Abdü ö zdeleri vlh_amit Tarihi tefrika: 12 Geçen kısımların hulasası Abdülhamit, Parzisteki Jon Türkler- le muhabere ettiği vehmiyle — Tıbbiyeli bir genci sarayda her gece tazyık ve im tiçvap ettirmektedir. En sevdiği göz - delerinden (Necmi Seher) Hanımla Pa- risli güzel rakkasse aralarında müthiş bir kıskançlık başlamıştır. — Bu sırada Naime Sultanın kocası Damat Kemalet. tin Paşa ile Hatice Sultan aralarında bir sevişme hâdisesi Abdülhamidi çıldırt - mıştır. Hafiye çilte köşklerin bahçesin- deki çalılıklar arasında takibatla meş - güldüzler. Aptulhamit 1 — Estafurullah Şevketlim! Ha-: şa.. Böyle bir şey söylemek isteme- dim, Necmiseher Hanım İIstanbul- ludur.. Daha zeki ve anlayışlıdır. Elbette Saadetle mukayese edile- mez. Abdülhamit gülümsedi. Cafer Padişahın hal ve tavrın- daki değişiklikten cesaret alarak: —- Necmiseher — Hanımefendi Sultan Hanımlar sırasına geçmeğe lâyık bir incidir, Padişahım! dedi, Cafer Ağa bu surelt2 Saadetin saçlarmının kesilmesine ve saraydan uzaklaşmasına mâni olmuştu. Abdül!hamit çekmesinden bir küçük kolye çıkararak harem ağa- sına uzattı: — Cafer! Bunu al.. Kendi elin- le Saadetin göğsüne tak.. ve yarı- na kadar rahatsızlığı geçerse, sa- bahleyin kahvaltrmı onun getirme sini söyle! Cafer Ağa huzuru hümayundan çıkar çıkmaz Saadetin — odasma| koştu. — Kızı sevindireyim... Necmi-| seher de kıskançlığından patlasın. Diye söylenerek kapıyı açmak istedi. Oda kapısı içinden sürmelen - mişti. Cafer Ağa yavaşça kapıyı vur - du: — Saadet.. Ben geldim. Cafer kapının önünde bekler- | ken, Necmiseherin Saadet hakkın| da uydurduğu yalanları düşüne- rek hiddetinden homurdanıyor: — Bu temiz yürekli kız Padişah- tan başka kimseyi sevebilir mi? Diyerek, Necmiseherin tezvira- tına şaşıyordu. | Fefsika sumarası:: 25 Aşk mı, Servet mi? Nâkili: (Vâ - Nü) Geçen kısımların hülâsası İlhami Bey, servetini kaybetmiş bir Paşazadadir. Fakat, eski debdebeli hayatı terketmek iatemiyor. Onun için, kızı Türkân Hanımı Cemal Bey ismin- de bir zengine vermek emelindedir. Halbuki, Türkânla Fikret sevişiyorlar. İlhami Bey, Fikreti, oğlu gibi büyüt- mektedir. Ona, kızdan vazgeçmesi için rica ediyor. Bankâ memuru olan Fik. retin önüne, teradüf, Şadiye Hanım isminde zengin bir kadın çıkarıyor. Bu kanım, da delikanlr ile alâkadar oluyor. — Emin olunuz, yalnız zahiri tarafla- rınız benziyor.. —dedi.— Kocam, çocuk gibi, iradesiz, her tarafa sürüklenir bir erkekti. Siz ise, bilâkiz, çelik gibi sağ- Tam bir azme sahip duruyorsunuz.. Ma - »evi taraflarınızda taban tabana zıddiyet vardır. — Maamafih, onunla dost ve arkadaş- mışsınız.. Demek ki, asıl manvi tarafla -| | ne anlatıyormuş gibi, kendi kendi- | gelme! Hepsini biliyorum.. Hat - Yazan: Ishak Ferdi Cafer Ağa içeriden akseden ha- fif bir mırıltı duydu.. Kulağını ka- pıya yaklaştırdı. Harem ağasının