Jin yazam: PR İİ ekli gama bakkal 23 Bir sandalyaya oturdu, ayakla- rını Rabiaya terketti. Potinleri çe- kerken arada Osmanın dizine ba- şını dayıyor, bir an için kendin- den geçiyor. Kumral başı nasıl ko- kuyordu. Yarı Edirne sabunu, yarı yonca, yarı genç, sıhhatli cildinin kokusu! Açık tarlalardaki taze oi- ları, kuytu ormanların aralarında biten vahşi menekşeleri, tabiatin her temiz ve iptidai kokusunu Ha-| tırlatıyor, Şimdi başı tamamen ko- ,casının dizinin üstüne düşmüş, kü- çük memelerinin katılığını gece- lik entarisinin arkasından bile his- settiriyor. “Uyuyorsun...,, “Hım...,, diye uykulu çıkardı. bir ses Osman lâmbayı söndürdü. Ra- bia; ona terliklerini giydirir giy- dirmez yatağa tırmanmış, yorga- nın altına uzanmıştı. Çoktan u- yumuştu. Osmanın kolları sıcak, fakat uyuyan bir vücudu sardı. Bu vücut bir kedi yavrusu mukave- metsizliği, yumuşaklığı ile kendi- ni bırakmış, fakat içindeki Rabia çoktan uykusunun içine dalmış, bu vücuttan çekilmişti. Kızım ömuzlarını örttü, kendi- #ösi yatağın öbür ucuna çekildi, U- © Biyuyamiyordü. Hep kulakları Ra- bianın hafif hafif nefes alışında.. Muhtelif yaştaki, muhtelif m'- zaçtaki ruhların izdivacı, imtizacı mümkün olabilir, fakat yaşları birbirinden çok farklı iki vücudun izdivacı kabil olamaz. Osman böyle düşünüyor. Rabia henüz yirmi bir yaşında, kendisi kırkm ne kadar üstünde. Halbuki kızın kalbi Osmandan daha olgun, di- mağı daha selâmetle düşünüyor. Ve kalbi de, dimağı da Osmanın. Daha ne istiyebilir? O cuma eskici Fehmi efendi « Osmanı namaza götürmeğe geldi. Rakım bermutat gitmedi. Osmanın namaza gidişinin ne kadarı imamı görmek tecessüsün- den ileri geldiğini bilmiyen Feh- mi efendi memnundu. Sinekli: Bakkalın umumi ve içtimai haya- tına her vesile ile karışan bu ye- ni komşuya çok müteveccihti. Ve heyeti ihtiyariyenin hatırlı aza- sından olan Fehmi efendinin bu teveccühü Osman için faydalıydı. , İlk kahveye çıktığı akşamdanberi bu sakin adam Osmana hususi bir muhabbet ve dostluk göstermişti. Acaba Rabianm kocası diye mi, yoksa sırf şahsından hoşlandığı için mi? Burasını çok araştırmak lâzım değildi. Yanyana yürürlerken eskici o- pa, Sabit bey ağabey takımından sskınmasını, onlarla yüz göz ol- mamasımı tavsiye ediyordu. Hiç şüphe yok ki, hepsi mert, hepsi to- sun delikanlılar. Fakat biraz ha- (Wakil, tercüme ve iktibos hakkı mahfuz... şarı, biraz edeb ve terbiye daire- sini taşıyorlar. Osman bunları dir. lerken, Fehmi efendinin idare et- tiği muhafazakâr kısımla, Sabit bey ağabeyin temsil ettiği haşarı gençlik arasında kendini dikkatle idare etmek, hiç birine fazla mü- temayil olmamak lüzumunu his- sediyordu. Fakat kalbi, gençlerin tarafındaydı. Öyle dinamik in- sanlar ki... Her birinin içinde yir- mi beygir kuvvetinde işliyen bir makine enerjisi var. Sokağın üstündeki ışık yolu bu- gün ateş gibi, sokağın yanları, sa- çak altları daha loş, daha serin gö- rünüyor. Sokakta hiç çocuk kal- mamış, çeşmede geç kalmış bir tek kadın var. Nihayet köşeyi döndüler, mes- cidin