İm akl İNT , Tefrika nu numarası: 13 İK Yazan: (Vâ- >. © Hançeri s sapladıktan sonra inildedi : — Seni ben mi öldürdüm?.. Yarabbi! Yarabbi!.. Kıymetini şimdi anlıyorum... Sen benim hayalim- de yaşattığım fakat bu mülevves muhitimde bulamadığım erkektin...,, Gecen tefrikaların hulâsası Prenses Anita, nefret ettiği Hiâtrı (Barbarosu) öldürmek ü. zere geceleyin odasına giriyor. Elinde hançer, karanlıkta iler liyor, Anita, oHısıra tâbi bir prensin bakire kalmiş zevcesi - dir. Yavaş yavaş, bu sefer, daha bü- yük bir takayyüdle yatağa sokul- du. Memnun olduğu birşey varsa, o da, soluk alma ahenginin bozul. mamasr, hafiflememesiydi... Nefes alınan Yer şu baş taraf olduğuna ve kılıç şu kenarda dur. duğuna göre, göğsü de burada, or. tada olacaktı... Parmağının ucuy. la hafifçe yokladı. Bir sıcaklık, bir yumuşaklık... Fakat, uyandırmaktan korkarak parmağmı derhal çekti... Dokun - duğu yer, Hızır'ın açılmış göğsü olacaktı, Sağ kolunun bütün hızıyla, han. çeri bu sıcak ve yumuşak vücuda e ğipeştmde. sama Yataktan bir inilti duydu... Bir yandan ötö yana dönme... Bir daha, bir daha vurdu... Her halde, eline kan sıçramış o- lacaktı... Parmaklarının lık bir mayi ile ıslandığmı hissetti ve fe- nalaştı... “— Seni seven ve senin sevdi - ğin kadınlar beklesinler varsın - lar...,, diye dudaklarından kendir nin de şu esnada hiç beklemediği / kelimeler döküldü... Bu suikastin sebebi, yurdunu, milletini kurtarmak için miydi, yoksa, bir kadınlık, erkeklik me - selesi mi?... Birincinin yegâne sebep oldu - ğunu sandığı halde, şimdi, ansızın ikinci keyfiyetin büyüdüğünü ve mevcudiyetini şaşılacak bir su - rette kapladığmı hissediyordu. Sanki sapladığı hançerlerin her darbesinden şimşekler, yıldırım - lar çıkmış ve bunlar, benliğinde söndürülmez bir yangın tutuştur. muştu, v Eline bulaşan mayiin kırmızılr ğı görmeğe çalışarak: — Senin kanmı ben mi akıt. tım?... Ben mi?.. — diye &deta haykırdı ve yatağın önünde tiril tiril titremeğe başladı. — Seni ben mi öldürdüm?.. Yarabbi... Yarabbi... Kıymetini şimdi anlıyo- rum... Sen, benim hayalimde ya. şattığım fakat bu mülevves mu - hitte bulamadığım erkektin... Kendi kalbinin esrarını farke . diyordu: Dininin, irkmın, medeniyetinin ayrılığı, arada mânialar teşkil et- mişti. Bunun içindir ki, erişeme - diği bu erkeği, — serf erişememe- min verdiği hırsla — can düşmanı telâkki etmişti... Ve, işte... Şimdi, çıldıracak gibi oluyor « du. Muvaffakiyeti perişanlığna se- bep olmuştu: — Bu işi ben mi yaptım?... Bu ellerimle mi?... Parmaklarıma bu. laşan önun kanı mi7... Allahım... Ben ne bedbaht kadınım... Şimdi artık yataktan ses gelmis yordu. Uzun bir soluma işitmişti... Ve sonrüsı — Matlaka ruhunu teslim etti... Ah, hançer kalbine mi saplandı a- İ caba?... Bakacaktı: Öldürdüğü bu kahramanı ve e line sürülen kanı görmek istiyor « du: Arabesk sedirin yanımda dur - duğunu bildiği şamdana doğru koştu. Çakmağı çakacaktı, Mumu yakacaktt, Yatağa bakacaktı. Bilmeden bozulan yemin Fakat, ansızın titredi... Zira çakmak © kendiliğinden çakılıp genç kadının gözlerini kamaştır - dı. Çırpınan kirpiklerine ve açı * ıp kapanan gözbebeklerine tabit. lik gelip de ortalığı gördüğü za - | man, Anita, mumun da yandığını farketti, Odayı ruhlar mı basmıştı? Bu işi kim yapmıştı? Ortalıkta kimse görünmüyordu. Mum, yalnız ba « ına, masanın üstünde yanıyordu. Odaya dalgalı, müphem ve heyu. lâlı bir ışık saçılryordu... Anita, şamdana ellerini uzattı: Hayır... Kan kırmızılığı yok! Bilâkis, beyaz... Süt beyaz.. Herkesin kanı kırmızı olur. A . silzadeler, kendilerininkine mavi derler. Türk kahramanlarınınki beyaz olmaz ya... Bu ne iş?... Peki, hançeri sapladığı