4 BÜYÜK DENİZ ROMANI (| — Şahin Yavrusu — Yazan: Ali, forsaların yanına giderek | Türklerle konuşmıya muvaffak olmuştu Ali, en sonra istediği yere gel- mişti. Birdenbire kalbi heyecanla çarptı, Vardiyan bunun farkma vardı: — Ne o? Korkuyor musun yok- sa?.. — Yok canım. Lâkin, Onları rıhtım yapmak için götürülürken gördüm, içlerinde sahiden korku- lacak kimseler de var.. — Sen asıl onları savaşta, bi - zim gemilere saldırırken görme - lis'n!.. Asıl o zaman korkunç olur- İar.. — Ben, gördüm. — Ne zaman?.. Pâoline, furuncu Morenoya uy- durduğu kosan hikâyesini buna na bir çırpıda anlattı. Vardiyan, Alinin elinden tut - tu: — Burada Şahin Reisin adam- lardan tam yedi kişi var.. İne - lim de gör.. Denizleri dar gören barbar Türkler, zencire bağlanın- ca ne uslu oluyorlar.. Son sözler Aliye dokunmuştu. Fakat ne diyebilirdi?.. Fazla olarak onların yanına bir maksatla gittiğini de gizlemek lâ- zımdı. Çekinir gibi yaptı. Fakat arkadaşı ona cesaret verdi: — Ben yanmdayım be!.. Hele bir tanesi, şöyle kılmı oynatsm, tokmaği' kafasına vurur, beynini *““akitırım.. Yolculukta, küreklere kumanda için müsavi aralıkların, bir kötüğe vurduğu tokmaktan bahsediyor - du. Bu, hemen hemen bir insan başı büyüklüğünde, sert ağaçtan yapılmış ve kullanılmaktan büs - bütün taş kesilmişti. Bir insan ka - fasını, kolaylıkla parça parça ede- bilirdi. İndiler.. Forsalrm yeri geminin bütün boyunca ve genişliğince uzayan, büyük bir izbe idi. İki tarafta, her küreğin başında yedişer kişi ola - rak karşılıklı zencire vurulmuşlar- di. Beyaz, esmer, kara, zayıf, şiş - man, genç, ihtiyar, birçok deniz kurtları; Akdenizin her köşesin - den avlanan birer aslan gibi bura- ya bağlanmışlardı. Ortada birkaçı konuşuyorlar, beride bir ikisi şarkı söylüyorlar, bazıları dalgın düşünüyorlar, ya - hut bir memleket şarkısını mırıl - danıyorlardı. Vardiyan Aliyi doğruca Kara Yusufun önüne götürmüştü. Kara Yusuf artık hastalığını geçirmiş, iyi olmuştu, iri ve yarı çıplak vücudu ile sessiz duruyor - du. Vardiyan Aliye sordu: — Lepantda üç sene kaldığına »öre türkçe öğrenmiş olmalısın? -—— Evet biraz biliyorum. — Bunlarla konuş!. Tali iyi gidiyordu. Bu zaten A- linin arayıp bulamadığı şeydi. Na- sıl olup da konuşabileceğini gün - lerdenberi düşünüyordu. Şimdi bi- le bir kolayını bulamamıştı. Çün - kü en ufak bir şüphe bütün plân - tarınr altüst edebilirdi. Bu yüzden Vardiyan sordu: - Ne oldun? Burası çok sıkıntılı da... Hem Kadir Can No.17 onlarla ne konuşubilirim?.. — Canım... Hiç değilse yüzleri ne tükürür, bol bol küfür savurur- sun!.. Alinin gözlerinde bir ışık parla- dı: — Sahi!... Hıncımı almış olu - rum. Değil mi ya?.. — Elbet!... Biz her gün tükürür, her gün kırbaçlarız ama, bizimki: ne alıştılar da, sinek konmuş gibi oluyor... Hoş, sen yaptın diye üzü: lecekler mi sanıyorsun!... Fakat, işte... Bir... Ali, küfür eder gibi bağırarak, Kara Yusufa, onları kurtarmak is- tediğini söyliyecekti. Bunun için onlar da her halde bir şey düşüne- ceklerdi. Karşılıklı fikirlerini öğ- reneceklerdi. Kara