5 yazam: HALİDE EDİB şı Tevfiğin, vaktile Rakım tezgâ ha yetişsin diye eliyle yaptığı yük- sek iskemleye oturmuş, başmı bir taraftan bir tarafa sallıyarak an- latıyordu. Kapıdan giren ışık ka- fasına vurmuştu. Dükkânı loş- lvkları içinde o kafa fotoğrafla büyütülmüş gibi görünüyordu. Bü tün buruşuklukları, hattâ göz kuy ruklarındaki en ince çizgiler bile seçiliyordu. Peregrini'nin gözleri bu geniş ve mustarip yüzdeki göz bebeklerinin hummalı ışıltılarına daldı. Son cümle cücenin kuru boğa- zına takıldı, kaldı. Elleri cepleri- ni ve tezgâhın üstünü aradı. Par- makları titriyor, gözlerinin ışıltıs; artıyordu. Peregrini cebinden ci- gara tabakasını çıkardı, uzattı. “İki gündür cigarayı bıraktım, güya...,, Parmakları tabakadan bir ciga-| ra kaptı, titriyerek dudaklarına götürdü ve misafirin çaktığı kib- ritte yaktıktan ve iki nefes çektik ten sonra gene devam etti; “Bundan böyle artık idare lâ zım. Miras yedilik sökmez. Tevfi- ği Şamda biz besliyeceğiz.,, “Rabia hanım para sıkıntısı çe- kecek mi?,, “Dükkân işliyor. Belki çekmez. Bizim, Tevfiğin veresiye illeti, ala-| caklılardan para istemeğe yüzü tutmaması, işimizi Obozuyordu. Şimdi artık bakkalbaşı ben ol- dum...,, “Rabia hanım Selim paşalara gidiyor mu?,, “Gitmiyor. Aleylerinde de söy letmiyor. Dün paşa kâhyasını yol ladı. Aylık bağlamak istedi. Bizim kız, kabul etmedi...,, Sustu. Fakat yeni bir düşünce ile yüzünün birbirine sıkışan bu. ruşuklakları açıldı. Her biri ayrı ayrı gülüyor gibiydi: “Sabit bey ağabey de geldi. Hep dükkâna uğrar, ödünç para teklif eder. Herifin kömür deposu epeyce işlektir. Yazları da karpuz sergisinde kazanır. Neyse, iyi kom şu.,, Peregrini'nin kalm kaşları bir birine hücuma hazırlanan iki ha- mam böceği gibi çatıldı. Fakat se- si sakindi, yalnız azıcık müsteh- zi: “Rabia hanımda gözü olacak.,, “Hah, hah, hah. Amma da yap-! tın. Onun Rabiadan ödü patlar. Kız istese, o, almağa korkar. Olsa ol- sa bizim Penbe teyzeye yanmış! olacak. Tevfik gideli Penbe bi- zimle oturuyor. Fena da olmadı. Hem işe yarıyor. Hem de Rabia- (Nakit, tercüme ve iktibos hakkı mahfuzdu,., İ ni'nin hafızası, ya bir can yoldaşı. Tuhaftır da ha!,, Rakımın misafiri hâlâ başka şey düşünüyordu. “Rabia hanım iyi bir kocaya varırsa... “Galip bey gibi paralı ve adam- akıllı bir kısmeti tepti. Hoş kim. senin de talip çıktığı yok ya. Yaş on sekizi buldu. Onun derdi gün Tevfiğe sürgünde sıkıntı çektir- memek.,, Peregrini'nin keskin gözleri, dükkânın loş köşelerini tetkik et- ti: “Bu dükkân hepinizi besler mi?,, “Besler... Hele Rabia sık iş bu- lursa haydi haydi besler. Fakat bugünlerde kızın boğazı ağrıyor. İki mevlüt oldu, ilâhi okumağa çağırdılar, gidemedi. Ne ilâhi, ne de şarkı söyliyecek hali Dut yaprağı yemiş bülbül gibi!,, İki beyaz mum alevi arasında, var. beyaz örtüsünün çerçevesi içinde uzun, ince bir kız çocuğu yüzü. Bal rengi gözlerinin içinde yeşil ışıltılar. Büyücek penbe dudaklar: dan, gizli bir sıtma nöbeti gibi a- tan bir ses... Dünyaya insanların hâkim kıldığı için Allaha sitem eden meleklerin ağzından söylü- yor... Gene o ses, gene o se8... Ko- zadan kelebeğe doğru