gözleri birden bire dışarıya uğramıştı. Kendi kendine: — Aman Allahım.. Neler işiti- yorum! | Diya söylendi. Kulağını kapıya iyice yapıştırdı. ? Arabın ağzı bir karış açılmıştı. Saadet, odasında yabancı biri- ne konuşuyordu: — Sevmek günah mı, canım? Kim ne derse desin.. Kafamı kes - seler, gene seveceğim. Zindana at salar, gene seveceğim. Ölünciye | kadar seveceğim. Allah, Allah., Be|” nim kalbimin kâhyası yok ya! Her kes sevsin, birbirile cilveleşsin de, ben nicin sevmiyeyim? Neden bir erkeğin kolları arasında — yatmak saadetinden mahrum kalayım Cafer Ağa derin bir şaşkınlık içinde: — Vay kâfir vay! Demek ki Necmiseher yalan — söylememiş. Ben de aptal gibi onu müdafaa e - diyorum... Diyerek şiddetle kapıya vurdu. Saadet kapının birinci çalınışı- nı zaten duymamıştı. Derhal kapıyı açtı ve Cafer A - ğayı görünce sevindi : — Buyurunuz Efendim! Bu sa- atte sizi buraya hangi Tüzgârlar attı? Cafer Ağa kaşlarını çatmıştı. Odadan içeriye girdi ve kapıyı ar- dından sürmeliyerek bir koltuğa oturdu. | — Adapazarındaki âşıkın çok| mu güzeldi? Saadet hayretle ağanın yüzüne baktı: — Hangi âşıkım?... — Canım, — anlamamazlıktan tâ yalnız ben değil, efendimiz de biliyor. Bu yüzden saçlarını kö- künden keseceklerdi. Ben şefaat ettim, Fakat, yanılmışım. Keşke ağzımı açmasaydım... Saadet, ağanın omuzlarına sa- rıldı: — Neler söylüyorsun ağacığım? | rını beğeniyormuşsunuz.. — İhsana karşı niçin merbutiyet his- settiğimi şuurumla tayin — edemedim ... Onu sevmediğimi, kendisine yalnız şef- kat beslediğimi sanıyordum. — Halbuki, ölümünden sonra, yalnızlığımı anladım.. Hiç bir gün aklımdan çıkmıyor.. Gülümsedi: — Sizi karşımda gördükçe, onu diril- miş sanıyorum.. Hem de, beğenditim manevi taraflarını tashih — ederek gel | Miş... Fikrot te, kendi hususiyetinden bah - #otti.. İlhami Beyin ve Türkânın ailesi- me karşı nasıl merbutiyet duyduğunu an- hattı.. Onların evinde vaziyetini muhta- sarca hikâye etti. — Fakat, bittabi, his taraflarına dokunmadı.. Bumna rağmen, Şadiye Hanımın aklı bu . cibete takıldı: —Türkân Hanım kaç yaşında?. Fıkra müsabakası En iyi, en güzel fıkraları bize gön- dereceklerin yazılarış burada neşredi- lecektir. Yalnız bu fıkraların uzun ol- maması, seçme olması ve okunaklı yazılması lâzımdır. . Merhaba hasisler Birkaç kişi bir bahçede oturmuş, yemek yiyorlardı. Adamın biri yan larına geldi: — Merhaba hasis adamlar! de- di. Yemek yiyenler, tanımadıkları bir adamın kendilerine hasis de - mesine fena halde kızdılar ve sor - mlar: —— Sen bizim hasis olduğumuzu nereden biliyorsun? Hoş sözlü olan lu adam şöyle cevap verdi: — Canım kızmayın. Bir parça ekmek verin de hasis olmadığınız anlaşılsın.. Bu suretle benim yalan- c olduğum da meydana çıkar! Selimiye: Nüshet Benim Adapazarında âşıkım falan yoktur. Ben oradan çıktığım — za- man küçükcük bir