YAZAN: Man Ihtiyar uşağım: — Evet, diye konuştu, böyle bir se- yahate ümit ederim ki gitmekten der- hal vazgeçeceksiniz?. — Fakat, dedim, bütün bunların uy- durma bir vehim olmadığını kim id - dia edebilir? vehim mi, diye iz kazalarının bu (tekinsiz çiftlik önünde olduğunu bir (tarafa bıraksak bile, vahşi kuş seslerini şim- diye kadar işitmemiş. gözüküyorsu - nuz! Birdenbire, kapımın önünde bir a - raba sesi, konuştuklarımızıda her şe- yi kesti. Islak yol üzerinde sarı bir £- şık, kapalı bir kupa arabasmın ışığı gözüküyordu. * atıldı; *». Kapıyı siyah oredingotlu bir uşak açtı, Odanın içerisinde, kolları iskem- le üzerinden aşağı doğru sarkan sarı bir pijamadan başka hiçbir şey gözük. müyordu. Sarı bir pijama.. Bu hikâyenin da - ha baş tarafında bunu daima hatır - yorum: Adeta, vurulmuş bir insa - nın kolları gibi sarkıyordu; Cansız - 'dı; yahut, daha bir dakika evvel, içe- risinde en kuvvetli bir kanın dolaştı - ğı bir insun vücudunda, birdenbire bir zehir aşılanarak orada hareketsizli - ğe getirilmişti. Etler pörsüktü; sadece (kemikler, bütün sertliğini, bir kemik tozu olun- caya kadar muhafaza etmeğe çalışan kemikler gözüküyordu. Ve tıpkı, geç- #ğim yolların üzerinde şimdi hatır - layabildiğim fosfor sürülmüş toprak lar gibi, bu kemiklerin sarı pijama İ- çinde birer birer kırıldıklarını, tarih - ten önceki bir hayvan gibi orada yü - rüdüklerini görüyordum. Bir dakika için bütün canlı hareket- leriyle halıların üzerinde sürtünerek “ “ayaklirs 'doğru. geleceklerini! dü şültdüm.'Buna rağmen dimdik orada durmaktan başka ne (yapabilirdim? Gözlerimi, daha iyi görebilmek için a- çıyordum ; ve istiyordum ki aydınlık, yahut hakikat bana yardım etsin. Fa- kat gördüklerimden daha (başka hiç bir şey göremiyordum. Birdenbire, odanın başka bir tara - fından: Siz! dedi; bu, telefonda işitti - Bir Kıza Aşık Oldu! No.2 Huy” BİR YARASA “uyg? v g — e — — Kenan Hulöüsi gli, ça daha kaybederek vücuduna bir el - biseden daha uygun geçecek; yahut bu kımıldayan renk onu (birdenbire saracak; bir Insan, benim gibi bir in - sanla birdenbire karşı karşıya geldi- imi zannedecektim. Hakikaten odanm bir tarafında du- varı baştan aşağı kaplıyan koyu lâci- vert bir perdeden başka hiç bir gey yoktu. Nihayet taraflarında sarı ma- deni halkalar gözüküyordu; onları cüzamlı bir insanın gözleri gibi müt- hiş bir parıltı içinde görüyordum. Per deyi hafifçe araladı: — Giriniz, dedi. Oda, hafif bir kızıllık içindeydi: — Onu uyutabilmek ( İçin bu renk- ten başka bir renk bulamadım!. Ayaklarımızın ucuna basa basa yü - rüyorduk; odanın içerisinde o kadar mebzül ve dünyamıza yabancı bir sü- künet vardı ki, ayaklarımızın altın - daki halılara rağmen onu bir kurşun gibi ağır hissediyorduk; — Uyuyor! diye denberi bu ilk defa olan Sonra birdenbire: — Ne dersiniz; dedi; o onu derhal müayene elmek İstiyor musunuz?, Hakikaten odanın — içerisinde kızıl renkten başka bir şey gözükmüyor - du. Adeta, bu kızıl rengin bu oda içerisine bir toz gibi serpildiğini gö - rüyordum. | Yatağa doğru yavaş yavaş sokul - dum; onu dalma hatırlıyorum: E - ğer, ölümü canlı olarak yapmak lâ zımgelse, bunu da bana verseler, onu | bir Çellini gibi sırtımda kaçırmaktan | başka ne yapabilirdim? Bir gün he - pimizi ilerde bekliyen ölüm, o kadar güzel olarak kanatlarını açmıştı ki, uyandıracak olsaydım, bu kanatların birdenbire havalanarak bir ta- “rafa gidöceklerini zânmedıyordumz” — Hayır, dedim kısaca, uyanması - nı bekliyebiliriz; daha evvel, hastalık hakkında sizi dinlemek İsterim!. Yavaş yavaş geldiğimiz odaya geç - tik. ».. 1340 ile 1450 arasında (yaşamış bir Bizans tarih yazarının Ayasofyadan Vatikan kütüphanesine aşırılmış es - ki bir kitabımı karıştıracak olanlar,Mar gim fısıltılar gibi bir o şeydi: — Bu zahmetinizi nasıl ödeyebilirim?.. Karanlığın içinde bir kemik hareke- tinden başka bir şey yoktu, Elini u - zattı; sarr pijamanın içerisinde gör » düğüm bir kemik parçası gibi hare - ket ediyordu. Kapıdan içeri girer, gir mez hissettiğim fosfor aydınlığı bu elin parmaklarına bir o manikür gibi sürülmüştü: — Büyük bir felâket içindeyim.. di- ye anlattı; bana yardım edinizi, Bugün, profesörün sesinden başka bu gece de hiçbir şey | hatırlamadığı mı söyliyecek olursam, bana inanma - nızı İsterim. Bununla beraber, bu ses, hafızamda o geceden kalmış bir şey” de değildir. Bunu da itiraf ederim. Eğer bu sesi hatırlıyorsam, onu baş ka bitisi — benim dışımda olan baş - ka birisi — gizli bir ses makinesi gibi orada saklamştı, oOŞimdi (bir kıza âşık olan bir yarasanın hi - kâyesini anlatırken, bütün kelimelerin kulaklarıma birer birer (o akıtıldığını duyuyordum: — Eğer kızımı kurtaracak olursanız!.. — Müsterih olunuz, diye kekeledim ; herhalde kızınızı iyi hir muayeneden geçireteğime emin olabilirsiniz. — Evet, dedi, iyi bir muayene... Bunu o kadar dalgın söylemişti ki, bir dakika, vücudunu kaybetmiş gibi hareket eden bu adamın onu çağırdı. #mt hissetmiştim: Odanm bir tarafındaki siyah kadife perde yavaş yavaş aralanacaktı ; hayal gibi bir şey — fakat baştan aşağı renkli olduğu - nu düşünüyordum — bize doğru yü - rüyecek, tam önümüze geldiği dakika, yukarıya doğru bir asansör gibi uzt - yacak, sonra başından aşağı ve cis - mine temas ettikçe rengini bir par - maranın bir tarafında Permos isimli- bir kasabadan bahsedildiğini göre - ceklerdir. Bu çalınmış kitabım yaprak- ları arasında ofort sürülmüş kadar silik bir haritanm uç noktalarına gi- derlerse eski Permosun bir tarafında küçük bir manastırrn işaretlendiğine de rastgelirler. 200 sene kadar evvel Papa dokuzun- cu Klemanın Vatikan kitap mahzen - İerini karıştırırken bir çuval içeri - sinde elde ettiği bu kitapda, Bizans için o kadar harikulâde şeyler yazıl- madığı muhakkaktır. Bizans tarihçi - sinin belki de farkında bile olmaksı - zın verdiği birkaç küçük nottan baş - ka hemen hemen bir şey gözükmüyor- du. Sadece Permostaki eski manas -| tırın işaretlenen yeri, bu kitapta, elde edilebilecek tarihsel hazinenin en e- le geçirilmez kiymetlerinden birisiy - di. Bugün orası İçin “Küçük bir manas- tır,, kelimelerini kullanıyorsam, ha - kikati yanlış bile söylediğimi biliyo- rum. Permos manastırı, bin sene ev - vel, bir manastırdan daha ziyade giz- li bir dehliz gibi hakikâtlerin ötesin - de yaşıyordu. İmparator Jüstinyanu- sun siyasal hasımlarını sürdüğü bu mahzeni şimdi ziyaret etmek istiyen- ler, kemik iskeletlerden başka orada bir şey bulamıyacaklardır. Profesöre, bugün oturduğu ev için, eski bir A» yasofya kitabının yazdığı bu hikâyeyi o gece anlatıp anlatmadığımı hatır - layamıyorum. Belki de Permos ma « nastırının bir oEngizisyondan daha başka hir şey olmıyan tar:hini, hasta - lığımın içinde hatırlıyamımıştım bile, Sadece, müthiş bir ter içindeydim; ve mütemadiyen su içiyordum. (Devamı var) —105 57 AYAŞ — ÇiNGENELER ARASINDA Hayattan alınmış hakiki dir macera Yazan: Osman Cemal Kaygısız Artık işimiz olunca gideriz onun türbesine, cuma avşamları üçer göbek atarız; adağımızı yerine getiririz... No54 Tefrikamızda adı ve sanı sık sık ge çen Elemin en yakın arkadaşlarından ve İsğanbulun en meşhur ayıcılarından Vidoslu Nazif. Bu âdam bir aralık tirşe gözlü Gülizarı sevmiş fakat evle nememişti. Ortadaki şebekçinin adı Ça- kıcı Salihtir. Kiirnet çalan da (Nazlı) nın akrabasıdır, Öteki kocakarı: —— Mer hizeii uğ zi; Kuleli çat gıda, sazda... Amma bizim Pasak- k Nazifenin aklı hindide, kazda! Artık Reha Bey kızdı ve tıpkı, n sahibi kendisiymiş gibi ba ğırdı: — Susun diyorum size, yoksa tutunca kolunuzdan attırırım sizi evlerinize ha! Korkudan ikisi de sustular, A - rap Hüseyin reis gene lâfa başla- iu — Bunların bir de Sulukulede bir evliyaları vardır ki onu da " lukuleliler çok severler, onlar da bütün dileklerini, bacetlerini a - daklarla ondan beklerler. Belki de oradan geçmişseniz görmüşsü- nüzdür. Edirnekapıdan (inerken sağdaki ikinci evin yanında yeşil bir parmaklık içinde yatar! Reha Bey: — Malüm efendim, meşhur E- tem baba! Bu Etem baba sözünü (duyar duymaz ben hafifçe yerimden hop ladım. Reha Bey gülerek: — Korkma, dedi, bu, senin ma- hut Etem değil! Buna derler adla sanla Etem baba! Beriki kocakarı: İki elini göğsüne koyarak: “Ah canım Etem baba,” “Sakalcığı keten baba!,, (Ayağa kalkıp yalandan göbek çalkalıyarak) : “Eğer bu işim olursa,, “Sana göbek atam baba!,, Ben kahkahayı salrverdim. Fa- kat kocakarı fena kızdı, beni a - zarladı: — Gülme çarpılırsın, gülme çar pılırsn! O büyük adamdır 0... — Anladık amma, baksana sen neler söylüyorsun? | İ , — Ben işin yolumu, erkânmı, â- doru es ytuyur erir Berde düer öyledir. Bir işimizin olmasi için | gideriz Etem babacığımızm türa- bina kapanır, sonra da deriz ona:| “Etem baba, Etem baba,, “Sakalcığı keten baba!,, “Eğer bu işim olursa:,, “Sana göbek atam baba?,, — Sonra? — Sonra da artık işimiz olunca gideriz onun türbesine, cuma av - şamları üçer göbek atarız; ada- ğrmızı yerine getiririz. — Demek ki sizin adaklar bir göbekle olup bitiyor? — E bizim Etem babamız, tip- kı bizim gibi gönülsüz adamdır; buradaki Loncalılar