—Son sayıfadaki resme bakın! — © Bilmem, Çerkös “âdetlerinden '©y anne olan bir hanımın torunu- Nu aldınızsa o mevzuubahs filân- caya yengenizin biraderi akraba — Gördünüz mü safayı!... “Bu kaide esas ittihaz edilirse, el- bette iki Çerkes, birbirinin akra- basıdır. S L Nitekimi; © gün, saraylı Zinnur- felek hanımın evine, üç mahalle ö tedeki diğer bir saraylının evin » den haberci gitti: — Çerkezistandan — akrabalar geldi... Hanım teyzem: “Buyur- sun da görüşsün!,, diyor. Zinnurfelek Hanım, hayret bi- le etmedi, Bu gelenlerin isimlerini sormak lüzumunu duymadı. Zira, tanınmıyacağına emindi.Buna rağ men, akrabalıklarından bir daki - ka şüphe etmek aklımdan geçmi - yordu. Hotozunun üstüne baş örtüsü - nü örttü. Uzun saplı sadakor şem- siyesini eline aldı. Tıngırmıngır, fıstıki makam, nazende eda yürü- meğe başladı. Bu geçkin kadınımn kırk - sene evvelki nazlı, nazenin, emsalsiz güzellerden saraylı Finnurfelek ::İuhnn kim aklına getirebilir: ? ( Bir gün, bektaşi güzel bir - kız Börmüs: — Yarabbi! Bu nefta mahlük ne kadar günah işlerse işlesin; o - nu cehenneminde yakmağa nasıl kıyarsın? -diye semalara bakmış. Aradan yarım asır geçtikten sonra, ayni kıza, koca karı olmuş vaziyette rastlamış: — Ha.. Şimdi anladım... Onu bu hale soktuktan sonra yakarmış sın! -demiş. Onun gibi, Zinnurfe: lek Hanım da, tanınmıyacak hale gelmişti. Filhakika, onu, misafirlerden hiç biri tanıyamadı... Selâmlaştı - lar... Hatır gönül sordular, Sonra: — Siz kimlerdensiniz?... -diye bir sicil muhaveresi açıldı. Ancak ondan sonradır ki, İstan- bula yeni gelenlerden kaba sakal- h, çakır mavi gözlü bir adam, ka- İin sesiyler — Emine... diye haykırdı. Sen Emine ha?... | tanbula kaçtı... Kaçmak için de, Hakikaten de, bu isim, saraylı nın memlekette annesi babası ta- Yafından konulmuş isşmiydi. Zin - nurfelek ürperdi: — Sen.... Sen... İhsan... — Sen ha?... -diye haykirdı. — Elbette ben... İşte, tam kırk Altı sene sonra bülüştuk... Ah, da - ha evvel, gençliğimin ateşi damar da sönmeden sizi bulsaydım, Mutlaka öldürürdüm... Fakat, ar - tık geçti... Beni mahvettiniz... — Beni hesaba katma, İhsan... “erhume kardeşimin ne kadar te- sirinde olduğumu biliyordun... O, beni sürükledi... Onun sebebile tım... Fakat, biçare öyle nadim Oldu ki.. Çerkes beyi gülümsedi: — Bemek, pişman oldu Hem de nasıl?... Fakat, asla etmedi... Biliyorsun, Naciye İtiraf me kadar mağrurdu... Gözleri ne yukardaydı... Seni vallahi pek se- verdi... Bütün ömrünce tercih et - tiği biricik erkektin... — Buna rağmen, benimle ev- lenmesi kabilken evlenmedi... Is - kendini esirciye teslim etti... Sen de birlikte gittir.. Ah; ah; aha? | Eski günler, İhsanm gözlerin - de canlanıyordu. — Allah gani gani rahmet eyle- sin, sakın kardeşimin — aleyhinde tek söz söylemeğe kalkışma, —İh: san.., O, çocukken pek çok masal- lar dinlemişti... Onların tesirinde kalmıştı... Mutlaka masallardaki gibi sultari olmak istiyordu... Şeh- zadelerin kendi çökmesini rüyalarında du... | “İşte, bunun içindir ki, şimdiki kızların Holivuda heveslenmesi gibi, o da, Çerkezistandayken, Yıldız sarayma heveslendi... Beni kışkırttı.. Ben, itiraz ettim... Fa - kat nasıl dediği