3 İkinci teşrin 1924 C ae Mezarlığı Yük Zabıta romanı KN &, zaif, nahif bir kızca- b;,., n sıhhatini düşünerek İ DA H İR bir.ııı’ü"yi almıştı. Kızca- .*'tıü “::ı':"lk geçirmiş, üç se- ö alçılar içinde yat- Mecbur kalmıştı. Kumda ' N::'Mine ihtiyaç hasıl ol- D'kef'r hastalığı yavaş ya - l“::"m'!li. Bir müddet sonra, & Lu:.m manasiyle düzelmiş- )îı' Kin, böyle uzun hastalık- h, ı:::" bütün genç kızlar gi- Stı, iyeti son dereceye var- ıi%k çocuklar, yaşlarından v_":nıörünürıer. Daima dü « Yüm V€ hassas olurlar. Sanki l::u"'fnl sarfolunmıyan gıda îı.hu ne gitmiştir de, onlara ği 'de melekeler temin et - j Nh. Nusret te bu suretle ye- Asının kapısını açtı. Ka - K koridora girmek için te - *t gösterdi. Bununla bera- * Lâmbayr yaktığı vakit ç Ve"u :ılııııdı. Deminki kor- endi. CA n:ı hük::;îmm boşuna oldu- Rğki diyeni inmeğe başladı. A- y ı:o"d“' çok fena aydın - ı""n—iı A:lu karanlıktı. Son Cü Beldiği vakit tereddüt lıuî_kiwe'i yeni baştan can - u ; k ati düğmesi salonla kü-. | Salon enç kız, onu, vazih olarak 4 eMiyordu. h lekelerinin ciyarına varmış | yordu. w b temizlenmişti. J vw“ Öyleyse sinirlenecek ne 3 s;,?::'hhmü kendini cesaretlen- K çalışıyordu. gibi görünecek.., * Salonun kapısı- hareketlerinde 'anım, on dört sene ev- | Nakleden : Vâ- Nü | settiğini gördü. Yüzünün ifadesi | hayretini mucip oldu. l Cantası, orada, köşede, mu- 'ı siki klassörünün üstündeydi. Pi- | yanonun üstünde duran diğer | küçük bir aynadan girdiği kapı- yı görüyordu. Kendini burada bir tayf, bir | gölge zannediyordu.: Boğazının kuruyup sıkıldığını hisseder gi- bi oluyordu. Elini çantasına uzattı. Fakat gözü, küçük aynadan ayrılmı - yordu. Korkan, asabileşen hayalha- | nesinde, kapının açılır gibi ol - duğunu gördü. Kâbus gibi bir vücut sanki - içeri girdi. Sonra | güya kapı kapandı ve onu bu boş zemin katında hapsetti. Bu fena tesiri üzerinden sil - le geri döndü. Gözleriyle odanın her tarafını aradı. ; Kanepeler, masalar, koltuklar hâlâ toz tabakasiyle örtülüydü. Duvar kenarında bir iskemle dikkatini celbetti. Bu, sırtını duvara çevirecek yerde, tersine, duvara karşı du- ruyordu. Nusret: “— Garip, diye söylendi. Ak- şam üzeri buraya girdiğim vakit bu iskemle böyle değildi. Bu - nun duvara dönmesinde ne ma- na var?., Duvarda bir tablo, Oti ko- yunu temsil ediyordu. Aydınlık | bu tablonun üzerine mükemme- len isabet ediyordu. Nusret, bu- nun sebebini aramadı. Dışarı çıktı. Salonun kapısımı kapadı. Yavaş yavaş merdivene doğru yürüdü. Sofayı geçtikten sonra, yemek odası kapısının açık olduğunun farkına vardı. Bu hal hayretini mucip oldu. Demin salona giderken kapı- nın açık olduğunu görmemişti. Oda karanlıktı. Hızla yürüdü. Sofanın lâmba- sını söndürdü. Ayaklarmın u - cuna basarak koşa koşa, merdi- İlk basamağa vardığı vakit, arkasma döndü. Bu ıofıdı,_yıl- nız bulunmadığından ürküyordu. Merdivenin üstünden sızan ziya aşağısını aydınlatıyordu. Yarı karanlıkta, gözleri, salonun, ka- pıların yerlerini tahmin ediyor - du. Trabzanı yakaladı. Ellerinin titrediğini duyuyordu. Korku - dan açılan gözleri sofanın bir noktasmna saplanmıştı. Koştu. Merdivenin dönemeci- ne geldiği vakit, bir daha arka- sıma baktı. Sonra, deli gibi fırlayarak, o- dasma kaçtı. Kapıyı üzerine kilitledi. Üsiğide Nuh Beyle karısı İsmet, ertesi gün on treniyle geldiler. Halbu- ki, öğleden sonra gelecekleri bekleniyordu. Nuh, Nusretle Kadriyenin ku- zeniydi. İki senedenberi İsmet ile evli bulunuyordu. İki sene - denberi, yaz mevsiminin sonun- da bir kaç gün kalmak üzere bu- raya geliyorlardı. Nuh, iri yarı, yüzü çok uzunla. mek istercesine, âni bir hareket- | HABER — Akşam Postası — Yeni ve büyük ikinci müsabakamız ÖL Tei j İ j İ ; * i| EN GÜZEL | | AŞK MEKTUBU! i BUNU KiM YAZACAK? | İşte — müsabakamızın mevzuu. Şurasını hatırlatalım ki aşk denilen hâdise yalnız gençler ve ergenler ara - sında cereyan etmez, yaş- ları olgunlaşmış - olanlar arasında da sevişenler ol- duğu gibi birbirlerine âşık karı kocalar da vardır. İşte bu itibarla En GÜ. Zel AŞK MEKTUBU mü- şabakamıza herkes gire - bilecektir. Okuyucularımızdan her istiyen imzası tamamen mahfaz kalmak üzere bi- ze bir aşk mektubu yazıp gönderebilir. Bu mektup- ları mektap - sahiplerinin ayrıca koyacakları müs - tear imza ile dercedece - ğiz. Müsabakaya girenler- den ricamız şudur: Ad - reslerini yazdıktan sonra — ki bunlar bizde mahfuz kalacaktır. — herkes birer müstear imza atmalıdır. Mektupları ayın on be- şinden itibaren neşre baş- lıyacağız. İsimlerini son- radan neşredeceğimiz bir edebi heyet bu mektupla- rın en güzellerinden on tanesini seçecektir. Birinciliği kazanana 25 2 inciliği 15 4 üncülüğü 3 Lira nakten veya o nis- bette bir mükâfat verile- cek, onuncuya kadar dere- ce alanlara gazetemizin birer aylık abonesi gön- derilecektir. Zayi — İstanbul ithalât güm- rüğünden verilen 22700 numa - ralı beyannameye ait 124946 nu- mara ve 17 - 3 - 34 tarihli 3124 Hira 47 kuruşluk makbuz zayi ol- muştur. Yenisi almacağından di- ğerinin hükmü yoktur. Barnatan Han 5 No. Mihail çik- vaşvili.. (3375) SAT TP SAAT Yurttaş Ankara milli sanayi sergisi 18 « 11 « 934 te kapanacaktır. Türkiyenin bu ilk sergi evinde yerli mallarının nasıl bir güzellik ve sağlamlıkla sana varlığını gösterdiğini çabuk git ve gör de göğsün fahirlarla kabarsın. Unutma ki tenzilât. h: tarife de var. R M. I. ve T. C. MWT TT T Zayi — 930 — 931 senesinde Vefa orta mektebinden aldığım şahadetnamemi zayi ettim. Yeni- sini alacağımdan eskisinin hük - mü yoktur. Şemsettin. (3376) masına. ve başı tamamiyle saç - sızdı. Bu haliyle, doğrusu pek te sempatik değildi. Bundan ma- ada, son derece çekingen, biraz da hazindi. Kızların İsmet yenge dedikle- ri küçük hanımsa, daha neşeli, daha sevimliydi. O da uzun boy- luydu. Güzelliği göze çarpmı - yacak gibi değildi. İki hemşireyle çabucak dost oluvermişti. (Devamı var) l Hikâyesi Anlaşılan, çocukluğumda ber- bat bir şeydim. Zira, beni 1slâh- haneye benziyen bir hususi leyli mektebe koydular. Mektebin yemesi, içmesi hiç de zevke uygun değildi. Derslerine gelince, bunlar, müessesenin sahi- bi Pertev — Beyle " canından bezmiş hocalar tarafından verilir- di. Talebe, 60 kadardı. Ekserisi tüccar çocuklarıydı. Dimağları a- ğir işlerdi. Hepsi de geçimsiz mahlüklardı. Derş saatleri uzun, can sıkıcıy- dı. Teneffüslerde hiç bir eğlence yoktu ve çocuklar, kaba kaba şa- kalaşırdı. Düşmanıma bile benim sürdüğüm o hayatı sürmeği te- menni etmem, Gençliğim işkence oldu vallahi... Oturduğumuz binalar Sultan Mahmut zamanından kâlmaydı. Yataklarımızı kürek mahkümları bile sıhhate muzır ve boğucu bu- lurlardı şüphesiz... chıklcri.ın'iu ve geceleyin is- tirahatimize müdürün zevcesi o- lan Pakize Hanım isminde bir ka- dm bakardı. Eskiden güzel bir şeymiş. Şimdiyse, yüzü kıpkırmızı ve vücudu yusyuvarlak — olmuştu. Herhalde hakkımızda pek müşfik davranmazdı. En ufak bir hata- mızı gidip haber verirdi ve hali- mize acıyarak payımızdan fazla bir lokma ekmek ve bir elma bile ihsan etmezdi. Gayet hasis ve ha- şin idi. Bereket versin ki, Pakize Ha- nıma, 15 yaşlarında bir hizmetçi yardım ederdi. Leylâ isminde olan bu kızcağız hepimizin gözlerini ve kalplerimizi bürümüştü. Acaba Pakize Hanımla kocasını ne gibi bir tasarruf arzusu