24 MAYIS — 1935 Yazan: !ı——.-_—.—ı-— Kadircan Kaflı Ateşe kayuşmanın büyük saa- detini ne büyük bir kuvvetle ya- H#yordu o0!.. Pişmiş hamurun ağız- da yayılan güzel tadı, etlerin nefis kokusu, sıcak çorba- hın mideye verdiği ferahlık ve €n sonra ılık suyun — altında yı - kandıktan sonra varlığında du - Yulan hafiflik ve rahat... Yaşıyan ateşsiz ülkenin insanları he zavallı idiler!.. Saraydaki kızlardan biri koşa Tak geldi : — Alcay !.. Genç kız silkindi ve sordu: — Ne var 7.. — Aşağıda seni arıyorlar... — Beni ne yapacaklar ?.. —-Sosur, düğünün yapılması i- Sin acele ediyormuş... Genç kız karşılık vermedi. Ka- fasının içinde bir çalkanış ve bir 1 oldu. Yeniden korkunç dü- Yüncelere döndü. Bigun da ölmüştü. Düğün sözü olunca her zaman #nu hatırlıyordu. Fakat artık bu- Ha da imkân yoktu. Hayatında a- Nadan, babadan ve kardeşten son- Ta en çok güvendiği biricik insan hiç bulunmamak üzere kaybol Ona hâlâ düğünden bahsedi- Kimin düğünü ? Kiminle evleniyordu?... “Neden sonra bunu da hatırla- _.-' Hazar Han onu Sosur adında k“ zabite vereceğini söylemişler 'İ- Bu zabitin, Tugay'ı kurtarmak İçin yapılan isyanı bastırmakta hyuk yararlığı görülmüş. Demek © bunun mükâfatını alacaktı. Babasının, ateşsiz ülkenin ve Ohun can düşmaniyle koyun koyu- Ta yatmak!... Hımıı Sosur'un bu işlerde gör- en büyük, başlıca ve yaman :l'h ne olduğunu iyice bilmiyor- Yavaş yavaş taş merdivenler- den indi hüu. de istemese de düğünü bi » Onu bir yabancının İlarr arasına atacaklrdı. Fakat 'hıı. — Pekil., Dmiyocıhi. F üphesiz her şey olup bitme- önce gene bu yüksek kale du- na çıkacaktı. O zamana ka- *Peyce daha kuvvetlenmiş ola- Mltdıvııılerı inmişti. Tam oda- doğru yü & ULUS KIZI | No.27 EEİ—'E'E:'"S_ kızarmış| yorum, — Evet... Sizden bac almağa gelmiştim, İlk görüşte hoşuma git- tin... O gündenberi deli gibi sevi- Ulcay, dişlerini yumruklarını sıktı. Gözleri kin ve nefretle par- ladı: — Babamı öldüren adam... Ba- bamı Hazar Hana fitleyen alçak!. Diye bütün gücüyle haykırdı. Sonra açılan pençelerini karşısın- | dakinin gözlerini ve gırtlağına u zatarak delirmiş gibi saldırdı. Bir boğuşma, bir gürültü... Koşmalar ve yere düşen bir in san gövdesinin çıkardığı tok ses.. Ulcay, soğuk taşların üstünde, göğsüne vurulan yaman bir yum- ruğun acısile inliyordu. Bu yumruğu Sösur vurmuştu. Lâkin iş bozulmamıştı. Bu azgin adam herhalde Ulca- yı istiyordu. Ulcay onun — savaş hakkıydı. Onu Hazar Han vermiş- ti. Onu hiç kimse elinden alamaz- dı: — Benim nasıl koca olduğumu şimdiden anladı, Bundan sonra el | kaldıramaz. Kendisini ne sanıyor | Böyle söyliyerek oradan çekil- di. Hazar Han bunları duyduğu zaman: — Hemen yarın düğünleri ya- pılsın!... Sosur gibi bir erkeğe sal- dırmağı göze alan bir kız, sapsağ- lam demektir. Zaten nikâhtan sonra her kocanın elinde ve onun lehinedir. Kadımtır böyle-ara sıra köpürmesi, köpüren kımız gibi ın:ık erlıeğın duyduğu tadı arttı- Uluy. bağırdı, haykırdı, tepın—ğ di, bayıldı ve ayıldı. Fakat hiç bi-| rinin faydası olmadı. Tugayın mavi gözlü, kumral saçlı, beyaz ve melek yüzlü kızı, | babasını öldürten adamı sevebilir mı Lâkin bunda sevmek lâfı yok- tu ki... Onun, savaşta yağma edi- len bir kısraktan, bir kürkten, bir tulum kımızdan ne farkı vardı? Kendisinin değil başkalarının di- leklerine kul olacaktı. S N e SOSURUN SONU ?.. O gün, Hazar Hanın, kendine kulluk edenlere bir av ziyafeti verdiği gündü. Ateşsiz ülkenin zavallı insan- lariyle dolan ırmak - temizlenmiş, daha çok genişletilmişti. Hazar Hanın ülkesini ateşsiz ülkeden ayıran duvarlar — daha yüksek ve sağlam olarak