o sıcak ve yumuşak şey ve içinden dökü - len mayi neydi?... Hem şimdi, gene yataktan bir muntazam nefes alışın yükseldi - ğini duyuyordu. Şamdan kaptı, Yatağa yaklaştı. Gördüğü manzara, onu büsbü . tün hayrete düşürdü; Karyolanın baş tarafına, enle - mesine, bir katı duvar minderi konulmuştu. Bunun üzerinde o günkü küğük çocuk, yani Hızır'ın evlâtlığı Hasan yatıyordu. Yata - ğin ortasma da bir kılıç, bir yas - tık, aralığından çocuk eşyası gö - rülen bir heybe ve bir küçük tu - lum atılmıştı... Fakat hançer dar. beleri altnda tulum patlamıştı, İçinden sütler sızıyordu. Prenses bu işin nasıl olduğunu | bir türlü anlıyamadı,. Peki, burası, Hızır Reis için ya- pılmış yatak değil miydi?... O ni. iİ gin burada yatmamıştı?... Geri döndü. İşte o zaman tâ ya- nıbaşında bir ses duydu: — Burada ne işin var?.. Ne yapmağa geldin?... Irkilmekle beraber, “Onun,, se- sini tanıyarak, başını çevirdi. Dahâ bir ân evvel, sevdiğini an: ladığı bu erkeğe karşı şu sözler » den başka birşey söylemiş olmak fena halde kibrine dokunacaktı. Onun için dedi ki: — Niçin geleceğim?... Sizi öl - dürmeğe geldim... Türk korsanı, mumun mütema- diyen titriyen ışığı altında büsbü- tün kocaman ve korkunçluğu için- de büsbütün güzel ve heybetli du. ruyordu. Karşısındaki kadınım bu açık sözü üzerine gülmekten kendini alamadı: — Sebep? Anita asabiyetle; — Sizden nefret ediyordum... “Ediyordum,, sözünün mazi şeklini derhal tashih ederek: — Sizden nefret Ma “ lisini Mese Dİ — Söylesene... — Siz benim milletimin, ırkı - mm düşmanısınız... Her sefer pek ateşli söylediği bu cümle, ne kadar sönük olarak dudaklarından dökülmüş ve arka- sını diğer ateşli cümleler takip et. memişti, Buna, kendi de şaştı. — Milletine, ırkına fenalık et - medim ki... Biz gelmeden önce buraları yolkesici, haydut yatağıy- dı. Şimdi biz halkı himaye ediyo. Tuz... Onu bu sarayın keyfine tâbi olmaktan kurtardık... — Olsun... Sizden nefret edi - Düştüğü komik vaziyetten de - layı fena halde hırçmlaştı. Asabi. yetle: — Haydi suikastte bulunduğum için, intikamınızı alın... Adamla - rmtzı çağırm... Beni teslim edin... Astırtım... Kestirtin... Ne isterseniz yapın... Yalnız şundan dolayı ödü pat « ladı: Acaba demin heyecanla ağ- zından kaçan lakırdıları bu adam! işitmiş miydi?... Hızır, bir kere daha güldü. Ya. ramazlık yaparken yakalanmış bir çocuğa bakar gibi Anita'ya belt: — Demek ki beni bu yumuşak kuştüyü yatakta yatıyor sandın, öyle mi?... Aşkolsun sana... Ya « manmışsın... Pencereden girdin... Hançeri çocuğun gece içeceği sü - tün tulumuna sapladın... Amma cesurmuşsün!.. Halbuki ben, yu- muşak yatakta yatmam... Şu katı mindere uzanmıştım işte... Onu | farkedemedin... Çocuğu da, yu « muşağa alışmasın diye baş tarafa şöyle uzattımdı. Bir ân, alayı bırakarak kaşları. nı çattı; — İyi ki bıçağın ona gelmedi... ORMA! KIZI Vahşi hayvanlar arasında ve Afrikanın balta girmemiş ormanla» sında geçen aşk ve kahramanlık. heyecan. esror ve tetkik romanı MN0- jogmmeam Yazan: Rıza Şekib uzm Karşa ormana doğru yollanmak İçin Ebulülâya seslendi: “Filleri topla... Bak aslanlar nerede ?,, dedi. Karşa eğildi ve anlamıyacağma &min olmakla beraber arapça: — Yaran çokmu ağır? diye sordu. Vahşi mükemmel arapça bili - yordu... Karşa'nın sorgusunu an « lamış ve gözkapaklarını indire - rek; — Evet! demek istemişti, Karşa biraz daha dikkatle ba - kımca yerliyi tatırmıştı. Bu, Mön -| bito reisiyle konuştuğu sırada ken| disine tercümanlık yapan adamdı. Katşa Ebülülâ'ya seslendi. O nun da yardrmiyle vahşiyi sirtüstü yatırdılar. Böğrüne filin keskin dişi girmiş olacaktı. Büyük bir ya- rası vardı. Yaşıyacağına ihtimal verilemezdi. Karşa