285 HAZIRAN — 1938 Ya:aq KADIRCAN KAFLI Türklerin hazırlıkları pek ı]aman... Şu Hüsmen Reismidir nedir ? Versek de defolup gitseler... Fernando sordu: — Nereda? Niçin buraya gek miyor? Bunun cevabını almağa luzum kalmadı. Dört askerin — ellerinde | yarı baygın bir halde esmer bir de | | tafanın sapanı — kuyumcu Civdni ! likanlıyı getirdiler. Yorgunluk ve heyecandan tit - riyen bu delikanlının yüzü sapsarı ve dudakları mosmordu. Fernando ona doğru koştu. Ba - şını ellerinin arasıma aldı ve sor- du: — Ne haber?... Hümberto?.. Asker, bitkin bir sesle mırıldan- dı: — Don Alvaro... Yarın.. Sabah. | Sekiz bin askerle imdada gelecek.. Hemen kaleden bir çıkış yapsın... Türklerin.. Kalenin etrafımda yer- leşmelerinin.. Önüne geçsin!., Dor ya da donanma ile.. cek.. dedi.. Hümbertonun başı sarktı, ken - #inden geçti Fcrnındonun yüzü ceşaretle gülümsedi. — Bunu götürünüz... sevinz ve İyi bak - sınlar!... Dedi. Sonra Antonyoya dönereli: — Bizim kaleden çıkarak hü - cuüm etmemize lüzum kalmıyacak. | On dajtika sonra Türkler bücum e decekler.. Herkeş vazife başına.. Antonyo hafifçe sararmıştı. Eğer Fernando Hüsmeni hemen geri vermeğe razı — olsaydı onun babası da kurtulurdu. Babasımnın sahiden Kızıl Kadırgada olduğu - na dair henüz mektubunu alma - mıştr ama buna artık — yüzde yüz inantyordu. Bu Türk — akıncıları yalan söylemezlerdi. — Şey... Eğer Don Alvaro yetiş | meden önce kaleye sıkı bir hücum yaparlarsa... Türklerin hazırlıkla- rı pek yaman... Şu — Hüsmen Reis midir nedir? versek de defolup git seler... Demek istedi. Fakat Fernando hiç oralarda değildi. Mazgallarda, kalelerde dolaşıyor, topların, ar. gebüz denilen tüfekçilerin, mancı. nıklarıı hazırlıklarını gözden ge- çiriyor, askeri, düşmana karşı koy- mak için elden geldiği kadar kış - kırtıyordu. Antonyo hemen uzaklaştı. Ka- lenin şimal tarafına — doğru hızlı hızlı gitti. Burası diğer taraflara göre daha taşlık ve sarptı. Yalnız yakındaki tepeden kale duvarla - rına doğru uzanan kayalıklar, bir kemer gibi — yüksek ve dardı. Türkler henüz bu taraflara kadar yayılmamışlar, — hattâ keşfe bile çıkmamışlardı. Napoliye — giden Hümberto de buradan — geçerek kaleye girebilmiş, Don Alvaronun cevabımı getirmişti. Frenk Süleyman — şimdi keşif bahanesile leventletini — kalenin Denizden ge- | | Fernandonun nesine? Ona Beatris | | | dört tarafına saldırmıştı. Çok geç- meden on sekiz yaşlarında bir a- |* kımcı koşa kaşa geldi: | — Şapka orada.. Şimaldeki kale- ' nin penceresinde. Üç dakika sonra Dalyan Mus -' Pakaçellinin mektubunu — içinde | tüylü bir şapkanın bulunduğu pen- cereden içeriye fırlatmıştı.. Antonyo kalbi heyecanla çar - parak kâğıdı aldı. Çözdü ve için- | deki taşı yere atarak — okumağa başladı. — O.. İşte onun yazısı ve onun imzası.. Bunun uydurma olması- na imkân yok. Babamın ci yazı - S$1 ve imzası... Şimdi Fernandoya kızıyordu. Acaba gidip