4 —— |Şahin Yavrusu — Yazan: Kadir Kırbaç, Alinin üzerinde şaklıyor, onu yerden yere serpiyordu — Olsun, fazla mal göz çıkar- maz... Beni bilmez misin, pazarm son gününde dolaşır, kelepir mal toplarım. Bu malları başka pazar- larda okuturum. İş satmasını bil- mekte... Meselâ İskenderiye, Şam ve İstanbulda zenci erkeklerle, sa- rışım kızlar para eder... İngiltrede ve Alman pazarları esmer kızlar- la delikanlıların satışı için çok iyi- dir... Bunlar, mesleğin - sırlarıdır. Senden başkasına söylemem. Hay di şu yavruyu bana yarım altına verl... — Ziyan ederim. Hem onu al- maişken, şu yaramazı da götür.. İ- kisini birden pazarlık edelim... — Onu istemem. Bana yara- maz... Ben erkek üzerine iş yap- mam., Korkuludur.. Kız alır, kız satarım... Hem, bu yavruyu sat- mak için almıyorum. Benim bir kız kardeşim var, Mısırda... Altı tane oğlu olduğu halde kız yüzü- ne hasret kaldı. Ona hediye ede- ceğim... — Orasına ben karışmam... Fa- kat yarım altına da bu mercan gi- bi kız verilmez... — Şimdi mi mercan gibi ol- du?... Olur şey değilsin?... Canin isterse!... Yahudi Izak, İbni Abbasın ko- lundan tuttu: — Gitme canım... Ne darılırsın... Eski ahbap değil miyiz? Sen biraz çık, ben de biraz ineyim, elbet u- yuşuruz... ı — Biri çıktı, biri indi ve en sonun- da uyuştular... Ali, onların konuştukları söz- lerin hepsini anlamış değildi. Fa- kat Ayşenin üzerinde pazarlık et- tiklerini biliyordu. İki bazirgân birbirinin elle- rin; tutarak havada sallarken bir- | denbire yerinden fırladı, kardeşi- ( ne koştu ve onu kucakladı. | Fakat esirci bunu görmüş, üze- | rine saldırmıştı. Kırpaç zavallı A- | Hinin sırtında, ensesinde şaklıyor, onu yerden yere seriyordu. Zenci kölelerden biri de efendisine ya- ranmak için onu sımsıkı tutmuş, Ayşeden ayırmıştı. İbni Abbas, Alinin çırpınması- na ve karşısmdakilerin kuvvetle- rine bakmadan saldırmasına hay- ran hayran bakıyor ve şöyle söy- leniyordu: — Dört beş sene sonra yaman delikanlı olacak... Hiç değilse on beş yirmi altın eder... Onu da al- mak ve götürmek, kârlı bir iş ola- caktı. Czel, kuvvetli ve yakışıklı bir çocuktu. Meselâ Fransanın şi- mal'nde, Odesa da herkesin hoşu- na gider, bol müşterisi blunurdu. Ali bir türlü durmuyor, hiç ses çıkarmadan saldırıyor, zenci kö- leyi ve hattâ keçi sakallı yahudi bazizgânı adamakıllı hırpalryor- du. Güçlükle bağlıyabildiler... Ibni Abbas Aysenin yanma s0- kuldu; tatlı tatlı gülümsiyerek ok- şadı. Cebinden tesbihini çıkardı, onunla oynattı. Zavallı yavrucak, ne zamandan beri ilk defa olarak böyle iyi mu- amele görüyordu. Bir esirciye, bir de Aliye bakıyor, korku ile do- Jan gözlerinde iri damlalar palı- yordu. İbni Abbas işi fazla uzat- iyordu. Çı Ci Can No. 6 ı ladı ve sokağın köşesinde kaybol- du, Zavallı Ali, sırtı ve yzü kan için de, yerinde doğrulmuş, sımsıkı bağlandığı iplerden kurtulmak için çırpınıyor: — Ayşel... Ayşel... Onu nereye götürüyorsunuz?.. Bırakın beni... Ben de onunla gitmeliyim... Diye haykırıyordu. Yoldan geçenler bütün bunları görmüşlerdi. Seyretmek iç'n toplanmışlardı. Ibni Abbas gittikten sonra se- yircilerin arasından üstü başı yır- tık, irj yarı, elli beş altmışlık, pos bıyıklı, burunsuz bir adam ilerle- di, İki tarafa sallanarak — Izak'ın yanına sokuldu. Aliyi gösterdi: — Bu Türk mü?... — Evet!... Her de haliş Türk... — Şahin Re'sle beraer mi gel- di?... — Evet!... Ne olacak?... — Satın a'acağım. Etraftakiler müşterinin yırtık elb'selerini gözden geçirdiler, bir- birlerine baktılar, dudak büktü- ler... Fakat o fırtınalı bir yüzle zavallı çocğu baştan ayağa kadar süzdü: t — Kimin oğlusun sen?... Diye bağırdı. Ali cevap vermedi. — Baban herhalde korsandır, Kim bilir ne kadar hiristiyanın ! canını yakmıştır. Bak, benim bur- numu da bir Türk kılıcı kökünden kesti. Diye ilâve etti. Sonra esirciye sordu: i — Kaç para istiyorsun buna?.. — — Yaftayı görmüyor musun? —Ben okumak bilmem... Bil- | seydim Senatoya âza olurdum... Etrafında gülşmeler oldu. — Bir altın... — Şunun haline bak be?... Korv_l. san yağmasından arta kalmış gi- | bi... Ayağa kaldırmak için ıiiııle_r- | ce tedavi lâzım... Şuna beş frank verelim mi?... Zaten benden baş- kast onun hakkından gelemez... Baksana, ipi kırmak için uğraşan katıra benziyor... Esirci onunla da uyaştu. Çeki- şe çekişe yarım altına sattı. Aliyi teslim ederken şöyle söyleniyor- du: —Eğer bu iki yumurcaktan me- telik kaazndımsa gözüme dizime dursun!... Allahın belâları!... Baş- tan savmak için yarı yarıya zarar ettim... Alinin iplerini çözdüler. Burunsuz adam onu ensesin - den tuttu. Bir kedi yavrusu gibi sarstı. Sonra iğrenç bir sesle çı- kıştı: — Yürü bakalım kurt yavrusu. Bana burunsuz Pietro derler., O- tuz sene korsanlık ettim ben.. Se- nin Barbarosundan Prevezede kurtulanların başında gelirim. Şim di meyhane işletiyorum.. Seni ora- ya götüreceğim. Müşterilerim de hep gemicilerdir. Bir Türk ço- cuğunun elinden şarap alınak, a- rasıra bir tekme atmak, kim bilir onların ne kadar hoşlarına gide - cekl... Ali, meyhanenin basık kapı - sından girdi. Burası, Sen Mark kilisesinin arka tarafında, daracık HABER — Akşam Postası Pratik Kayat Bilgisi Nakıl ve tercüme hakkı mahfuzduar Yazan: M. Gayur — 72 — Bıskot BİSKOT — Sütce batırıldıktan son- ra fırında kurutulan ve hafif çorba- lara konmak için kutularda muhafa - za edilen ekmek dilimleri, Ekmek ha- muru sütle İyice yuğurulduktan son - ra kabarmağa bırakılmalı ve fırında pişirilmelidir. Sonra saç lâvhalar üze- rinde dört köşe parçalar halinde kesi- | - lir, Tekrar biraz fırına konur. Ve ku- rumağa bırakılır. Bir nevi daha biskült vardır ki buna anason ekmeği de denir, Beş yumurta sarısı yüz yirmi beş gram toz şekerle karıştırılır. Yumurta beyazları güzel- ce çalkanır, Sarılara — karıştırılarak içine on beş gram anis ve yüz yirmi beş gram un çiçeği konur. Hepsi sulu bir hamur halinde karıştırılır. Sonra kâğıda sarılarak fırında kırk beş da- kika kadar bırakılır. Bisküit soğuduk: tan sonra kâğıttan çıkarılır. Ve parça parça kesilerek kurumak için tekrar fırına konur, j Biznüt BİZMÜT — Karbonat halinde, yal- nız bu madde olarak kullanılır. Nitrat halinde dahilen mide çıbanı için bizmüt halinde istimal olu. nur, Yüz elli tam ılık suya on ilâ yir- mi gram konur, Bir yutumda içilmeli- dir. İshalde ifrazat siyah ve kokusuz olduğu zaman kullanılmaldır. Toz veya hap yahut ta posyon — halinde günde beş ilâ sekiz grama kadar alı- mır, Çocuklara yaş başına 0,25 gram verilir. Hartecen istimali: Ciltteki bereleri tedavi için pudra, pumada veya glise- rinli olarak