çocuktum. Hiç bir şey bilmezdim. — Şimdi de şeytanın bilmedik- lerini biliyorsun! Saadet, Cafer ağanın yanakla- rını okşamağa başladı. — Vallahi şimdi de o vakitki ı',bi saf ve temiz bir kızım, ağacı- ğgım! Kimseye fenalık yapmasını bilmem. Kimse hakkında fena dü- şünmem. Hattâ kuyumu kazanlar hakkında bile.. Hele söyleyin ba- kalım, ne olmuş? Efendimiz bana gazeplendi de siz şefaat mi etti- niz? — Öyle ya... Saçlarını kökün- den ustura ile tıraş ettirip köyüne gönderecekti. Ben affettirdim.. Le- hinde söyledim. “Saadet sadık ve vefalı bir kızdır.,, dedim. Bu söz- lerim Padişahın hoşuna gitti.. Ve bak sana neler ihsan buyurdu?! Cebindeki kolyeyi çıkardı: — Gel boynuna takayım... yorsun? Ver bakayım ağacığım! — Ah, ne güzel! Sahi mi söylü- — Yook.. Olmaz. İrade yerine gelecek. Efendimiz: “Kendi elinle göğsüne takacaksın!,, dedi. Cafer ağa, Aptulhamidin verdi- ği kolyeyi Saadetin göğsüne tak- tıktan sonra: — Sultan, dedi, bana Hakikati söyle bakayım! Sen kimi seviyor: sun? — Vallahi kimseyi sevmiyorum, ağacim !.. (Devamı var) — Orta boylu mu, uzun mu7, — Zayif mi, toplu mu?, Bu neviden sualler yağdı.. — Fikret, hepsine lâkaytlikle cevap — veriyordu.. Nihayet, hepsini birden kestirip atmak için şu suali sorulmamış cevabı verdi: — Nişanlandı gibi.. Yakında evlene - gek... Cemal Bey — iszminde bir gence, babası, onu veriyor... Şadiye Hanım, rahat bir nefes aldı... Sonra, gülümsiyerek: — Aman, ne uslu, ne itaatli hanım - muş bu?., “Babası veriyor...., öyle mi ? Zamanımızda böyle kızlar hâlâ var de- mek!.. Yoksa görücü ile mi evleniyor .. Fikret, içinden: *“— Ne uslu, ne itaatli olduğunu bir- de bana sor!.,, diyordu. Fakat, yüksek sesle: — Tabiü değil mi?.. Bir baba, kızının sandetini ister... — Demek ki, Cemal Bey, — Türkân Hanmı mes'ut edecek.. Zengin olduğu için mi?.. Zencinliğin saadette âmil ola- cağını zannediyor musunuz?, — İşte bu- nun aksini ispat eden benim.. Emin olu- nuz ki, hayatım, felâketten felâkete sü- rüklenmistir. Tazanda, her şeydan ev « vel tali olmalı.. — Deminki şüirde hem zengin, hem güzel, hem şık — olduğum " Nakıl ve tercüme h akkır #ıı Postası V gek Yazanı M. Gâa — Ö vi Stearin mumları yapmak için öküz ve koyun içyağları su, yabut hamızı kibrit, yahut kireçle - sabunlaştırılır. Husule gelen asid gralar su buharı ce- reyanında taktir edilir. Sonra keten torbalara konur. Evvelâ soğukta scn- ra kirk derecede torbalar sıkıştırıla - rak asid oleik tefrik olunur. Asid öle- ik torbalardan süzülerek — yalnız atid palmitik ve asid stearik kalımca bur - lar izabe edilir ve ortalarında fitili o - lan kalıplara dökülür, Mum imal edi - Tirken sabun imalinde kullanılan arid olcik ve gliserin elde edilir. Sabunlar Sabun “Şahmi bamız,,ların esaslar- la ittihadından husule gelen milhtir. sabun yapmak için “şahmi,, yani gres maddeler