Bir Yahudi genci bu sabah sevgi- lisini öldürdü Melek ve Şeytan mumu Yazan: Kadir Can No, 17 mun! Birinci kordona (yaklaştıkça | odama gidip yatacağım. başımın ağrısı azaldı. Nabzım da- ha yavaş vuruyordu. Sert bir sonbahar rüzgürr Ya manlar dağından esiyordu. Serin- lik yaramıştı. Tramvaya binmedim, yaya yü- rümeğe başladım. Deniz dalgalıydı. Sular rıht min beyâz taşlarına çarpıyor, ka» derin hayata vurduğu kocaman bi rer tokat gibi şaklıyordu. Elektrik ve havagazı limbala rı birbirinden uzaktı, Üstelik kü » çük oldukları için etrafa solgun ve &lız bir ışık serpiliyordu. Gelip geçenleri ancak görebili- yordum. Bazan bir vapurun pro * jektörü, bir otomobilin fenerleri ortalığı birdenbire (aydınlatıyor, fakat bir kaç saniye sürmeden bi- raz &vvelki hüzün yeniden çökü- yordu, Önümden, sağımdan solumdan tek tük çiftler geçiyorlardı. Bir- birinin kollarına, omuzlarına yas lanmışlar, bir tek vücut gibi, tatlı tatlı konuşuyorlar, oköpüklenen aşkı biran evvel beraberce içmek için yuvalarına gidiyorlardı. Yol üstündeki ilk lokantaya girdim. Hımcımı içkiden almak için kenardaki masalardan birine oturdum. Hem içiyor, hem de derin bir üzünle dışarı, karanlık pörğele. KE anna dal galıra bakıyordum. O akşam deniz beni çağrıyor gibiydi. Yoldan nğikidin geğte Kıpır mızı, parlak ipekten, kıvrım kıv- rım, uzun etekli ropları vardı. Ko- yu renk ceket giymişlerdi. Yaka- larını kaldırmış, kolkola, hızlı hız» kı gittiler, Arkalarından da iki erkek geç- ti, Bu çeğit kadınlardan biri daha göründü; faka* bir adamla bera- berdi. Kadin tam benim önümde durdu. Koyu mavi robunun etek- leri rüzgârdan dalgalanıyordu. Zayıf ve solgun elleri, cama yapı- sacak kadar yakındı. Erkeğe dön- dü. Söylediklerini yarım yarım iştebi- | liyor fakat kendimce ne dedikle- | rini anlıyabiliyordum, Kadının se si kısıktı ve titriyordu: İ — Bu akşam beni bırak, hasta- | yım dedim, sana.. İnsafın yok | mu?,.. — Ben eğlenmek istiyorum, * Kadın erkeğin elini tutmuş, tit- reye titreye yalvarıyordu. Fakat erkek bu sefer onun om- zunu bıraktı, koluna girdi, sürük- ler gibi götürüp gitti, Saat onu geçiyordu. Lokantadan çıktım, Kendimi |. biraz daha iyi ve dünyayı güzel buluyordum. Yavaş yavaş yürü- yordum. Yan sokaklardan birinin köşe- sine geldiğim zaman deminki er- kekle kadının seslerini duydum: — Gidemem diyorum sana!.. — Geleceksin! Sana inandım da söz verdim. Bekliyorlar. — Gelmiyeceğim!.. Kadın, yarı karanlık sokaktan çikmak için bir adım attı. Erkek onu kolundan yakaladı, sarstı. Kadın çıkıştı: — Bırak kolumu, şimdi bağıra” cağım. — tak!., — Ağzını topla! — Dolandırıcı! — Neden dolandırıtı olacakmı- şrm., Bırak beni.. Bırak diyorum sana!.. — Dolandırıcı değilsin de nesin ya? Paraları aldın, şimdi de ran- devüye gelmiyorsun!.. Sokağın ağzını geçmiştim, fa- t İsarşı erisin ra Hanı bisepin Kin Gyordum. Bizden başka etrafta hiç kimse yoktu. Bir aralık kadınm silkindiğini, caddeye doğru hızla yürüdüğünü anladım. Fakat adam gene yetiş- miş, bu sefer hem sövüyor, hem- de sokak içine sürüklüyordu. — Seni öldürürüm! — Eğer şimdi bırakmazsan ba- Erkek dinlemiyor ve daha içe- rilere sürüklüyordu. Bunların ikisi de birbirini bul- muslurdı. — Adam sende, bana ne? Diyecek ve yürüyüp gidecek- tim, Fakat bunu yâpmadım. Ya alkol bana bir efelik ruhu vermiş" ti; yahut düşkün de olsa hasta bir kadının yardımma koşmaktan ken dimi alamamıştım. Bulunduğum yerden ayrıldım. Erkek, avını sürüklemeğe çalışı yor, kadın da belki yüz defa: — Bağıracağım. Dediği halde bir türlü bunu ya” Erkek dişlerini sıktı, eliyle ka * | pamıyordu. dının omuzlarından tuttu ve yürüt mek için sârstı: — Hadi ordan kaltak, senin gi: bileri mikrop tutmaz.. — Ağzımı topla?... — Ne naz ediyorsun? Bir saat: tir boş yere çene çaldırıyorsun ba- na!., — Ne yapayım, hastayım işte.. Tut başımı da bak, Ayakta dura- cak halim yok. — Bana maval okuma! Parayı peşin almasaydın!.. — Aldım da hayır mı gördüm. Doktorla ilâca ancak yetti. — Söz vermeseydin!.. — Keşke sözümde durabilsey- dim. Kuzum Ömer, yalvarırım sa- — Hey, kim var orada? Diye