dedikti, bilirsin... sözünü geçirdi... Arkasımı biliyorsun: Bir gün, ortadan kaybolduk ve İstanbula geldik... Sen, faciayı kendi hesabına, bu- rada bitti telâkki ediyorsun, — Fa- kat, bizimi hesabımıza facia asıl burada başladı: Zira, kardeşim, sarayda kalfa - ların verdikleri terbiyeye bütün gayretile temessül etmeğe çalışı - yordu, Mektepte en gayretli tale - be derslerine ancak bu kadar dik- kat eder. ğ Kendi güzelliğinden, cazibesin- den emindi.. Eğer bu terbiye de şahsiyetine inzimam ederse o za- man hiç bir eksiği kalmıyaca ğını, Padişahr kendine bağlıyacağını, bütün devletin mukadderatma hâ kim olacağını umuyordu. görüyor- huzurunda” diz. | — Tarihten 12 Eylül 1934 önceki çağlarda.. Maymun adamlar zamanında hangi hastalıklar vardı, doktorluk nasıldı? Yazan: Pr. Mustafa Santur Tarihten evvelki devirlerde görülen bir hastalık: Kemikler birbirine yapış- mıştır. Bunları tasavvur ettikten — sonra mağara ve mabetlerinde bir insanı di- ne sevketmek veya bir hasta için şifa dilemek maksadiyle buralarda — neler yapıldığını anlamak kolay olur. 'Ta - sayvur edebilirsiniz ki, zavallı, dine kavuşmak için sonsuz dar bir takım dehlizlerden geçer. Müthiş gürültüler arasında kayaları tırmanır; ve birçok ölüm tehlikeleri geçirir. Bazan yolu- na devam için bir ırmaktan geçmesi lâzım olur; ve nihayet geniş bir sa « hona girer ki, orada sarı ve kokulu bir ziya sayesinde — duvardaki mukaddes hayvan resimlerini görür. Ayni za - manda müthiş tambura gürültüsü a - rasında sihirbazların — oyunları göze çarpar. Velhasıl zaten kokulu tesirler al » tında kalmış olan zavallı, uzaktan, derinden bir takım sesler işitir. Bu sesler onun öğrenmek istodiği şeylere cevap veriyorlar, Gerçi bu faraziya - tımazı isbat edecek elimizde delil mev- cut değildir. Fakat Mağdelen sihirbaz- bazları gibi bir hastalığı tedavi etmek ve İstikbalin wrirrim öğreminek için Gihlere ömle verdiklerinde çüphe yok- İşte, beklediği büyük gün gel- di... Padişah, bir gül bayramı ter- tip ettirmişti... Bütün — saravlılar, has bahçeye toplandı... Güldüler, oynadılar, Nihayet, ortaya bir rivayet çı karıldı: — Bir yüzük kayboldu... Bunu tar. Keldanilerde, — Mısırlılarda, eski | Yumanlılarda da böyle olması ihtima- | li pek çoktur. Bugün ayni sihirbazlar | Zekil'erde ve Peronun yerlilerinde mevcutfat, Mağdelen devrinde — sihirbazların * yaptığı sihir tababetindan başka bü - —— .—— —— nn içimizden biri çalmış olacak... Üs- lik olmadı. O da, bir kere kokla- tünü arayacağız... Hepimizi, teker teker bir. ge- çitten geçirdiler. Orada, göğsü- müzü bağrımızı açtılar. Saçları- nılıp atılan bir çiçek gibi, Padişah tarafından nisyan çamurlarma a- tıldı... Bunu, ilk önce, Naciye anlaya- mızı dağıttılar. Sözde kaybolan | Madı.. Sonra anladı; fakat, itiraf mücevheri arıyorlardı. Fakat, ha- kikatte, vücudumuzun gizli yer- lerini, açıyorlardı. Padişah, bir de likten bizi gözetliyordu. Kimleri intihap ederse hazinedarlara işa- ret ediyormuş. Bu meyanda beni de, kardeşi- mi de seçmiş... Beni daha önce gağırttığını — öğrenince ne kadar müteessir oldum, bilsen... Doğru- su, bu iltifatı istemiyordum. Eniş- temin iltifatına nail olmuş gibi, hemşiremin yanında küçük düşü- yordum. Fakat, Naciye, benim bu telâ- şıma karşı âlicenabane mukabele | etti: | — Zarar yok, kardeşim... O, nihayetülnihaye benim olacak de- Kl mi? O zaman, hiçbir kadın ona yaklaşamıyacaktır... Yanaklarımı okşadı: — Bu meyanda sen de yaklaşa- mıyacaksın... Fakat, sıra, vaktaki ona geldi, dünya yüzünde hiç bir harikulâde etmedi. Kederinden yatağa düş- müştü. — Hastalandım da, Padişaha bu halimde görünmek istemiyo- rum! -dedi.