büyüyen bit mahlükun aldığı değişik şekiller gibi o ses de günden güne, sene- den seneye değişmiş, derinleşmiş, insan yüreğini altüst eden bir gü- zellik, bir mâna almıştı. Peregri- geçen yıllarda bu sesin aldığı şekilleri işitti. Rabia, onun için sadece bir sesti, belki. Arada sırada hilkatin, insanların kulağı, gönlü hoş olsun diye hedi- ye ettiği bir ses. O nasıl kısılır? O (Melodi) şelâlesi nasıl kurur? “Doktor çağırmalı, boğazını derhal göstermeli... Peregrini'nin bu nevi coşkun- Tuklarına pek alışık olan Rakım, artık dinlemiyordu. Rakım için Rabia, bir sesten çok başka bir şeydi. Kız onu dünyaya zincirliyen biricik insani kıymetti. Hattâ Tev- fikten ziyade kızı o, bir köpeğin sahibini sevdiği gibi seviyordu. O. nun hafızasında resmi geçit ya- pan Rabialar hiç de birer aksi se- da değildiler. Onlar o kadar canlı birer realite idiler ki.. Elinde sepet dükkâna ilk gel- diği gündenberi kaç yıl geçmişti! O'ne harikulâde gündü, ve ne ha rikulâde günler geçti. Tâ, tâ Tev. fiği zaptiyede görmeğe gittikleri o feci güne kadar Rabiaya taallük eden hâdiseler dimağında birbirini kovalıyordu. Paşanm dizlerinden kızı koparmak için çekerken onun zayıf omuzları nasıl hıçkırıklarla sarsılıyordu. Şimdi hâlâ parmak. larının ucunda, o sarsıntıyı hisse- diyordu. Bütün dünyanın gökleri bir araya gelse Rabiayı onun çar- prk çurpuk, cüce vücudundaki gö- nül kadar sevemez. Kendi kendine konuşur gibi diyordu ki: “Ah, bir kere ağlasa! Yaşları hep içine akıyor.,, (Devamı var) lede yarım iitreden fazla su içti. 10 İLK KANUN— 1935. Aslan ağ, Amerika Dahiliye nazırı öğle yemeğine davet etmişti. Otomobilde giderken, memurların ikiis birden burunlarını tıkadılar..: Türk polisi şüpheye düştü! Milyoner (Hopkins) in yattığ: otelden sarhoş olarak dönen As- lan Turgut, saat on bir buçuğa kadar kımıldamadan uyumuştu. Hararetten dudakları çatlamış- tr.. Gözlerini uğuşturarak yatağın- dan kalktı.. Suya sarıldı.. Bir ham- Ve kendi kendine esniyerek mırıl- dandı: — Öğle olmuş. Amma da uyu- muşum ha..! Yemek yemeden tekrar yatmak istedi.. Ayakta dururken, birdenbire kapının şiddetle çalındığını duy- du. Kapının sürmesini açtı. — Sen misin aptal?! Garson Filip çok telâşlıydı: — Sen misin aptal?! Garson Filip çok telâşlıydı: — Dahiliye nazırı tarafından iki centilmen gelmiş. Sizi görmek Ystiyorlar” Dedi.. etti: Ve saate bakarak ilâve murunun, dahiliye nazırı tarafın dan davet edilmesi pek tabii idi O sabahı çikan (Nevyork Tay! | ceplerinden birer mendil çıkar* mis) gazetesinin verdiği bir habs- ve göre, Tomsonu mezardan çıka sar gibi, ölümden kurtaran bu müs. tait Türk polisinin cumur reisi ta yafından bile taltif edileceği bildi- siliyordu. Cumur Reisi Vilson: — Bu memuru ben de görmek isterim. Demişti. Bu havadisi de Aslan Turgut, gelen memurlarla birlikte gözetede okuyordu. Aslan Turgut, memurlara: — Dahiliye nazırımın iltifatları- na teşekkür ederim. Biraz istirahat etmez misiniz? Diyerek yer gösteriyordu. Memurlar oturmadılar: — Yemek vakti gelmiştir. Vak- tinde gidersek, nazırı fazla bek- letmemiş oluruz. Dediler.. Ve otelden çıktılar. Kapıda lüks bir otomobil