HABER'in Hikâyesi Adeta deli olan bir hain doktor var, Karısının bir ressamla seviştiğini farkederek onların başından bir oto- mobil kazası geçmesine sgebebiyet ve- riyor. | “Ah, ne güzel manzara olacak.. Onun âşıkını bu hale koymak için* hayatımdan birçok seneleri mem-| nuniyetle kaybederdim... Fı.lul buna da hacet kalmaksızın bey- | ninde istediğim ameliyatr yaptım| ve bu ameliyat mükemmel netice-, ler verdi. | “Hah, hah, hah... Yarın, evet yarın, Neron'un bile göremediği| manzaralar göreceğiz, onun bılı: hissedemediği vahşi duygular his- | ig sedeceğim. Doktorun şeriki onlan aşağı dc ğildi. Fakat, doğrusu, — vahşiliğin| bu derecesine irişemiyordu. Bu müthis fikre mani olmak i-! çin, yavaşça yerinden kalktı. Doktorun omuzuna elini koya - rak: — Dostum, beni dinle! - dedi - Plânını yerine getirmekten — vaz- geç... Bu iş, belki de hepimizin fe lâketine sebep olur... İşte, ressam, ,- artık bir ölüden beter... Bir insan, böyle yaşamaktansa çoktan ölüme| yazı olur... Teklifimi dinle: Fazla ileri gitmiyelim; herifi yok etmek- le intikama doy... Karını affet.. Her şeyi unut... Top gürler gibi bir sesle, dok -| * tor, haykırdı: — Sus! Şimdi seni de onun ha- Hine sokarım.. Bana hayatını med- yun olduğunu unuttun mu? Ya sö- zümü dinlersin, yahut hapis... İki-| ainden birini kabul et... Pi Böylesöyliyerek ayağa kalktı Muavininin üzerine yürüdü. Bu tehdit üzerine, herifin mer- hamet damarları kayboldu. O da efendisi gibi canavar kesildi: — Hakkın var, üstadım... İnti.- kamını istediğin gibi al... Ben de seninle beraberim! - dedi. llık bir .ünq.. hdmm soluk yüzüne vurmuştu,. Mari, yatağın ayak ucunda, ha- nımma gözlerini dikmiş, bakıyor- du. Kadın, gözlerini yavaş yavaş aç- tr. Dudakları kımıldadı: — Jorj!... Jorj!... Sevgilim, ne- redesin?... - diye söyleniyordu. Zavallı Mari, hantrmınımn sesini nihayet işittiği için sevindi. He - men telefona koştu: — Beyefendi... Gelin, gelin, ha- nımefendi ıözlennııçh! dedi. Sonra, yatağın başma döndü: — Hanmcığım, şükür, şükür... Artık kımıldadın... - diye genç ka- dının ellerini öpmeğe, sevinç göz yaşları dökmeğe başladı. Çok geçmeden, doktor, elinde bir ilâç şişesiyle yavaş yavaş içeri cümleler söyledikten sanra, ilâve etti - İç bakalım bu ilâcı... Artık kuvvet bulasın... Kuzenin de seni görmek istiyor. Kadmm, Jorjun ismini işitince ha- yat buldu. — Ah, nasıl Nerede?... - Çok Kasta mıydı?... İstırap çekti mi?... diye hayecanlı heyecanlı — sualler sordu. Doktorun vahşi gözleri kanlan- dı. Dudaklarını büzerek: — Yarın sabah göreceksin... O “da seni çok özledi, hanım! - dedi. izbandut Mari, müthiş bir endişeyle ba kıyordu, “Ah, yarabbi, acaba ne ola- cak?,, diye düşünüyordu. O da res- samın ne halde olduğunu bilmiyor- du. Yalnız başından ameliyat ol. duğunu ve kendisini — hususi bir pavyona geçirdiklerini söylemiş - lerdi. Heyhat... Kimsenin aklına ya - rınki facia gelemezdi. GBnludın puırdı Tabiat, hiç bir zaman bu derece güzel olma. mıştı. Gün, mavi ve yeşil renkle rin imtizacıyla donanamıtşı. Köy-! lülerin kimi bahçelere dıiılınış., kimi şehire gitmişti. Mari, hem hanrmını giydiriyor; hem de ona komplimanlar — yapı-| yordu. Sahiden de hakkı vardı: O s0- luk benzine yeni pembe penyuarı o kadar yakışmıştı ki... Güzelleş- mesine bir kat daha yol açmıştı. Genç kadımın kendi de bunun far- kına vardığı için, aynadaki aksine hayran hayran bakıyordu. Doktorla asistanı — içeri girdi. Kadına o da hayretle baktı. Bir şeyler söylemek ister gibi dudakla- rı kımıldadı. Fakat, — hülyasında korkunç şeyler canlandı: Doktor, onu mahvedebilirdi. Bir