Saatlik sayfa görüntüleme limitine ulaştınız. 1 saat bekleyebilir veya abone olup limitinizi yükseltebilirsiniz.
t Abdü lhamıt Gözdelerı Tarihi tefrika: 12 Geçen kısımların hulasası Abdülhamit, Paristeki Jon Türkler- le muhabere ettiği vehmiyle — Tıbbiyeli bir genci sarayda her gece tazyık ve is- tiçvap ettirmektedir. En sevdiği göz - delerinden (Necmi Seher) Hanımla Pa- risli güzel rakkasse aralarında müthiş bir kıskançlık başlamıştır. — Bu sırada Naime Sultanın kocası Damat Kemalet- tin Paşa ile Hatice Sultanm aralarında bir sevişme hâdisesi Abdülhamidi çıldırt - mıştır. Hafiye çifte köşklerin bahçesin- deki çalılıklar arasında takibatla meş - guldüzler. Aptulhamit 1 — Estafurullah Şevketlim! Ha- şa.. Böyle bir şey söylemek isteme- dim., Necmiseher Hanım İstanbul- ludur.. Daha zeki ve anlayışlıdır. Elbette Saadetle mukayese edile- mez, Akbdülhamit gülümsedi. Cafer Padişahın hal ve tavrın- daki değişiklikten cesaret alarak: —- Necmiseher — Hanımefendi Sultan Hanımlar sırasına geçmeğe lâyık bir incidir, Padişahım! dedi. Cafer Ağa bu surett2 Saadetin -saçlarının kesilmesine ve saraydan suzaklaşmasına mâni olmuştu. Abdü!hamit çekmesinden bir küçük kolye çıkararak harem ağa- sıma uzattı: — Cafer! Bunu al.. Kendi elin- le Saadetin göğsüne tak.. ve yarı- na kadar rahatsızlığı geçerse, sa- bahleyin kahvaltımı onun getirme sini söyle! * . * * . . - söçak ç Cafer Ağa huzuru hümayundan çıkar çıkmaz Saadetin — odasına koştu. ) — Kızı sevindireyim... Necmi- seher de kıskançlığından patlasın. Diye söylenerek kapıyı açmak istedi. Oda kapısı içinden sürmelen - mişti. Cafer Ağa yavaşça kapıyı vur - du: — Saadet.. Ben geldim. Cafer kapının önünde bekler- ken, Necmiseherin Saadet hakkın da uydurduğu yalanları düşüne- rek hiddetinden homurdanıyor: — Bu temiz yürekli kız Padişah- tan başka kimseyi sevebilir mi? Diyerek, Necmiseherin tezvira- tına şaşıyordu. 25 Tefrika numarası : Yazan: Iİshak Ferdi Cafer Ağa içeriden akseden ha- fif bir mırıltı duydu.. Kulağını ka- pıya yaklaştırdı. Harem ağasının gözleri birden bire dışarıya uğramıştı. Kendi kendine: — Aman Allahım.. Neler işiti- yorum! Diye söylendi. Kulagmı kapıya iyice yapıştırdı. Arabın ağzı bir karış açılmıstı. Saadet, odasında yabancı biri- / ne anlatıyormuş gibi, kendi kendi- ne konuşsuyordu: — Sevmek günah mı, canım? Kim ne derse desin.. Kafamı kes - seler, gene seveceğim. Zindana at salar, gene seveceğim. Ölünciye kadar seveceğim. Allah, Allah., Be nim kalbimin kâhyası yok ya! Her kes sevsin, birbirile cilveleşsin de, ben nicin sevmiyeyim? Neden bir erkeğin kolları arasında — yatmak saadetinden mahrum kalayım Cafer Ağa derin bir şaşkınlık içinde: — Vay kâfir vay! Demek ki Necmiseher yalan — söylememiş. Ben de aptal gibi onu müdafaa e - diyorum... Diyerek şiddetle İ-:aprya vurdu. Saadet kapının birinci çalınışı- nı zaten duymamıştı. Derhal kapıyı açtı ve Cafer A - ğayı görünce sevindi :: — Buyurunuz Efendim! Bu sa- atte sizi buraya hangi rüzgârlar attı? Cafer Ağa kaşlarını çatmıştı. Odadan içeriye girdi ve kapıyı ar- dından sürmeliyerek bir koltuğa oturdu. — — Adapazarındaki âşıkın çok mu güzeldi? Saadet hayretle ağanın yüzüne baktı: — Hanzi âşrkım?... — Canım, — anlamamazlıktan gelme! Hepsini biliyorum... Hat - tâ yalnız ben değil, efendimiz de biliyor. Bu yüzden saçlarını kö- künden keseceklerdi. Ben şefaat ettim, Fakat, yanılmışım. Keşke ağzımı açmasaydım... Saadet, ağanın omuzlarına sa- rıldı: — Neler söylüyorsun ağacığım? ÂAşk mı, Servet mi? Nâkili : (Vâ - Nü) Geçen kısımların hülâsası İlhami Bey, servetini kaybetmiş bir Paşazadadir. Fakat, eski debdebeli . hayatı terketmek istemiyor. Onun için, kızı Türkân Hanımı Cemal Bey ismin- de bir zengine vermek emelindedir. Halbuki, Türkânla Fikret sevişiyorlar. İlhami Bey, Fikreti, oğlu gibi büyüt- mektedir. Ona, kızdan vazgeçmesi için rica ediyor. Banka memuru olan Fik- retin önüne, tesadüf, Şadiye Hanım isminde zengin bir kadın çıkarıyor. Bu hanım, da delikanlı ile alâkadar oluyor. — Emin olunuz, yalnız zahiri tarafla- | rınız benziyor.. —dedi.— Kocam, çocuk gibi, iradesiz, her tarafa sürüklenir bir erkekti. Siz ise, bilâkis, çelik gibi sağ- lam bir azme sahip duruyorsunuz.. Ma - nevi taraflarınızda taban tabana zıddiyet vardır. — Maamafih, onunla dost ve arkadaş- mışsmız.. Demek ki, asıl manvi tarafla - rını beğeniyormuşsunuz.. — İhsana karşı niçin merbutiyet hiz- settiğimi şuurumla tayin — edemedim ... Onu sevmediğimi, kendisine yalnız şef- kat beslediğimi sanryordum. Halbuki, ölümünden sonra, yalnızlığımı anladım.. Hiç bir gün aklımdan çıkmıyor.. Gülümsedi: — Sizi karşımda gördükçe, onu diril- miş sanıyorum.. Hem de, beğendiğim manevi taraflarını tashih — ederek gel. Fikret te, kendi hususiyetinden bah - setti.. İllami Beyin ve Türkânın ailesi- ne karşı nasıl merbutiyet duyduğunu an- lattı.. Onların evinde vaziyetini muhta- sarca hikâye etti. — Fakat, bittabi, his taraflarına dokunmadı.. Buna rağmen, Şadiye Hanımın aklı bu cihete takıldı: —Türkân Hanmn kaç yaşında?. — Güzel mi?, — Sarışın mı, siyah mı?, | zengin, hem güzel, hem şık Fıkra müsabakası En iyi, en güzel fıkraları bize gön- dereceklerin yazıları; burada neşredi- lecektir. Yalnız bu fıkraların uzun ol- maması, seçme olması ve okunaklı yazılması lâzımdır. f Merhaba hasisler Birkaç kişi bir bahçede oturmuş, yemek yiyorlardı. Adamın biri yan larına geldi: — Merhaba hasis adamlar! de- di. Yemek yiyenler, tanımadıkları — bir adamın kendilerine hasis de - mesine fena halde kızdılar ve sor - ular: —- Sen bizim hasis olduğumuzu nereden biliyorsun? Hoş sözlü olan lu adam şöyle cevap verdi: — Canım kızmayın. Bir parça ekmek verin de hasis olmadığınız anlaşılsın.. Bu suretle benim yalan- ct olduğum da meydana çıkar! Selimiye: Nüshet Benim Adapazarında âşıkım falan yoktur. Ben oradan çıktığım — za- man küçükcük bir çocuktum. Hiç bir şey bilmezdim. — Şimdi de şeytanın bilmedik- lerini biliyorsun! Saadet, Cafer ağanın yanakla- rını okşamağa başladı. — Vallahi şimdi de o vakitki gibi saf ve temiz bir kızım, ağacı- ğım! Kimseye fenalık yapmasını bilmem. Kimse hakkında fena dü- şünmem. Hattâ kuyumu kazanlar hakkında bile.. Hele söyleyin ba- kalırm, ne olmuş? Efendimiz bana gazeplendi de siz şefaat mi etti- niz? — ÜÖyle ya... Saçlırını kökün- den ustura ile tıraş ettirip köyüne gönderecekti. Ben affettirdim.. Le- hinde söyledim. “Saadet sadık ve vefalı bir kızdır.,, dedim. Bu söz- lerim Padişahın hoşuna gitti.. Ve bak sana neler ihsan buyurdu?! Cebindeki kolyeyi çıkardı: — Gel boynuna takayım... yorsun? Ver bakayım ağacığım! — Ah, ne güzel! Sahi mi söylü- — Yook.. Olmaz. İrade yerine gelecek, Efendimiz: “Kendi elinle göğsüne takacaksın!,, dedi. Cafer ağa, Aptulhamidin verdi- ği kolyeyi Saadetin göğsüne tak- tıktan sonra: — Sultan, dedi, bana Hakikati söyle bakayım! Sen kimi seviyor- sun ? — Vallahi kimseyi sevmiyorum, ağacım |.. (Devamı var) — Orta boylu mu, uzun mu?, — Zayif mi, toplu mu?. Bu neviden sualler yağdı.. — Fikret, hepsine lâkaytlikle cevap — veriyordu.. Nihayet, hensini birden kestirip atmak için şu suali sorulmamış cevabı verdi: — Nişanlandı gibi.. Yakında evlene - cek... Cemal Bey — isminde bir gence, babası, onu veriyor... Şadiye Hanım, rahat bir nefes aldı... Sonra, gülümsiyerek: — Aman, ne uslu, ne itaatli hanım - mış bu?., “Babası