Amerikada köhlerelielar e Bir Türk kadın gazeteciile mülâkat “Yeni Türkiye ile meşgul olmıyan hiç bir münevver yoktur. 21 BYLOL — 1935 RABER — Akşam Postası —— İNTİK4 — Tefrika numarası: 17 Yazân:(Vâ-Nü) 13 yaşında ingilizceden kitap) yor. Konferaas teşkilâtı, bunun “insan eti her ne kadar lezetli ise de günah... hatta yılanlı manastırın papası söylemedi mi: lezzetli olduğunu düşünmemeliyim bile...., Geçen kısımların hülâsası Hızır Reisle âşıkane bir gece geçirip yedi sene sonra buluş « mak padini aldıktan sonra, Prenses Anita, dairesine dönü- yor. Bahçeye bakınca, kızlara - gam Ramaramanın Hızıra tahsis edilen daireyigözetlediğini gö » | rüyor, Bu dairede şu esnada Müslüman cariye Zübeyde, Hı- sır ve küçük Hasan bulunmak- tadır, Azaba zenci nereye bakıyor - du? Ne görmüştü? Bu saatte kö - şebaşmda ne diye belirmişti? Herhalde, baktığı yer, Hızır Reise tahsis edilen dairelerin pen- cereleriydi. Daima kulağı delik, daima u - yarık olan kızların baş belâsı Ra- marama, bu gece, o dairede bir fevkalâdelik cereyan ettiğini his. setmişti. Zira, ona daha akşam ü- zeri: — Zübeyde ortada yok! - diye haber verdiler. Soüra: — Yatağr da boş... - diye de ye- tistirdiler... Bunun üzerine, Ramarama, bü. #ün ssraym içinde fır döndü ve a dâmlarını da dolaştırdı: Bir türlü bulamıyorlardı! Zencinin içi içine sığmıyordu. Korktuğu muhakkak başına gel - mili. Zübeyde, Hızır'a tahsis e - dilen dairenin bir yerine saklan - mış olacaktı! “— Ah, ne demeğe gündüz ora- smı araştırmamak gafletini gös - terdim?... — diyerek kulakların - daki iki kocaman gümüş halkayı yanaklarına çarpa çarpa kafasını esefle salladı ve çıplal karnına bir iki şamar indirdi. — Bu kızm Hızır'a görünmek, ona derdini aç- mak istediği besbelliydi. Prenses şrmarıklığından usansın da gene bana yollasın, bu ele avuca sığ - maz kız artık benim olsun diye beklerken, işte, kuşu büsbütün kafesten uçuruyorum... Eyvah... Hızır'ın dairesine girerek Zübey - de'yi oradan almanm imkânı da i yordu... olmıyacak...,, Deli gibi dolaşıyordu; — Ben onsuz ne yapacağım?.. O, benden başka birine mi nasip olacak?,.., İşte, havsalası bunu büsbütün almıyordu: “— Tahammül edemem... İki . sini de öldürürüm... Hattâ bir baş. ka erkeğin benden uzakta ona sa- hip olmasına meydan vermemeli- yim... Fakat nasrl?,.,, Koridordan koridora, odadan odaya dolaşarak sabahı etti. Ah çınarın üzerine çıkarak, Hızır Re- isin odasmı seyretmeyi 'ne kadar da isterdi, Fakat, imkân: yoktu. Nöbetçiler onu görürlerdi. Sonra, vaziyeti pek fena sarsılırdı, Zemin kattaki odasının pence - relerinden birinin önünde durdu. Şafak sökmeğe başlamıştı. Alnını parmaklık çubuğuna dayadı. Oh! şebnemlerle ıslanan demirin s6 - Zakluğu, başağrısma ne iyi geli « Bir müddet, öylece, şafa - ğın kucağında yeni günün uyanı - “nı seyretti, Ansızın, yukarıdan doğru bir ses duydu. Nöbetçilerin cevap ver dikten sonra uzaklaştıklarını da gördü. Hizir'm, Anitayı odasına kölaylıkla “yollamak “için onları nası) savdığını anlatmıştık. İşte, Ramarama'nın duyduğu emir buydu. Hem merak ettiği, hem-de kor - sanın dairesini bu fırsattan istifa- de ederek gözetlemek hevesine