yeniden yapılmıştı. Kale kapısı tamir edil- miş ve mazgallar, kuleler baştan- başa düzeltilmişti. Kendisiyle halkın arasında bu- gün daha aşılmaz bir u;unımıın, bir duvarın meydana gelmesi, Ha- | zar Hanı sevindiriyordu. Yüz binlerce insandan uzak ve ayrı yaşamak onu hergün bir kat daha hodgâm, zalim ve kuruntulu yapıyordu. Şimdi de sık sık ölümü düşü- nüyor, kendi yerine geçecek çocu- ğun biran evvel doğmasını gör- mek suretiyle bu düşünceyi sav-| mak istiyordu. Artık isyanda bozulan yerler düzeltilmiş, her şey tıkırıma gir- mişti. Hemen yarın istediği gibi bir kız bulmak üzere ateşsiz ülke- | lıüyük Pasifik Okyanosunun orta- ŞÇ | fındaki kendi tebaası arasına a- HABBR Ak'uı Postası çe Hakiki bDİr Macera v Asıler AdâSl Türkçeye çeviren : Ahmed Ekrem Tefrika No. 1 HATLERTONEDE C SAD YERTETELDN. HAŞ KA önl BİZTESSSSİSETETEETETEDNN GERSEEASENESELEESEESERIEEEEERNENANAEENRENRENLAREEE Nİ Ası İngiliz bahriyelileri bu şirin adada hükümet kurmuşlardı Okuyacağınız yazıları, 1934 yılın- da pak adlarında istikşaflar yapan Fransız » Belçika ilim heyetinde, Fran sa Ulusal Kültür ve müstemlekât bakanlıklariyle Etnografya Müzesi- nin mümessili olarak — bulunmuş, Fransız âlimi Metraup anlatmakta. dır. Bir vakitler Piyer Loti'nin de uğ- ramış olduğu, Pak takım adaların- danPitkem adacığını coğrafya — ders- lerinde bile belki de okumuşsunuz- dur. Uesuz bucaksız, koca Okyanusun enginlerinde, çoğumuzun adını bile işitmemiş olduğu bu adacığın ne he- yecanlı bir macerası vardır! Bu macera, hayali korsan roman- larından daha sürükleyicidir. Kazan kaldırmak suretiyle gerçekten kor- san olmuş bir takım gemiciler bura- sını kendilerine yurt edinmişlerdir. Söylediğimiz gemiciler gelip buraya yerleşmeden önce Tahiti adalarıma baskın vermiş; oranın güzel kızlarını zorla kaçırdıktan sonra gelmiş ve buraya — yerleşmişlerdir. Adacığın şimdiki ahalisi işte bu korsanlarla kaçırdıkları kızların torunlarıdır. Beş altı günlük bir tefrika halinde ve yukarıda bahsettiğimiz Fransız â. liminin ağzından anlatacağımız — bu heyecanlı macera hakkında hakınız Ingilizlerin meşhur — Encyelopaedia Britannica'sı ne diyor: “ITST yılının sonunda deniz yüzba- şisi Willlâm Bligh İngiltere donan- masından Bounty gemisinin kuman- dasiyle Pasilik Okyanusuna — gönde- rilmişti, Çok sert tabiatı, gemide bir isyana sebep oldu. (28 Nisan 1789) bu- nun netlcesinde Bligh ile kendisine sadık olan 18 gemici açık bir şalapa- wa bindirilerek suların akıntısına be- rakıldılar. Bu apaçık salın üstünde 4000 mil mesafelik bir yolculuktan sonra Batavlaya vardılar. Asler ise Tahitlye döndü, Bu adada kalanlar sonradan yakalandılar, Bunların bir Kkısını ise Pitcatim adasına göç ederek küçücük bir müstemleke kurdular ve 1808 yılına kadar kimse onları bula- madı.,, “Şimdi sözü Fransız âlimine hıra- kalım: Tahitide geçen ihtiras ve aşk geceleri; Britanya — krallığının Bounty adlı gemisinde isyan; a - mirallığın her yere ulaşan — uzun kollarından sakınmak için arka - | da hiç iz bırakmaksızın kaçmak; damlar gönderecekti, Akşam oldu. Hazar Han, büyük salondaki tahtına kurulmuştu. Merasim baş- İryordu. O gece Sosur'un, bu açık göz ve ona göre pek yiğit olan as- | kerin murada ermesini istiyordu. | Sorguçi'ye baktı: — Nişanlılar nerede?.. Geç | kaldılar... Dedi. — Hazırdılar Hakanım. Mera sim başlasın mı? Hazar Han vezirin sorgusunu mânasız buldu ve dik dik baktı. Sorguçi emirler verdi. Sosur, sırtında pırıl pırıl yeni | elbiseleri, ayağında parlak çizme- leri, başında bol tüylü külâhı ile göründü. Bir adım gerisinde be- yazlara bürünen güzel