— Kaptan Menitelli mülâzim 4 BÜYÜK DEN — Şahin Yavrusu —- l Yazan: Kadir Can İZ ROMANI i Ro.33 Ali reis mülâzım Paolino rolünü mükemmel yapıyordu O sırada sahile düşen Venedik! gemisinin dibinde zavallı ganç bir mülâzimin ölüsünü gördüler. Onun elbiselerini Ali Reis giyindi. Silâ-| hını taktı. Diğer arkadaşları da | tam Seo açıkta göründüğü sırada| yalancı mülâzim Paclinoya hücum eder gibi yaptılar. Seo yaklaşmağa başlayınca kaç- mağa başladılar. Sonra da ya- kalandılar. Ali Reis artık on yedi, on sekiz yaşında olduğu için iri, dinç ve kuvvetli bir delikanlIı olmuştu. Dal, maçyada, pek uzun süren yolcu —i Tukta ve kaç aydanberi yaptığı ba-! İrkçılıkta epeyce şeyler daha öi-î renmişli. İtalyancayı bir İtalyan kadar güzel konuşmak, onların idetleri-' ni bilmek, Venediği tanımak, onun , çok işine yaramıştı. Mülâzim Pao- Hino rolünü öyle kusursuz yapmıştı ki, şimdiden kaptan Manitelli bü- tün gemiyi onun eline brrakabilir- di. O kadar inanıyor ve güveniyor- du Şimdi ikinci kaptanım kamara- sında yatağa uzanmış, kendisinin misafir, dokuz arkadaşınm da esir olarak bulundukları bu gemiyi na- sıl ele geçireceğini düşünüyordu. Bunu şöyle kaba taslak bir şekil- de çoktan arkadaşlariyle beraber| görüşmüştü. Fakat bir de kimseye çaktırma- dan bitirmek lâzımdı. Plânlarını geminin şekline, kaptanların, tay- faların huylarına, yaşayışlarına uy durmak kolay değildi. Akşama doğru kurumuş olan el biselerini getirdiler. Giyindi ve dı-| şarı çıktı. Hâlâ dalgındı. İtalya sahillerine yaklaşmadan, hele yolda — başka düşmam gemilerine raslamadan (8- | vel bu işi başarmak Jâzımdı. Yazın sabah doğacak olan güneş, Seoyu Ali Reisle arkadaşlarının pençele- rinde görmeliydi. Güverteye çıktığı zaman hâlâ dalgındı. Kaptan Manitellinin se - siyle silkindi. — Bana sera, Sinyor Paolino!.. Nasıl, rahat etitiniz ya?... — Çok teşeklür ederim muhte- rem kaptan!... O kadar rahat ettim ki, kendimi Venedik'de, nişanlı - mam yanıbaşında zanrettim... j Kaptan manalı manalı gülümse- di: — Yaasaa!... Nişanlın da var ha! Öyle ya, böyle güzel delikanlıyı Boş bırakırlar mı hiç?... Kimbilir seni ne kadar seviyor?... Kimbilir kavuşunca ne kadar mesut olacak. sınız?,.. — Evet!... Öylel... — Nişanlın güzel mi?. Nerede| oturuyarsunuz?.. Annen, baban| var elbet!... Kaptan Manitelli uzun uzun 30- ruyor, genç mülâzimin bütün ha-| yatmı öğrenmek istiyardu. Sonunda elini Venedikli mülâzi- | min omuzuna koydu: — Bu alkşam sizi yemeğe davet ediyorum... Bizirn Karloya söyle - dim, bütün ustalığını harcasın ve sizin hoşuruza gitmeğe çılqım!..l Köğer bunu becerirse ona Venedik- de tam bir tane dülta altımı vere- ceğlm!... hei linonun koluna girmişti: — Güzel şarabım var... Kıbrıs- dan aldım... Tam otuz senelik. Sen hiç Kıbrıs şarabı içmedin mi?... Tadma doyulmaz!... Tıbkı nişan- hlar gibi... Kaptanın son sözleri üzerine genç mülüzimin durgun gözleri bir denbire parlamıştı. Akşam yemeği, şarab... Kendi kendine şöyle düşündü: — Acaba