ine kli Dry al lela dei ix Muhakemesini en evvel terbi- ye eden imam ve onun katı, gad- dar ilâhiyatı bile maddeye istinat etmiyordu. Onun Rabiaya tanıttı- ğı ilk haliki kahhar, muntakim - fakat halik. Bütün insani sevinç- leri, sevgileri kıskanır, Ve Pereg- rini hayatından kaybolunca şuu- runun alt tabakasındaki bu kör- kunç itikat yavaş yavaş yükseldi, Bu eski inanışının tesiri altında bir hayli inledikten sonra, onları tadil eden, zehirini gideren daha yeni bir tesirle teselli bulmağa çalıştı. Büyük babasının kuru naslarını o insanileştiren Vehbi efendinin telkin ettiği, seven ve müşfik bir kuvvete yüzünü çevir- di. Fakat birdenbire hurdahaş o- lan büyük dileğine hangi cephe- den baksa ayni neticeye variyor- du. Peregrininin annesinin ölümü ona göklerden gelen bir alâmet. O- nu seven bir halik, günahtan ha- lâs etmek için bu ölümü vaktinde yapmıştı. Şimdi töbeden, ibadet. ten başka çare yok. İki uzun ay kızın kafasında; bu içini parça parça eden mücade- le hüküm sürdü. Bereket yersin günleri doluydu. Şehrin her kö- şesinde talebesi vardı. Şehrin bir başından öteki başına koşuyor, akşamları bitap, soluk alamıyacak kadar yorgun ve sesi kısık eve dö- nüyordu. Rakımla Penbe, onun sessizli- ğini, somurtkanlığını yorgunluğu- na atfediyor, kendi haline bırak:- yorlardı. İki kaşının arasında, eskiden sade düşünce dakikalarında pey- (Nakil, tercüme ve iktiboş da olan, şakuli hat oraya yerleş- mişti. Gözleri çetin bir bilmece halletmeğe uğraşanların uzak, fa- kat sabit bakışlarile doluydu. Pen- be ile Rakım derslerinden bazıla- rını bırakması için israr ettiler, O- muzlarını silkti. Kizin geceleri, tahammül ede- miyecek kadar fena geçiyordu. Kitap okumağa başladı. rinden dönerken Babiâliye, yahut Beyazıt ” Sahaflarına koltuğunda bir alay kitap, eve ge- Dersle- uğruyor, liyordu. Artık gece yarılarına ka- dar odasında gaz yanıyor, Penbe homurdanıyor, homurdanıyor, Fa- kat inatçı kıza lâf anlatamıyordu. Çok zaman Penbe dalıp uyandığı zaman hâlâ Rabianm kitap yap- raklarını çevirdiğini duyuyor. Ba- zan da lanyeri ağarmcıya kadar okuyor. Uykuya dalınca da Rabia pe N dinlenemiyordu. Gözünü kapadı ğı andan açtığı âne kadar görmek esasen onun âdetiydi. Fa- kat şimdiki rüyalarının ekserisi: birer kâbustu. Onun benliğini vü- vuda getiren zıd kuvvetler müte- madiyem birbiriyle çarpışıyordu Şuurunun alt tabakasında en ko- kunç ve karanlık düşünceler, ha | buralar yavaş yavaş yükseliyorlar, akkal hakkı mahfuzdur.) ve hepsinin üstünde Eminenin ba şı görünüyordu. Bu, Rabianın er çok ürktüğü hayaldi. , Bir hortlak görmüş gibi kalbi gümbür gümbü: atiyor. Ne kadar çirkin bir rüyay dı. Her zaman Rabianın gözler- anasının ağzına bakıyor, tüyleri ürperiyor. Yüzün bir tafafından öbür tarafına uzanan, kısık, mor dudaklar. Bir tek, yeni kapanmış bıçak yarası gibi. Bazan bu ağız açılıyor, Rabia daha çok korkuyor Ağzın tavanı da, içinden çıkarı- lan ve Rabia ile eğlenen dil de bir timsah dili gibi paslı, beyaz. İmanı da bu rüyalardan