şey söylemeden deli gibi kaç- — Çabuk, Mariciğim, —aman, geç kalmıyalım... Doktorun peşi sıra — yürüdüler. Merdivenleri indiler. Bahçeye çı- krp hususi pavyona geldiler. Doktor, geri dönüp onlara bak- tı. Gözleri büyümüş, adetâ deli ha- li almıştı. Bekliyordu. Karısımı içeri aldı. Mariye: — Haydi, sen git... - emrini ver- di. Marinin ıoı.u, pavyonun kapr sanki aklı başından oynadı. Çünkü, gördüğü müthiş bir şey- di. Doktora söyliyecek söz bula- madı. Gözleri kapıya dikili kal- mıştı. Fakat yüzüne hızla kapa- nan kapı, aklını başma getirmişti. Deli gibi kendini sokağa atıp şehire koşmağa başladı. Ağzından şu sözler dökülüyor - du: — Yarabbi... Beni zamanında yetiştir... Polisleri getirebileyim... Demir kafes içinde, ne insana, ne de hayvana benziyen bir mahr lük vardı... Bu, tüyler ürpertici bir| ziruhtu... Saçları uzamış, tırnak- ları büyümüştü... Gözleri kan i - çindeydi... Yalnız şaşılacak bir şey yardı. O da: Bu mahlükun yüzün- de, doktorun çehresi nikab — gibi A| takılı duruyordu. Onu tanımak kabil değildi... Kadım, bu hali görünce — demir kapıya koştu: — Açmız!... Jorjeuğum! Sana ne oldu? Nen var?... - diye yum- tuklariyle demirleri dövmiye baş- ladı. Yavaşça kapı açıldı. Kadım, kendini içeri attı. Kapı- nın, arkadan kilitlendiğinin far - kında bile değildi. Sevgilisinin bir şey ifade etmiyen ölü bakışlar- Ia kendisine baktığıma deli oluyor-i du. — Beni tanımıyor musun? Ca - nım, beni istemiyor musun? - diye| HABER -- Akşııı Postası di ğ Fakat bunlarda şart, muhakkak her kıt'anın, yani her dört satırın üçüncü mısra: o kıtadan — sonra kıt'anın birinci satırında — aynen tekrarlanmak lâzım — olduğu gibi her krtanm son mısraları da kafi - yece biribirinden başka idi. Alm size bir çalgılı kahve ka - lenderisi: Derdügam, aşküsevda, Eyledi beni şeyda O güzelin yoluna Edeyim canım feda., * O güzelin yoluna, Saçım başım yoluna (yolunmakfan) Taramış kâkülleri Atmış sağ ve soluna * Taramış kâkülleri Gerdanda fülfülleri Sanırsın yanağında, Açmış cemnet gülleri z Buraya kadar biçimi, mânası, kafiyeleri iyi giden kalenderi son kıt'aya —geldi mi — diğer ve son kıt'ada o güzel şekil, o güzel mâ - na ve o hoş kafiyeler — bozulur, şöyle biter: Sanırsm yanağında, Küpeler kulağında Ayda ay yıl, ay yıldız, Mahicemalin mehtap! .. Bu, neden böyle olurdu acaba ve gerçekten bütün kalenderilerin son kıtaları hep böyle kafiyeleri bozuk, mânası anlamsız olarak mı biterdi?. Bu ciheti, henüz — sağ olup da bu işleri anlayanlardan kime sor - dumsa tam istediğim gibi bir kar- şılık alamadım. Yalnız bu işlerin en iyi anlarlarından ve geçen yıl (Halk bilgisi) - mecmuasında ba- zı maniler, koşmalar falan neşret- miş olan Otakçılarlı semaici Ce- vad diyor ki: “— Bunun neden böyle bittiğini ben de bilmem. Bildiğim bir şey varsa çalgılı kahvelerin kalende - rileri böyle yazılır, böyle okunur - du!.,, Kalenderi — denilen bu biçim manzumelerin — bir başkalığı da bunların mani, koşma, semai di - van gibi yalnız bir tek kişi tara - fından okunması, en aşağı üç beş soruyordu - Sana ne yaptılar! Ku: zum, bir kelime söyle! Onun dizlerine sarılmış, yalva- rıyordu. Deli, yavaşça yerinden kalktı. Kadımın güzel kafasmı elleri içine aldı. Bir baykuş gibi ona bakıyor- du. Dışardan bir ses geldi: — Ne duruyorsun?... Seni mah- veden kadın, seni bu hale koyan alçak karı budur... Onu tırnakla- rınla parçala... Deli, bunları duyunca: — Ya,.., Demek sensin?.. -diye insan sedasına benzemiyen bir ses- le haykırdı. Tırnaklarını kadının güzel boynuna geçirdi. Zavallı, acı bir feryatla sevgili- “inin