâya:“Aman, beni sakla, polisler izimi arıyorlar!, diye yalvarıyordu ledim.. — Biraz dertleştik.. İçtik Bana bir yatak serdi, yattım. — Vah Şakirciğim! Gördün mü şu asabiyetin sonunu..?! Ben sa- na her zaman biraz sakin ve sa- bırlı olmanı söylerdim de sen ba- na kızar, haykırırdın! — Bırak şimdi büu boş sözleri. Ben n2 yapacağım? Kodese gir- mek hiç işime gelmez. Poliste ile- ri gelenlerden bir tanıdığım ol - saydı, bu işi belki biraz uzatırdık. — Vurduğun adam öldü mü a. caba..? — Hayır. Yaşıyormuş.. — Nereden anladın? — Bugünkü gazetelerden. Fran sız hastahanesinde yatryormuş. Şakir cebinden bir gazete çıka.- rarak, parmağı ile gösterdiği yeri Leylâya uzattı: — Oku şu satırları... Leylâ okumağa başladı: ©, *» Evvelki gece Mis sokağın: daki Beyaz Rus barında hüviyeti meçhül bir genç tarafından kası. gından bıçakla yaralanan Necdet bey Beyoğlu Fransiz hastahanesi- ne yatırılmıştır. Yaralıyı hastaha- nede ziyaret eden muharririmiz, Needet beyi yaralıyan gencin bir goför olması ihtimalinden bahse - derek, zabıtanin - çinayet — failini şiddetle'takip setmektesoldu; söylemiştir. Necdet bey muhairi- rimize kısaca şu İzahatı vermiş- tİr: Sis münasebetiyle vapurlar işle- miyordu. Beyoğluna gezmeğe çık.- tim ve tesadüfen bir bara girdim. Buranm bir batakhaneden başka bir yer olmadığını girdikten son- ra anladm amma, artık dışarıya çıkamamıştım. Yanımdaki masa. da oturan .bir genç bana mânalı bir tavırla bakmağa başladı.. Ni- çin baktığını sordum. Göze yasak olmadığını söyledi.. Aramızda u- fak bir münakaşa çıktı. Ve sonra bir bıçakla kasığımdan yaralan- dım.. Ötesini bilmiyorum!) Zabı- tanın bu şeriri çok yakında ele geçireceğini umuyoruz.., Leylâ gazeteyi elinden bıraktı: KADI (Erenköyünde oturuyorum. | — Hiç korkma, Şakirciğim! Se- nin kim olduğunu tanıyan yok Gazeteler meçhül bir gençte! bahsediyor. — Ya garsonlar..? — Onlar madem ki bugüne kâ* dar senin adını zabıtaya verme * mişler.. Bundan sonra da verme?" ler. — Tazyik görürlerse..? Ki — Zannetmem.. Çünkü garson' ların bu işte alâkaları yok, Maa * mafih sana bir iyilik yapabilirim — Nasıl.. İyilik mi? — Evet.. İzini büsbütün kaybet mek suretiyle, — Aman Leylâcığım! Bu lütfv benden esirgeme! Nasilsa elim den bir kaza çıktı. Benim izim! saklarsan, ölünciye — kadar sen” den ayrılmam! 'e — Söz veriyor musun? —© — Sözüm sözdür.. Ne kadar mert bir genç olduğumu bugünt kadar elbette anlamışsındır! — Kekâlâ, O halde birkaç güt dışariya çıkma! Benim eskiden * beri zabıtada tanıdığım bir ailt dostu vardır. Çok namuslu, mert bir erkek. Onun vasıtasiyle senii bu felâketten kurtarabilirim. — Aman Leylâcığım, bu işi senden beklerim! Fakat, tanıdı * ğın zabıta memuru benim katil olduğumu anlarsa; ğg:_ yakamı bıraksm! Hem şu adaf kimmiş bakalım..? Leylâ tereddütle söyledi: — — Hani şu meşhur polişs hafi: ' yesi yok mu canım.. Yılmaz bey: Şakir yattığı yerden mî—qi—.ıw haykırdı: - — Ne dedin? Beni kendi elinl* Yılmaza teslim etmek mi istiyor * sun? O adam hiç hatır, gönül dit ler mi? | — Benim sözümü dinler.. Gö* receksin ki, bu işi çarçabuk örtb&' edecektir. | — Beni tongaya düşürme, Le'' lâ! Almanyada tahsilini yapmf olan böyle değerli bir zabıta m€' muru, hatır için iş görmez, Berl * den öç almak mrt istiyorsun yok * sa..? ; (Devamı var) » D « $ y KOCAMLA E VK / DEĞİLİSM Tetirka No. 19 evlendiniz...,, dağıttı. — Sualinizi halletmek biraz güç olacak dedi. Arif “Siz bir çocukluk, bir gaflet bir cahillik Fakat Mukavelât muharriri bu korkumu ederek çabuk leri ancak görünüşteydi. Koketti, müsrifti, asabi î._. hâkimdi. Açıkçası tahammül edilemez bir karakt€i” deydi. İzdivacından bir ay sonra Arif Zomwnn.:_.q.