24 HAZİRAN — 1935 Macar hikâyesi : Haydudlar arasında Tuhaf değil mi Bizim — Kontes hiç te oralı değil. Sanki Aradın cilâlı, perdahlı döşemeleri üstünde dansediyormuş gibi vücuduna ve adımlarına o kadar ahenk veriyor du ki. Onu bu saatte olduğu kadar hiç bir vakit güzel ve yürek kapıcı görmemiştim. Çardaş havasile dan sedildiğini başka yerlerde de gör- müştüm fakat — bunun Macarlara mahsus bir hava olduğunu ancak şimdi bu haydutların dansından anladım. Herifin cok küstahça olan vazi- yetinden, danstaki — durumundan bizim Kontese karşı kötü bir mua- melede bulunmasın diye ödüm pat Hryordu. Çünkü vaziyet hayduda en kötü şeyleri bile göze aldırta - cak, omnu ayartlıp — imrendirecek kadar kuvvetli idi. Kontes tamami- le haydudun — avuçları içinde idi. Herif için ölüm kararı çoktanberi verilmiş olduğundan, fazla yahut eksik bir suçun daha işlenmesi mü- him bir mesele teşkil etmezdi. Ben de adamakıllı kurmuştum: Eğer Kontese en küçük bir zarar verme- ğe kalkışırsa bir fırlayışta tüfekle- re saldıracak, köşede dayalı olan. lardan birisini alacak, ve herifi tepeliyecektim. Evet sizi namusum la temin edirim ki böyle yapacak. tım, Tam bu sırada koca haydut, ku- cağındaki damına darılmış gibi döndü, zifanların — önüne dikildi, şöyle azıcık durakladıktan sonra tek başma — bir hora dansı yaptı; ve tekrar Kontesi — kavradığı gibi baş döndürücü bir hızla onu dön- dürmeğe başladı. Bizim Kontes le bir şeytan gibi dansediyorduü. Bütün bu boyratça kavrayışlar- da ve fırıldaklar gibi dönüşlerde kaba herifin Kontesi inticmesin - den korkuyordum. Ancak ben pek boşuna korkmuştum. Her kavalye üçer defa dansettikten sonra da - mını oturacağı yere götürdü ve u- sulden olduğundan, kadının elini öperek ayrıldı. Haydut başı bun - dan sonra yanıma yaklaşarak, eli. le omuzuma dokunduktan sonra: — Peki sen dansetmez misin ko- ca dayı? Diye sordu. Hele küstaha bakın: diyor!? — Teşkkür bilmem ... Bunun üzerine: — OÖh ne iyi, ne iyi. Diye söylenerek Kontesin yanı - na döndü. — Affedersiniz. madam. Sizin gibi yüksek insanları burada lâ - zım olduğu kadar ağırlıyamıyoruz. Nemiz varsa onu takdim edeceğiz. Kusuma bakmamanızı rica ederiz. Bütün bu inceliklerden balo $0- nu kahvaltısı verileceğini anlıyor- dum. Amanin; ne de kahvaltı? Yemek masasının çevresine di - zilen haydutlara kocaman bir top- rak tencere içinde dana budu yah- nisi getirildi. Masada bir tek tabak yoktu. Her kes kendi parmaklarmı kullanı - yordu. Benim Kontes sanki üç gün- denberi oruç tutmuş gibi yiyordu. Haydutbaşı kendi ellerile tencere- den eti çıkarıyor, belinden çektiği kapzası gümüş kakmalı kamasile etin en kırmızı parçasmı keserek Kontese veriyordu. Tenceredeki &tler kırmızı biberden büsbütün kı zıllaşmış bol bir salça içinde yü - Züyordu. Cici kız yedikçe iştihası Artıyor ve yemeği çok lezzetli bu- şu terbiyesiz Bana koca dayı ederim, Ben dans luyordu. Herkes dudaklarını şapır şapır şaklatarak yerken herif benim yemediğimi görünce: — Yesene koca dayr. Bu insanı şişmanlatır çünkü çalınmış hayvan etidir. Görüyorsunuz ya, herif — hiçbir şey gizlemiyordu. Belânın sontur- luusna çatmıştık. — Teşekkür ederim. Çok yağlı yiyemiyorum. — Haydi