söylese ve her şeyi olduğu gibi açsa ondan ce cevap slacaktı.? Bunu bilmiyecek ne vardı? An- | tonyonun — babası öldürülecekse ünşedüğümü-içinaldığı mücerherin lerden ötürü biraz borcu da var : dı. Ondan da kurtulürdü. — Hele! şimdi Don Alvaronun imdada ge- | leceğini de haber aldıktan sonra yalnız Civani Pakaçelliyi kurtar - | mak için Türklere boyun eğemez- di. Antonyo bunları düşündükten ' sonra Fernando ile hiç konuşma- | yi apacağı şüphesizdi. |Böylekile yüzlerce, belki de birkaç No. 44 ğer konuşa - Hüsmen Reisi elden geleni Böylelikle | Antonyonun son ümidi de — elden gidecekti. Halbuki hiç kendisinin habaci yokmuş gibi Hüsmen reisin bir ve | ya iki levendini gizli yoldan içeri alırsa bundan kalccdeki arkadaş - larına bir zarar gelmiyecekti. Hal tâonun kurtulduğunu görünce Türkler kaleye hücumdan vazge - çecekler, çekilip — gideceklerdi. maya karara verdi. cak olursa onun kaçırtmamak için bin kişinin ölümden kurtulması - na, kalenin yıkılıp yağma edilme - mesine sebep olacaktı. Bu ise bir fenalık değil, iyilikti. Fazla olarak zavallı babasımı da kurtaracaktı, Birkaç saniyede, neler yapılması lâzımgeldiğini tasarladı ve hemen | bir kâğıda şu satırları yazdı: “Sözünüze inandım. Fernando , teslirm olmryacak. Hüsmen Reisi de geri vermiyor. Siz, yalnız ola- rak Santa Marya kilisesine girin. Günah çıkarma odasındaki kü - çük mihrabın sağ köşesinden baş- lıyarak içeriye doğru — sekiz tane dört köşeli mermer plâka vardır. (Devamı var) | lah razı olsun diyeceksin... | ct kadından seni ben istedim... Bir Aşkın [Hııkaı esi “Nakleden : — i Hatice Süreyya — İsmim Leylâdır.. Bak, nası!| memnun kalacaksın... Bana Al- Kapı- — Teşekkür ederim, hanımcı- ğim... İşin ne olduğunu henüz öğ renemedim... — Güç iş değil... anlatmadı mı, yavrum... — Esas, paradır... Onu kazanmağa bak...| Hem, üzümünü ye de bağını sor | ma diye türkçede bir darbı me- sel vardır... Bir kaç dakika sonra, Leylâ Ha- nım, onu, küçük bir adada yeni patroniyle tanıttı.. Bu, gayet iri yarı ve şişman bir kadındı.. Fakat, dudaklarının üze- rindeki bıyık gölgesiyle dahâ zi yade delikanlıya benziyordu. Samiyeye bir nazar attı. Onu tepeden tırnağa kadar süzdü .. Genç kadın, imtihan geçiriyor - du, belli.. Ve bu imtihan, onun lehinde netice vermişti.. Leylâ Ha- ntm da bunu anlayarak gülümse - di.. Patron kadm: — Eminim, muvaffak olacak - sın, kızım... Lâkin herşeyden ev - vel soğuk kanlı olmak — lâzım .. Böyle titremek iyi bır şey değil.. Kız, yerlerin dıbıne geçiyor - du. . — Burada seni yemezler, emin ol.. Hem burası © kadar mahcup - luk filân götüren yer değildir. Samiyecik, kekeledi: —— Elimden gelen her şeyi yapa- rım.. Merak etmeyin.. — Aferin.. İşte böyle olmalı ... Bugünlük, arkadaşlarınızdan bi - | risiyle dalaşırsınız.. O size neler, yapmanız icab edeceğini anlata - caktır, Odada, bir kadın vardı. Bir masa üzerinde duran bir