sofrada kaç kişiyiz!.. Mümkün olsa da bu otuz senelik nefis şarabı forsalarla kendi arka- daşlarımdan başka, gemidekilerin hepsine bol bol verebilsem!... Kim bilir ne kadar sevinirler?... Kendisinin içmemesi lâzımdı: — Muhterem kaptan!... Sofra - | sını genişletiyor. nızda bulunmak hayatımın en me - sut hatırası olacaktır. Yalnız ben | kendimde hem biraz rahatsızlık hissediyorum, hem de şaraba pek © kadar alışık değilim!... On dört gündenberi ıslak bir halde, çok ü- şümüşüm!... — Şarab en güzel şifadır... O- nu içince hiç bir şeyiniz kalmaz.. Kamaraya inecekleri sırada Karlo önlerine çıktı: — Muhterem sinyor, sofrayı kıç kasarada ve güvertede hazırladım. Bu güzel havada kamaraya inilir mi? Ay da var... de gece yarısına yorlur kadar devam | mülâzimin gözlerinde ye- niden bir şimşek çaktı: — Aferin Karlo... Ben istesey - dim bu kadar olmazdı. Burada et - rafı daha iyi kollarım ve gemide- kilere ikrarada bulunmak için her birini ayrı ayrı aramak lâzım gel- miyecek... Sofranın güverteye hazırlanmış olması kaptan Manitellinin de ho- şuna gitmisti. Yalnız Benitto —ne zamandanberi somurtkandı. Yok- sa bir şeyler mi sezmişti?.. Sofraya oturdular. İki kişi karşı karşıya idiler. Mülâzim Paolino biraz ileride Kefalonya sahillerine bakan asık suratlı Benittoyu gösterdi: — İkinci kaptan niçin gelmiyor? Rica ederim muhterem sinyor Ma- nitelli!... Onu da çağıralım... Bu- radan geminin her traafını görü- rüz. Deniz durgun, rüzgör iyi ve her şey yolunda... — Fakat!... — Hayır, hayiır!... Beni kırma- yın!... O da gelsin!... Hecey! Sin- yor Benitto; stoframıza şeref ver- mez misiniz » Cenç mülâzim ayağa kallkımış, v kinci kaptana yer gösteriyordu. Karlo hemen iskemleyi getirdi. Sanki orada ziyafeti çeken Mani- telli değil, Paolino idi. Beanitto, gülümsiyerek yaklaştı. Demek ki suratını asık olması bir şey sezdiğinden değil, şarab i-î çemiyeceği içinmiş!... Ali Reis geniş bir nefes aldı. Çok geçmeden güneş, beyaz yel-| kenlerin üzerine kızıl bir ;ülıe[ vurdu. Sonra bu renk gittikçe sol-| du ve karardı. Kalabriya sahille-| rinde denize gömüldü. Şimdi taşkm ve beyaz bir ay - şığı, durgun denize gümüş pullar döküyor, sularda ışık oyunları ya- (Devyamı var) — | Mehtab bugünler| , HABER — Akşam Postası Ingilizce dersleri Müellifi. ömer Rıza —3 'The tall man, who carried a stick in his hand, hit brutally the poor bittle frightened boy, who aid not hing to defend hunicelf, Bu cümleyi tecrüme edelim: Uzun boylu adam, gene elinde bir değnek taşıyordu, zalimane vurdu, zavallı küçük, korkan ço - cuğu, ki kendini müdafaa için bir şey yapamıyordu. Bu cümlede The tall man, who carrieda stiek in his hand. Onun fail kumudır. Yazanı Aka Gündüz | — *Yo-49 Odasında ayna yoktu. Fakat gözleri masa üstündeki elektrik lâmbasının reflektörüne takıldı. Parlak madenin içinde bir pamuk yığını içinde kehribar sarısı bir. yüz gördü. Bu sarı yüzde iki kap: vara göz şmlayordu. Kül rengi du- dakları biraz kımıldadı. Gözleri sola kaydı. Hesapladı ki — bugün yetmiş dört yaşındadır. Bu sayıdan acı duymadı. Fakat duymadığı acı kendi payına idi. İnsanlık pa- yına çok derin bir acısı vardı: Ül- | küsüne erişmeden ölürse! Tecrü- Burada asıl fail man kelimesi.