6 İLKTEŞRİN — 1985 — am ama Tefrika numarası : 26 z Yazan! (Vâ:Nâ) HAGER — Akşam Posta, 7 Zübeydenin ince belli vücudu, kim bilir nice yıldır kadın görmemiş olan forsaların üzerine doğru düştü... iri nasırlı ellerin ihtirasla titriyen parmakları ona doğru uzandı... Geçen kısımların hülâsası Hızır, esir kardeşi Oyucu kurtar mak üzere iki kadırgasına bine, rek gidiyor. Kont ona yardım vadinde bulunduğu için beraber geliyor. Zübeyde, Hizırın kur - tardığı ve Hızırt seven bir ca riyedir. Aşağıda ismi geçen Ali İse, casus Yaninin yanında ge. vezelik etmiştir. Küçük Hasan, Histrın evlâtlığıdır. Bu ayrıldı. fe sarayda, Hısıyın seviştiği fa. kat ancak yedi sene sora bis « tuşabileceği bir kadın vardır, Eşikte Kont göründü; — Emriniz, efendim... — Yol için ne alacaksm ha zrlan, hetnen gideceğiz! diye çağırttımdı. - — Herşeyim hazır, efendimiz... Şunu arzetmek istiyorum ki, Oruc. Fe-sin esaretten kurtarılması için. Dalkavukça bir gülümsemeyle, eilerini oğuşturarak, bir takım ko- olacak layirklar tarif ediyordu. Hızır, e . nn eöylsdiklerini sonuna kadar dinlemedi bile... — S'*4'i bunları konuşmanın sırası değil. Hele yola çıkalım, gi derken anlaşırız! - dedi, “ Okunması bitmemi mektubu “Çelebinin eg W p — sınar, Arkalarından Belen Türkler, usul usul aralarında frsrl. daşiyorlardı; — Bu süüttede yola çıkmak rülmemiş şey... Bizim bildiğinez. s-.bah hamazını kılar, öyle yelke. hi ssersim.. Herhalde bir €sintisi Var amma, dur bakalım... Fakat, böyle söylenmekle be. reber, Bir yandan da hazırlanıyor» larir Yatsıya kadar herşey ta. mamlandı. Namazı cemaaatle ka -. rada krldilar, Çelebi imamlık etti, Küsüök Hüseyin de babalığınm yas a ve onu taklid ederek, yattı, e Sonra, hürmetle teşyis ge- aray müntesipleri sahile doğru ilerlediler, Hizir zere - fakat bu sefer kimseye #östermeden - dilini çı . kardı. Korsânlar ar asın- da birk Peli? Onu Kontla, H rma Ali ve Çelebi gi al re birkaç Türkle birlikte büyükçe bir kayığa bindirdiler, kara; li ta, hakikattekinden daha gi 5x cüsseli durmasına rağmen, hi, A korkunç bir harb aletine ti 7 miyen iki Türk kadırgasından e. baştakine götürdüler, 3 Zübeyde uzun zaman avni da kalıp da nihayet çök Ml dıiı saadet getirici bir söyahate cıkan basit bir insanın “ac,, diye #rif edilebilecek dikkatile gittik. çe yaklaştığı bu gemiye bakıyop . vu: İnce, uzun, zarif bir tekne,," Kıç taraf, baş tarafından daha yüksek... Ali, genç kızı ve Kontu göste rerek; — Bunları ön kasaraya mı, ar- ka kasaraya mı yerleştireceğiz? . diye sordu, Çelebi, ihtiyarı tersledi: — Sen vallahi sahiden bunu » yorsun galiba... Artık pek koca - dın... Aklın hiçbir şeye ermremeğe başladı... Kadınla misafir yolcu . nun ön kasarada işi ne?.. Elbette arkaya... Orada tente filân mah - fuz.. Rüzgür artarsa da aşağı i - m çocukla beraber, barınır » ar. İhtiyar Ali, anladı: Çelebi, o- nunla bu çeşid konuşmanın cesa » retini deminki mektuptan almış - tı... İçi er etti... “— Heygidi hey... Ben, böyle adammıydım.. Fakat, darl Demin de “Yâniye göstere » ceğini,, söyleyip âlemi kendisile alay ettirmişti. “— Maskara oluyorum!..,, ye üzüldü, Fakat, altta kalmamak için: — Havadan amma da anlıyor- sün... Ru rüzgürm sabaha kadar artacağı varmı ki-sğiğr MIP ba - tmsınlar? Sen söyle bâkayım Ha. san? Çocuk; — Lodos kerte kıble esiyor, A- li amca... - dedi: - Akşam üstü bu- lutlara baktıktı ya... Bu rüzgâr sa- baha kadar böyle eser, artmaz... Ali: — Hmh... . diye gülerek, Çele- biye nisbet verdi. - Bunlar çocuk- <aiye bildiği şey... Anladn ya şim. li. Çelebi, raünakaşaya devam et. mek istemedi. Hasanı okşayarak: — Bu maymun, çocuk değil; büyümüş de küçülmüş sanki... Be. nim öğrettiğim dersleri de su gibi bilir; yalnız seninkileri değil... Bir