kapıldığı için, bahçeye çıktı. Kö- şebaşına vardığı vakit, Anita, bal. kona girmiş: bulunuyordu. “Onun sarmaşıklı duvarda yürüdüğünü farkedemedi. Tâ uzakta bir ân durup başını çeviren hiristiyan nöbetçi Yâni'nin kendisine baktı- ğına ehemmiyet vermedi. Zira, başka birşey nazarma çarptı: Hızıra tahsis edilen dairenin bir penceresirfden, Zübeyde, başı- nı çıkarmış, balkon tarafına doğru bakıyordu. Anlaşılan, Tunuslu kız rakibesi saydığı prensesin korsan- la başbaşa kalıp kalmadığını an - lamak istemiş, kulak kabartmış, sonra da, nöbetçilere verilen ku - mandâyı işitmiş, sabık hanımının bina dışından gidişini seyretmiş - ti. Merakmı tatmin eden Zübeyde başını tam içeri sokacağı sırada haremağasiyle göz göze geldiler. Ramarama, korktuğuna uğradığı. nr artık kat'iyetle anladı. Yumruk. ları sıkarak Zübeyde'ye salladı. Fısıldar gibi, fakat nefes halinde haykıran bir sesle: * — Ne arıyorsun orada?... İn a- şağıl.. - diye seslendi. Genç kız, aynı fısıldama tertibi haykırma ile mukabele etti: — Sen karışamazsm... Artık geçti!... Geçmiş ola... Ben sizin kumandanızdan çıktım... Zencinin, babası tutmuş gibi, ağzı köpürdü. Gözleri kan cana « ğına döndü. Tepinerek: — Sen görürsün... Görürsün... Sana gösteririm... Zübeyde arsız arsız dilini çıkar. dı. Yumruklarını “Oh, çatla!,, mâ, nasında biribirine vurdu: — Zor gösterirsin... Birşeycik bile yapamazsın... Elindeyse em - ret bakalım... Ne dersen aksini yapacağım işte... Amma, ne der . sen, anlıyor musun?... Ve, sonra omuz silkti: — Hem ben bugün gidiyorum... Sana kalmadım işte... Beni ele. geçiremedin... Hmmmh... Sersem Parmağı ile Hizirm tarafını i - şaret etti; — Beni götürüyor... Onun ola . cağım.... Fakat, bir kulağı Zübeyde, Türk korsanının orta o- daya girdiğini farkederek başını içeri soktu. Sokarken, bir kere da- ha açık avucunu burnunun üzeri. ne götürerek “nanik,, yapmaktan Kendini alamadı. v tercüme etmiş, ingilizce şiirler yazmış, bundan başka almanca ve İransızcayı gayet iyi bilen, bir iki! yıl kadar liselerimizde dil öğret-! reklâmını yapiyor, konferans ve - receğin ismini, söyliyeceği mev zuu önemle bildiriyor. Biletler dağıtılıyor ve bağa gözlüklü, bü » ,cektim... Dışarıda, zenci, küplere bini - yordu: “Ne yapayım ben bu kıza, yarabbi?...,, Kudurmuş gibi, hızlı hızlı yü - rümeğe başladı. Bahçeyi, bağı ar- smladı; sofalarr, dehlizleri, oda - ları arşınladı. Gene dışarı çıkıp zeytinliği, dutluğu arşmladı...Bey. ninde hep bu fikir hâkimdi: “— Şu kıza ne yapayım da baş- kasma nasip olmaşın?... Bunca | zamandır arkasında koştum. Öbür kızların can attıkları bir hayatı kendisine temin edecektim... Be. ni reddetti... Üzerine her varışım- da, köşeye kıttırılmış bir kedi gi- bi yüzüme atılıp beni tırmaladık- ça. ısırıp, tokatlayıp benden kaç » tıkça ihtirasımı kamçıladı... Her sefer daha büyük bir arzu ile onu yakalamak istedim... Nihayet, da- yakla yıldırırım. sandım... Ah, bundan dokuz ay evvel Hızıra kaçmak isteyip de kendisini ya - kaladığım sabah, onü ne büyük bir zevkle kamçılıyordum... Fa - kat, prensesin himayesine girdi... Gene de ümidim kırılmamıştı... Tekrar bana teslim edileceğini u- muyordum.,. Ve o zaman göstere- Döve döve, parçalaya parçalaya ona sahip olacaktım... Ah, o günlere erişseydim...,, Vücudunun Afrika ateşiyle yan dığını hissederek vahşi vahşi gü - lüyordu: yük çantalı, yayvan ayakkakılı, rahat Amerikan kadınları, beyaz saçlı Amerikan idealistleri, genç talebeler, toplanıyor ve dünya * nın ker hangi yerinden gelmiş o - lan konferansçrları se*3izce din « liyorlar... Sonra sıra, onunla mü « nakaşa etmeğe geliyor. e ir menliği etmiş Türk kadın gazete. cisi Esma Zafer Yılmaztürk'le A- merika've Avrupa seyahatleri hak kında görüştüm. Esma Yılmaz Türk, bana söy- lediğine göre, bugünkü Türk ka- dınmın değişik ve'ileri hayatın gösterecek bir roman da kaleme! almıştır. Bu roman belki önümüz. | deki yıl, ingilizce ve fransızca o- larak çıkacaktır: “Kendimizi tanıtacak eserleri başka dillerde de yazmalıyız, di: yor. Dünyanın her yerinde, yeni memleketimize karşı büyük bir il- gi uyanmıştır. Her nereye gittim ve memleketim hakkında nerede söz söylemeğe savaştımsa, daima canlı bir mukabele gördüm. Yeni| Türkiye ile meşgul olmayan hiç| bir münevver yok. Her yerde bü- yüklerimizin adı geçiyor ve onlar hakkında izahat istiyorlar. Fırsat bulursam, konferanslarıma devam edeceğim..,, . , Esma Yılmaz Türk böyle bir çok, teşkilâtlı halk toplantılarına ingilizce olarak hitap etmiş ve bi: defa da davet üzerine, Sikago rad. yosunda bir söylev vermiştir. Merakla sordum: — Yabancı bir kütleye yabancı bir dille söz söylemenin heyecanı- nı anlatır mısınız? “— Bir kadın olduğum için, benden Türkiye kadınlarının de gişikliklerini anlatmaklığım iste niyordu. Bu ise, beni zaten ken dine bağlamış olan bir mevzudar, Mevzuun ateşi, size bir şeyi dü- şündürmez. Bir yerde takılmazsı- nız, Söyledikçe, artan takdir, size cesaret veriyor, Ve konferans bit. tiği vakit, bu mevzua dair sorgu soracakları, münakaşaya davet e diyorsunuz... Yalnız şunu söyliye- yim ki, Amerikalılar, mahçup ya- radılışlıdırlar, o Konferanslarım- dan sonra benimle çekişenlere hiç raslamadım, diyebilirim. ii — Bu, mevzwunuzun kuyvetin- dendir., # Genç Türk kadın gazetecisi Esma Yılmaz Türk, 1932 dea 1933 yılına kadar Amerikada bir “Konferans seyahati, yapmış ol- duğunu söyledi. Buna “Konferans seyahati,, diyorlar. Çünkü, belli başlı bir teşkilât tarafından tertip edilen bu konferanslar, Ameri - kanm türlü yerlerinde tertip edili - Bayan Esma Yılmaz Türk. bu Haklı amma, Yılanlı manastıra pi beş dakikacık olsun kâpağı atabil. | seydim, ben o Zübeyde'ye göste -| rirdim... Benimle eğlenmek ne de- mekmiş... Beni yıllarca pesinden koşturduktan sonra, müslüman “— Yamyam babalarımın kan emmek iştahını kendimde duyu - yordum...,, Fakat, iyi bir hıristiyandı. Ken- yılın başında, İstanbulda, dünya kadmlar birliği konferansı toplan. dığı vakit, Parisin “Klöb dö Fo- bur,, unda Türk kadını hakkımda dini toplayıp haç çıkardı: *“— Günaha giriyorum... eti her ne kadar lezzetliyse de gü- nah... Hattâ, Yılanlı manastırın papazı söylemedi mi?... Bunu dü- şünmemeliyim bile...,, Tekrar gözleri dönüyerdi: “— Günaha girmek değil, ne o- lursa olsun onun başkasına, hem de bir müslümana gitmesine razı olamam... Kıtır kıtır yerim onu... Yarabbi! Şimdi, Hızırın pençesi- ne girdi... Onu oradan kurtarabi - lecek miyim? Bu. mümkün mü?... 