16 Ocak 1936 Tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8

16 Ocak 1936 tarihli Haber Gazetesi Sayfa 8
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

8 —— —— Yazan 7 TİMİ TAY — “Doğru, Osman. Senin çalışın bana öyle bir his verdi. Vehbi De- deyi hatırladım. Bana bir gün (Osmanın geçmiş hayatı belki a- ranıza bir uçurum açar) demişti. Rabianım alt dudağı ağlamak istiyen bir çocuk gibi titredi, ade- tâ büküldü. “Bu uçurumu dolduralım, Ra- biâ. Bana çocukluğunu anlat sev- gili. Anneni, büyük babanı. Bik| hassa büyük babanı. Onu en çok merak ediyorum. Görmek için bu cuma mescide namaza gidece- ğim.,, “Onu bilsen merak etmezdin Öyle korkunç bir adamdır ki... Hakikat uçurumun Rabia tara- | fı doluyor. O geçmiş yılları anla- | tıyor, İmamın bir gün bebeğini na- sil çamaşir kazanma attığı noktaya geldi, Bu adetâ acıklı bir vak'ay- dı, Fakat Rabia ona birdenbire komik bir hal verdi. İmamın âyet, süre okuyarak bu bebek yakışına nasıl dini bir âyin şekli verdiğinin taklidini yaptı. Osman kahkaha ile gülüyordu. “Haydi yatalım, Rabia. Yarın seni (Bonmarşe) ye götüreceğim. Beğendiğin bebeği alacağım. k Yatakta yerleştikleri vakit Ra- bianın kulağına hafifçe fısıldadı: İ “Belki”bir gün kendinin canlı! bir bebeği olacak. İhtiyar kocan- la beraber oynıyabilezeğin bir be-| bek.,, Rabianm sesi adetâ boğuk: |; “O bebeği kimse, kimse ateşe atamaz. Vallahi, billahi?,, ea m » “Maşallah, esvap yeni galiba ,, “Elbet, görmüyor musun, ipek- li. İlk ipekli. Yünlü yeldirmemle çıksam, ben- den utanırsın, değil mi?,, Hayır, utanmazdı. Ne giyerse giysin. Her arkasına geçirdiği es- vaba şahsiyetinden bir şey veri- a AY Ng (Nakil, tercüme ve iktibos hakkı mahfuzaar.; İ nr bahane ederek - konsolun gö- | ramı delmeği teklif edince, “Allah Seninle sokağa be-! raber çıkarsak diye yapmdım.! usluluğundan ses çıkarmıyan bir ma mahremiyetine hasrediyor. Ha- riçte onu gören cinsiyeti hiç dir! şünemezdi. Osman bir düziye mektepten! kaçmış bir çocuk gibi elele tutu- şup yürümek istiyor, fakat cesa- ret edemiyor. Kız, sokak âdabi- nın muhafazasına taassupla taraf- tar. Fakat o, Osmandan daha mesut. “ Galata köprüsünü yürüyerek geç üler. Tepelerinde İstanbulun öz gökü bir bizans mozaiki, bir ta! vus gibi mavi. Bir tek bulut yok. Gök yüzünde kaynıyan sart ışık kazanı yere altın şua akıtıyor. Her şeyin üstünde bu altın aydm- lık. Sol taraflarında Haliç. Üstür- de yelkenler, direkler sarı ışıkta titreşiyorlar. Sağ taraflarında Be- ğaziçi vapurları, kayıklar, sala- puvyalar, yeşil suların üstünde oy» naşıyor. Köprünün üstünden as- keri bir bando geçiyor. Bütün halk ayağını uydurmuş arkasın- dan yürüyor. Nihayet Beyoğluna tünelle geç- tiler Osman ona birer birer dük- kân câmekânlarını göstermeğe başladı.Rabiaya elmas almak;ipek| kumaşlar almak için çıldırıyordu. Fakat cesareti yoktu. Yüz görüm-| leri - kulaklarının delik olmadığ - züne kilitlemişti. Penbe kulakla- küpe takmamızı istese kulakları- mızı delik