| belere yeni başlamıştı. Bu işi bitir- dir. The tall onun münasını geniş.| meliydi. letiyor. İnsanlığı ölümden kurtarmak Who carried a stick in his hand.| işi-. Yani “ki elinde bir değnek — taşı- İçi titriyor, dudakları titriyor, yordu,, kelimeleri de onun mâna-| elleri titriyordu. Ülküsü büyüktü, evrenseldi. İn- sanlar ölümden kurtulacak, boğaz Taşmalar ortadan kalkacak, ulusal sınırlar kalmıyacak, her şey düze- lecek... Geçen kırk beş yıl içinde ne - ler olmamıştı. Cenevre harbin ö - nüne geçeyim derken, dağılmış ve kendisi harblerin ortasına atılı - vermişti. Ortalık on beş yıl kadar| uslu oturabildi. Fakat 1935 yılının ilk gününden sonra yeni bir azgın- lık başladı. Kapı tıkırdadı. f İyi giyinmiş, çok güzel bir kızl: kötü giyinmiş, çok çirkin, kanbur Omikro içeriye girdiler. Kanbur saygılı, saygılı sırıttı: —A, Bt eet 33 OU triyoloğ ve elektronoloğ Zeus'u tanıtırım. Doktorasmı hazırladı. Sizin yanınızda çalışmak istiyor. mumya gibi dinliyordu. Yeni ta - nıştığı yeni Zeus, yeni bir Zeus de . ğildi. Bu ince, uzunca boylu kızı o, gçoktanberi tanıyordu. Şu karşısındaki kız şimdi neden altmış dokuz yaşımda değildi de yirmi yaşındaydı. Yoksa yaradı - lışın bir gizli eli eski Zeusu hiç mi kocaltmamış? Hayır! İnsanlar iyi- İikleri, kötülükleri ile birbirlerine benzedikleri gibi boyları, pusları, yüzleri ile de birbirlerine benzeye- Fail bu. Fil “hit,, kelimesidir. brutaliy yani “zalimane,, fiilin mânasmı gevişlettiği gibi who did nothing to defend hunicelf kelimeleri de mef'ulün mânasını genişletmekte- dir. İngilizcede kelimeler çok çalış- tırılır, kelimelere çok iş gördürü- lür. Yani bazan bir kelime bir kaç mânayı anlatır. Veyahut sözün bir kaç çeşidine girer. Meselâ ba- zı fiiller, hem lâzım olarak kulla- nılır, hem de müteaddi olarak. Meselâ: (1) John is burning the weeds Yani (Jon, bahçede sazları ya- kıyor). (2) The weeds are burning. Yani “sazlar yanıyor.,, Birinci cümlede weeds mef'ul- dür. Ve fiil müteaddidir. İkinci cümelede mef'ul yoktur. Onun için fiil, lâzım sayılır. Demek ki fiilin müteaddi olup| olmadığını cümledeki — kullanış gösterir. Biz s&zün başında fiilin — fail hakkımda bir şey — söyliyeceğini,| yahut ona bir şey yapıldığını anla- tacağını izah etmiştik. Meselâ şu cümlelere bakalırı: (1) The boy hit the boll. bilirler. Çocuk topu vurur. —Olşır, genç arkadaş: Sn de o- (2) The boy is hit bythe boll. | ter Omikro! Çocuk topla vuruldu. Bu iki cümlede de çocuk “boy,,| — (Uzunca bir saat başı) faildir. Fakat cümlelerden her bi- p yi rinin mânası ötekinden apayrıdır.| — Esoes, genç kızın yüzüne baka- Her iki cümlede çocuk bakkmda| TYarak mırıldandı: bir şey söyleniyor. Fakat birincil — — Kimin, kimsen yar mı? cümlede mef'ul var. Ve çocuk to-| — — Bir ihtiyar dadım var pu vuruyor. Halbüki ikinci cümle "';:Nllı baban? de fail, ayni zamanda mef'üldür.