pek eksik olmaz. dı. Onu, hep kendi odasında, kö- şe minderinde görür. Başında be- yaz gecelik takkesi, vaktile Ra- biayı o kadar korkutan, cehenne- me ve ukubete dair ne kadar âyet varsa kalın, kudretli sesiyle, teç- vitli, gunneli uslübiyle okurdu. Sabahları “belki,, diyor, “Emi- nenin ruhu fatiha istiyor. Elâle- min ölüsünün ruhuna (Yasin) oku. yorum da, anamı unüutuyotum. Belki çektiğim hep anama isya- nımdan.,, Rüyasında onu tazip eden ru- hu teskin için akşamları (Yasin) okumağı âdet edindi. Dükkânm üstündeki odanın köşe penceresi. Emineyi tabut içinde geçerken gördüğü yerde okurdu. Mahalle, onun sesinin o kadar yanık çıktığını hatırlıyamı- yordu. Sokak satıcılarına kadar gelen geçen, pencerenin altında durur, onu dinlerdi. Çok bunaldığı geceler nadiren Vehbi efendi de rüyasına giriyor- du. Kestane rengi gözlerindeki merhamet, azıcık kıza sükün ve- rirdi. Harmanisine sarılmış ayak- ta dururken, Rabia onun dizlerine atılır, çocukluğunda yaptığı gibi ellerini bulup öpmeğe çalışır, ya- vaş yavaş: “Ne vakit gelecek, söy- le de artik dönsün,, diye yalvarır- dı. nin önüne oturur. (Devamı var) HABER — Akşam | poslası in 7 O5KOCALI| İSHAK F ERDİ mamanın SEZSAN: -—ğ. 3 SONKANUN — 1936 —— — KADIN | Leylâ, Marsele girince sağlan boyattı.. Kaşlarını inceltti.. ve sol yanağına siyah bir ben yapdırdı. Eertesi günü hapisaneye koştu! — Ah. Çok teşekkür ederim, Nevzat! Vallahi sen bulunur adam değilsin! Kör olsun şu taliin gö zü.. Hiç yoktan beni senden ayt- dı! — Yalnız benden mi ya..? Nes rinden de ayırmadı mı? O zaval- lı kızcağızın da her gün gözleri yolda.. O da benim gibi her sast seni bekleyip duruyor. Leylâ sahte bir teessürle içini çekerek paraları çantasına yerleş- tirirken, Nevzat bey her zamanki gibi yalvarmağa başladı: — Şu hayırsız heriften ayrılsan da gene birleşsek olmaz mı, Ley- lâ? Öksüz gibi her zaman boynu bükük duran yavrucağımızı da bu sonsuz ıstıraplardan kurtarmış o- lurdun! Haydi gel, söz ver bana. Eski, temiz yuvana dön artık, ne olur? Leylâ Beykozdan dönerken, kı- zının sesi kulağında çınlıyordu: “— Anne, bir daha ne zaman geleceksin?,, Vapurda kendi kendine: — Zavallı Nesrin... Diye söylenerek içini çekti.. Leylâ o gün de Nevzat beyi al. datarak iki yüz elli lira kopartmış-| ti. ” Şimdi nereye gidiyordu? Köprüye kadar, gözleri yarı a- çık, yarı kapalı, vapurun güverte- sinde dalgın oturdu. Vapurun köp- rüye yanaşlığının farkında bile değildi. Ayakları birbirine dolaşıyordu. İskeleye ayak basar basmaz, bir polis elinin omuzlarına değerek: “ — Sizi kanun namına tevkif e- diyorum!,, Dediğini duyar gibi oluyor, tüy leri ürperiyordu. Köprü üstünden bir otomobile atladı; — Şoför, Beyoğluna.. Otomobilin içinde son kararını vermişti: Hemen Marsele giderek her şeyden önce saçlarını boyata- cak, kaşlarını inceltecek ve yana- ğına sun'i bir ben yaptıracaktı. Yİ Aralarında tek tük beyaz teller | görünen koyu kestane renkli ve| parlak saçlarımı sarıya boyatma - ğa, kaşlarını başka bir kılığa koz mağa, sol yanağına bir ben oturt - maja mecburdu. Leylâ, bir gece evvel Münir Şa habı öldürdüğünü unutmuyordu| O, bir katildi.. Kendisinin 'şiddet- le arandığını biliyordu. Akşam gazeteleri yeni çıkmış- ; Ğ “Katil kadın şiddetle aranmak- tadır. Zabıtanın, hüviyeti meçhu!"