öyle ise istediğini yap! Diyerek beni rahat bıraktı. Şaraplar teneke maşrapalar i - çinde sunuldu. Köylülerde âdet ol- duğu üzere — Josef Fekete koca maşrapayı önce kendişi dibine ka- dar içti; sonra da gömleğinin uzun yenile maşrapayı — sildikten sonra Kontese takdim etti. Bunu aldığı gibi içti. Evet çocuklarım bu kadın akla gelmiyen şeyleri yapıyor. , Herif bunun üzerine bana dö - nnruk: — İçsenize koca dayı! İçmezse- niz bizi kendinizle birlikte uyuta - çaksınız! (Görüyorsunuz ya, canı çıkası- ca, bana hâlâ koca dayı diyordu). — Teşekkür — ederim. Ben içki kullanamam. Basurum var. Maskara herif gülerek: — Hele hele, ben de basurum. Şarap çok dokunduğu halde gene içiyorum. Haydutlar kafaları adam akıllı tütsüleyince bizi kıtır krıtır kese - ceklerine artık emindim. Bu beş ki | | şi kendi başlarına kocaman bir fı- çı şarabı içmişlerdi. Ancak şofra - dan kalktıkları — zaman hiç birisi sallanmıyordu. — Haydi bakalım — koca dayı (dilini eşek arısı —soksun, Allah müstahakkını — versin, baş belâsı koca dayı sözünden bir türlü vaz- geçemiyordu) yemek yemezsin, iç- ki kullanmazsın, dans da etmez - sin.,, Seni eğlendirmek için ne ya- palım? İskambil oynar mısın bari? Diyerek cebinden bir deste is - kambil çıkardı... Maskara herif galiba — üstümde ne kadar para bulunduğunu anla- mak istiyordu. — Ben hiç bir oyun bilmem. — Ne zararı var? Öğretiveri- riz. Hem lmlıyeuı_k Öğrenirsin. Bak şuraya bir kâğıt kouyuyorum, oraya da başka — bir kâğıt. Sen bu kâğıdın üstüne paranı — korsun; ben de ötekinin: Kimin kâğıdı da- ha yüksekse parayı alır. Böyle diyerek f bana Lans- gine oyununu anlattr. Ben ki bu o- yunda tam iki köyümü kaybatmiş- tim: Hatırlarsınız değil mi. Öfalü ile Ujfalu köylerini. Ne isa bu oyu- nu yeni baştan öğrenecektim. Yapacak bir iş yoktu. Karşısı - na oturdum. — Cebimde bir avuç ufaklık vardı. Bunları gözden çı- kararak masanın üstüne koydum. — Bu da ne! Biz bakır para ile kumar oynamayız. Sökül bakalım paraları. İşte banka, Diyerek masanın üstüne avuç | dolusu altın gümüş fırlattı. Bunla - | İliği rın hepsi çil çil yepyeni paralardı. Çantamda diğer paralar arasında 20 florinlik yepyeni — birkaç altın vardı. Bunlardan birini çıkararak korka korka kâğıdın üstüne koy - dum. Kâğıtlar dağıtıldı. İlk eli ka- zanmıştım. Haydut kâğıtları yap - tı. Ömrümde cesaret edip de onun parasını alamazdım. Kazandığım parayı olduğu gibi — gene kâğıdın üstüne kaydum. (Devamı var) HABER — Akşam Postası |'Kartal Oğullarının ülkesi 9 ARNAVUTLUKTA No. 7 Türkçeye çeviren: 4A. EKREM Haydutlarla karşılaşmağa can atıyorduk; ne yazık ki hiç bır tanesile karşılaşamadık. | Arnavutluk Kralı Zogo Akhmed Zogo tahlına 1928 — yılında çıktı. O yıl Arnavutluğun hkükümet şekli Cümhurluktan Kratlığa değişti. rildi. Ülkenin nufusu aşağı yukarı 800900 dir. Altı saatlik yolculuktan sonra Boga kilisesine vardık. Burada bir kaç yüz aşiret adam ve kadı- nr tapmıyordu. Kilisenin içi aca- yip bir manzarada idi doğrusu. Tanrıya tapınmak üzere gelmiş olan bu dağlılar, kiliseye girince ellerindeki türlü türlü tüfekleri de dua bitinceye kadar mihrabın çevresine bırakmışlardı. Her iş olup bitince bu iri yarı, va