kullanılır. Salisilât döbiznüt: Barsaklarda mntiseplik vazifesini görür. — Bİ ve n- yak terini keser miktarı günde bir ilâ dört gramdır. Çocuklarda yaş başına 0.20 gram verilir. Bonbon BONBON — Esası şeker, un, yemiş paççası ve bazan bir miktar zamk ©- lan lüks gıdasıdır. Sert olanlarının [ dişlere ziyanı vardır. Şeker hastalığı olanlar Bonbon — şekerleme yeme- melidirler. Bazı şekerlemeler içlerin - deki boyalı maddelerden dolayı zehir- Hyebilirler. Bundan başka cocuklara verilince cocuk eline gecen herseyi emmek hevyesine düsşer ve müuzur bhir maddeyi de ağzına sokmak ihtimali karşısında bulunür. (Devamı var) sollu kirli masalar, ve bu masa- larda boy boy, çeşit çeşit, haydut kılıklı gemiciler şarap içiyorlar - dı. y O sıralarda Amerikadan geleli ancak 60 — 70 sene olan tütünü herkes kullanamıyordu. Meyha - nenin havasında duman yoktu, ama, fena halde kokuyordu. Pietro, Alinin ensesine bir to kat, kıçına bir tekme vurdu. Tez- gâha doğru yuvarladı. Tezgâhın başında bir koca karı vardı. O - nun da gözleri Pietroya benziyor- du. Konuşmak için ağzını açtık- ça dudaklarının iki yanlarına doğ- ru, yalnız iki uzunca diş görünü - yor, Zzaten çirkin olan yüzü büs- bütün çirkinleşiyordu. Pietro ona bağırdı: — Karalina, işte sana bir yu- murcak... Gözünü aç, bir dakika oturmasın!... Eğer iyi çalışmazsa bana söyle, şurada, şu sinyorların önünde ona temiz bir gemici da- yağı atacağım.. (Devamı var) YENİ ÇIKTI Ilkbahar Selleri Fiatı 75 kuruş Tevzi yeri - VAKIT Matbaası Aka Gündüz | — Y9:27 Tek gözlüklü gene başladı: — Koca harbin içinde girip çık- madığı memleket yoktur. Anlaşıl- maz işler.. Yüzbaşı yavşaça: — Bizi ilişiklendirmez, dedi.. Esoes tek gözlüklüye: — Bol parası olduktan — sonra, dedi. Niçin gezip tozmasın? İkinci perde: Parlak, güzel, dövüşsüz, ölüsüz bir harp alanı... Asker kılığına gir- miş güzel sesli bir kadın, bir topa dayanmış... Sesi çağlayandan tat- h.... Gökleri oynatan, elleri şakır- datan bir savaş ve Ulus — türküsü söyledi. . — Bu kız, acunda alkışlanmış olan İtalyan prima donnası Klara Vardettodur. Bir Rusla evlenmişti. Sonra bir Türke — kaçtı. Şimdi prens Takandiya — ile yaşıyor.. Mısırlı - Eslem Paşadan bir kızı var. Amerikada bir kiz pansiyo « nunda büyütülüyor. Esoses gülümsedi: — Desenize, dedi, Bu da dünya- yı dolaşmış... e Yüzbaşı sordu: — Hangi tebaadan? — İşte o bilinmez.. Hangisin - den isterseniz o gün için ondan o- lar.. Üçüncü perde: Çardaştan bir uzunca parça idi. İri yapılı, gerekli gereksiz. kah - kaha atan, gözlerini birinci loca -| lardan ayırmayan bir kadın.. Yüzbaşı gülümsiyerek: — Bu'da mı gözel?'dedi.. — Hâyır.. Bünün veksapeli ya-! manmış... Münih'lidir. Adı Marlen Kirloviçtir. Yüzbaşı biraz doğruldu: — Hani yeni zenginin biri ya- sağını yorganını binlik banknot - lardan yaptırmış. O olmasın? Biz siperlerde işitmiştik.. — Taâ kendisi.. — Ben Pariste stajiyerken po- Ha onu sınır dışına atmıştı.. — Bugün burada Çardaşı oynü-| yor! Perde kapandı. . Tek gözlüklü mazik adam iki zabiti büfe salonu- na götürdü.. Şampanya açtırmak istedi. Yüzbaşı bir limonata, E - 80es bir çay içti.. Can sıkıntılarını gidermek için buraya gelen iki yaralı zabit büs- bütün bunalmışlardı. İkisi de pan- siyona dönmek istediler. Tek göz- lüklü