YAmı:riî"s;î(Mbinaların papucu dama atılıyor! “—Amerikada 50-60 katlı binalar aleyhinde bir cereyan başladı Bilhassa Amerikada moda ha- Hine gelen yüksek bina yapmak a- leyhindeki cereyan iyiden iyiye kuyvetlenmiştir. Bir çok tanınmış inşaat müte- ve belediyeciler bunun aleyhinde şiddetli bir muudelıyıl girişmişler, “Gratte » ciel,, “Gök delen,, ismi verilen bu binaların mahzurlarını uzun uzadıya -anla- tan makaleler neşretmişlerdir. Esasen sirf ticaret kastiyle ya- pılan bu yüksek binalar, umulan kârı getirmemekte ve seneler geç- tikçe de daha az gelir temin et- mektedir. Meselâ 1933 senesine kadar Amerikanın ve — dünyanın en yüksek binası olan — Empire Building dairelerinin ancak yüzde 25 ini kiralıyabilmişti. Dünyanın en yüksek binası Ra. dio City de çok güçlükle kiracı bu- labilmektedir. Bir zamanlar yüksek binalar yapmanın nüfus kesafeti ile alâka. dar bir mesele olduğu zannedili. yordu. Ve Nevyorkta yükselen gök delenlerin çoğaltılması buna hamlediliyordu. Fakat bu katiyen doğru değil- dir. Nevyorkla Parisi mukayese ettiğimiz zaman bunun doğru ol- madığı kendiliğinden meydana çı- kar, Meselâ Nevyorkta yüz küsur katlı binalar bulunmasına rağmen hektar, yani yüz metre murabbar- na isabet eden nüfus kesafeti 200 halbuki Pariste 365 kişidir. llk defa 1889 senesinde Şika- goda 10 kat olarak yapılmağa baş. lanan yüksek binaların mahzurla- rıx şöyle sayılıyor: 1 — Komşu evlere nazaran pek fazla oturma kesafetine malik ©- lan “gök delen,, lerin su ihtiyacı, /| diğer evlere nisbetle pek fazladır. — Bir taraftan da yükseklikleri se- /— bebiyle yukarı katlara şehrin su- yunu dağrtabilmek için damların- b “da elektrik tazyikiyle daima dolu — bulunacak ihtiyat su hazineleri binalarından ikisi yapmaları 'âzımdır. Bu tedbir a- Immadığı takdirde yüksek katla- rın her zaman susuz — kalmalari tehlikesi vardır. Bu su hazineleri neticesinde şe- hirde susuzluktan sıkıntı çekmek tehlikesine maruzdur. 2 — Yüksek binalarda yangın ve ölüm tehlikesi pek fazladır. 8 kattan daha yüksekte çıkan — bir yangın aşağıdan söndürülemiyece ği için katlar yükseldikçe söndür- mek imkânı ve sürati o nisbette azalır. 3 — Gök delenler, bütün civar- daki iyi müşterileri çekerler. Bu- nun nticesinde komşu evler müşte- risiz kalırlar ki bunun da iktisadi mahzurları meydandadır. 4 — Bu gibi yüksek binalar, yan- larında bulunan binaları güneşsiz bırakmakta, bu şekilde onları sıh- hate muzir bir hale getirmektedir. 5 — Bu gibi binalarda Alcov - Room denilen penceresiz odalar da yapılmaktadır. Bu odalar sıh- hate çok zararlıdır. Bunlar o ka- dar çoğalmıştır ki, yalnız Nevyork- ta 250 binden fazla vardır. 6 — Nisbeten az da olsa ölüme sebep olan kazaları da — saymak Tâzımdır. Ellinci, veya altmışm- cı kattan düşen herhangi bir mad- de, hafif de olsa gelip geçenler- den birine isabet ederse öldürme- ğe kâfi gelir. Nevyork statistikle. ri her gök delenin önünde yılda böyle dört beş kaza kaydetmekte- dir. Sonra gök delenlnnn kalörifer, elektrik, su, asansör, yangma karşı korunma tedbirleri de çok pahalıdır. Bütün bunlar gözönüne alınırsa bu şekilde yüksek binala- rın kıymeti iyiden iyiye — gözden düşer. Neticede kırk beş senelik bir mazisi olan yüksek bina modası - nın akıl ve mantık karşısında ni - hayet kıymetini kaybettikleri mey- dana çıkar. HABER — Akşam Posltasr Ön üç gun'olumle pençe pençeye! Düzceli Mahir Hulüsi büyük harp içinde Fransızlardan nasıl kaçtığını anlat Roman, veyahut hikâye nedir? Dış hayatımıza benziyen bazı