> Onun için, kendisine tenbih ettim... Yanıma gelmiye- cek.., Ancak hastalığım iyileşince onu kabul edeceğim... Kardeşim yalan söylemiş olma- dı. Çünkü kalkması mukadder de- ğilmiş... Zavallı çocuk... İki palmiyenin arasmda duran karyolasında, bir sabah, bu fani dünyaya gözlerini kapadı... Ağla- drm, ağladım, ağladım... Son sözleri ne oldu, biliyor mu- sun? — İhsanı delice sevmeme rağ- men Padişah için onu terkettim... »demek oldu..- Saraylı, sürmeli gözlerinin ya- naklarına bulaşan yaşlarını sildi. Şimdi artık İhsan da ağlıyor- du; dinliyenler de... (Hatice Süreyya) tün tarihten evvelki zamanlarda ba - tından batına devredilen — ve elyevm asarını gördüğümüz bir tababet tas - lağı mevcut olduğu anlaşılıyor. Bu devirlerde en ziyade görülen hastalık (Şekli bozan Romatizma) ol- ması ihtimali kuvvetlidir. Filhakika güneş yüzü görmiyen tozlu mağara - larda insanlarım bu haştalığı yakala « mak için çok iyi şarait dahilinde ol - dukları üşikârdır. Bundan başka ayni süretle yaşıyan mağara ayıları ayni hastalığa tutulmuşlardı. Bir çok maf. salları ve bilhassa fıkaralı birbirine yapışmış insan iskeletlerine — tesadüf edilmiştir. Bazan fıkarat sütunu, birbirine ya- pışmış bir tek parça olarak görülmüş- tür. Bu insanların ne kadar istirap çek tkleri kolaylıkla anlaşılır. Bu zaman- da çocuklarda raşitizm (kemik has « talığı) baş göstermiştir. Biliyoruz ki, 'Tarihten önceki çağlarda kala ta- sında, şimdiki doktorların cesaret ede -| mecdikleri ameliyeler yapılııdı.. Bu iki geSünle o devirden kalma kafa tasların- da Ve âneliyelerin izleri görünüyor, mağara insanları delşetli bir iştaha ve kuvvetli dişlere malik olduğundan diş çürüğünün ne olduğunu bilmezdi. Bil- âkis dişinde toplanan kefekeden tevel- lüt eden diş etleri hastalıklarını pek i- yi tanırlardı. Muhataralı yerlerde avlanan insan- lar şüphesiz ki, düşerler. ve ayakları kolları karılırdı. Bu kırıkların eserle-i bazan iskeletlerde bulunmuştur. O za- manda çıkıkçılara şeref veren bir şey yar ki, bu da bütün kırıklar şekli de- ğişmeden, ve kemik kısalmaksızın iyi olmuştur. Bu insanlar şüphesiz ki, komşula- riyle muharebe ederler ve birbirleri- me taş atarak veya ellerindeki müda - fan âletlerini kullanarak — birbirlerini yaralarlardı. Kafa tasları açılırdı. Bir- çok yerlerde tesadüf edilen yaralı ka- fa taslarının iyice şifayap olduğu gö - rTülmüştür. Bütün bunlar isbat ediyor ki, tarih- ı ! 'î yor. Cesim ormanlar teşekkül ediyor. Ve içerisinde geyik, yabani domuzla- rı görülüyor. Avrupanın ortasını sık ve bâkir bir orman işğal ediyor. O ka- dar ki, şimal ile cenup arasında müna- kale bu orman dolayısiyle zahmetli oluyor. Tarihten evvelki yeni devir ü- çe ayrılabilir. 