ise kibar ol- dukları için onların evliyaları o - lan Hoca Ali'de kendileri gibi ki-| bardır, — Peki, sizin bu (Etem baba kimmiş, nereden gelmiş buraya? — Bizim Etem babamız, en menşur meleklerimizden Hazreti İbrahim Etem peygamberimiz yok mu hani! İşte onun sülâlesinden- miş... — Bu, en meşhur meleklerimiz- den Hazreti İbrahim Etem pey - gamberimiz dediğin kim? — Sultan Halil İbrahim efendi- mizin oğlu! — Ya Sultan Halil Ibrahim e fendi kimin oğlu? Yanındaki kocakarıya: — Akr Naile, o Sultan İbrahim Halil efendimiz O kimin oğluydu sen bilirsin? — Ayol ben ne bileyim, evvel zaman içinde gelip geçmiş adam- ların babalarını... Onu bilse bilse Edirnekapı müezzini Hafız Ham- di bilir. Ben: — Bu Etem baba nereden gel- miş oraya? , ' — Hızır Aleyhisselâmlan biri likte Kaf dağından gelmiş... — Hızır Aleyhisselâm kim? — Ayol sen ne kadar cahil bi çocukmuşun be, Hızır Aleyhisse * lâm Hıdırellezin kendisi... Her i nenisanın yirmi üçünde gelir dü#” yaya... Sabhaleyin erken Kâhtar* deresinden aptes alıp Sünnet köf rüsünün yanında sabah namazın! kılar; sonra kalkar, gider Çırpı * cıya, orada da akşam vakti Çırp” cı deresinden aptes alıp kılar ak şam namazımı; ondan sonra geç€f gider geldiği yere... — Buraya geldiği zaman $i1€ hiç uğramaz mı? — Bize ne uğrasm; o koskod kanatlı melâike... Biz ise elli 8 yaklı insan... Bize uğramaz am * ma, belki bizim Etem babaya fa lan uğrar! — Harmancılarm çergelerin€ de uğramaz mı? — Bırak şu musibetleri sen de» Mübarek zatın uğrıyacağı bile v8f sa © cenabetlerin şalvarlarında” korkar, kaçar! tarafım" Ben kocakarılarla tatlı dan muhabet! haynatırkei 008 de cümbüş artık son haddini bul” muş; bütün fasıllar, o makamls” bitmiş; incesazlar susmuş, yalnı# | bir köşede iki zurna, iki klarnet! iki çifte nara, (o bir darbuka, bif zilli maşa ve küçük bir bekçi da* vulu ile curcunaların en oynaklar! çalmıyor; ağır davetliler yavaş Y* vaş dağılıyor; sarhoş alayı ile b davacı takımı ise (sabaha kar coştukça coşuyorlardı. Cibalide beni bırakıp Topçu * lara kaçan annem orada yaln” başına hastalanmca artık bana İ# Cibaliyi terketmek düştü. Şimdi on gündür Topçulard?" yım... Daha doğrusu, bir ayağı” Topçularda, bir ayağım a ie Ayvansaray arasında... Yani celeri annemin, gündüzleri de ie ri Todiler kâhyası Reha Beyin 79” nında... Fakat, bana artık Ayv#” e tarafları da birşey söy! or; çünkü geçenki büyük dü“ dünde orada görüşüp tanş Çakır Emine artık oralara hiç se miyor. Sulukulede oturduğu Ayvansarayda böyle bir büyük ğün olursa belki gelirmiş... R' Bey ise Sulukule taraflarma pe K cak ayda, yılda bir uğruyor. A tık Kâhtane vaktı da geçtiği içi şimdi Çakır Eemineyi görmek İSİ” ya cuma pazar günleri Silihdar?” ğaya, Alibey köyüne, Çırpıcıy* Veliefendiye gitmeli; yahut rudan doğruya Sulukuleye yeller nıp kendisini orada ziyaret ete Ji... Fakat bu nasıl olur? Suluk” ” lede pek tanıdığım, görü gi yok... Orada bir ufacık kahve ki, gidip oraya otursam herkes: — Ne istiyorsun efendi, çal” mılâzım? (Devamı var), *