vak' alar uydurarak bunları herhangi bir görüşe göre dizmek değil mi? Halbuki her insanın hayatı başlıbaşına bir roman, hatid ror manlar mevzuudur. Bazı insanlar rın başından korkunç, tehlikeli sergüzeştler, bazılarının — başın” dan misli görülmemiş aşk mace- | raları, bazılarının da diğer büyük hâdiseler geçmiştir. Ve bu vak'ar lar en heyecanlı voman ve hikâ yelerden daha cazip ve meraklır dır. İşte ben bunu gözönüne alarak temaş ettiğim muhtelif insanlara başlarından geçen en fevkalâde vak'ayı soracağım, ve bana anlar tacakları maceraların mümkün mertebe — kuvvetini eksiltmeden size nakledeceğim. Buğln size umumit havypte Fransırlara esir düşen ve Fran sızlardan ilk olarak kaçmağa mu- vaffak oln Düzçeli Mahir Hulü: sinin sergüzeştini anlatıyorum. Mahir Hulüsi 1331 seensinde birinci Çanakkale harbinde Fran- sızlara esir düşerek evvelâ Mon- doros, sonra Korsika, daha sonra Fransanın Set, Bezi şehirlerine götürülmüş, nihayet Halet şehrin- de esir olarak bulunurken 20 ar- kadaşıyle birlikte buradan kaç- mış, 17 arkadaşı yolda ele geçti- ğinden yalnızca iki arkadaşıyle kpanyaya geçmeğe muvaffak ol- muştur. Mahir Hulüsi arkadaşlariyle birlikte görülmemiş müşkülât ve tehlikeler atlatmış, Pirene dağla- rına aştığı 13 gün, 13 gece içinde bir kaç patatesle bir kaç baş - $0- ğgandan başka bir şey yememiştir. Bana bu fevkalâde macerasını şöyle anlattı: — O zaman daha gençtim, Sa- kalım, bıyığım henüz yeni çık- yordu. Sıhhiye onbaşısı olarak birinci Çanakkale harbinde bu- lundum. Talihimiz kötü gitti. 500 efrad- la birlikte Fransızlara esir düş- tük, Fransızlar bizi ilkönce Mon- doros'a götürdüler. Burada 9 ay kaldıktan sonra Korsika adasına nakledildik. Burada da 2 ay kal- dık. Bundan sonra bizi - Bezi'ye, ve oradan da Halet'e götürdüler, Esir düştükten beri mütemadi- yen kaçmağı düşünüyordum. Fa. kat nasıl yapabilirdim? Gardi- yanlar, muhafızlar bizi gözlerin- den bir türlü ayırmıyorlar, esirler karargâhından kuş uçurmuyolar- dı. Fakat biz ne olursa olsun mu- hakkak surette kaçmağa karar vermiştik. O zamana kadar çat pat Fransızcayı da sökmüş bulu- nuyorduk, Yalnız sırtımızda yollu mahpus elbiseleri vardı. Bununla dışarıda hemen yakalanırdık. Buna rağmen kaçmak azmimiz bize her şeyi unutturdu. Her şeyi “göze aldık. Ve bir gece vakti yir mi kişi hep birden Pirene dağları- nın yolunu tuttuk, Hep birden ele geçmemek için ufak ufak grupla: ra ayrılmıştık. Bu şekilde ilerler- ken mütemadiyen arkadaşlarımı- gn yakalandıklarını duyuyorduk, Kaçmak plânımız çok basitti. ! Mahir Hulüsi Gündüzleri tarlalara, veya or- manlara gizlenip yatıyor, geceleri ise durmadan yol yürüyorduk. Bu şekilde elene elene ancak bizim grup kaldı. Ben, Beykozun Hüseyinli köyünden 25 yaşlarım- da Ali ve Erzurumlu 45 yaşlarm- da Kadir... Diğer bütün arkadaş- lar yeniden Fransızlarım eline düşmüş, kaçak olarak yalnız bir biz kalmıştık. Fransız hükümeti her ne pahasına olursa olsun mut- laka bizi de ele geçirmek - istedi- #inden her tarafa müfrezeler ç» karmış, izimizi takip ediyardu. Yol bilmiyorduk. Gündüz gü- neşe, gece aya bakarak istikame- timizi tayin ediyor, ilerliyorduk, Fakat tahminimiz hilâfına günler geçiyor, bir türlü hududa varamr yorduk. Artık açlık ve yorgunluk iyiden iyiye kendini göstermişti. Yiye- cek olarak torbamızda yalnız iki tane patates kalmıştı. Sabaha | krşı önümüze tesadüf eden bir da- ğt tırmandık. Güneş doğarken a- gaçlar arasında gizlenebilecek iyi bir yer bularak oturduk. Karn- mız bir burgu ile