i Yazan: © Kadircan Kaflı Sahin'in öcü BÜYÜK DENİZ ROMANI No. 1 “Hurşid Bey de istanbuldaki kavuğu büyük, beyni küçük vezirlerin eşi olsa gerek..,, “kinci kısmın hülâsası İnebahti'da Markt dö Valeryonun ani bir baskını neticesinde esir düşen Şahin Rels ile karısı ve oğlu All, kü- çük kım Ayşe Valeryonun gemisinde diğer esirlerle birlikte götürülürken müthiş bir fırtına çıkıyor. Geminin kurtulması için yükünü hafifletmek- ten başka çare yoktur. Bu tedbirleri Türk esirlerin! denize almak suretiy- le tatbik ediyorlar. Bu arada Şahin Reisin karısı da denize fırlatıp ; atılı | yor; âkibeti meçhuldür, öldü mü, kat dı mi bilmiyoruz, Şahin Reis Venedik gemilerinde forsa diye çalıştırırken çocukları Ali ve Ayşe esir pazarında satilıyor- lar, Ayşe cariye olarak yetiştiriliyor. Ali ise bir meyhaneci larafından #a- tın alınıp uşak gibi çalıştırılıyor, bin türlü tahkirlere uğruyor. Zavallı ço- cuk müthiş eziyet çekmektedir. İyi yürekli bir Venedik asılzadesi haline acıyarak bu zavallı çocuğu yanına & larak evlâd gibi yetiştiriyor. Ai bu sırada, bulunduğu şatoya gelen baba- sının düşmanı Marki dö Valeryonun küçük kızı le tanışıyorlar, iki çocuk arasında birbirlerine karşı bir sempa tü uyanıyor. Ali, on üç yaşına gelince artık ba- basını kurtaracak bir çağa geldiğini düşünüyor. Himayesinde bulunduğu ailenin yanından kaçarak Venediğe gidiyor. Şahin Reis bu sırada Vene- dikte forsadır. Tersaneye girmenin yolunu bulan küçük Ali babasını kur- tarabilmek için, önce onun arkadaş larını kurtarmağa karar veriyor. Ve bu kararını bir gece onların forsa bu- lundukları bir gemide yangın çıkara- rak telâş uyandırmak suretiyle tatbik ediyor. Ve babasının eskt arkadaşla riyle birlikte küçük bir sandalla ka çıyorlar. Nihayet bin türlü macera- larla evvelâ bir balıkçı yelkenlisi, son ra bir Venedik ticaret gemisini zap- tediyorlar. Şimdi “Ali Reis,, olan Şa- hin Reisin genç oğlu artık bir gemiye sahiptir, İnebahtıya uğradıktan sonra babasını kurtarmak üzere sefere çıkı- yor. Bu arada Şahin Reisin artık bi- yümüş ve güzelleşmiş olan kızı Ayşe, bir İtalyan ismi altında, cariye diye satılığa çıkarılmıştır. Bir limanda t& sadüfen onu gören Şahin Reisin ka- rısının eski küçük hizmetçisi ve şimdi Ali Reisin leventlerinden Kara Yu sul genç kın beğenerek satın alıyor. Iki genç birbirlerini seviyor. Kara Yusuf aşk yüzünden her şeyi unuta- rak korsanlık âdetlerine aykırı bir iş yapıyor: Genç kızı gizlice gemiye alı- yor ve kamarasına gizliyor. Ali Reisin gemisini bu dakikadan itibaren garib bir uğursuzluk kova- lamaktadır. Yolda bir fırtınaya ya- kalanarak epeyce | hurpalanıyorlar. Tesadüf ettikleri büyük bir düşman gemisiyle yaptıkları çarpışmada da geminin direkleri ve dümeni kırılı- yor. Tatlı su sahrınçları delindiği i- çin gemide susuzluk tehlikesi de iş gösleriyor, Gemide Kara Yusufun bir kadın gizlediği öğrenilince sinirleri gergin olan leventler Kara Yusufa müthiş hiddetleniyorlar ve onu asmak sure tiyle cezalandırmağa karar veriyor- lar. Bu kararlarını tatbik edecekleri srda, yaralı ve baygın olarak yat- makta olan Ali Reis aylarak bır işe mani olüyor. Ve karar veriyor: Kara Yusufun getirdiği genç kaz ufak bir sandala konularak engin denize bi rakılacaktır, Zavallı delikanlı açık