avlusuna geldiler. Şadırva- nın etrafında birkaç kişi abdest alıyordu. Ötekilerin bazısı me dilleriyle kollarını, ayaklarını ku- ruluyor, sonra kollarını indiriyor, pabuçları ellerinde camie giriyor- lardr. Avludaki tek, ihtiyar çma- rın gölgesi tâ camie kadar salını- yor. Osman avlunun ötesindeki me- zar kümesine doğru yürüdü. Koca ir kısmı yerde yatıyor, bir kısmı- nın başları kırık, hepsinin üstünü yosun bürümüş. Osman kendi ker- disine diyordu ki: “Bu topraklardaki ölüler ha- kiki ölü. Cesetleri yıkanıp topra- ğa gömüldükten, ve başlarına bir taş, bir servi dikildikten sonra kimse onları hatırlamıyor. Gerçi ruhlarına o kadar mevlüt okunu- yor, o kadar (Yasin) okunuyor. Fakat o okuyuşların mezarda çü- rüyen cesetlerle hiç alâkası yok.. Ölen vücutlar, halk için artık taş- tan, topraktan ibaret cansız mad- de. Belki ölülere karşı alınacak en doğru vaziyeti bu halk almış.,, (Devamı var) YY ZA YP KOCALI İSHAK FERDİ >ZAEZAN: ei 18 SONKANUN — 1996 KADIN » Mühendis Ziyanın hayatı, Leylânın söyliyeceği bir kelimeye bağlıydı. Fakat, Leylâ mahkemeye nasıl gidecekti? Şimdi. de bir kırmızı mendil meselesi ortaya çıkmıştı hâdisesinden sonra arkadaşları a- Leylâ hiddetinden dişlerini gı- cırdatıyordu: — Benim yerimde (sen olsan, çıldırırsın Nermin! Ben onu kim- seye kaptırmıyacağım, anladm mı? O, yalnız benim olacak. Hem de mezara kadar... Her şeyi göze aldım. İşte o kadar. Nermin, Leylânın boynuna sa - rılarak: — Peki amma, dedi, (bunları bana söylemekten ne çıkar? Ben senin canın, ciğerin kardeşinim! Senin sevdiğin ve bilhassa bera- ber yaşadığın bir erkeğe göz di - kersem, gözlerim kör olur! Senin bana o kadar çok iyiliklerin var ki... — Sade iyilik mi..? — Fedakârlıklarm da var. Bun- ları saymakla bitiremem. Alla - haşkına aklından fena şeyler ge- çirme, Leylâcığım! Biliyorsun ki, ben, hele şu son yaptığın iyilik - ten sonra, zevklerime mağlüp ola. rak, senin şerefinle, aşkımla oynı- yamam ! Leylâ tekrar koltuğa oturdu.. Kırmızı mendili çantasma soktu. Nermin korkak bir sesle sor - du: — O mendili. İm —Ev&. “cebini Künürot ettikten sonra gene sana iade ede rim, — Fakat, Şemsi bey tekrar ge- lir de mendilini isterse... —Leylânın hoşuma gitti, aldı dersin! Bir mendil için erkeklere uzun boylu hesap verilmez. Hem sen bu mendil üzerinde neden bu kadar ısrar ve heyecan gösteri - yorsun? — Şemsinin ne kadar (huysuz bir adam olduğunu bilmezsin, Leylâ! Biraz sonra veyahut akşa- ma gelir, mendilinin kendisine bir hatıra olduğundan bahsederek başımın etini yerse, ne yaparım? — Dedim ya.. Leylâ aldı der - sin.. Daha fazla ısrar ederse, ba- na gönderirsin ! . 