seslendim. Sustular, fakat hâlâ çekişiyor- lardır. Yürüdüm. i Yarı karanlıkta erkeğin yüzüne baktım: — Bu kadına kaç para vermiş- tin? Şaşaladı, bir kaç saniye baka- kaldı. Sözüme devam ettim: — Ben hepsini biliyorum. Sor- duğuma cevap ver! Dedim, Kadın ondan daha ziyade şa- şırmıştı; beni baştan ayağa kadar süzdü, Fakat sokağın başındaki Bir enbak,' kardeşim, öldü... Yatağiii ipeği... ağladım, ağladım... RUS (Yazısı hikâye sütunumuzdadır! ibakal Esnafı sevindiren haberler Devletin milli fabrikaları hima- ye ettiği malümdur. Fakat, şim- diye kadar küçük sanayi ihmal &- dilmiş vaziyetteydi. Elişi, makine- nin tazyiki ve rekabeti altında e » ziliyordu. Gazetelerin Ankara muhabir- leri tarafından son günlerde veri- len haberlere nazaran, İktisat Ve- kâleti, beş senelik programını yap tığı sırada tesis ettiği “el ve küçük sanayi müdürleri,, (faaliyettedir. Dünyanin bütün ilerlemiş memle- ketlerinde esnafın nasıl himaye &- dildiğini anlamak için, heryerden kanunlar, nizamlar getirtmiştir. Bunları tetkik ediyor ve diğer ta- raftan da kasabalarımızdaki şera- iti göz önünde bulundurmak üze- re, alâkadar müdürler, memleke - tin münasip yerlerinde seyahatle- re hazırlanıyorlar. © Altraya kadarel sanayiinin hattâ evlerde çalışanların nasıl himaye edileceği kat'i surette tes- pit olunacaktır. Bu meyanda, halıcılığa ve An- tep işlerine de ehemmiyet verile- cektir, İktisat Vekâletinin “el ve küçük sanayi müdürlüğü,, , mes « lek mekteplerile alâkadar olacak, bunların inkişafına hizmet edecek | ve mezunlarını himaye edecektir. Bazi muvafık havalide, meslek mektepleri açılması için de çalışi- Tacaktır, Fenni surette teşkilâtlanan kü- çük sanayi erbabına kredi açıla" caktır, Esnaf, fenni sürette teşkilâtla « hâva gazı lâmbası çok sönüktü. narak, makineler tarafından ezik *Devamı var) Bir sobacılar cemiyeti kurmalıdır! Divanyolunun en eski esnafi, 3ö senelik san” - atkâr sobacı Kir! ) kor Efendi di- i yorki: “Bizim işimiz dükkânda olma- dığı için, odük- kânların kapan - ma saatlerinin Kirkor usta tahdidinde zara- rımız olmamıştır. Biz dışarda yapılarda çalışı rız. Yapılar kaçta paydos ederse; bizim de işimiz bitmiş demektir. Bizim en büyük derdimiz, ce- miyetimizin olmamasıdır, Bizim de cemiyetimiz olmasını çok iste- riz. Buna, yani bir cemiyete men- ! sup olmıyan çok ihtiyacımız var- dır, Onun; içindir ki; ben dülger cemiyetine kaydedildim, Çünkü alacağrmiz büyük bir işte, cemiye- tin san'at ve ehliyetimizi tasdik | etmesi lâzımdır. Sonra her işi hü- | kümetten beklemek te olmaz. Hü- | kümet, icap ettiği zaman, bizi ko- ruyor, Meselâ, geçen sene çok ka- zanç vergisi verirdik. Bu sene ver- giler indi. Bu hareket san'atkârlar için büyük bir iyiliktir. aa Bütün esna? ve bütün işçiler! Meslek ve hayat şartlarınızı dü- l zeltmek için nelere ihtiyacmi: varsa, bize yazın, sütunlarımız, emrinize açıktır. Fotoğraflarımızış! da yollayın. i memesi ve kredi almasını çok is- tediği için, bu haber, san'at sahip- lerini çok sevindirecektir. Kavafoğlu Telefon şirketinde 18 lira maaş! Efendim, Telefon şirketinde bir aylık m€ saimize karşı 1856 kuruş alarsf çalışmaktayız. Halbuki diğer mi esseselerde ayni vazifede çalışafi" ların maaşı otuzdan yukarı olma la beraber elbise ve ayakkabılaf" sirket tarafından temin olunmak? tadır, Ve hattâ müessesenin mf murlarma seneden seneye ya mf aşma zam veyahut bir ikramiy& vardır. Fakat bunlar bizde mas* lesef... Bu sene nasılsa pardesü > lar; fakat aradanbiray g den onun da kokusu çıktı. Herbi rimizden sekiz lira istediler vermek hususunda güçlük göste” receklerin maaşının hepsini ha edeceklerini söylediler... Bu lira verildi. Aradan şimdi iki geçtiği halde sekiz Vira dahâ İst” meğe başladılar ve aynı ihtarı rar ettiler, ediyorlar... Gece $' düz çalışan bir adam, emeği k8#” şılığında herhalde geşinebilmeli dir, istikbal için de inkişaf üm olmalıdır. Halbuki, uzayıp kasa mıyan 1856 kuruşla ne yapıl” siz, söyleyin. Telefon şirketi, landığı adamları geçindirmek”? âciz midir ki bizi sefil yaşatıy0" Hüseyin “HABER'in bağ eğlencesi 21 Eylül Cuma günüdür