Ulcay var- dı. Zorla yürüyordu ve ihtiyar bir adam ona yardım ediyordu. Merkator adlı Belçika — mektep gemisi sında cennete benziyen bir ada. nın bulunması; burada insanı çile- den çıkaran zevk ve safalar; ye- ni yeni vuruşma ve öldümeleı;, | sonra durgunluk ve büsbütün u-| nutulmak; günün birinde — bütün suçların bağışlanması ve nihayet yeni bir ulusun doğması.... İşte Mercator gemisiyle pupa- yelken Pitkern adasmın bütün te- rihi şu birkaç cümlede hülâsa e- dilebilir. Beş ay kalmış olduğumuz Pak adası, yolculuğumuzun amacıydı. Esrarengiz Paskuvanların mızar- larmı arayacak, kocaman heykel. leri ölçecek, akılları şaşkınlıktan durduran o heykeltraşların torun- larından, bu taşların nasıl taşın- dığını öğrenmeğe çalışacak ve a. dam oğullarının iki asırdır hayal. lerini yoran esrar düğümleriri çözmeğe uğraşacaktık. Fransanın teşebbüsü üzerine Fransa ile Belçika bu yolculuğun masraflarını ödediler. Biz de Bel. çikanın mektep gemisi Merkator. Ia yola çıktık. Ancak Pak adası, büyük Okyanosun cenup suların- da, insanların hayalini — kendine çeken biricik ada değildir. Burada hemen onun kadar kay- bolmuş ve çok daha küçük, kutru ancak sekiz kilometre tutan - bi- adacık daha vardır ki, — ihtişamlı mazisiyle en güzel bir hikâyeye mevzu teşkil edebilir: Bu Pit . kern adacığıdır. Pak adalarının eski yerlileri, | akıllara hayret verici medeniyet- lerine temel atmadan önce, aca - ba Pitkerne —uğramışlar mıdır? Yüksek kayalıkların eteklerinde şimdi okunamıyan izler bırakmış olan adamlar hangi ırktandı? İşte aylarca müddetle kendi kendimi- ze hep bu sorguları sorduk. Pax adasına en yakın toprak parçası olan bu kayalığa da uğramasay- dık, yolculuğumuzu tam manasiy- le başarmış sayılamazdık, doğru- su.. Bu kaya, adadan yalnız 3000 kilometre mesafededir. Koyu mavi ve çarşaf gibi dünı- düz bir denizin üstünde, çapkın mizle Pitkerne doğru yol alırken, asıl işimiz olan arkeolojiyi düşün- müyordum bile,. Aklımı daha zi- yade Baunty adlı geminin hariku- lâde sergüzeşti işgal ediyordu. De- mek ki, sıcak mıntakaların serin bir gecesinde işlenen bir cinayet, ortaya yepyeni bir ulus çıkarmış ha?.. Şimdi birçok kadın v> er- kekler var olmalarını bir tesadüfe ve bir şefin zalimliğina Bolçnie” luyorlar öyle mi?.. Sıkımtıdan biz- leri kıvrım kıvrım kıvrandıran bu çekilmez yeryüzünde cennet de . nilen bir köşenin de — bulunduğu doğru mu acaba? İşte geceleyin, ciğerlerime serin bir hava soka - bilmek için, gemimizin güverte - sinde oturmuş ve gözlerim engin Okyanosa dalmışken hep bunları düşünüyordum. Bir korsan yatağı Bizim kaptan üzüntü içinde... Denizcilik kitaplarının Pitkern a- dası için yazdıkları, hiç de — hoş değil.. Adacığın dört yanını kaya- lar çevirmiş, demirleyebilecek e!. verişli yer yok; koyların hepsi de aksi rüzgârlara karşı açık.. Demir alılsa bile kayıklarla karaya ula- şılamıyacak; hülâsa aklı başında ve kendi mesleğine saygısı olaa bir kaptan buralarda demirleme- ği düşünmez bile; dümeni kırdığı gibi sıvışıp gider, Ancak bilginin de kendine mah sus hakları var; işte bunun için kaptanından tutun da en küçük miçosuna kadar hepsi de bize yar- dım için ellerinden geleni yapma- ğa hazır duruyorlar.. Haydi size doğrusunu da söy- leyivereyim: Buraya bizi sürükle- yip götüren sebep sadece ilim sev- gisi değildi. Denizin eski tarihi bizim gemicileri sanki büyülemiş, onları dayanılmaz bir cazibe ile kendine doğru çekiyordu. Bu ge- miciler yurt sever ve disiplinli ki- şiler olmakla beraber, 1790 yılın- da kazan kaldırarat — üsi olmuş meslekdaşlarmın torunlariyle ta- nışmak istiyorlardı,