böyle bir kızı kullanmak neticesine sevketmişti Leylâ çevik, zarif vücudiyle sağa sola koşar, hepimize ayrı ayrı te- bessümler saçarak gönüllerimizi hoş ederdi. Bu çilehanede, o, be- nim yegâne tesellimdi! Bana do- kunarak geçip gidişi, aklımı ba- şımdan alırdı, Doğrusu, bu kızı, tapınırcasına sevmeğe başlamış- tım. Hattâ bu aşk yüzünden belki bir cinayet bile işliyebilirdim. Hayır, o , bu kadarını istemi- yordu. Onun birinci arzusu, saat dokuzda herkes yatakta iken arka kapmın anahtarını eline — geçirip sokağa çıkmak, şehire gitmekti. Kasabanın boş ve tatsız sokak- larımnda ne yapmak istiyordu, bil- | miyorum. Lâkin Leylâ bu arzusu- nu bana söylediği zaman onu ye- rine getirmek için çıldırdım: — Ah, şu anahtarı ele geçir- sek... dediği zaman sesi titriyordu. —Ne yapacaksın? -diye sor- dum, Amcasının kızmı göreceğ'ni söyledi. İnandım. Zira, inanmak i- çin yaratılmış bir mahlüktum, — Anahtar nerede? -diye - sor- dum. — Ders verdiği zaman, kürsüsü- nün üstünde durur. Onu almak kadar kolay hiç bir şey yoktur. Derhal faaliyete geçtim. Ders verdiği zaman hocamızın yanında durmak için elden geleni ardıma koymadım. Kellemi koltuğumun altma alarak, dersimi biliyormu- şum gibi davrandım ve kara tah- taya kalktım. Fakat hiç birinde, anahtara rastlamadım. Sabahleyin teneffüste bahçeye çıkarken, gözle kaş arasında, bu- nu, Leylâya söyledim. . .. — Anahtar yok... FU — Pek âlâ, pek âlâ... Zaten be- ceremiyeceğini anlamıştım... Ap- tallığın meydana çıktı. Ne hallere uğradığımı siz. ta- savvur edin. |- — Mağlup olmağı kendime yedi- | remedim. Kendi kendime yemin ettim. Başımır kaldırıp Leylâya bir daha bakmamağa ahtü peyman ettim, Lâkin, bu andımı tutamadım. Bu, kendi kendime verdiğim öyle müthiş bir cezaydı ki... Aklım fikrim gene anahtarda idi, ama, ona bir yerde rastlıyamı- yordum, Leylâ da beni her gün biraz daha istihfaf ediyordu. Biy gün, karısından bir haber getirmek behanesiyle #mıfımıza geldi. Sonra, dışarı çıkımca, kür- sünün üzerinden aşırdığı anahtarı göstererek alay makamında dilini çıkardı. Ayni akşam, müdürün odasına çağrıldık. On beş arkadaşım ve ben, Pertev Beyin, Pakize Hanı - mın ve Leylânm bulunduğu odaya girdik: Müdire: — Efendiler! -dedi.- Masanın üstünden arka kapının anahtarını kim aldı? Bütün talebe, birbirinin yüzüne baktı. Hepsi dehşete uğramıştı. Kimse sesini çıkaramadı. Müdire, ısrar etfi: — Kim çaldı... Anahtarı bah - çede bulduk. ea İçimizde Feyzi isminde biri ağ- zını açmak cesaretini gösterdi: — İhtimal Müdür Bey kaybet- miştir. Pakize Hanım: — Susun!... Ne söylediğimi bi- liyorum... Hırsız, yakalanacağmı anlayınca, anahtarı muhafaza e- dememiş; sizin sınıfın önüne at- Mişe e Uzun bir süküt daha oldu. ” Sonra, Leylâ, önüme doğru yü- rüdü. Parmağını uzatıp beni gös- terdi: A — Ben gördüm... Bu çaldı... Ben kıpkırmızı kesildim. Her- kes: “A...,, diye bir hayret nidası ko- pardı, , Pertev Bey, asık suratla: ” | — Baürada kalınız! -emrini ver- di- Cezanın ne olacağını tayin &- deceğiz. KON K SÜ İki ay müddetle izinsiz aldım. Fakat, en fenası Leylânımn nankör- ce hainliği kalbimi altüst etmişti. Çok mustarip olmuştum. — Yalnız kaldıkça ağlıyordum. Bir gün, Leylâ, beni göz yaşları içinde bul- du, Can sıkıntısından ölüyordum... Nihayet, dayanamadım: — Niçin yalan söyledin? Ben ki seni seviyorum, senin için her şeyi yapmağa hazırım... Niçin bana if- tira ettin?... Sözümü bitirmeme müsaade etmedi, Gülümsedi: — Çünkü sen çok beceriksiz- sin... Ben daha becerikli bir âşık isterim... Fazla bir şey söyletemedim. Kadmlarm fettan tebessümü ile karşımda daima dolaştı durdu. Nakili; (Hatice Süreyya)