| kadının izini çok yakında bulaca ğını umuyoruz, Leylâ bu satırları soğuk kanlı- lıkla okuyordu. Marsele girdiği zaman benzi sapsarıydı. Berberin önünde üç sa- at durdu.. Saçlarını boyattr.. Kaşlarını hilâl gibi inceltti.. Ve sol yanağının ortasına mer- cimek büyüklüğünde bir ben yap tırdı. Leylâ ayağa kalktığı zaman, o- Du veznede oturan Rum kızı bile tanıyamamıştı. Leylâ genç kıza sordu: » “— Çok değiştim, değil mi? — Sizi hiç tanıyamadım, hanı- mefendi!l O güzel saçlarınızı ne den papatya gibi sararttmız? Leylâ yavaşça genç kızın kula- ğına şu sözleri fısıldadı: — Kocam böyle istiyor.. Ne ya- payım?! Gülüştüler.. Leylânm sırtında siyah bir man- to vardı. Halbuki bir gece önce Büyükdereye gittiği zaman arka sında sarı bir kürk manto bulunu- yordu. O, şoförün onu tarif etti- ğinden bambaşka bir kadın ol muştu. — Şimdi o şoförle karşılaşsam bile, şüphe yok ki beni tanıyamaz. Diye mırıldanarak, tekrar bir o tomobile atladı. O gece Leylânm nereye gittiği- ni, geceyi nerede ve kiminle ge girdiğini kimse bilmiyordu. Leylânın hayatında bir dönüm noktası teşkil eden bu gecenin es rarmı biraz sonra öğreneceğiz. .. Ertesi günü Leylâyı bu yeni kı- yafetiyle Sultanahmetde hapisha- ne kapısı önünde biriken ziyaretçi kadmlar arasında görüyoruz. Kapının önünde elliden çok ka“ dın vardı. Bunların kimisi oğlunu, kimisi İ de kocasmı veya erkek kardeşini görmeğe gelmişti. Sıra Leylâya gelince, gardiyan sordu: — Hanım, siz kimi niz? — Üçüncü'kovuştaki mühendis göreceksi- İ Ziya beyi... — Neyiniz o sizin..? Leylâ gülerek cevap verdi: — Akrabam... — Elinizdeki pakette ne var? —Pasta.. Buyurun, bakın! Gardiyan paketi açtı.. Pastaları birer birer gözden geçirdi: — Kıyafetinizden esrar kaçır- mak umulmaz amma.. Kusura bak- mayın! Vazifemiz herkesi ve her şeyi iyice muayene etmektir. Leylâ pasta paketini tekrar sar dı.. Hapishanenin bahçesine © gir- di. di Mühendis Ziya bey, “Leylânttt iki senelik tutkunlarındandı. Fa - kat, onu Leylâ da seviyordu. Za - ten o, sevmediği erkeğin semtin4 mi uğrardı?! — Ziya üç aydanberi İstanbul ha- pishanesinde yatıyordu. Altı ay hapis cezasına mahküm olmuştu. Cezasının bilmesine daha üç ay vardı. Mühendis Ziya centilmen ve te- miz bir aileye mensup bir gençti. Bir gece barlardan birinde Leyl& ile otururken, nasılsa çok kıskan- dığı bir adamla karşılaşarak, ba- şma bir şişe indirmiş, adam kan- lar için yere düşünce, polisler Zi- yayı yakalıyarak karakola götür“ müşlerdi. (Devamı var) rüya A 4 A A İİ Tefrika No.3 Ali Bey bu sözleri büyük bir nezaketle söylediği halde onun benim işlerimi pek de üzerine almak is- temediğini sezmiştim. Dudaklarımdan mahzun bir tebessüm geçti: — Ben sadece Samiye Ekrem Tok'um.. Hepsi bu kadar. Evli