müddet. küreklerin fışıltı - smdan başka #05 duyulmadı, Zübeyde: “e Demek ki, biz, geminin ar- kasmdaki şu köşk gibi yere yerle. şeceğiz...,, diye düşündü ve bak . devam etti; Kadırga, iki direkliydi. Bunla. rm sabit kısımları kısa... Mütehar- rik direk kısmı, sabitlerin üzerin. de, iki yana açılmış kollar gibi du- ruyor... Üzerlerinde yelkenler sa - relr.., “— Albertinonun mallarmı ta. şıyan gemilerin daha çok yelken- leri var.. Amma, bu Türklerinki. ler, bir kere kalktılar mı, denizin e çabucak görünmez olur . lar...,, İnce ve alçak güvertenin ke - narlarından kırk ayak bacakları gibi denize uzanan kürekleri ka - ranlıkta farketmeğe başlamıştı: , Çocuğa usulla sordu: — Kaç kürek var Yirmi beş di. kürek bir yanda, yirmi beş öle yanda mı? l — Hayır, öte yanda yirmi dört... Çünkü, bir küreğin oturak! yerinde nutfak bulunur. — Oturak da ne deme? — Hani, küreği çekenlerin o - turdukları yer, canım... Kadırga - larda her küreğin oturüğında dört payzen (1) çakılıdır. | Artık yanaşmışlardı. Zübeyde, kadırgaya ayak basmca, Çelebi ve Alinin arkamdan yürümeğe başla dı, İki sira kürekçinin ortasmda ve onların başları hizasından da: ha yüksek, dar, uzunlamasma ve kadırgayı, bel kemiği gibi, ön ka- saradan arka kasaraya kadar kat- eden müstatil bir çıkıntı üzerinden gidiyorlardı, Bu, koridor biçimli bir salonun damıydı. Kırbaçlı nö- betçiler, ekseriya burada durur, kürekçileri kontrol ederdi. Burun- la kıç arasında, burası, korsanla - rın erişemeyeceği bir geçit güver- tesi vazifesini de görürdü. Zübey- denin kafilesi birkaç adımlık is - kele . merdiveni çıkınca kıç kasa» radaki yerine varacaktı. Fakat Tunuslu - kız, - Hasanm “payzen,, dediği kürekçilerin na- sıl “çakılı, olduklarını, iyice gör- mek içim; tepesindeki iplerde ası- Nr duran fenerlerden birinin altı- na vardığı vakit, azıcık duralâdı ve kürekçilere meyletti, . İşteo zaman, hayatının sonuna kadar unutamıyacağı korkunç bir sey oldu, İki yanda bir rüzgâr 1s -! lığı gibi sinsi, ihtiraslı bir fısılda! yış duyuldu: — Kadın... Evet, kadırgaya hir kadın ayak basmıştı!! Küreklerin başımda, ayakları mapalara (2) zincirlenmiş oturan| (3) forsalarda, vahşice bir kımıl.! danış, hayır, bir atılış görüldü. Zü beydeye en yakın, üçü, beşi, belk daha fazlası, yalnız gırtlaktan de. gil, kim bilir nice zamandır kadın hasreti çekmiş ve denizin saf ha- vasında idmanlanmış, tavlanmış vücudlarının her adalesinden, her! sinirinden, her damarından gelen! bir haykırma, bir homurdanırn,| bir uluma ile yerlerinden fırladı - lar... Heyhat!... Şakırdayan zincirleri onları yer lerinde çivili bıraktı... o Ölümleri! pahasına bile olsa bir kerecik el değdirmek istedikleri bu kadma ulaşamadılar... Türklerin bir haykırışı: — Heyt bire kâfirler... sun! Ben ormandan başka bir yer. e | kışı daha süratli oldu. i 5 Vahşi hayvanlar arasında ve AfFik anın balta girmemiş ormanla” rında geçen aşk ve kahramanlık. Keyecan. esror ve tetkik roman 8“ sgm Yazan: Rıza Şekib um Karşa, Ebüulânın ısrarlarına nihayet dayanamamış onunlar beraber hartuma gitmeğe karar vermişti Karşa, bu “olabilir, i çok yu.! Hele Ebululânın kendisine kı- rılmış bir tavur takınması daha ciddi durmasına imkân bırakma muşta? — Darıldın mı gene Ebululâ?.. Senin de bu darrımaların... — Nasıl darılmıyayım al Aylardanberi, seni buradan uzak- laştırmaya çalışıyorum. Fakat bir türlü hatir, gönül tanımıyorsun. İ — Çok iyi söylüyorsun 5) Ebululâ.. Sen de hiç düşünmüyor. de yaşıyabilir miyim.. Sonra ora- da ne yaparım? o Babam sağken söylerdi; amcam yaşarken anlat - mıştı, Şehirlerde yaşamak, or - manda yaşamak gibi değilmiş. — Bunu sen neye düşünüyor - sun.. Bırak da ben düşüneyim! — Ne yapacağız? Söyle de ak- ım ersin, — Korkacak ve