'Himzir kız, bana nisbet de veri - yor... Nisbet verdikçe beni' büş - bütün azdırıyor... Şayet söylediği gibi mutlaka bugün buradan gi - decekse onu sağlam gönderme - meliyim...,, Beyninde bu fikirle dolaştı, do- aştı... Elindeki kamçıyı havada yılanlar şekline getiriyor, şakla - tıyor, şaklatıyordu. Gözü bu yılan şekillerinin cazip (O kıvranışlarına dalıverdi: “— Ah, Yılanlı manastır... - di- ye kafasını iki yana sallıyordu. - Bugün fırsatın: bulup kapağı ora- ya atabilsem... Fakat kabil mi?... Aksi kâhya Hiristiyantis izin ver. mez... Müsaade istiyecek olursam söyliyeceğini daha şimdiden bili - yorum: “Deli misin sen?... Iş ba- şımızdan aşkın... Bu Türkler bu - radayken k'msz suracığa bile kı - mıldıyamaz... , diyecek... Ve, br. rakmamasında da haklı doğrusu... konferans vermeğe çağırılmış.. “Parlâmentoya giren Türk kadı- nı,, nı anlatmış.. Vw. Esma Yılmaz Türk'ün Ameri- kan mecmualarında, İngiliz ve Fransız gazetelerinde çıkmış yazı- ları var.. Yazı yazmak hevesinin kendisinde nasıl uyandığını, nasıl gazeteci olduğunu sordum: “— Bu, benim yalnız mektepte değil, evimde de daha bir çocuk- ken gazete çıkarmaklığımla baş. lar, dedi, evimde, kendi kendime tanzim ettiğim bir kâğıt parçası vardı ki, hani başmakalesi bile bulunuyordu. Bunu her hafta ha- zırlıyor — ve inanır mısınz — 20 paradan anneme satıyordum. Kol. lejden çıktıktan sonra, şehrimiz- de çıkan türkçe, fransızca gazete. lerden bir kısmına ve mecmualara tülü yazılar yazdım. Amerikada iken felsefe ile birlikte gazeteci- lik de okudum.,, # erkeklerine kaçmak ne demek - miş... O zaman görürdü...,, Güneş epeyce yükselmişti. Kız. ları kontrol vazifesini yapmadığı aklına gelerek zeytinliklerin orta- sındaki fundalık kısmından hızlı hızlı yürüyüp saraya doğru gel - meğe başladr. Bina, daha hayli uzaktaydı. Zihnindeki çapraşık düşünceler. onu, amma da münasebetsiz, çap- raşık yerlere getirmişti, Şu çalı - ları atlaması, büyük yola çıkması lâzımdı, “— Gözden epeyce zaman u - zak kaldım, Ya beni aradılar da bulamadılarsa...., diye üzülüyor - du. Ansızın, çalılıklar o arasından| bir hışırtı duydu ve kamçısınm kabzasmı sıkarak seslendi: — Kim 07... — Tsss... — Kim o diyorum... — Bağırma Allahını seversen... Bizi ele vereceksin... Mahvolaca - ğizu, Bir gözü kör, sakallı bir adamin başı göründü. Yanında, tüysüz, güzel yüzlü genç bir hıristiyan as- ker vardı. Caketinin ve külotunun düğmelerini çömüştü. Soyunmak üzereyken öylece kalakalmıştı. | Şaşkın bir halde. «yanımdaki kör sakallıva dönerek Şimdi vaziyotirr'z “n- ola - cak?... Yakalandık işte... . dedi, (Devamı var) Fransa, İtalya, İngiltere ve Şi- meli Amerikayı dolaşmış olan Ba- yan Esma Zafer Yılmaz Türk, gençlerin içki içmesi aleyhindedir. Avrupada “yalaız süt içenlerin bi- le bulunduğunu, söyledi.. Ameri- ka için ise: “Senelerce devam e- den içki yasağı, orları vu gibi ip- tilâdan o kedar uzak tutmuş ki, şimdi içi yaşağı kalkmış olduğu halde içmiyerler çoktur, diyor. Hikmet Münir