yarr yabani dağlılar silâhlarmı kap - tıkları gibi kiliseden dışarıya çık- tılar. Arnavutlukta bir adamın han- gi kabileden olduğunu, — giydiği Arnavutluğun kağmları Ülkenin yol olmuyan — yerlerinde maktadır, Gelin olacak kız cihaz sandığını ken di sırtında kocasının evine götürüyor. Bu sandıkta kocanın ailesinin verdiği armağanlar var: Elbiseler, süsler, kah ve ve bal ayını tatlı geçirmeleri için koskocaman bir kelle şeker hep bu sandıktadır. elbiselerden tanırsımız; — çünkü her kabilenin kendine mahsus bir modası vardır. Kilisedeki insan - larm da üstündeki elbiselerden Kastrati ve Klementi kabilelerin-| den olduğunu anladık. Göz alıcr bir adam, — Hoti ve Dukajin kabilelerinden olan ler-f cümanla kılavuzumuza yanaşarak selâm verdi, Dağlıların selâmı da tuhaf! Yanak yanağa gelmek, se- lâm yerine geçiyor. Bu adam o- ranın bayraktarı olduğunu ve bi- zi de kendi himayesine aldığını söyledi. Arnavutluk bugün bile bundan yüzlerce yıl önce olduğu gibi ma- hallelere ve her mahallede — bir beyin buyruğu altında olan evle- re ayrılmıştır. Kabilenin en büyü ğüne bayraktar yani bayrağı taşı- yan lâkabı veriliyor. Bugün de Arnavut — kabilele - rinde yabancılara karşı misafir- perverlik duyguları vardır. Çün- kü bu bir âdettan ziyade kabile- lere terettüp eden mesuliyet do - layısile bir kanun hüküm ve ma- hiyetindedir. ç Meselâ biz bayraktarın smırla- rı içinde bir pusuya — düşürülüp öldürülmüş olsaydık, Gyak almax yani bizi öldürenlerden kan ö- cümüzü — almak işi bayraktara düşerdi ve bu da kendisi için bir şeref ve onur meselesi - teşkil e- derdi. İşte bunun içindir ki bic kabilenin sınırları içine girdiniz mi, sizi ellerinden geldiği kadar korumağa uğraşırlar. Haydutlarla karşılaşmağa can atıyorduk ne yazık ki hiç bir ta- nesile karşılaşmadık. Bayraktar, yanımızdaki tercümanımız Ndot! we kılavuzumuz Petc hepsi silâh- lanmamız için ışrar ettikleri hal- de biz buna — yanaşmadık. üstü- müzde çok para yoktu. Mukave- met etmediğimiz takdirde hay- dutlar bizi — öldürmezlerdi ya... En çok yapacakları iş fazla para taşımadığımız için bize — okkalı bir sopa çekmek — olurdu. Fakat biz, duyacağımız heyecana mu - kabil bu sopaya razı idik. Dağı tırmanırken kılavuza sor-« duk: — Pete sahi buralarda haydut var mı? — Var ya.. Hem ne çok! — Tahta kurusu da var mı? — Hayır yok!. . Tecrübemiz bunun aksi oldü- ğunu isbat etti. Haydut görme- dik. Fakat tahta kurularından o kadar kaşmdık o kadar yandık kit.. Gece haydutların — hücumu yerine tahta kurularının çullan - masına uğradık! Gün doğmadan çok önce Boga dan yola çıktık. Yanımıza güçlü kuvyetli eli silâhlı sekiz kişi kat- tılar. Bunlar iri yarı, yarı yabani görünüşlü adamlardı. Devlet bu- rada tuhaf bir siyasa güdüyor- du. Haylâz, yol kesen ve hapis- hanelere girip çıkanları jandar - maya alıyor, — kendilerine maaş veriyor ve böylece uslandırma ga uğraşıyordu. Bizim sekiz muha- fız da bunlardandı. Bunların yarısı önümüzden gi- riyor ormanlık ve kayalık yolu g — izliyorlardı. işte bu arabalar nakliyat işini bışar—l Yanımızda yürüyenler de ara sıra bağırıyor ve böylece civar tepelere gizlenmiş jandarmalara parula veriyorlardı. (Devamı var)