yaratırdı,, demişti. Şim- di büyük terzilerden birine götü- rüp moda bir esvap ısmarlamağı teklif etse gene penbe dudaklarını» | da o çarpık tebessiim hasıl olacak - büyüklerin omantıksızlıklarına, deliliklerine sirf o terbiyesinden, kız çocuğunun tebessümü! (Devamı var) EZAN: e Şoför Şakir, elindeki tabağı masa- nın üstünde parçaladıktan sonra İ Leylâyı tokatiamağa başladı: “Bu pislik içinde © oturulur mu a kokmuş? ,, Şakir içki masasına oturdu.. Hazırlanan mezelere göz gezdir. di: «- Haniya, benim patates sa: latam nerede? Leylâ çatalları siliyordu: — Bugün çok yorgundum, Şa | kirciğim! Patates haşlamağa va - | kit bulamadım. Bak, sana ne gü- zel, ne nefis mezaler aldım! Şakir önündeki tabağı masanın üstüne vurdu... Tabak parçalan - dı... — Böyle rezalet olur mu be? Sen benim tabiatimi, zevklerimi hâlâ öğrenemedin mi? Ben pata- tes salatasr olmadan rakı içebilir miyim? Sonra birden gazetedeki kalın yazılara göz atarak homurdandı: — İşte gene kaltağm biri, mü. hendiş Ziya adir bir zavallının ba- Şakir gazetenin bu fıkrasını o- kumağa başladı: . Meğer aylardanberi izi 8- ranan Doktor Şababm katili ka - dım değilmiş. Mühendis Ziya is - minde bir genç, Doktor Şahabın servetine tamah ederek kadın kr.| —. girmiş ve mi yö. beyde al Siki giz lışıyordu... Sordu: — Kadın parmağı bu İşin nere- sinde? — Neresinde mi? Okuyayım da dinle... “Mühendis Ziyayı ele veren bir kadınmış. Kadmm hüviyeti zabı- taca malümdur. Mesele mahke - meye âksedince, (şahit sıfatiyle celbedilecek olan bu kadın, mah. kemede bildiklerini söyliyecek « MİŞ, Şakir gazeteyi avucunun için - de buruşturarak (o kendi kendine söylendi: er 0 7KOLALIKADIN İSHAK FERDİ — Kadından dost olur mu hiç?... İşte, sıkışmca zavalir ada- mı ele verdi... Yahut da bir iftira. İçyüzünü şimdilik Allah bilir. Me- sele mahkemede meydana çıkın - ciya kadar zavallı adamcağız da tevkifhane köşelerinde inliyecek. Leylâ omuzunu şilkti: — Haydi içelim, nonoşum! A- önüne. lemin işinden bize ne! Zaten ben gazeteyi bunun için okumak iste. mem... Bir cinayet, bir kaza... Hâ- sılı can sıkacak bir vakayı oku - yunca sinirlerim derhal bozulur. Şakir o kadar asabi bir gençti ki, sevgilisinin en ufak hatasını bile görüyor ve derhal ateş püskü- rerek bağırmağa başlıyordu: Şa - kirle, Leylâdan başka bir kadın geçinemezdi. İşte şimdi de peçetenin üstün. deki siyah Jakepler gözüne ilişmiş- tiz — Bu pisliğe tahammül olun - maz.. Allah sana temizlik denilen meziyetten biraz olsun nasip et - medi mi? Terkos mu kesilmişti? Evde sabun mu yoktu? o Şunları tertemiz yıkayıp da önüme koy - san, neyin eksilir a mendebur?! Şakir bir kadeh rakı işmeen| Leylâ TER memnun etmek ve hiddetini yatıştırmak için, kir. li peçeteyi alarak yerine temiz bir peçete koymuş ve odanın içinde sağa sola dönerek çırpmmağa baş lamıştı. Şakir birden masanın önünde durdu... Bir su bardağı yarıya kadar rakı ile doldurarak bir yu- dumda içti.. Gözleri döndü...Dü- daklarını ısırarak Leylânın üzeri- ne