| — — B.ıi:ılüu'm—, Çünkü is hit fiilinin mef'ulü, ço-| — — Evıt..d“'u Hai Dü edeelir ürsm aeti Bark ll DRRARLAİ LN GA her nasılsa or- lin şekli göstermektedir. srtada . — Bir kaza olacak? Cümledeki fail, vazifesini yap -| — —.. Hayır.. Bir harb. tığı ve bir işi ifa ettiği zaman onun| —— 277? 3 fiili actiwe (ektiv) “malüm,, olur. Fakat fai! bu vazifeyi yapmıya- Genç kız iç çekişini gizlemiye - rek tane tanc söyledi: rak ona dair bir şey söylendiği za.| — — Almanya, Avusluryayı ken- | man fiilin passive (pasiv) meçhul | olduğu söylenir. Bu bahisten zaman bahsine ge- çebiliriz. Onun için evvelâ şu cüm- leleri okuyalım: (1) The boy is eating the cake.| ae (2) The boy ate the cake. nı anlatır. (3) The boy will eat the cake, İkinci cümlenin mânası: “Ço - Bu üç cümlenin birincisi “ço-| cuk keki yedi,,. Buradaki ate yedi,! cuk keki yiyor,, mânasındadır. Bu| demektir. Ve fiilin geçmişte vuku radaki “is e ating,, — (yiyor) ço-| bulduğunu ifade eder. AT 5000 | ci — * 228Birinci kânun 1934 * ieeet) — Alma ve başka dile çevirme| Devlet yasasınca koruludur. kültenin ilk sınıfındaydım. bamla annem Milânoya gitı di. Orada uluslararası min kongresi toplanmıştı. ngre ikinci başkanı olan babam, ken annemi de götürmüştü. teyyare hücumunda bütün kı üyeleri ile beraber zehirli gaz İf balariyle boğulmuşlar... Rom alınan harb tazminatından bizle bol bol ikramiyeler verdiler. şey, annemle babamın ö piyasa farkmı gözeterek şatım dılar! Ben bugüne kadar la yaşadım. — Baban mimar miydi? — Adı mimar profesör — Senin adını kim koydu? — Babam, Benim bir baba nem varmış. Adı Zeus'muş, çok küçükken ölmüş. Onun bana vermişler. — Sen Zeus'un torunu mu ğüm yok. Söyle bana, niçin b yanımda çalışmak istiyorsun? — Bu enstitünün adı için.. dmın Zeus olması beni çekti. Buranın başı da si Omikroya yalvardım. Dolktı verirsem profesör beni eristitüyt' lır mı? Bir danış dedim. T ederim, beni buraya onaydınız. — Hangi kolda çalışmak — Bilmem.. Siz Hadrısa; Ver saşanıtga en Çok $i İışan bir kolda çalışmak - istiy? rum. — Benim lâboratuvarım bir #| — zar gibidir. Dış yaşayışla hiç b lişiği yoktur. ; — Dış yaşayışla benim de b lişiğim yok. Bizim evimiz de süf bir mezardan başka bir yer def| jiçinden seyrediyordu. | Büyük Esoes ona ne demişti? — Miskin! Cici miskin! E EFEZE Vai AA ta Y | b & ) 4 a k ı : , * h sen güzel, pratik bir sevgi forrt” | " bulabilirsen torunumun ilk kr7” sana veririm ! İ Bu şaka başka bir yoldan ve eksiğiyle gerçek olmuştu. To nun ilk kızına yetişememişti. A”| işte ilk torunu eski miskinin k! sında duruyordu! * (Devamı var V A| H n | | İ DA NŞ -e233 Epanunlap n_,x,,— | yez iede 21499 ;/_/w evrep vepader £ YESRL MN ĞAYAT | vî&)' * eee B C CİCİ DUDAKLIK| Dünyanıa en sabit , dudak boyası, | FARUKİ'nin CICI D altığıdır. Hiç bir te MüZ <t t Mezat dudakta kalır. k kolaydır.