5 Yılmaz bey, Erenköydeki kedi rasında çok müşkül vaziyete düş. müştü, Bereket versin ki Leylâ o- nun imdadına yetişmişti. Mühendis Ziya on gündenberi tevkifhanede yatıyordu. Tahki - kat evrakı adliyeye verilmişti. On beş, yirmi gün sonra bu merakir cinayetin muhakemesine başlana. caktı, Leylâyı birkere polis müdü riyetine götürerek © ifadesini al . mışlardı. Tahkikat evrakı arasın. da Leylânın ifadelerinden başka, ayrıca bu cinayetin Ziya tarafın. dan işlendiğine delâlet eden bir- takım emareler de yok (değildi. Meselâ, tevkif edildiği gece, Ley- lânın evine tehdit maksadiyle git- tiğini gösteren bir tabancası var- dı. Yılmaz bu tabancayı Ziyan elinden alırken, Ziya: “Bırak da şu kaltağı geberteyim!,, diye ba - ğırmıştı. Bundan başka (o Ziyanın sırtmdaki paltonun kollarında da birkaç damla kan lekesi görülmüş tü. Bu lekeleri bakteriyolojihane- de tahlil ettirmişler, bunların in - san kanı olduğu da anlaşılmıştı. Ziyanm cebinde çıkan bir kü - çük not defterinde de başı (Bü . Yuküere) ıle başlıyan birkaç sa- tırlık bir cümle vardı.. Fakat, bu notlar kurşun kalemiyle karalan- dığı için, ancak satır başmdaki kelime okunabilmişti. Demek ki Ziya (Büyükdere ci. nayeti) hakkında defterine birta- kım hatıralar kaydetmiş, o sonra bunların tehlikeli olduğunu anlı. yarak iyice karalamıştı. Bütün bunlar Ziyanın mahkü - miyetine ayrı ayrı birer sebep teş- kil edebilirdi. Ziyanın tuttuğu avukat da za. yıf ve beceriksiz bir adamdı. Üs. telik Necdet beyin iki meşhur a- vukatı vardı. Bunlar Ziyaya şid. detle hücum edecekler ve mahkü. miyetini temin edecek daha baş - ka vesaik de tedarikine çalışa | çok özledim ki. Ziyaya tevkifhanede kadm © bisesi giydirerek bir de fotoğr8 " fmı almışlardı. Hâdisede bulu" nan şoför, Ziya beyi bu kıyafellt görünce: —O geceki kadma ne kadi da benziyor ya... Demekten kendini alamamışt” Bu nokta da hâkimin vicdanı tatmin edecek delâilden biri ols" bilirdi, Bütün bunların £ birer tesadül ve benzeyişten ibaret olduğun kim ve ne salâhiyetle hülkmedece! ti? Artık Ziyanın hayatı, Leylânı# iki dudağının arasmda demekti. Mahkemede de aynı şeyleri sö" liyecek olursa, zavallı “mühendi Ziya on beş seneyi yiyecekti. Fakat, acaba, Leylâ mahkem* ye gidebilecek miydi? Şakir, onun bu işte rolü oldu * ğunu öğrenirse, ne yapmazdı? Leylâ o gün Nerminden döndür; * ğü zaman akşam olmuştu... Bütüf| bu biribirine bağlı meseleleri dö şündükçe beyni duruyor ve göz * leri kapanıyordu. — Keşki bugün Nermine git * meseydim, diyordu, hiç olmazs# orada bu kırmızı mendili bulma? | dem. Fösr Nörmin Kast .13-1.5. sa. Eğer dün gece Şakir burada çıkıp onun evine gittiyse... Hayıf hayır.. Şimdi sinirlerim, O böyl* korkunç ihtimalleri düşünecek # dar kuvvetli değil, Yorgun bir halde, mantosu” çıkardı, karyolasına uzandı, Leylânın o günlerde paraya çok ihtiyacı vardı, Şakir ona — bir” leştikleri Oo gündenberi — yazlık bir mantodan başka birşey aln”* mıştı. Halbuki-Leylâ eski koca" ları zamanında senede birçok ek bise yapmıya alışmış; para har" carken düşünmeğe alışmamıştı. Leylâ yatakta başını uvuşturuf ken, gözünün önüne kızı Nesrinif hayali geldi. — Ah, Nesrin.. Seni o kadf (Devamı var) 474 DEĞİLİM Tetirka No. 13 yumuşaklık onu müşterilerinin menfaatini hattâ ken- dilerinden çok düşünen bir iş adamı olmaktan mene- demiyordu. İşte o zaman o haksız tarafa karşı müthiş ve korkunç bir rakip kesiliyordu. Sakin ve nezaketli