yürüdü: — Sen bunları, beni sinirlendir. mek için mi yapıyorsun, kaltak? Kaç gündür İzmit yollarında o -| den hiç hoşlanmaz... Duyarsa, mis i tomobil sürmekten O canım çıktı.) bakkak beni öldürür!., biraz başımı (Devamı var) Evime gideyim de “sümen rita aca ğını anlanıYi 16 SONKANUN — 1938 dinliyeyim diyerek buraya koş" tum. Seninle mi uğraşacağım bet her zaman? Üstüste iki tokat şakladı... Ley” lâ sersemliyerek yere yuvarlandı. — Bu kadar küçük bir şey için kadın dövülür mü, Şakir? İşte kir” İ lisini aldim... Temizini koydum Şakir, yere düşen Leylâya şid detli bir tekme vurarak haykırdı? — Küçük... Fakat, birçok kü * çük bir araya toplanmca, en bü * yük ve affedilmez bir hata olur. ! Yalnız peçetenin pisliği gözüme çarpsa hazmedecektim. Ya şu ç#” talların üstündeki (sarı yumurta lekelerine ne diyelim? Şu tuzlu “ ğun içine bak... (Biber tuza; ts birere karışmış, Şu tabakların ha- 4. line bak... Kedi yalamış gibi, ke- narlarına iğrenç (yağ kırmtılari yapışmış. Hangi birini sayayım? Bu pislik içinde © oturulur mu 8 kokmuş?1... Şakir hiddetle çıktı, Leylâ yerinden fırladı: , — Ben zaten onun traş oluşun" dan, yüzüne pudra, lavanta sürü kapıyı vurup" tım Kim bili? hangi aşifteye ran» deyu verdi... Evden kaçmak için | bahane. Leylâ masanm başma oturarak düşünmeğe başladı: ği — Ben üzerine düştükçe, o bem den kaçıyor. Acaba benden bikti mı? Yoksa sahiden mi kızıp d# gitti? Ne olursa olsun, bu, pek he” şa gidecek bir vaziyet değil, Yık i maz bey de başıma iş çıkardı. Yas rın beni mahkemeden çağırırlarsf ne yaparım? Şakir böyle şeyler * yordu. Bugün ipekli, siyah bir çarşaf giymişti. Beli uçkurlu, pelerini d:- ze deyen eski biçim çarşaf. Fakst ne de olsa yeldirmesini bir gün için bile feda etmek onca mü- him. Peçesini gene arkasına at- mıştı. Bir kuvvet ona yüzünü ört- türemezdi. Osman onun ince, penbe yüzü- nü bu siyah katların arasında bir rahibeye benzetti. Yeldirmesinin içinde işine giden bir amele tabii- liği ile yürüyen ince bacakları bu kalın çarşafın katları arasında bir rahibe gibi mütereddit ve becerik- siz. Osman dikkat etti, Yüzünün ifadesi o kadar ciddi idi ki hiç bir ni erkek ona söz atmadı. Cesur gör- lerinin, korkmadan insanın yüzüne bakan gözlerinin üstünde peçe ol- sa belki ona da söz atarlardı. Ra- bianm her tavrı, cinsi tezahüratı olduğu yere, dört duvar arasınm TT TN 4 TAİ) Terirka No. 16 süslemeğe yarıyacak Arif Nedret Bey! Çünkü bun- larm parasını veren sizsiniz, Vay yüksek banker vay!. Vay beyefendi vay!.. Fakat bu sanatiniz size mace- sacı, dolandırıcı bir kadınla namuslu genç bir kızın yüsünü ayırt #ttiremedi!... Bütün bu sözleri söyler- ken elbiseleri, çamaşırlatı şiddete çıkarıyor o oraya buraya fırlatıyor, kimisini de rastgele (o çekımecelere tıkıştırıyordum. Buruştukları aklıma bile gelmiyordu. İşimi hitirmek üzere iken otel hizmetçisi geldi: — Bugün öğleden sonra sizi telefonda aradılar, yoktunuz, dedi. Şimdi de bir çocuk geldi. Sizi gör- mek istiyor. Bir