potas, sud, kireç gibi esas- larla tasabbun ettirilir yani sabunlaştırı- hır. Sabunların muhtelif nevileri vardır. En müstamelleri potaslı ve sudlu — sa- bunrlardır. Potaslı sabunlara yumuşak — sabun yahut arap sabunu, sudlu olan sabunla- ra da sert sabun veya çekirdek sabenu denir. Ev işlerinde sert sabun kullanı- hır. İçinde kalevi olan sabunlar su ve ispirtoda erir. Kalevi olmuyan sabun - lar ise'suda erimez. Eğer kireçli suya veya acı suya bir miktar sabun mahlü- lü koysak kireçli sabun husule gelir. Bu da eritilerek tortu halinde dibe çö- ker. Keza bir bakır milhi üzerine bi- raz sabun mahlulü ilâve edersek ye - şilimtrrak bir tortu hasıl olur ki bu da bakır sabunudur. Sudlu sabunlar, iç yağı, hurma yağı, cinsi fena zeytin yağı gibi — “şahmi,, maddeleri sudla sabunlaştırarak yapı- hır. Bunun için iptidai maddeler ateş veya buharla ısıtılan demir kazanlara konur ve durmadan karıştırılır. Bu es- nada gliserin ile sabun husule gelir.Her ikisi de suda erir. Sabunu su ve glise« rinden ayırmak için sudlu mahlulü ilâ- ve olunur. Sabun tuzlu suda erimedi - #inden mayiün sathında toplanır. Gli- serin ise suda erimiş bir halde — kalır. Böylece elde edilen sabun tekrar tuz- Tu süd mahlulü ile kaynatılır. — Sonra kalıplara dökülerek dondurulur. Sabun- nun donması çabuk veya geç olduğun: na göre rengi beyaz veya renkli olur. Potaslı sabunlara gelince bunlar es- mer yahut yeşilimsi renkte olurlar. Sud lu sabunlardan mülessirdirler, — Pctas h sabunların imali sudlu tabunlarır i- mali gibidir. Yalnız sud yerine potas konur. Bunlar fıçdara konarak ticare- te sevkolunur. Arap sabunu cilt has - talıklarında, sanayide kumaşların yağ- dan tecridinde kullanılmaktadır. An - cak yünlü ve ipekli kumaşları temiz - lemek için kullanıları sabunda az po - tas olmalıdır. Yoksa kumaş yanar. Adi sabunlara — süblime, — asidfenik | tık kalıblara dökmesi kalır. gibi müzadı teaffün - Dezenf vetan- lar yazılıydı. — Bizim memlcketin şeraitine göre çok zengin olduğuma taklamam , boş ve mânasız bir tevazu olur.. Güzel - liğime, şıklığıma emniyetim yok.. Size| gayet garip bir şey söyliyeyim mi, zev- | cim öleli on şeneden fazla oluyor.. Be - | ni © zamana kadar pek çok kimse ılmıılıl istedi, fakat, bunların hepsinde — ikinci | bir maksat sezdim: Param için beni is- tiyorlar sandım.. Belki de bunda hık-ı sızdım.. Elbette, bir kadını kendi — için | istiyen erkekler de bulunur.. Fakat ben | de, hep aksi fikir hasıl oldu.. Evleneme- dim.. Eğer param olmasaydı, belki de çoktan evlenir ve saadete kavuşurdum.. Görüyorsunuz ya.. Servet, her zaman, | insanmn saadetini temin etmiyor.. Bazan da saadete mâni oluyor.. Zongin bir insan, aşkı hususunda, şehre — gelip te daima dolandırı'mağa müheyya bulu - nan bir zengin köylü halindedir.. Zen- gin olan aşkta kaybeder.. Fikret, dudak büktü: L — İhtimal.. — dedi.. — TTTT Gözleri dalmıştı.. 