denize bı raktığı kızın kardeşi olduğunun far- kında değildir? Çolak Mehmed Marki Valeryonun İnebahtı'ya baskm yaptığı (geceden bir kaç gün önce idi. Birasker koşarak Avlonya Beyi Çolak (Mehmedin odasma koştu: > Hursid Bey geliyormuş, Ta - marentaya varmış. Bugün, güneş batmadan evvel burada olacak - mış!,, — Kim söyledi?. — Haber vermek için adamla- rından birini göndermiş.. — Nerede?. — Dışarıda... Çolak Mehmed bileğinden ke - sik olan sol kolunu boşlukta sal - ladı.. Bu, onun omuzundan aşağı- ya sarkan, kalın bir ağaç parçası gibiydi ve kızdığı yahut sevindiği zamanlarda, sıkılacak (yumruğu olmadığı için böyle sallanırdı .. Acaba şimdi kızdı mı, oyoksa sevindi mi?. Çolak Mehmed sağ eliyle kay - tan bıyıklarmı sıvazladı, gözleri- kırptı.. Odanm © içinde bir aşağı bir yukarı dolaştı ve şöyle söylen- di: — Hurşid Bey de İstanbuldaki kavuğu büyük, beyni küçük ve- zirlerin bir eşi olsa gerek... Sözüm ona, karşı çıkayım diye bana tam vaktinde haber yollıyor... Hem de kendi adamlariyle.. .. , Canı sıkılmıştı... Çünkü Avlon- yaya geleli henüz üç ay olmamış - tı Buzenginvebüyük şehirde, bu kale ve bu limanda, onun için yapılacak çok işler vardı. Burada Akdenizin en yiğit Türk leventle- rini toplamak, güzel bir donanma yaratmak, Şahin Reisle anlaşarak “Venedik'e kadar akınlar yapmâk istiyordu... Az zamanda, kancık Venedik'lilerin kafalarma bir var- diyan tokmağı gibi inecek, parça- layacak ve dağıtacaktı.. Bu işe de hemen başlamış, Şa - hin Reise ilk haberleri çoktan w- çurmuş, ondan iyi cevab almıştı .. Venediklilerin o srralarda İstan - bul hükümetiyle temelli bir anlaş- ması da olmadığı için meydan boş ve geniş demekti. O Şahini eskiden tanırdı.. Ya - kından görüşmek kismet olma - mıştı, fakat yiğitliklerini, akınla - rmı işide işide kulakları dolmuş - ta. Böyle bir sancak beyiile komşu düştüğü için kendini mes'ud buluyordu. Yazık ki (bütün bu hülyalarm üstüne kara bir perde örtmek, hattâ onları kara toprağa gömmek lâzım geliyordu. Çünkü birdenbire kendi yerine Hurşid Beyin gönderildiğini, he - men yola çıktığını haber almıştı. O da Navarin'e gidecekti. Zaten İstanbulun bunak vezir - leri hep böyledirler.. Nerede zen- gin ve güzel bir sancak beyi varsa | onu ya hasekilerin (o yakınlarma, yahut vezir oğullarına verirlerdi . Onlar da, buralarda, İstanbuldaki vezirler gibi halktan bol bol para toplıyorlar. Şatafatlı konaklarda dünyanm tadmı çıkarırlardı. Türk leventleri gibi azgın fırti - nalara göğüs gererek düşman yü - reklerine korku salmayı, Türk adi- ni ve Türk bayrağını yükseltme - yi düşünmezlerdi.. Çolak Mehmed şimdi kızdığını açıkça gösteriyordu.. Çolak kolu daha hızlı sallanı - yor, adımlarmı sıklaştırıyor, döşe- meleri sarsıyordü.. Emrini bekliyen askere döndü: —bPeki!., Git!.. Kara Veliye mo — Korkmayın! rek kalmadı. Benim büyük profesörüm Esoes insanlığı kurtaran formülü buldu. Ben de ondan yaptım. Hepsini bi- Tiyorum. Bakınız, inanmazsanız söyle, bölüğünü alsın ve karşıya erimi bili ke bi çıksın!., Asker hem gitmek istiyor, hem de gidemiyordu.. Yoksa kulakları mu?, Çolak Mehmed bağırdı: — Duymadın mı?. — Şey... Duydum amma.. $€Yu. — Anladım. Eski sancak bey » lerinin, yenilerini kalenin üç beş saat ilerisinden © karşılamaları â- dettir. Fakat ben bu âdetiilk o- larak bozuyorum... Haydi, çık di- yorum sana!.. Asker hemen çıktı... Çolak Mehmed pencerenin ö- nüne doğru yürüdü.. Yüksek kale duvarlarının dibinde, bir kaynaş- ma ve bir oğultu (içinde duran şehre, güzel ( limana, limandaki gemilere baktı., Uzun uzun içini çekti. O sanki bir baba idi ve ilerisi için büyük ümitlerle ( bağlandığı oğlunu sanki o gün kaybediyordu. Akşama doğru Hurşid Bey üç yüz atlı ile şehre girdi.. e Yüzü a- siktı.. Sırmalı elbiseler giymişti... Altında yüksek ( boylu, kara bir Macar atı vardı. Yollarm iki ta « rafına dizilen ahaliye tepeden ba- kıyor, onların selâmlarına ve “Ya- şa!,, seslerine başmı arada sırada biraz sallıyarak karşılık veriyor - du. Arkasmda kendisi gibi srrmalı ve mağrur adamlar geliyorlardı. Bunlar, vekilharcı, hazinedarı ve saire idi. Son yıllarda Osmanlı devletinin her sancak beyi, gittik- leri yerlerdeki bütün büyük vazi - felere kendi yakınlarını koyuyor » lar, böylelikle halkı mümkün ol- duğu kadar daha çok soyuyorlar - dı. Halk, Çolak Mehmedin sadeli- ğini, adaletini ve yiğitliğini az za- manda anlamış, onu sevmişti. Şimdi Hurşid Beyin gelişini elbet büyük bir sevinçle (karşılayacak değildi. Çolak Mehmed, Hurşid Beyi kalenin iç kapısında karşıladı . O- na sadece: — Hoş geldiniz!.. Dedi... Sonra biraz ötede duran evini” lerden birine bağırdı: — Heeee... y!.. Hamza!.. Gem? hazır mı?, — Hazırdır reis!.. — Haydi, arkadaşlarla beraber hemen oraya git,demiri aldır, yelkenleri aç ve beni bekle!. Şim- di geliyorum.. Hurşid Bey bu sözlere alık alık baka kalmıştı.. Ne oluyordu?. Nereye gidiyordu?, Çolak Mehmed onun yüzünde, yüreğinden geçenleri okumuştu : — Hemen şimdi ( gidiyorum.. Hava güzel!.. Bir haftadan evvel Navarin'de bulunmalıyım.. — Fakat... — Biliyorum, kalenin teslimi işini yapmak için kalmamı istiyor- sunuz!.. Lâkin vaktim yok... İşte kale, işte askerler ve işte dışarıda halk ve şehir... Hepsi de yerli ye- rinde ve umduğunuzdan daha iyi. dir... o Zaten buraya geleli üç ay oldu, ha gelmişim, ha gelmemi - iyi işitmiyor | omuzundan — Profesör Mazhar Osmanı ha | dirileceğim. Kendisini boğmağa başladı. O- mikro bir feryad kopardı. Sana- toryum müdürü: — Karkmayın, dedi. Ölmez ki boğulsun. Kaç kere böyle yaptı. Bir kere dilimeyegörsün, artık ö- lünmiyor. Omega ne kendini boğabiliyor, ne de ölebiliyordu. Biraz uğraş - tıktan sonra: — Gördünüz ya, dedi. Kendi - mi boğdum, öldüm, ve dirildim. — Beni tanımadın mı Omega? Ben, senin profesörün, arkadaşın Esoes değil miyim? Donuk gözlerle bakarak: — O, güzel, iyi yütekli Omor- fonun yanında kaldı. Zeus söyle - di; —Ben Omorfoyum. Beni de mi tanımadın? — O, büyük, iyi yürekli, insan- lığı kurtarmağa çalışan profesö- rüm Esoes'in yanında uzandı. Om'kro haykırdı: — Ya beni? Ya beni? Ya O. mikroyu da mı tanımıyacaksın?! Delinin gözleri parladı, dudakları titredi ve parlıyan gözleri bir ya - na kayarak, parmağını yüreğinin üstüne koydu: — O mu? Om'kro mu? O.. Bu. rada yaşıyor! Omikro, delinin iki tm ya tırla! Çabuk! Sana emrediyorum! iy | 2 İncik Alma ve başka dile çer?! 8 Devlet yasasınca koruut*” paviyonlar.. uzaklarda. 