mektup getirmiş belki verilecek bir cevap vardır. Salona inmek istemez misiniz? Demindenberi uğraşıp didinmekten tuvaletim ve saçlarım her tarafta âçık kapaklarile yayılan kutular- dan odam darmadağınıktı. Bu vaziyette aşağıya in- meği düşünemezdim. Ba çocuğu hemen yukart getirmesini söyledim. Mektubu aldım. Zarfın üzerinde (İhsan Beyin damgası vardr. İhsan Bey Af: beyden mektup aldığı- nı söylüyor, ertesi günü saat üçte beni yazıhânesine çağırıyordu. İlısan beyin beni böyle derhal çağırması çok hoşuma gitmişti. Hiç olmazsa bu adam beni din- İemek istiyordu.! Hemen tayin ettiği saatte ( geleceğimi yazacak biraz bahşişle birlikte çocuğa verdim. Sonra mağa- zalar arasında bütün gün koşmaktan ve çok kısa bir zamanda, yaptığım uzun prevalardan yorulan vücü» dumla yattım. Ertesi günlü randevuya giderken güzel bir elbise giyeceğime memnun derin bir uykuya dal- daldım. 'Tam İhsan beyin tayin ettiği saatte gittim. Onu kabinesinde yalnız sanıyordum. Fakat Arif Nedret de orada idi. Bu beklenmiyen tesadül bana büyük bir ra- hatsızlık verdi. Çünkü bu adam orada iken işlerin dü- zelmesine imkân yoktu. Şüphesiz ki Ali b-7 de işter haberdar edilmişti. Şimdi ikisi de bana karşı birleşe- ceklerdi. Ve dünkü hâdiseden daha (fena bir hâdise olacaktı. Bu düşüncelerime rağmen Arif Nedret ben girin» ce ayağa kalkmış, hafifçe eğilerek beni selâmlamıştı, Beni sanki birdenbire tanıyamamış gibi gözlerinle derin bir hayret vardı. Belki de bir gün evvel olduğu- gibi beni gene düşkün ve âdi bir kıyafetle göreceği- ni umuyordu. Selâmına hafifçe başımı eğerek mukabele eder- ken kızıl bir kan dalgasının bütün yürümü kapladığı- nı bissediyordum. Şunu itiraf etmeliyim ki onu gör- inem neticesi, bende de karmakarışık düşünceler doğ- Yaralanan izzeti nefsimle, tatmin . edemediğin! kinletim birleşmişti. İhsan Beyi göreceğim, çul günde onun bulunmamasını tercih ederdim. Çünkü | düşüncelerimle taban tabana zıt olan bu Arif Nedrer Wi tin benden çok daha kuvvetli olacağını hissediyor” dum. Bunun neticesi bana büyük bir haksızlık ve gi” dirlik olacaktı. İhsan Bey beni görünce mültefitane bir hareket j yaparak nezaketle: — Samiye Ekrem Tok hanım dedi. Bü iş adamın ağzımdan işittiğim Samiye E # Tok sözü bana pek iyi geldi. O hiç olmazsa beni 300” la evlendimiyordu! Veya benim nüfus kâğidmi infif 4 etmiyordu! 4 Şimdi beni saran bu havayr daha samimi, döP* dost hissetmeğe başlamıştım. Belki de bunun e giymiş olduğum $u mavi renkli tayyordık Başa oi dukça bir emniyet gelmişti. 5 Bir koltuğa oturmuştum. Büyük a harriri bana doğru ilerledi. Şömünenin dei | yüksek ayna başımı kapıyan büyük (beyaz bir Fİ ik şâpka altındaki taze ve gürbüz Anadolülunun ni ni aksediyordu. o Birdenbite iyi ve ye miş, güzel olduğuna emin olan bir kadmın an ei A ve sükünuna bürünmüştüm. yy © Benim kendi kanaatim olmamakla befaber wi fetine güvenci olan bir kadında doğan emniyeti ! ka hiç bir şey veremez. ç (Devami var) ei

Bu sayıdan diğer sayfalar: