anmanın İA ELE a O ME BKOKALIK 20! KADIN İSHAK FERDİ e “Dün gece seni rüyamda gördüm. Beni A ine kli akkal yazan: YAT. GAR — ge KM AŞA. mii ve sol! Gireceksen gir ,amca. Kapı © vurmak da nereden çıktı. Re sol “lsol,resol,lâ..., “zini dikmiş, talebesinden biri için © mota kâğıdına bir vazife ga men Fakat Vehbi efendi onu ziy1-| rete geldiği günler, hiç, bir türlü ona, Peregriniden haber sormağa| cesaret edemiyordu. İkisi de bir- birlerine unutturmak istedikleri bir ölünün lâkırdısını almamağa karar vermiş gibiydi:| ler. ağızlarına Bir ay, iki ay, üç ay geçti. Ba- har, yaz, güz, kış birbirini kovala- dı. Nihayet bir bahar daha başla- mak üzereydi. Ve Rabianın içine sükün gelmişti. Eğer kendini tah | lil etse bu sükünun ümitsizlikten | Peregriniyi unuttuğundan hasıl oi- madığını anlıyacaktı. İ Suuru bir şekilde olmasa bile, artık mazi olan ıstırap gecelerinde vasıl olduğu bir kanaat ve bir ka-! rar vardı. Yaşamanın her hangi ilâhiyata müstenit müta-| lealardan, naslardan daha kıy- metli ve tabii olması, Karar: Gönlünün bin bir ko- lundan biri mutlak bir gün Pereg-! riniyi yakalıyacak. Onu müslüman edecek, onunla evlenecek. Mart ayının son günlerinde bir Sinekli Bakkala Kanaat: sabah Peregrini çıkageldi. Rakım o kadar sevinmişti ki dükkânda çocuk gibi sıçrıyordu Peregrini gideli ağızlarmın tad: kaçmıştı. Çok şükür bir kederleri yoktu. Fakat Rabia adetâ ihtiyar lamış, somurtkan, titiz olmuştu. Belki bu şen herif biraz eski ne şelerini yerine getirirdi. Peregrini'nin yanakları çök- müş, şakaklarındaki kırlar bira: daha çoğalmıştı. Fakat kor gibi sıcak ve belki o gözleri", mânasından dolayı gençleşmiş gö-! rünüyordu. Rakıma, eski verdiği! ehemmiyeti vermedi. Belki onu İs tanbuldan ayıran aile kederinder | dolayı taziyet etmediği için. “Allah sana çok ömürler ver. gözleri sin, kusura bakma, başın sağ ol- sun, demeği unuttum. Bir senedi: meydanda yoksun. Ne öâlemde- sin?,, Gözleri, zihninin meşgul oldu. ğu bir şeyde. Yarım ağız. “Eksik olma, Rakım,, dedi. Son- ra tehalükle: “Rabia hanımı bir iş için görmek istiyorum.,, cümlesir. ilâve etti. | “Hay hay. Odasında. Mutfağın| üstündeki oda. Teyze çamaşır yı-| kıyor. Haber vermek lâzım değil Çık, kapıyı vur.,, “Re sol, lâ sol, re sol, lâ sol...,, Omuzlarında atkı Rabia, bir di- hazırlı- yor. Arada atkısını çekiyor, kur şun kalemini tükürüklüyor: “Re sol, lâ s0), re sol, lâ sol... Lâ Yerinden fırladı. Kapı vurma-| © Öğr, onun zihnini karıştırmağı o kâ-| (Nakil, tercüme ve iktibos hakkı mahfuzdur.) | fir cüceys gösterecekti. Peregrini yi karşısında görünce, itiyadın kuvveti, şaşkınlığına rağmen, ona atkısını başıma örttürdü. Peregrini yüzündeki ciddiyete rağmen gülmekten kendini alama dı: “Ben sizin saçınızı hiç görme | dim mi, Rabia hanım?,, | “Gördünüz, gördünüz amma, efendinin yanında baş örtmek âdet olmadığı için.,, İ “Efendiden bugün bahsetmiye | lim. Ben sizi