1 — Tarihten evvel or- ta devir ki, bu zamanda yontulmuş taşın cilâsı yalnız uçlarında ve kes » kin yerlerindedir. 2 — Bilhassa tarih- ten evvelki yeni devir ki, bu zaman « da yalnız cilâlanmış — taş — kullanılır. 3 — Maden dervi ki, . bakır, altın, meydana çıkıyor. Ve maden devrinin gelmekte olduğunu müjdeliyor. Tarihten evvel orta devir Glâsiyeler eridikten sonra Chance- lade insanı Ren sürülerini takip ede- rek şimale doğru gitmeğe başladı. Ve Afrikadan gelen ve beraberlerinde me- deniyetlerini de getiren yeni insanlar. la ikame edildi. Bu medeniyet Maz » deler medeniyeli ile birleşerek tarih « ten evvelki orta devre ait sanayii mey. dana getirdi. Bu zamanda yazı yaz- mağa başlandı. Bahri Sefit Irkı. — Ayrupayı işgal eden yeni insanlar Bahri Sefit ırkına mensuptur ki, az zaman sonra afrika- nn şimalini ve Avrupanın cenubunu yani bütün Bahri Sefit sahilini işgal ettiler. Bu ırk çok şayant takdirdir; çünkü, Masırlılar, Keldaniler, Fenike- liler ve eski Yunanlıları bunlar teşkil ettiği gibi bugünkü — medeniyetimizi de onlara medyunuz. Bahri Sefitliler iyi denizcidirler; zira az zaman zar - fında Egenin bütün adalarını Bahri Sefit adalarını, Büyük Britanyayı iş « gal etmişlerdi: Beraherlerinde getir « dikleri medeniyet üğ #det Wle mevsufe tur. (Müdevver klübe, seranik ve çö- melmiş görünmek) dir. 1928 senesinde Mösyö ve Madam | Tövie St Just Pöguard bunların otur. dukları bir yeri bulmuştur. Burada o- taran Bahri Sefitliler Mağdalenler « | den aldıkları sihir dinini tatbik ediyor | lardış böyle olduğu şundan anlaşılı - yöor ki, iki iskelet geyik boynuzlu idi ve bunlar iki sihirbazdan — başka bir şey değildi. Şimal ırkı Ren ve Tuna nehirleri ile Bakiv or- manının yaptığı hattın şimal tarafların- da bir zamandan beri Rusyanın mer- kez yaylalarından geldiği zannedilen bu insan ırkı yaşıyordu. Şimal arkına mensup insanlar uzun, kumral ve Bah- ri Sefit medeniyetinden tamamiyle ay- rıdır; kafatası ve çehre uzundur. Si- fatı mümeyyizeleri (müstatil şeklinde klübe fena pişmiş ve kaba Seranik ve boylu boyunca gömmek) idi. “Daha bitmedi” (Bundan evvelki makale 20 A- ğustos tarihli sayımızdadır.) Mensucatın islâhı Şimdiye kadar yerli fabrikala- rımızda dokunan ince kumaşlar i- çin lâzım olan kangarin iplikleri tamamen hariçten geliyordu. İs - met paşa hazretleri geçen sene ten evvelki insanlarda merhamet hissi | Sümer bank fabrikalarmı gezer - vardı. Çünkü hastalar — ve yaralılar ken bu husuş nazarı dikkatlerini haftalarca, aylarca, — bazan senelerce | celbetmiş ve bu ipliklerin dahilde fedakâr arkadaşları tarafından tedavi edilmiş ve kendi yiyeceklerini bu has- talarla paylaşmışlardır. İşte böyle u - zak zamanlarda bile muaveneti tıbbi- ye tebellür etmeğe başlamış idi. Cilâlanmış taş devri Şimdi tarii evvelki ikinci büyük devir olan cilâlanmış taş devrini mü - talea edelim. Asri Jeoloji zamanma geliyoruz. Avrupa şimdiki şeklini alı- imali için direktif vermişlerdi. Sümer bank ve Feshane fabri- kaları bu hususta kat'i teşebbüs - lere girişmişlerdir. Avrupadan bu iplikleri yapmak için Feshane fab- rikası makineler getirtmiştir. Bur- sada da kangarin ipliğini imal i « çin bir fabrika kurulmak üzere « dir.