bırakmamâğa uğraştı.. — Sizin yanınızda bulunmak benim için bulunmaz bir muttur . Dostlarımı size tanıtmak isterdim- — Sizinle dost olduk.. Onlar- la da başka bir gün tanışırız. — Benim sancılarım da biraz ağırlaştı. y — Öyleyse çok yalvarırım, be- nim otomobilim sizi götürsün.. — Teşekkür ederiz. kadar geçtikleri salonlarda, kori - dorlarda, ikisine de kimse aldırış etmedi.. Bir rlık esinti gibi çıktı -| lar. Otomobil büyüktü. Şıktı. Şo - förle kendi aralarında — bir cam bölme vardı. Konuştuklarını şo-| för duyamazdı. Esoes biıdıııbirı’ yüzbaşının sol dizini tuttu ve fı- sıldadı: — Yüzbaşım! dedi. Sen de çok şey öğrendin mi? .. — Ben zaten her şeyi biliyo - rum.. Sen ne öğrendin? bozguncudur. Budunlar içine g"? Kalktılar, otomobile bininceye AA LA —a L eeti j Alma ve başka dıle çevıvntlr' Devlet yasasınca koru'udur rendim. Hemde yenilmiytf* Yenilmek ! Bu bir yıkılış olaca&” — Duygularımı anlat. . — Hiç.. Içimden öyle geli J Bize en yüksek dostluğu, mayı gösteren bu tek gözlü, V€ rünüşte iyi yürekli adam yok M” İşte o adam bir bozguncudur: V tüğü tatlı dillerin altinda hep bi gunculuk var. Yaralı genç zabi! rin, veren, susan halkın kafalaf” yüreklerini bozacak işlerle wft şan, bilerek uğraşan bir bo: Esoes biteviye söylüyordu- Vi ten içe coşmuştu. Yüzbaşı d görmüştü. Her şeyi biliyordu. kat Esoes'i söyletmek onun iç ralarını satıyordu. Orta yaşlı " gün görmüş yüzbaşı, genç mü!â” min değerini görüyor, seziyor © onu seviyordu. Daha söyleti iç'n: — Mülâzimim|! dedi. Bir iki#f at içinde çok şeyler sezmişin. — Sezmemek olur mu? H her oyun ve her bozgun açıktan çığa yapılıyor. Mata Hari bir sustur, Önu para ile kullanıyo! ve gittiği yerlerde para ile -sal ' yorlar, göz yumuyorlar. Klara balklar arasma kundak - sokuy?” Marlen Kirloviçe gelince.. O * |P*4 bir bozguncudur. Biraz durduktan ve yorgun gun soluklandıktan sonra; — Beş yüz milyon boğuşuy? Niçin? Hiç için.. Siperler, yönl boğazlaşıyor. Niçin? Bilmem. “ları (akılları) sıra - ıoprıklır' benliklerini, -istiklâllerini. ko mak için. Geride açlar, geride kımsız, geride hırsızlar, — geri' kurtlar, geride bozguncular ve suslar... Yüzbaşım! Yüıbuııı!' savaşı çabuk ve kazanarak - bil meliyiz. Kendi yurdumuz, ul! muz adına egoist olmamız ge! leşti. : * Yüzbaşı heyecan içinde di yordu. — Yüzbaşım'bağıdır. (kahramtf Prençip'in hakkı varmış. İn: ve devletler çok bozulmuş. — Prencip mi? — Evet. — Şu Sırp delikanlısı. — Evet, P — Sen onu ne tanıyorsun? .Üı — Ün'versitede kısaca daşlık ettik, ama uzunca ve d ; ce dost olduk. Onu herkes, Sırbiya için can verdi mıyd_" le değil yüzbaşım! Prençip 'j ulus için can verdi, hem in$#” — insanlığın düzelmesi u; LA — Biliyorsun değil mi? 0j f madılar. Ama çamurlu, çıyaf ” — zindanda açlıktan aıaaıdal;y_q-, — Evet, Fakat bugün © girer | mun, o z'ndanın adına acun ?'_ Şİ üK YFA IZ Y TT LT ER ZT vt ö ELSPR , f lar, yön gerisi (cepbe l“““f,o# y yorlar ki orada milyonlarca gir çip öldürülmekte, ezilm' Ö Yüzbaşı doğruldu: .l — Evet, savaş çabuk "'”) — Fakat barış dilenerek (vilâh) vererek, boı!“””ü r rek değil.. Yıı'nlıııl!erek L Pansiyona girdikleri ÖB yer ıssızdı. Salonda be$ turdular, Yüzbaşı: — Tuhaf! dedi. nıyor, hem üşüyor. a yak içeceğim. çe a —çlenîm de bir W"*- ü geldi. a . Ve eg İ |