bekli yordu. — Kahvaltmızı getireyim mi? Yoksa yemeğe mi ineceksiniz? Aslan Turgut birdenbire şaşa- ladı: — Şimdi kahvaltının sırası de- ğil Misafirleri salona al.. Geliyo- rum. — Rica ederim, mister! Çabuk geliniz.. — Şimdi.. Şimdi.. Beş dakika sonra salondayım. Centilmenlere bir şey ikram etmeyi unutma! Garson gitti. Aslan Turgut çarçabuk yüzünü yıkayarak, temiz bir elbise giydi.. Saçlarını taradı. — Dahiliye nazırı beni bizza* tebrik etmek istiyor zannederim. çok kibar bir adam .. Dün mühen dis Griftin evinde bana çok imei etmişti... Aslan Turgut otelin Eline! indiği zaman, çok şık giyinmiş iri, * boylu iki sivil memurun kendisini sabırsızlıkla beklediğini gördü. Selâmlaştılar.. Tanıştılar.. Memurlardan biri ceketinin ya- kası altındaki detektiyo markasını göstererek: — Dahiliye nazırınm maiyetin de çalışan sivil memurlarız, dedi, nazır, bugün öğle yemeğini sizin- le beraber yemek istiyor. Sizi (Old City) deki Villâsına götürmeğe geldik! Aslan Turgut bu davete icabet etmekte bir dakika bile tereddüt etmemişti. Nevyork efkârı umumiyesin:! heyecana düşüren böyle zeki v3 Memurlar, Aslan Turgudu ara- larına alarak otomobile bindiler (Kaliforniya) otelinden saat on ikiye on kalarak ayrılan otomobil süratle yola çıkmıştı. Aslan Turgut, yolda, memurla- ra sordu: — Nazırın villâsına kaç dakika sonra varacağız? — On beş dakika sürmez.. — O kadar uzak mı? — Hayır.. Fakat, şimdi işçile- rin paydos saatidir. Ortalık çok kalabalık. İşaret memurlarının ö- nünden süratle geçemeyiz. Bu sırada memurlardan biri As- lan Turguda cigara paketini uza Yale Aç ka: iştah açar, de- di, birer tane tüttürelim.. harikalar yaratıcı bir zabıta me-| zenci kılığına girmiştir. Yanındaki çi ) im i nimillimci ie ği . ! i Üçü birden cigaralapmı yakrıf lardı. Bu sırada memurların ikisi de rak burunlarına götürdüler. Aslan Turgut hayretle ikisini" de yüzüne bakarak sordu: — Ne oldunuz, doslarım? Memurlardan biri gülerek verdi: — Dün gece nazırın açık g0 mobilinde ikimiz de nezle olduk Cigara dumandan aksırmak ir tiyacını duyuyoruz. Nezlemizin *” ze geçmemesi için, burnumuzu pamağa mecbur olduk. Aslan Turgut: — O halde cigaramı söndür” yim. Sizi rahatsız etmek isteme” Diyerek pencereye uzandı. Türk polisinin içine garip bir şüphe girmişti. — Bu herifler acaba hakikat€* dahiliye nazırınm adamları m“ dır? > —Be-şüphe- Aslar Terguder si nini kurcalarken, birdenbire başi” na bir ağırlık çöktü. Bu âni 4” semleyişin sebebini araştırıy O dakikada memurların yüzlerin? bakarak sordu: — Cigara dumanı nezleye kar anti septiktir. Niçin çekiniyor" nuz? Rahatsız olmaymız..! Memurların ikisi birden eks” mağa başladılar. — Nevyorkun nezles: gürlere* sürer, dostum! Havalar sisli $i kağa sapnsıştı. Bu sırada otomobil dar bir *” yor. Sakınmak lâzım... Memurlardan biri, Aslan 76” gudun yeniden şüpheye di si için, şoföre döndü: — İyi ki bu sokağı sapöeiii lâya daha kestirme yoldan gid” ceğiz, değil mi? (Devamı sar) Resimde göst bir kızla birlik” gördüğünüz “ ciyi tanıdınız gi Muhakkak ğında yi hur Ceki Kuşe. Genler ir gir mi bir mesi delay eger e “iş kız, nişanlısı Tobi çilem .