çok mühim bir me-| sele için görmeğe geldim... | “Öyle mi Buyurun. Pencere | nin önüne..,, Patiska örtülü uzun minderin köşesini gösterdi. Kendisi öteki başında bir uca ilişti. Peregrini- nin yüzü çok ciddi, çok endişeli. “Başınız sağ olsun... Vehbi efen- diden duydum.,, Mümkün olduğu kadar sesine yüzüne, başın sağ olsuna gidenle- rin takındığı sun'i matemi koy- mak istedi. Muvaffak olamadı. Damarlarındaki genç kanı, kendi- lerdeki şeytan akıntısı gibi ceve- lân ediyordu, Hayatm istikbalde! alacağı şekli bu dakika (tesbit edeceğini biliyordu. ! “Çok yalnız kaldım, Rabia ha-! nım.,, “Allah sabırlar versin.,, Bunu, kâfi derecede ciddi bir| sesle söyledi. Dizlerinin üstüne koyduğu ellerine bakıyor, fakat| kirpiklerinin altndan bal rengi gözleri Peregriniyi tetkik ediyor. Piyanist bir senelik deruni mü cadeleden sonra vasıl olduğu ka- rarı kıza nasıl söyliyeceğini gün lerce ezberlemişti. Bu dakika ak-| kına bir tek kelimesi gelmiyor-| du. | “Ben sizsiz yaşıyamıyacağımı alnadım, sizinle evlenmek istiyo- rum!,, İ Hay şeytan hay! Bu ne biçim! izdivaç teklifi? (Devamı var) kollarının arasında sıktın.. öptün.. Ve sonra birden yere vurdun! Kadınlar bazan didiklenmekten okadar hoşlanırlar kil,, Ziya bey de Leylânın kurban larındandı. Fakat, Leylâ ona ü; aydanberi bakıyordu. Ziyayı ko- vuşta görünce, ilk sözü: — Sana para getirdim. Merak etme, nonoşum ! - demek oldu. Leylâ, eski kocasmdan aldığı paralari Ziyaya götürmüştü. Mühendis Ziyanın kimsesi yok. İ tu. Hapishanede ziyaret günleri Leylâyı dört gözle beklerdi. — Bugün gelmiyeceksin di» ye o kadar üzülüyordum ki., Niçin geç kaldın? Diyerek Leylânın uzattığı pa - rayı yavaşça aldı... Cebine koydu: — Senin bu fedakârlığmı hiç unutmıyacağım, Leylâ! Sen eşi bulunmaz bir kadınsın! Leylâ süzgün gözlerini Ziya - nın gözlerine dikti: — Benim yüzümden hapisha- neye düşmeni istemezdim doğru - su. Ne yapalrm.. Böyle mukadder- miş. Üzülme.. Günler çabuk gelir geçer. Nasıl, burada rahat mısm.. Birşeye ihtiyacm var mı? — Seni gördüğüm zaman bü - tün iztırablarımı unutuyorum! Sen gittikten sonra da koğuşta ro- man okuyarak vakit geçiriyorum. Hayalin, gözümün önünden git - miyor. Yalnız onunla.. Senin ha- yalinle avunuyorum, Leylâ! Sen olmazsan, ölecekmişim gibi, içim- de bir korku var. — Beni o kadar çok mu sevi» yorsun? — Bilemezsin, Leylâ! Hapis - hane duvarların dili olsa da, sa- na senin arkandan döktüğüm göz yaşlarımı söylese... Leylâ çantasını açtı... bir paket çıkardı: Küçük — Biraz nezlem var da.. Dok- tor mantol çekmemi söyledi. Beyaz tozdan bir tutam alarak burnuna götürdü: — Ortalıkda nezle salgını var. Senin burada birşeyden haberin yok. Hem ben bilirsin ki çok ça - buk nezle olurum. Sonra birden çantasını kapa- dı... Gözlerini Ziyanın yüzüne çe - virdi: —bDün gece seni rüyamda gör. düm.. Beni kucakladın.. Sıktın... Sıktın.. Ve sonra hiddetle yere a- tarak