__ hakiki bir cehenneme dönmüştü. Arif Nedrete tekrar bir göz atmaktan kendimi * — - | r tâ _.ı,rumq_r şefaat vadeden sürele- * - c * . K - —— « —Fi $A A G l Odanın ta öteki ucundaki bir koltukta bacçakları- nt kavuşturarak oturan Arif Nedret cereyarı eden bu mükâleme ile sanki hiç bir alâkası yokmuş gibi gö- rünüyor, tam bir yabancılık — gösteriyordu. ÂAcaba i- şitmiyor muydu? Yoksa düşünceleri şu odanın dişa- rısında, başka yerlerde mi — dolaşıyordu.? Onur bu kayıtsız duruşundan hiç bir şey —anlamanın imkânı yoktu. Vakit vakit yavaşça salladığı potinlerinin par- lâk burunlarına gözlerini dikiyordu. Bazı bazı da o- daya hafif bir gölge veren yüksek pencerelerin tülle- rinden gözlerini ayırmıyordu. Mukavelât muharririnin izahatından sonra: — Bütün bu söyledikleriniz bana Arif —Nedret Beyin nasıl olup da benim haberim olmaksızın, hattâ belediye dairesinde hazır olmadan bu izdivacı yaptığı- nr'anlatmadınız dedim. Bünu sorarken İhsan beyin dahi bana Ali bey gibi şu ayni sözleri söyliyeceğinden âdeta korkuyordum: A g H i. | Adllley * *ağfen çe d lÇ A ğ Ca d Nedret Beyin hüsniniyetini suiistimal ettiler.. Sizinle izdivaç edebilmesi için sizi görmesi lâzımdı.Sizi görmek için de vasinize müracaat etmek icap ediyordu. İşte bu sefildir ki bizi aldattı. — Emniyetimizi suiistimal etti. Ve sizin isminizi çaldı! “Bilâl bey İstanbula geli- yor. Vasisi olduğunu söyliyerek bize fevkalâde güzel bir kiız takdim ediyor. Biz de başka şey aramıyoruz. Niçin sizin vasinizden şüphe edecektik? Bizi aldat- makta ne gibi bir menfaati olabilirdi? Bize takdim et- tiği kadınla izdivaç merasimi yapıldı.. Gençti, güzel- di.. Arif Nedrete seri bir göz atarak hafifçe müstehzi bir eda ile sözünü kestim: — Biliyorum: Sarışındı; zarifti, şıktı. Mukavelât muharriri şaşırarak: — Siz onu gördünüz mü? dedi, — Hayır, Arif Nedret beyefendi karısmın bütün meziyetlerini bana sayıp döktüler... Mukavelât muharriri başmı salladı: — Ne yapayım ki onun bütün değeri ve meziyet lamadım. Kendisinden bahsedildiğini işitince ı%ı—— kalkmıştı. İri adımlarla gezinmeğe başlamıştı. Mukâ” velât muharririnin sözlerinden bir kelime bile ka$'” madığını yalnız daha sertleşen — gözleri ve !ı&“. dudakları gösteriyordu. Onun hayatının — içyüzü” gösteren bu bahsi nasıl olup da kesmediğine ha ediyordum. H hrl Fakat herhalde ben gelmeden önce iki adam a | laşmış olacaklardı. Zira Mukavelât muharriri t_l rar sanki alâkadar şahrs orada yokmuş gibi ımual. devam etti: ı_uâ— — Büyük baba torunile Vacibenin kızı arâ d vukua gelecek bir boşanmadan son derece sevinet” | ti. Bu sevinci ona vermemek için Arif Nedret eı._“ sındaki bu işkenceli yaşayışa mükavemet etti. tki * ne tahammül etti. Gizli yarasını kimseye i ..“v HEğer isminizi çalan bu alçak kadın bir gün Arif retin çekmecesinden iki bin lirayı aşırarak — YU" mm terkemeseydi daha da sürüp gidecekti. h ; ; - <- (Devamr var) —