vazodaki çiçekleri düzeltmekle meşguldü .. Genç kadım ona döndü: — Ratibe!.. Sen, küçük hanım- la meşgul olacaksın.. Haydi ba - kalım... — Mürebbiye: —İsmim — Samiyedir! - diye | kendi kendini tanıttı.. — Güzel isim., Hoşuma gitti ... Size de yakışıyor.. Haydi baka - lrm, çocuklar... Samiye, isminin niçin güzel ol- duğunu anlayamamıştı.. Bu, alel- âde bir ad değil miydi?. Genç ka- dımın hayretini farkeden ev sahi- besi: — Benim kullandığım - insanla - HABER HAkşam Posatası İ İDARE EVİ ISTANBUL ANKARA CADDESI Telgraf Adrest: İSTANBUL HABER Mı- Yın !!8’) Tdarer u.m I ABÖNE ŞARTLARI— Tıırkıın Euu'bı İsenelik 16 aylık $8 aylık L aylık ILÂN TARIFESİ Ticaret Hânlarınm satırı 12,50 Sahibi ve Nnrıvaı Mud Üü: HASAN RASİM US Basıldığı yeri - (VAKIT) Matbaası Kapıcı Sana| "n' 54 ; rın, kolay, sevimli ve akılda kolay tutulur isimleri olmalıdır!.. Hem, bu, onların da menfaatleri icabı - dır.. Anlryorsun ya?, Mânidar mânidar göz kırptı... Bu, ne demekti böyle?,. Bir türlü kavrayamadı.. Nereye gelmişti?. Vazifesi neydi?. Şaşkın, şaşkın etrafına bakın - dı... Kendisine edilen kız, tumbul, — oldukça güzel ve biraz âdi bir şeydi. — Haydi.. Öyle somurtmayın , Gelin bakalım, bu tarafa.. İşte si - ze bir önlük.. Şimdi de vazifenizi göstereceğim.... Bundan daha ko- lay, hiç bir şey olmıyacağını anla- yacaksınız... Bir takım çiçek, çikolata, par - füm ve sair şeylerle dolu sepetler hazırlanmıştı.. Bunlar, kordelâlar- yla süslenmişti.. Şişman kız: — Bunlardan bir tanesini boy « ' nunuza takın., Satacağız.. - dedi. — Nerede... — Gazinoda... Bakın. Bizim gibi başka kızlar da var.. Hakikaten, camekânlı bir kapı- nin dışarısında, boyunlarına şık, şık sepetler takmış kızlar görünü- yordu... Daha ötede ise, büyük bir bira- hane, bar, meyhane — tertibi bir yer vardı. Yüksek sesle şarkılar söyleniyor, bir sigara dumanı bu- lutu orta yerde çalkalanıyordu . Biçare Samiyecik. .- büyülenmiş gibiydi... Şişman kızımn arkasından yü - rüdü., . Şişman kız: prezante — Bu iş, söylediğim gibi, gayet kolaydır.. Şimdi benim nasıl ya - pacağıma bakm.. . Samiye, kapıda durdu.. Kız, içeri girerek, masadan masaya do- laşmağa başladı.. Sarhoş yahut yarı srhoş adamlara çiçekler, çi - — kolatalar, fıstıklar ikram ediyor - du. | Onlar, şişman kıza bazan gü - lümsiyorlar, bazan — eğilerek bir şeyler söylüyorlar.. Bazan da.. Galiba ötesini berisini sıkıştır « mak istiyorlardı. Bir tanesi bir mektup verdi.. | Masalardan birine yalnız başı na oturan bir kadına götürdü.. Samiye, yeni vazifesinin ne ol - duğunu şimdi azıcık anlamıştı : — Demek ki, ben, mürebbiye olarak yetişmişken buralara ka » dar düştüm.. - diye düşündü. Musiki, heyheyini arttırmıştı .. Biraz sonra, Ratibe, onun yanı- na yaklaştı.. — Haydi.. Sen de benim gibi yap(.. Çiçek satmağa başla.. -de - | âi. Büyülenmiş gibi, genç kadm, dumanlı salonun ortasma doğru yürüdü., (Devamı var)