dövmeğe başladın! Ah o va kit seni ne kadar sevmiştim bil - sen... Ziya gülmeğe başladı: — Rüyada dayak yemek, iyi - lik alâmetidir. Benden büyük bir iyilik göreceksin! Leylâ içini çekti: — İyilik, fenalık. Senden hiç bir şey görmek istemiyorum. Ah, Ziyacağım..! Bu dakikada sinirle rim o kadar bozuk; beynim o ka- dar uyuşuk ki.. Şimdi beni rüya- da dövdüğün gibi dövsen.. Yer - “den yere çarparak, sonra tekrar kucaklasan... — Memnun mu olursun? Leylâ gittikçe mahmurlaşan gözlerini birdenbire yere indire - rek: -— Elbette, dedi, kadmlar ba- İ zan didiklemekten o kadar hoş - lanırlar ki., Ziya sevgilisinin elinden tut - tu: — Haydi yavrum, kendine gel! görmeğe tahammül edemiyorsun ! Hak':m var..! Biz burada, insanın asabını çarçabuk bozan, ruhunu karartan boğucu bir hava içinde yaşıyoruz. Bize gelen ziyaretçile- rin de yeni hava içinde muztarib olmamalarma imkân yoktur. Leylâya i künetle sözüne devam etti: — Haydi iç şunu.. Merak et - İ me! Üç ay nasıl olsa geçer.. Yarın bi rimize kavuşur, güzel ve mes'ud günler yaşarız. Leylâ çok durgundu.. Konuşmuyorduü. Ziya şen bir sesle genç kadının kulağıma iğildi: TI AYIR A 74 — Manevi babanız m Alâ. Şekip Esat ölmüş — Beş sene oluyor. Anlıyorum ki beni hapishanede | sigara uzatarak sü-| — Sözünde duracaksın.. Bura” dan çıkınca evleneceğiz, değilmi? — Zaten evli gibi yaşamıyor muyuz, Ziyacığım? Çıkınca da öyle yaşamakta ne mahzur var? — A.. Demek ki ben hapisha» neye girdikten sonra fikrini de - giştirdin.. Öyle mi? Halbuki sen, tevkifimden bir hafta önce bana söz vermiştin: (Artık hayatımızı tanzim edelim, evlenelim!) de - miştin.. Leylâ başmı kaldırdı.. Gözlerinin altı simsiyah olmuş- tu, — Evet.. hatırladım. Unutmu- yorum,. Sözümde duracağım. Fa- kat.. — Ne var? Saadetimize mani olan bir engel varsa, cabuk sövle.. — Evet. Bir engel var., Tehli- keli bir engel, — Tehlikeli bir engel mi de « din..? Bu da kim? — Bir ş0för,, — Bu da nereden çıktı? — Sen tevkif edildikten sonra yakamı bırakmadı. Beni ne kadar rahatsız ediyor bilsen..! — Polise haber versene. İster» sen sana bir mektup yazarım Ga. latasaray merkez komiseri sek”#1- mimf arkadaşımdır. Seni,hiliğa « ye etsin. — Ben simdi Beyoğlunda otur- muyorum ki.. — Nerede oturuyorsun? — Arnavutköyünde, ; — Bu şoför oraya kadar geli- yor mu? — Evet, Pevoğlun'an er” zünden kartım, . Arnavutk taşındım. Orada da Ah, ben çok talihsiz bir kadınım. Ziyacığım! Daha fazla konuşsmadılar., Gardiyan paydos düdüğü çalı - yordu. Leylâ içini çekti.. Ziyanın göz- leri ıslandı. Ve ayrıldılar. (Devamı var) 7 4 İŞ A Tefrika No.