değilim. Arif Nedretten bahsedildiğini, bugün birinci defa olarak işitiyorum. Ali Bey bir müddet şaşkın şaşkın yüzüme baktı Sonra sesi birdenbire sertleşti: — Haydi çocuğum.. Sen ne söylüyorsun. Şimdi Mtfenin sırası değil. Dört senedenberi. — Fakat ldtife etmiyorum Size yemin ederim ki ben evli değilimi. Nüfus cüzdanımda bir isim yanlış- lığı olacak..Dört sene.Nasıl olablir.Ben leyli mektep te yetiştim. Adana lisesinden çıkalı daha dört ay ol- madı bile.. Diplomamı alalı üç sene oluyor. Fakıt ha- yatta hiç kimsem olmadığı için vasimin arzusile hep mektepte pansiyoner olarak kaldım. Mektebimin eski öğretmenlerine sorunuz. Çocukluğumdan beri mektebimi kat'iyyen ter» ketmediğimi ve daima kendilerile birlikte bulunduğu- mu söyliyeceklerdir. Sustum. Sözlerime inandırmak için ne söyliyece- ğimi, ne yapacağımı şaşırmıştım. Zira Mukave'i muharririnin yüzünde okuduğum itimats'zlık birdenbire şaşıtttr. Üzerime dikilen yarı kapalı leri sanki bu gibi masallara inanmıyacağını söylüy« du. Bütün anlattıklarım ona olmadık şeyler gibi gs- İlyordu. Sonra dudakları Üzerinde o müsamahakör bir tebessiim belirdi. Tekrar söylemeğe başladım; — Yarabbim sözlerime inanmadığını! anlıyorum. yapayım ? Kelimeleri tane tane eöyliyerek: — Sizin evlenme kâğıtlarmız daha dün elime geç- Ne — Dün müt!... Benim evlenme kâğıtlarım m:!.. Demindenberi gösterdiğim hürmet ve nezakötimi bırakarak bir kahkaha salıverdim. Evli olduğumu bu adamın ısrar etmesi artık cidden komik olmağa baş- Jamıştı. Bu hal evvelce beni fena halde üzmüştü. Baş- ka bir adamın yerini tutmak umumiyetle hoşa gider bir şey değildir; Pakat şimdi vaziyetin eğlenceli tara- fm görüyordum. Bir mukavelât muharriri bu kadar ciddi ve mühim bir adam nasıl oluyordu da bu derece- lerde aldanıyordu! Fakat odanın sükünetini bozan kahkahalarımla Ali Bey hiç istifini bozmadı! Kâtibi çağırmak için zili çaldı: — Bana Samiye Arif Nedretin dosyasmı getiri- niz! dedi, İki dakika sonra bana her şeyi anlatacak kâğıtlar Ali beyin elleri arasında idi — iddian'z çok kat'i öyle, şimdi şu kâğıtları beraberce bir gözden geşire- Tim. — Şise yemin ederim ki ortada bir yanlışlık var. Sözümü keserek: — Öyle olsun! Farzedelim ki ortada bir yariliş- ık var. Tabil bunu meydana çıkarmamız lâzmm. Bir kaç sene geriye dönelim. Yalnız sizden büyük bir ri- cam bana bütün bir samimiyetinizle doğru olarak ce- vap vermenizdir. Ben bir hâkim gibi sizi sorguya çe- kecek değilim. Fakat iş son derece mühimdir... Daha çok gençsiniz. Sizin için bir baba, bir dost olacağım. Sizi iyi bir yola şevkedeceğim. Mukavelât muharririnin bu ciddiyeti benim sâhte neşemi birdenbire söndürüvermişti. Derin bir heye cana tutulmuştum. Teşekkür ederim! dedim. Bars istediğinizi sorunuz. Size olduğu gibi cevap verece ğim, Gözlüğünü düzeltti, Masadaki kâğıtları karıştırd. Sonra benim dosyamı alarak söze başladı: — Bu sabah aldığınız mektupta yazdığım ad t8- mamen sizinki midir? — Evet, tamamen... Yalnız Arif Nedretten başki- rü (Devamı var)