Yusufun yüzüne baktı. Onun da gözlerinde bir ışık yandı. Ali yüzünü çevirdi. Ötede kü - çük Hüseyini gördü. Onun da göz leri parladı. Fakat Ali gene göz- lerini kaçırdı. Yeniden ve sert bir yüzle, kaş- larmı çatarak Kara Yusufa gözle- rini dikti. Bağıra bağıra, tam söy liyeceği “sırada birdenbire durdu. Bütün mahkümlara duyurabilecek bir sesle sordu: — İçinizde türkçe bilen kaç ki- şi var?... Kara Yusufla küçük Hüseyin, bir de onun ilerisindeki iki genç adam, hep birden cevap verdiler: — Ben!.... Ali Vardiyana döndü: — Hani ya, burada yedi tane Türk vardı?... — Evet!... Tam yedi tane... Ben bilmez miyim?. Hepsini birer birer gösterdi. Yeniden yapılan sörgu ve araş- tırma sonunda bunlardan başka türkçe bilen kimse olmadığı anla- şildr. O zaman Ali onların hepsi- ne karşı söver gibi bir hal takına- rak kızgm kızgın şunları söyledi: — Beni tanıdınız mı?... Şahin Reisin oğluyum ben!,. Fakat şim- di adım Paolinodur. Tersaneye ek- mek veren fırmcının kâtibiyim. He pinizi kurtarmak istiyorum. Hiç ü- midinizi kesmeyin... Size böyle iyi bir haber verdiğimi de hissettir- meyin!... Hiç beni duymuyor gibi olun... Farzedin ki size sövüyo- rum... Nasıl ki yanımda duran bü aptal herif öyle zannediyor... Vardiyan, ağzının kenarların - dan tükürüklerini akıtarak sırıtı - yor, Alinin yanında koltuk kabar - tıyordu: — Aferin!... Daha söyle! Bun - lara ne yapsan azdır.. Zavallı an - neni, babanı, bunlar öldürmüşler. Belki de karşındaki şu kara herit öldürmüştür. Demek istiyordu. Ali, hemen oracıkta, onları na- sıl kurtaracağını tayin etmek © ve haber vermek istiyordu. Bunun i - çin de ikide bir dalıp gidiyor, söz söylerken kekeliyordu. Bir kaç gün evvel onlara ek - meklerin içinde yahut başka yol - dan eğeler vermeyi, zincirlerini kopararak kaçmalarını kolaylaş - otrmayı düşünmüştü. Hattâ bunun için çarşıdan bir kaç eye satın al - ” HABER — Akşam Postası arilizze dersleri T Müellifi: ömer Rıza Sıfatların bir çeşidi daha var ki, kendiliğinden hiç bir mana ifa- de etmez. Bunlar yalnız işaret e- der. Onun için bunlara distinctive | (distinktiv) yani ayırt edici sr. fatlar denilir. o Çünkü bir ismi di ğer isimden ayırt etmeğe yardım İ eder. Yahut bunlara pronomimal (pronominel) yani zamiri sıfatlar denilir. Çünkü sıfat olarak kulla- nılan bu kelimeler, zamir olarak! ta kullanılır. İ “Meselâ “This collar is dirty,,| yani “Bu yaka kirlidir,, cümlesin- deki “This,, yani “Bu,, sıfattır. Sonra “which apple did you tak,, yani “hangi elmayı aldınız?,, cümlesinde ““which,, yani “hangi,, sıfattır. Sonra: “Each boy took'an a- renge,, yani “her çocuk bir porta- kal aldı,, cümlesinde each yani “her,, sıfattır. Fakat bu sıfatlar zamir olarak ta kullanılabilir. Meselâ: “This is the fellow İ- want,, yani “bu, istediğim arkadaş tır, buradaki this, zamirdir. Yahut “These are two apples. which will you have?,, yani “bun- lar iki elmadırlar. Hangisini ala- caksın,, cümlesinde (which) za- mirdir. Bu sıfatların içinde sual sor- mak için kullanılanları da vardır. Meselâ which, what, whose