çekinecek hiç bir şey yok. Bülün güçlük Hortu- ma ulaşmcıya kadar.. Ondan son- rası kolay, — Sonrasmı söyle?. — Orada benim malım var, mül küm var.. Senelerden sonra karşı- larma çıkacağım kızkardeşlerim, elbette ağabeşlerini tanıyacaklar ve hiç çalışmasam bile bize yete- cek bir varidat temin edecekler- dir. — Mademki israr ediyorsun E- bululâ, gidelim.. yağ Karşanın bu beklenmiyen mü - vafakati Ebululâyı adeta şaşırt - mıştı, Kulaklarına inanamadı. — Doğru mu söylüyorsun Kar - şa? Tekrar et.. Gidecek miyiz? — Evet, gideceğiz. Fakat bir şartla; orada sıkılırsak sen dön - mesen bile, ben dönerim. — Kabul, Kabul.. Sen nasıl is- tersen. Ebululâ bunu söylerken Karşa - nın boynuna sarılmış ve onu olan . ca şiddetiyle sarsarak kendi atra - fında çevirmeye başlamıştı. Bu - nunla sevincinin ne kadar taşkın olduğunu gösteriyor ve geniş bir yürekle içten gülüyordu. Fakat, bu yüzden, birincisine nisbetle son derece büyük bir teh- likeye düştü... Çünkü, o tarafta da alevli, kanlı gözlerile aç kurt gibi bakan bir sürü forsa vardı. İhtiras fırtması orada da esti: — Kadm!!! — Bize geliyor!!! Hakikaten de, sendeleyen Zü. beyde, geminin güvertesindeki ko- ridor damı üzerinde bir rakkase kıvranışile, ince beli ve a?kaya! doğru uzanan kollar bir hilâl bir gerilmiş yay yarım dairesi resme- derek, boşluğa, boşlukta kendisi. ne uzanan nastrlı iri ellerin şehvet ten titreyen parmaklarına doğru Çelebi bağırdı: yuvarlandı... — Mukaddesatı islâimiyeye te- N la cavüz ha?.. (1) Kürek çeken forsa, mahküm ya. Vardiyada (4) duranların uzun sırımlı kamçılar sakladı ve bun! dan biri, Zükeydenin ta yüzü ö nünden şimşek - gibi geçtiği için, genç Arap kızımın kürekçilerden kaçınmak üzere arkaya doğru atı- hut bu vazifeyi gören hemen bötün payzenler forsaladandı. mahkümları. Türk. Fakat bahsettiğimiz devrin (o kadırgalarında (2) Halka, (3) Harp esiri, yahut canl kürek (4) Nöbette, Karar vermişlerdi. Hayvanla - rına görünmeden yola çıkacaklar, en kısa yoldan Hartuma ulaşmaya şalışacaklardı.. İİ > Karşa ve Ebululâ yola çıkmaz- dan önce hayvanlarına hareketle» rini hissettirmemek için bütün ted. birleri almışlardı. Yola çıktılar, Ormanın eşi az bulunur günle- rinden biriydi. Güneş daha yeni doğmuş, buna rağmen aydınlığıy» la ormanı adetâ boğmuş gibiydi. Yarım saatten fazla yol yürü - müşlerdi. Kaşa, orman hudü- dundan tamamiyle (ayrılmadan, geniş yapraklı, kalın gövdeli bir ağacın altına azıcık oturarak or« manın temiz 'iavasiyle geniş &İ » Zerlerini doya deya doldurmak iss tiyordü. Karşanın işaret ettiği bu ağ * cın bulunduğu yer cidden çok gü - zeldi. Yüksekti. Ormanın için « de bulunmasına rağmen her tarafı uzakta imiş gibi kuş bakışı görü « yordu. Tepenin eteğinde Afri « kanın içlerine döğrü uzanıp giden timsahlı su, güneş ışığı altında a « detâ yanıyor, pırı'dıyor ve uzak « lara doğru bafir bir mavi buğu a « rasına gömülüp gidiyordu. Karşa, üzün uzun bu güzel man zaraya baktr.. Sunu, böyle bir'man zarayı başka bir yerde bulabile - cek miydi? . Koca ağaçların, onların yanın- da pek zavallı kalan ufak çalıla- rın süslediği sırtları birbirini ta kip ederek nihayet siliniyordu. Timsahlı suyun şırıltıs: tepelere kadar tırmanıyordu. Karşa, onun en güzel, en tesir- li şarkılarından daha dokunaklı sesini dinledi. Dalmıştı.. Bu ormanda geçen çocukluğunu ve babasının ve ken- disinin hakimiyetini düşündü. (Devamı var) Tsm vi AKŞAM POSTASI IDARE Evi Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : istanbul 214 Teigi dresi : istanbul MABER şleri telofonu : 24872 idare vellân : 24870 il 188 ado /, İLÂN TARİFESİ Taret ilanlarının satırı 12, Resmi Ilânların 0 Kurut Sahibi ve Neşriyat Müdürü. Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matboası .