sözleri, yumuşak sesi etrafım- daki havada ümit ve emniyet yaratmağa başlamıştı. Bana öyle geliyordu ki arkadaşlığında büyük bir iyi- lik ve şifa bulduğum © bir başka Ali beyin karşısın daydım. Şimdi bir uzlaşma ümidi içerisinde bana an- lattıklarmı dinliyordum: — Size işi kısaca anlatacağım! dedi. Bunun için her şeyden evvel bir çok seneler geriye (dönmemiz lâzım. Bundan yirmi beş sene evvel manevi babanız olan Şekip Esat Vacibe ismindeki annenizle evlenmek istedi. Fakat bir çok noktalar bu iki alleyi biribirinden ayırıyordu. Ne Şekip Esadın babası ve ne de Vacibe- nin ki bu izdivacı istemediler. Bunun üzerine Vacibe Ekrem Tokla evlendi, Ötekine gelince bekâr kalmağı tercih etti. Şekip Esadın kendisinden birkaç yaş bü- yük bir profesörle evlenmiş bir hemşiresi vardı. Yani Arif Nedretin anne ve babasr... Şu halde sizin mane- vi babanız olan Şekip Esat Arif Nedretin dayısı olu- yordu. Arif Nedrete bu izdivacı bilvasıta veya bilâva- sıta yaptırmağa sebep olan muhtelif şahıslar arasında» ki rabıtaları anlıyorsunuz değil mi? — Evet anlıyorum. — Esasen bütün bu verdiğim tafsilâtm ancak ve yalnız mazice bir kıymeti vardır. Mademki bügün ha- yatta Arif Nedretin büyük babasından başka hiç kim- se kalmamıştır; ötekilerin hepsi ölmüşlerdir; ve bu iki aileden kalan zürriyet yalnız siz ikinizsiniz; şimdi bizce en mühim meseleye gelelim: Şekip (Esat beş sene evvel on milyonluk bir servet birakarak hiç ço- cuğu olmadan vefat etmiştir. Yeğeni Arif Nedreti bir çok şartlarla varis olarak bırakmıştır. Bu şartlardan en mühimmi Arif Nedretin, manevi kızı olan Sami- ye Ekrem Tokla evlenmesiydi. Bu şartla ize yüz bin lira bırakıyordu. Fakat paranın bütün idaresi Arif Nedretin elinde olacak. Ancak bir ayrılık vuku- unda buna siz tasarruf edebilecekdiniz. (o Doğrudan doğruya bu parayı size bırakmıyarak niçin bu şartı koydu?.. Orası belli değil. Belki de babasının İtiraz edeceğinden korktu. Onun © vasiyetnamesindeki son sözleri sevdiği kadınla izdivacına müsaâde etmediği için babasını asla affetmediğiydi. Hattâ bekâr kal“ İ sına dahi sebebiyet veren bu bedbaht aşkını unuta" mak değil, babasından intikam almak ve ömeünür senelerinde soyunu idame etmek ümidinden onu m5” rum berakmaktı. Hakikaten de bu soy Şekip Esat” mile birlikte sönüp gitti. Manevi babanızın böyle vasiyetname yapmasının sebebi herne olursa asi yalnız kat'i olan bir şey vardı: O da sizin Arif N detle mutlak izdivacınızdı. Gülümsemekten kendimi alamıyarak: — Demek bir Vacibe ile bir Şekibi birleştir” istiyordu öyle mi? ; — Tam dediğiniz gibi... Yeğenine (yazdığı şefkatli bir mektupta bu izdivacı hemen o yal w rica ediyor. Manevt kızımın çok değerli ve sir zevce olacağını söylüyordu. Dayısını çok seven gil Nedret müteveffann kendisine havale ettiği bU ig intikamdan büyük bir haz duydu, onun kendisin* siyet ettiği kadını kabul etti. Hafif bir istihza ile: e — O kadınla birlikte on milyonu da kabul etti dim. Mukavelât muharriri ciddiyetle: — Şüphesiz! dedi. Mademki , şartın kısmı buydu. en ni”