gibi sıfatlar sual sormak için kullanıl. dığı zaman “sual, sıfatları yani interrogative adjectives o (interro- getiv edjektivz) olurlar. Misal: “whose book is this?,, yani “bu kimin kitabıdır?,, Bu suale cevap olarak: | donot know — whose book is this yani “bilmiyorum — ki kimin kitabıdır bu,, denirse burada whose mevsu- le vazifesini görür. Mevsüle $r fatlr olur ve ona relalive adjective | irelativ adjektiv) denilir. Bun- ların üzerinde uzun uzadıya ma- lümat vermeğe lüzum yoktur. Yalnız burada bu çeşit sıfatlar arasında olan a ile the den bahset- mek lâzımdır. Bu iki edat da sıfat vazifesini görürler, Meselâ “a book,,; “bir kitap,, deriz. Bundan maksat bir tek kitabım sayısını göstermek de- ğildir. Her hangi gayri muayyen bir kitaptan bahsetmektir. Bunun yerine the book diyecek olursak, muayyen bir kitaptan bahsetmiş, kitabı tarif etmiş oluruz. Onun i- çin “the, tarif edatıdır. (Devamı var) vr eva 1 461 n9NAN vaNaaee MIŞİI, Hattâ o sırada ansızm zaten sarhoş olan Vardiyanın üstüne a - tılmak, şurada asılı duran tok - makla kafasmı kırmak, hepsini kaçırmak istemişti. Fakat acaba| * kaçabilecekler mi?... Limanda bu kadar gemi ve 6 - rada nöbetçiler vardı. Tersaneden yetişecek olan askerler çarçabuk onları tutabilirler, hiç değilse ok- la öldürebilirlerdi. Eyelerle bu kadar adamın koca zincirlerini kes mek için de ne kadar zaman lâ- zımdı? Eğer eyeleri yalnız kendi adam- larına verseydi, diğerleri, onlarm elinden almak ve kendilerini kur- tarmak için her şeyi yapabilirler- di. Kafası zonkluyordu. Her sani i yenin onun için büyük kıymeti vardi. Halbuki hâlâ aklına şöyle kestirme bir çare gelmemişti. (Devamı var) 5 Y 8 e No.3ö Esoes'in dudakları, akı büyü - müş mum sarısı yüzü gülümsedi. — Seni şimdi kendi hasta evi - me götüreceğim. Doktorlar, müfettişler Esoes'i sarıp sarmaladılar. On beş yir- mi dakika sonra bir yaralı otomo- bili geldi. Esoes'le daha üç ağır yaralıyı ayırdılar. Zeus şoförün yanına o- turdu. Altmış kilometreyi 40 da- kikada Litirdiler. Dört ağır yaralı ameliyat masalarına yatırıldı. Zeus Esoes - in baş ucunda idi. Baş doktor u : mutsuz, umutsuz başını sallayın - ca anladı. — Profesörüm ben varım! Bir kavrayışta sol kolunun ku» | maşlarını yırttı ve dirseğinin iç | yüzünü uzattı: — Profesörüm! İşte! dedi. Bu- radan istediğiniz kadar kan alır, Esoes'e verirsiniz. — Sağlığınız yerinde mi? — Demirdan sağlam bir yara- dılışım var. — Fakat.. — Duraklamayınız! — Faka, babanız Nazır haz - retleri? — Onu bırakınız! O ve onlar şimdi, parlamentoda itimat reyi soygunculuğu ediyorlar. Alacak - ları artık beş on rey, benim vere - ceğim kanımdan daha değerlidir. Bas iğneyi profesörüm! Dört yıl önce ülkülerini, gönül- lerini birleştirenler; üç buçuk yıl; sonra Öz kanlarını. birbirine kar- dılar. Esoes'in sol bacağından başka her şeyi'yolunda gidiyordu. niz sol bacağı kaskatıydı aki pağı oynak yerinden kaynamış, bütün ayak dimdik kesilmişti. Ha- bire yediriyorlar, habire besliyor- lar. Mum sarısı benzi, gül kurusu kırmızılığı