deliniyor — gibi açltı. Gözlerimiz kararıryor, kulak- larımız uğulduyor, ve dizlerimiz titriyordu. Patatesleri pişirmek için tam ateş yakacağımız zaman karşı te- pede bir nöbetçinin durmakta ol- duğunu gördük, Hem artık hudu- da yaklaştık diye sevindik, hem de patateslerimizi pisirmek için ateş yakamıyacağımızdan dolayı üzüldük. Dehşetli bir sıcak vardı. Ali aşağıya dereye matralarımıza su doldurmak için indi, Ben çok fe- na olduğumu anladım. Kulakla- rim hiç bir şey duymuyordu. Ar- kadaşıma patateslerden birini pi- şirip vermesini söyledim. Kadir herhalde benim çok fena bir va- ziyette olduğumu görmüş olacak ki ne olursa olsun diyerek küçük bir ateş yaktı. Ve patzteslerden birini pişirerek bana yedirdi. İşte bu patates beni hakiki bir ölümden kurtardı. Kendime gek diğim zaman aradan bir saate ya- kın vakit geçmiş, fakat dereye su getirmek için inen Ali hâlâ dön- memişti. Ben kendisini merak e- derek dereye inmek istedim, Fa- kat Kadir: — Herhalde ele geçmiş olacak. ıyor Beyhude yere inerek kendini ele vermej; diye ısrar etti. Ben kendisini dinlemedim. A- şağıya dere boyuna indim. Aliyi aradığım halde bir türlü bulamı- yordum, Bu esnada Kadir de ar- kamdan geldi. Beraberce saatler- ce kendisini aradık. Tam ümidi- mizi kestiğimiz anda Aliyi bir sazlık arkasında buldum. Dizleri» ne kadar çamura batmış, güneşin karşısında kıpkırmızı olmuş, ölü gibi yatıyordu. Güç belâ kendisi- ni çamurdan çıkararak bir ağacın gölgesine yatırdım. Kalbini din- ledim, atmıyordu. Dereden su ge- tirdim, Alnını, şakaklarını, göğ- sünü, bileklerini ovmağa drm, Bu esnada Kadir: — Kendimi çok fena hissediyo- rum. Ben öleceğim. Eğer selâme- te varırsan, şu ötemi berimi çoluk çocuğuma götür dedi, ben: — Deli misin. eKndine gell diye Kadirin aklımnı başına getir« meğe çalışıyordum. Fakat nere- de? Sürüne sürüne yanrmdan w zaklaştı. Bu şekilde 13 gün görülmemiş eziyetler, ve sıkmtılar atlattık. Üstümüze köpekler hücum etti. Askerler arafından kovalandık. , Beğ 'altı defa dâha açlıkltan, ve.. yorgunluktan ölüm — tehlikeleri geçirdikten sonra nihayet bir ge- ce yarısı Fransa—İspanya hudu- dunu göçmeğe muvaffak olduk, Oradan — Barselon'a — var - dık . Barselon'da — elçiliğimiz falan yoktu. — İşlerimize Al. man elçiliği bakıyordu. Bizi ilk önce — tahtelbahirle Almanyaya kaçırmak istediler, Fakat İngiliz- ler işi keşfettiklerinden bu teşeb- büş de suya düştü. Barselonda iş bulmuş, epey de para biriktirmiştim. Şimdi biran evvel İstanbula, ailemin yanma gitmek istiyordum. Fakat İstan- | bul işgal altındaydı. Fransızların eline düşmek de benim için bir felâketti. Hiç bir vapur beni İ- tanbula götürmüyordu. Nihayet güç belâ bir vapur sekiz İngiliz Tirasına mukabil beni Pire'ye gö- türmeği vadetti. Sahte bir- pasa» port ele geçirdim, ve hareket ab tim. Pire de de ayrıca bir İtalyan vapuru buldum, İstanbula - kadar gelmek için üç İngiliz lirasına bir bilet aldım, Hareket ettik, İstan- bul limanına gelmeden evvel pa- saportlarımızı topladılar. Biraz sonra herkese iade ettikleri halde bana vermediler. Vaziyet gayet nazikti. Vapur Galata rıhtımıma da iyiden iyiye yaklaşmıştı, vakit tam gece yarışıydı. Ne olursa — ol- sun diyerek bu esnada vapura tır- manan bir kayıkçı ile anlaştım. Eşyalarla birlikte iplere asılarak kayığa indim. Sirkeci rrhtımına ayak basar basmaz yere kapanarak toprağı öptüm. Fakat bundan sonra da gümrük memurlarıyle uğraştım. Ne ise 8- dam Türk olduğundan halimi an - ladı, Ve bir etele kapağı atabil- dim M. S.