& — Peki peki! Acele etmiyelim. Anne ve babanız bugün yaşamıyorlar değil mi? — Evet Beyefendi! Babam ben doğmadan birkaç hafta önce ölmüş.Annemi de kaybedeli on sene oluyor. — Evet! Bunlar doğru.. Bütün ailenizin nüfus | kâğıtları, sizinki de beraber olduğu halde burada bu- lunuyor.. Bunları eski mukavelât muharriri Bilâl Be- yin evinde buldum. Bu adam uhdesindeki işlere karsı oldukça kayıtsızdı, Fakat şunu da söyliyeyim ki kâ- gıtların hepsi sırasile ve büyük bir intizamla yapılmış- tur. Dosyaların hepsi tamamdır. — Öyle ise aramamız kolaylaşacak. — İnşallah böyle olsun. Bende bu nüfus kâğit- larından başka mektepde bulunduğunuz vakit sizin için verilen paraların hesabı dahi var.. Fakat dört se- nedenberi bu hesaplar durmuş. — Tuhaf şey! Çünkü mektepten çıkalı | daha üç ay oldu. — Bunu da ayrıca tetkik edec. sat imzalı bir fiş daha. Sözünü keserek: * — Seki Esat manevi babamdır! dedim." iz.. İşte Şekip E- — Evet. Şubatta. Bu ayni sene içerisinde tahsil masrafınız için tediye edilmiş paradan başka İstanbu- la gitme masrafınız için ayrıca üç yüz Jira verildiğine dair bir not var. Demek ki oraya bundan dört buçuk sene evvöl 19 şubatında gittiniz. n — Evet, manevi babam biraz gezmemi, muhi, değiştirmemi, İstanbulun müzelerini görmemi İstemiş ti, — Oraya yalnız mı gittini? — Hayır! Yaşlıza iki hocamla beraber, — Ha !, Demek yalnız de) — Fakat niçin bunu böyle tuhaf bir tavırla sore- yördunuz? — Durunuz... Durünüuz.. İşte iş meydana çıkıyor!” İstanbula hangi tarihte gittiğinizi hatırlıyot musunuz? — Büyük tatilde... Yani yirmi hazirandan itiba- ren eylâ) ve ağustos aylarında. — Bundan emin misiniz? — Evet, Mukâavelât muharriri muzafferane bir tav-rla “m”. kemmel!,, diye bağırdı. İşte tam 23 haziranda “Arf Nedret,, beyle evlenmişsiniz, işte bunu ispat eden li kâğıt: Birisi İstanbulda aktedilen nikâhm gayet mu-- tâzam surette tespit edildiğine dair. Öteki de bu izdi- vaçla size yüz bin Jira geçtiğini gösteren kâğıt. Mukavelât müharririnin bana intikal ettiğini söy. , lediği bu büyük servetten hiçbir heyecan dusmuksızm durmadan makine gibi tekrar ediyordum; — imkânı yok. Ben değilim. İki kâğidı da bana uzatarak: — İşte kendiniz de görünüz dedi. Her şey mamı tamamına ve gayet muntazam şekilde yapılırış tır, Mukavelât muharririnin bana uzattığı bu mütbiş kâğıtları okumağa çalışıyordum. Şaşkınlık ve sersem- liğim o kadar büyük olmuştu ki kelimeler gözlerimin önünde kararıyor, bir türlü söküp çıkaramıyordum. Zaten okumak da neye yarıyacaktı: o Gözle.ime çarpan şey yalnız her seferde benim adımın “Arif Nedret,, adıyla birlikte olması idi. Yarabbim! Yarab- bim bu ne demekti Başıma bu gelen ne idi? Evli ol duğum en kat'i, en sarih delillerle gösteriliyordu, ben »vli idim!! Ben!.. Ben ki şimdiye ke”-r hiçbir erkek- € bir arkadaş, bir dost gibi bile konuşmamıştım! Be» nim bütün kalbim, bütün ruhum küçücük bir çocuğun ruhu gibi saf ve İekesizdi! Büyük bir (Okeder, atı bir meyusiyet bütün varlığımı kaplamıştı. Gözlerim yaş- larla doldu. Bana öyle bir his geldi ki güya büyük bir #ebilke, bir felâket karşımda yapyalmz o kalmışım a » Tutunacak, beni koruyacak, hiç kimseciğim yoktu, ukavemete kudretim kalmamıştı (Devamı var)