almağa başlamıştı. Göz lerinin büyümüş akı daraldı, göz bebeklerinin kara boncukluğu ışıl- dadı. Bir gün sağ köşede, iki kolu dirseklerinden kopuk genç bir mü- lâzim gülerek haykırdı: — Zeus abla! Zeus abla! Artık yeter! Hep yüzbaşıma bakıyorsun. Hep Esoes! Hep o! Biraz da biz: bak! Yoksa Esocse vurgun mu- sun? Zeus da gülerek: — Kolsuz mülâzimim! Ben ulusuma vurgunum. — Ben de senin ulusundanım! — Sana da vurgunum. — Neden bileyim? — Dene! i — Öyleyse bana bir öpücük ver ! Yaralı zabitler gene kahkaha- larla güldüler. Zeus koştu. Kolsuz mülâzimin önünde durdu. Bir tu- tuşta ak penbe göğsünü açtı, ışmar parmağını yüreğinin üstüne koy- du: — AN! dedi. Yanaklarım biraz solgunlaştı. Al! Buradan öp! Ak penbe bağrını kolsuz mülâ zimin dudaklarına uzattı. Genç mülâzim başını geri çekti: — Eğer kollarım olsaydı, oran- dan değil, boynuna sarılıp ak al- nından öperdim. — Öyleyse ben sana sarılayım da, ak dudakların ak alnımdan öpsün! Öbür yaralı zabitler gülmediler. İçlerinden bir elektrik akışı geçti dedi. ve hep bir ağızdan bir ulus tür. 8 Birinci Kânun. 1941 JAlma ve başka dile çevir! Devlet yasasınca korulu! küsü söylemeğe başladılar, VE Kolsuz zabitin ak ©£ Zeus'un ak alnında, türkü dek durdu. Esoes düşünebilecek leşmişti. Lâboratuvarınm? düşündü. Üç arkadaşin yasi mül istediklerini düşündü” lerde parçalanan Guner'i © Son boğuşmada aslanlar si pişan Saro'yu düşündü. kalan marangoz kalfasın! dü. Şimdi içinin bir çok lan Zeus'u düşündü. K lâzimi düşündü, O da kırık. İki kure bari evlen”; bir sağlam olsalar diye © ye p Bunu Zaus'a söylerse, n€ salık olacağını düşündü. vw leri dola dola, bütün dü rini Zeus'a anlattı: — İşte böyle Zeus! acik i kalırsam belki rektör beni" çent yapar. Ölünciye kadı versiteden çıkmıyacağım: dan sonra baktriyoloji, ve Lup yapacağım, Ama sen değilsin... 1 Öyle bir susuş sustu ki # olduğunu anladı: — Doğrudur miskinim! Kolsuz mülâzimin bir, yek ; Saro; bir, yok kolu Guneri de ulus... Bu iş bir gün 0" Yaradılış yasası böyledir. olacaksa kolsuz mülâzim d — Babam mı? ( yi İ — Baban!? Onların kulaklarına kırkı tı. Kazansak ta, kâzan 14 yerlerini tutamıyacaklar” danberi nazırlık “e bir” 2! güm düşerse,, ler bakmaz. Sıyasa a yaka lanların ünü bir lodosluk! g le bir lodos esti mi, her tur. Ünün temellisi gö” | yüreklerde, insanlıkta ür tır. N — Demek “Ben kolsu © istemem!,, diyemiyecek. ği — Düşünemiyecek bile“ — Torununun ilk kızın! dl 4 verecek misin? Hünal musun? — Anliyamadım? Esoes dört yıl önce anlattı. Zeus acı acı güle”; — Torunumüun ilk kız” nunu bile --ririm! dedi iğ uzaklaştı; gözlerinin veli dorun loşluğunda 2 (Deva p 11 kişi Ö Tesiri zora başlamış 4 İngilterenin yeni al 4 Mister Hor Belişa” a delerinde yaya halk i | tedbirlere artık halkın “geti duğu farzedilerek, b denlere ceza kesilmeğ* K tır. e” bö Sivil polisler, bil seçilerek, ahali ve sele sö tarafından geçit h tında bulunmaktad” Nakliyat nazır! Jap bu yaya halk için ihda* ) retli geçitlerin tati ibik* 93 ğundanberi (Teme gi kişinin öldüğünü ve ralandığını Avam