zalim pençesinde bayıldı. Bir zaman, o perestiş ettliği gü- zel vücudu didik didik ediyordu. Bu tüyler ürpertici manzara, ku - durmuş doktora zevk veriyordu. Müthiş bir polis düdüğü dokto- TULUMBACİ EDEBİYATI Yazan : OSMAN CEMAL RAYGISİZ z kişi tarafımdan bir ağızla okunma- | sında idi. Meselâ meşhurlardan Üsküdarlı Vasıf, Acem İsmail, Zil İzzet, Çi - roz Ali, Arnavudun Mehmed filân bir araya gelip hep bir ağızdan kalenderi okumaya — başladılar mıydı bu pek eşsiz, menentsiz bir manzara halini alır ve dinleyenler baştan başa mestolurdu. Çalgılı kahvelerde önce işe ma- ni ile başlanırdı. Fakat, asıl ma- mi, koşma, semai faslı başlamadan önce muzika başlardı. Yukarıda yazdığım gibi bir klârnet, bir çı - ğırtma denilen ince tahta düdük, bir çifte nâra, bir darbuka, bir zilli maşadan ibaret olan — çalgık kahve muzikası en önce bir marş çalardı ve bu marş ekseriyetle a- lafranga marşlardan biri idi. Son zamanlarda İspanyol marşı de - dikleri bir marşla maçiç İspanyot pek moda olmuştu. Bu —marştan sonra ya bir polka, ya polka aya- rmda bir iki şey daha çalınıp niha- vent makamından kıyrak ve ala - frangaya yakın şarkılara, kantola- ra geçilir; daha sonra çiftetelli fi Tân gibi oyun havaları alaturka ba- zı halk şarkıları çalımıp - söylenir; bunların arkasından da kahve her taraftan gelecek misafirlerle filân tamamile yükünü alınca mani havası ile manilere başlanırdı. Ba. zan yarım, bazan bir saat kadar süren mani faslr çok defa alaylar. kahkahalar arasında bir takım a- tışmalar, birbirlerini bastırmalar, birbirlerini tehzil ve hicvetmeler vu yerinden sıçrattı,. Kendini kapı- ya atıp da polisleri görünce demir sürgüleri sürmek — istedi. Fakat geç kalmıştı. Polisler, içeri gir- mişlerdi bile... Onun için, doktor, kafese doğru atıldı: — Seni kurtaramasınlar... Pa - ralayım... Fakat, teşebbüsünü yerine ge- tirmeğe imkân hasıl olmadı. Te lâş ve korku, onda kuvvetten eser bırakmamıştı. Deli, bu sefer, bir| anda ona sarıldı. Altma aldı ve dişleriyle parçalamağa başladı. Manzara o kadar müthişti ki, po- lisler bile gerielmek mecburiyetin- de kaldılar. Komiserleri: — Aman kapıyı kapatm, kaç- masın | - diye emir verdi. Bır saat sonra, içinde üç cenaze bulunan otomobiller, villanım ka- pısından çıkıyordu. Zavallı Mari: — Ah, hanımcığım! - diye ağlı- yürdu. Yazan: B.'N. En son nesil mahalle tulumba cılarından Otakçılar sandığ! 30 NİSAN — 1835 4 içinde geçer. Sonra sırasi | ma, semai, divan, yıldız, kalenderiye geçilirdi. Koşmalar, semailer, yıldızlar, kalenderiler de aşk ve sevda olmak üzere her mevzudan hlllledllll" destanlarda ekseriyetle kı lıklar, hazin, feci ölümler, * harpler filân terennüm edili!"| Eski külhanbeyliğin biyatının (epik) kısmına cek ne kadar böyle vak'al hemen hepsinin bu kah rer destanı yapılmış ve bi hiddetler, tehevvürler, naralar, kâh ta ahlı, oflu ları içinde yıllarca okunu! miştir. Bu destanlar selâ şunlar vardır: €Giroz Alininölüm d bu bir çeşit mersiyedir, (5 Şükrü destanı) (yorganct destanı) (pamukçu İh destanı) (komiser Plü: destanı) (Feshanede m sında kalıp parçalanan At tanı) (Yemen destanı) (& lerin destanı) ki bu da bir © şin çok tuhaf, çok gülünç * rını, dalgalarını göstereri mizahi bir destandır. eskilerden meşhur (zı: tanı) bir zamparanın b rezalet ve muhnlıklıl' der. Bunların arasında de (Er — Avret) destant bu baştan başa evlenme we evlenen bir erkeğin nasıl kadınm patentasi diğini gösteren didaktik V* ) nına göre çok kuvvetli bir (D GENÇLİĞE A A , DÜLE Buıaı . TEMİN f ve Ademi İ giderir. Kezanclerde 50 yatı İstanbulda Adres: Galata