4 i Şimdi, bambaşka bir şey düşünüyor. du.. Hayır, bu kadın, hayalâta kapılıyor » du!. Kendisi, zengin olmadığı için, aşkta kaybetmişti.. — Cemal, zengin olduğu ilâve edilerek tıbbi sabunlar | gibi boyalar ve osanslar ilâv€ te tavalet sabunları yapılır: AĞ reçine ilâve edilirse reçineli elde edilir. Bunlar tuzlu sud? köpürür. y Adi sabunun imalinde maddelerin miktarı şu nisbet D 600 gram iç yağı alınarak * na konur, hafifçe ısıtılır. Bunü Bame kesafetinde 200 l iyeti sodyum mahlulü ilâve durmadan karıştırarak 197 olunur. Kısa bir müddet sonff busule gelir. Sabun husule başlayınca mahlule 12 - 8 '_d fetinde 200 kilo daha maiyeti ilâve edilerek karıştıra lıf'!: natılır. Sabun daha kesif bir V | der. Mahlul bir müddet sonra üzerine 18 - 20 Bome de 200 kilo daha maiyeti 106Y'| ve edilerek tekrar kaynatılır: * dört saat kadar sürer. İi Yağın tamamen sabun ha! gelmediğini anlamak için lman müuhtelif nümuneler <&f lar üzerine konur. Nümunelef ken berrak ve şeffaf olmalı, ca yumuşak olmamalı, katı ©| 'f Soğumuş nümune dile do g | b gl ca lezzeti yakıcı olmalıdır. EĞ” mıyorsa kalevi ilâvesi lâzımdı!" | Yağın tamamen sabunlaş! şılımca gliserinden ayırmak mahlulü katılır ve hepsi on btf kaynatılır. — Bu sefer sabun mamen ayrılarak satıhta tol K L e ÇA Karbon idratlar! “Hydrates de ka Karbon, oksijen ve idro rekkep uzvi cisimlere karbot rı denir, Bunların içindeki idrojen suyu teşkil eden ni y | hilindedir. Nazari bir sümane domları ile su — meleküllerini? mesinden busule gelmiş - old karbon idratı ismini alırlar. Muadili çok olan küulleri? hammuz mahlülleri karbon Meselâ glikol dediğimiz C* H" nin tahammuzu ile elde edilt? glikol — C* (H? O)? bir idrat bondur. 'Terkibinde iki karbon olâf lara biyoz 'denir. Aldcid güktlğ Biozdur. Muadili çök -küullerden ilk tahammuz mahsulü olan # resin de bir idrattır. Aldeid düsturu C* (H" O)” tür., Muadili çok küullerden H* (O H), nin ilk tahammül olan glükoz C" (H" O)* da bif tır, Altı karbonlu olan idratlar? zez denir, Glükoz bir hekzo! (De <- ( A LA için, sevgilisini ondan almıştt “— Züğürdün nasibi hay ye düşündü.— Sözde Türkât ruya, uzaktan uzağa beniml€ Fakat ,hakikatte — anunla Muhavere bir daldan bir yordu.. / Yukarıki muhavereler, ) ileri doğru adım atmasıma olacak tarzda idi.. Zaten, bi Ö den evvel, Fikret kendini yet 4 hâlâ Türkânın nüfuz ve duğunu hissetmişti. Kendi kendine kızıyordu? — İ *— Deli miyim ben?.. BU tün İstanbul gençlerini ıf'/ y tacak bir fırsattır.. Valkıa '.i büsümü kıracak sözler 9öY7 yf teşebbüsü bizzat kendi Beni buraya çağırması, da' birinin gelmemesi, muh y | sabiyet, sarfettiği bir kat bunlara delil değil midir?: kendimi yoklıyorum da, 9 Çf siz olduğumu — anlıyorum” beni de kendini de felâkel€ cek bir zevce olur..,, İT A” A ee ARER İ A B z