4 ler.. kubbelerin kenarlarmd4 ” sivri ince kaleler görüyoru” tüne gömüyorlar.. Kalabalık gömüldüğü yere yüksek, bronzlu bir taş dikiyorlar.. > Sonra bir gün başımın ağırı niyor.. Ooh! Ne rahat. bir baş.. Çok iyi şey.. Bana diyorlar. Ben mi öldüm? Be? | mem! Profesörümün aşısını £ yaptım, Omikro yaşadıkça» de yaşayım diye.. Bu hırs profesörüm, yüreğime bağı$"! Omikro, deliyi uyandırdt. fesör Esoes sevincle ayağa 8” Sanatoryum müdürüne: v — Mazhar Osmanı bulduk!” di. Şimdi bize söyleyin, biz * deyiz? Ona göre İstanbulun kırköyünü harita üzerinde lm, — Siz, şimdi Yeşilbucak'f” nız. Yeni dünyada harita y©” Fakat Sanfilovizyon var. her yeri görürsünüz. Kalktı, karşıdaki kara cam hanın kenarındaki düğmeye tı. Dünyanın bir çok man sinema filmi gibi geçmeğe va dı. Hiç biri İstanbulu tanp dılar. Yalnız Halicin, Marmaranın çizgilerinden b olduğu seziliyordu. — Biraz sola, biraz yana, aşa! Durun! Evet. Bakırk© burada olması gerek. Hava şimendiferleri işliyof sanlar gel'p gidiyor, tek nalar uçuyor, atlar havada ve” hiklar caddelerde dolaşıyor.” Sanatoryum müdürü söylü) — Bu kadarını bulmak yö! Gi Ben öyle istiyorum! Hatırla! Ha « | Yeşilbucak danış bürosuna sö tırla! leriz, o bize profesörün âbid€ Deliye bir dermansızlık geldi, | buldurur ve altından kendisi” Kolları sarktı, gözleri kapandı, ttredi ve mırıldanmağa başladı: — Profesör.. Mazhar.. Osman.. karıp buraya getirtir. İçeriye güzel, pek güzel bir san girdi. Yalnız ağzı biraz.. Evet.. O iyi bir insandı., Benimle.. | değil adamakıllı büyüktü, Bs Çok uğraştı.. Ama başım. Ağrı. | fif esmer, güzel insan geldi, 9“! sını geçiremedi.. dakilerin avuçlarına üçer — Daha hatırla! Öyle istiyo. ! damla, kolonya gibi bir su rum ! — Evet. Beni bir demir kafes- li bodruma attılar, Sonra bir gün.. çıkardılar,. Uzaklara götürdüler. zaman geçti.. Oradan da aldılar.. Bir deniz kenarı.. Ağaçlı, temiz gitti. Sanatoryum müdürü: — Bu damlaları koklayını#” di. — Kolonya mı? — Hayır, ay yemeği. (Devamı © e şim, ikisi birdir. Hurşit Bey bu deniz kurduna tuhaf gözlerle, biraz da dudak bükerek bakıyor, şöyle düşünü - yordu: — Ne olacak? Baldırı çıpla- çın biri... Avlanya gibi zengin bir sancak beyliğini yapabilmek için Enderunda okumak lâzım.. Bu ise kim bilir hangi gömleksiz balıkçının oğlu vekim bilir hangi denizlerin serserisidir. Çolak Mehmed bu bakışların ve bu dudak bükmenin manası- nı anlamamış değildi. Bu, onun bir an evvel oradan ayrılmasına sebebp oldu. Elini Hurşid Beye uzattı. Onun bir kadın eli kadar taşıyan yumuşacık elini nasırlı ve demir avuçlarında o kuvvetle sıktı, salladı: — Hoşça kalm!,. Rüzgür'git- tikçe güzelleşiyor ve kıbleye dö- nüyor, Bizi çağırıyor sanki... Hurşit Bey omuzunu (o biraz kıstı. ENi fena halde acıyordu. Bağırmamak için de dudağı- nı ısırdı ve yüzü buruştu. : Çolak Mehmed ilâve etti? , — İstanbuldaki koca kav”. kuş kafalı vezirlerin dei kadar kıt değilmiş. göre iş veriyorlar, Seni ve konaklarda kuş tüyünden 7#, tıklara, beni de ya ie lerde ıslak halatların, karta! rekli leventlerin içine eğ yorlar, Hoşça kalın!.. Etraftaki askerlere, kadi” hocalara zabitlere döndü: — Hoşça kalın ağalar!” Diye gür bir sesle ha Ve toprağı sarsar gibi seri” yürüyüşle çıkıb gitti Hurşid beyin yanındaki i dakçılardan biri onun ku' doğru eğildi: — Bu, yalnız çolak eğil az da deli!... i gö — Hurşid abdal abdal dü: — Hem de zır delil Dedi. (Devam