bunu anlamak- la beraber gene yardımda bulun- maktan geri kalmadı. Yarasın: Ebülülâ'nın getirdiği yapraklar - la temizledi. Hâlâ kan sizıyordu. Kanı kesmek için vahşilerin kul - landıkları yapraklardan buldu - rup getirtti, Onları avucu içinde ezerek sulandırdıktan sonra ya - ranın üzerine bastırdı. Bunları yaparken yerli ile de| konuşmağa çalışıyordu. | — Bizi mi öldürmeğe geliyor - dunuz? Vahşi gene göz kapaklarını in. dirdi. Fakat kendisini affetmesi. ni istiyen bir bakışla da bakmıştı, | Neden sonra güçlükle kan ku - san ağzımdan: — Bizi reis gönderdi. Biz... gelmek istemedik... O zorladı. Bi! zi affedin... Bizi affedin. Ve bu - radan kâçın... Arkanızdan... Vahşi, cümlesini tamamlamağa fırsat bulmadan, gözlerini kapadı, gırtlağın bir hırıltı doldurdu. Ölmüştü. ! Karşa, vahşinin yarası üstün - | deki elini çekerek doğruldu. E - bülülâ'ya: — Haydi, dedi, gidelim. — Nereye?... Ebülülâ'nm bu suali mantıksız. dı. O, nereye gideceklerini pekâ- lâ biliyordu. Yalnız, meydanm kanlı hali önü şaşırtmıştı. Bir aralık sorduğu suale ken - disi de pişman olmuş gibi başını salladı ve ilâve etti; İl Oğlan bugün iki kere ölümden! | kurtuldu... Hem, sen kimsin ba - kayım?... Sen de mi prensin akra- basındansın... Bugün sizin prenses saksryı düşürdü... Ve sen... Mumu kadının elinden aldı. Yüzüne yaklaştırdı: — Sen kimsin?... — Sen kimsin diyorum sana?... Sen o prens olacak herifin karısı mısın?... Anita, asabiyet içinde: — Hayır, hayır... Vallahi deği - lim... O, bana elini bile sürme - di... Hem, ben iğreniyorum... İğ « reniyorum... Tiksiniyorum... An - İryor musünuz?.. Onu görünce yı- lan görmüşe dönüyorum... Bütün tüylerim ayağa kalkıyor... Onun karısı olmaktansa, nasıl söyliye - yim, bir, bir... Bir Türkün, bir müslümanım koyununa girmek da- ha iyidir... (Devamı var), — Gidelim Karşa... — Sen filleri topla... Bak as « lanlar nerede? Ebülülâ filleri toplamak için Karşanın yanından ayrıldı. Fillerin ve aslanların toplanma» 8ı üzün sürmedi. Ormana doğru yola düştüler. Geniş ve düz sahadan sonra ön lerine çıkan hafif meyilli bir tepe- ye tırmandılar ve aşağıya indiler. Karşa ormanımın hududu, aştık- ları tepenin önüne çıkan daha dik bir sırttan başiryordu. Oraya varmak, göründüğü ka- dar kolay olmadı. Ancak gineş u- fuktan çekilmeğe yüz tuttuğu sıra. da varabildiler. Ormanın büyük ve şık ağaçla « rına ulaşmak için de nisbeten sey. rek, bodur ve garip şekildeki a « ğaçlarm süslediği düz bir ovadan geçmek mecburiyetindeydiler. Karşa sık ve büyük ağaçların başlamasını dört gözle bekliyor « du. Saatlerce ağaçsız, düz, güne. şin sıcağı ile kavrulan bir toprak. tan geçmek, onu haylice sarsmış- ! tr. Bundan yalnız kendisi şikâyet. çi değildi. Ormandan çok kayalık ve açık yerlerde yaşaması se - ven aslanlar bile şikâyetçi görü nüyorlardı. Hele biri, ormandan filleri top- lamağa gidip geleni, çok'bitkin - di, Nerdeyse ufak bir serinliğe te- sadüf edince kendisini bırakıve - recekti, Güneş çekilince azıcık ferahla- dılar, Susuz gözlerinde serin bir pınar hayalinin ne büyük bir kıy- | meti olduğunu anlatıyordu. Karşa: — Ebülülâ, ormana girmezden evvel, sağa giderek Timsahlı neli- rin ayağına varalım, Bu ayağa ya» kın bir kaynak biliyorum. Su içe » lim. Aslanlarla fillerin de bizim kadar buna ihtiyaçları var, — Gidelim, “Devamı var) HABER AKSAM POSTASI | IDARE EV Istanbul Ankara Caddesi Posta kutusu : istanbul 214 Telgraf adresi: istanbul HABER Yazı işleri telotonu 128812 idöravellân , : 24870 ABONE ŞARTLARI İLÂN TARİFESİ Ticaret Manlarının. satırı Resmi iânların 10 Mur? Sahibi ve Neşriyat Müdürü; Hasan Rasim Us Basıldığı yer (VAKIT) matboası KUPON 252 23.9.935