veriyor...,; öyle mi ? Zamanımızda böyle kızlar hâlâ var de- mek!.. Yoksa görücü ile mi evleniyor ... Fikret, içinden: — Ne uslu, ne itaatli olduğunu bir- de bana sor!.,, diyordu. Fakat, yüksek sesle: — Tabii değil mi?.. Bir baba, kızının saadetini ister.. — Demek ki, Cemal Bey, — Türkân Hanımı mes'ut edecek.. Zengin olduğu için mi?.. Zenginliğin saadette âmil ola- cağını zannediyor musunuz?. — İşte bu- nun aksini ispat eden benim.. Emin olu- nuz ki, hayatım, felâketten felâkete sü- rüklenmistir. İnsanda, her şeydan ev - vel tali olmalı.. PDeminki şiirde hem olduğum HABER — Akşam Postası 23 Temmuz 193[ Nakıl ve tercüme h akkı ıııll' Yazan: M. Gaylf —Böd ü Stearin mumları yapmak için öküz ve koyun içyağları su, yahut hamızı kibrit, yahut kireçle sabunlaştırılır. Husule gelen asid gralar su buharı ce- reyanında taktir edilir. Sonra keten torbalara konur. Evvelâ soğukta sen- ra kırk derecede torbalar sıkıştırıla - rak asid oleik tefrik olunur, Asid ole- ik torbalardan süzülerek yalnız asid palmitik ve asid stearik kalınca bur - lar izabe edilir ve ortalarında fitili o - lan kalıplara dökülür. Mum imal edi - lirken sabun imalinde kullanılan asid oleik ve gliserin elde edilir. Sabunlar Sabun “Şahmi hamız,;ların esaslar- la ittihadından husule gelen milhtir. sabun yapmak için “şahmi,, yani gres maddeler potas, sud, kireç gibi esas- larla tasabbun ettirilir yani sabunlaştırı- hır. Sabunların muhtelif nevileri vardır. En müstamelleri potaslı ve sudlu sa- bunrlardır. Potaslı sabunlara yumuşak — sabun yahut arap sabunu, sudlu olan sabunla- ra da sert sabun veya çekirdek sabunu denir. Ev işlerinde sert sabun kullanı- lır. İçinde kalevi olan sabunlar su ve ispirtoda erir. Kalevi olmryan sabun - lar ise suda erimez. Eğer kireçli suya veya acı suya bir miktar sabun mahlü- lü koysak kireçli sabun husule gelir. Bu da eritilerek tortu halinde dibe çö- ker. Keza bir bakır milhi üzerine bi- raz sabun mahlulü ilâve edersek ye - şilimtirak bir tortu hasıl olur ki bu da bakır sabunudur. Sudlu sabunlar, iç yağı, hurma yağı, cinsi fena zeytin yağı gibi — “şahmi,, maddeleri sudla sabunlaştırarak yapı- lır. Bunun için iptidai maddeler ateş veya buharla ısıtılan demir kazanlara konur ve durmadan karıştırılır. Bu es- nada gliserin ile sabun husule gelir.Her ikisi de suda erir. Sabunu su ve glise- rinden ayırmak için sudlu mahlulü ilâ- ve olunur. Sabun tuzlu suda erimedi - ğinden mayiin sathında toplanır. Gli- serin ise suda erimiş bir halde — kalır. Böylece elde edilen sabun tekrar tuz- lu sud mahlulü ile kaynatılır. Sonra kalıplara dökülerek daondurulur. Sabun- nun donması çabuk veya geç olduğun- na göre rengi beyaz veya renkli olur. Potaslı sabunlara gelince bunlar es- mer yahut yeşilimsi renkte olurlar, Sud lu sabunlardan müessirdirler. Petas ht sabunların imali sudlu sabunlarır i- mali gibidir. Yalnız sud yerine potas konur. Bunlar fıçılara konarak ticaıe- te sevkolunur. Arap sabunu cilt has - talıklarında, sanayide kumaşların yağ- dan tecridinde kullanılmaktadır. An - cak yünlü ve ipekli kumaşları temiz - lemek için kullanıları sabunda az po - tas olmalıdır. Yoksa kumaş yanar. Adi sabunlara — süblime, — asidfenik gibi müzadı teaffün - Dezenf vetan- lar | ynzılıydt Bizim memleketin şeraitine göre çok zengin olduğumu saklamam , boş ve mânasız bir tevazu olur.. Güzel - liğime, şıklığıma emniyetim yok.. Size gayet garip bir şey söyliyeyim mi, zev- cim öleli on seneden fazla oluyor.. Be - ni o zamana kadar pek çok kimse almak istedi, fakat, bunların hepsinde — ikinci bir maksat sezdim: Param için beni is- tiyorlar sandım.. Belki de bunda — hak- sızdım.. Elbette, bir kadını kendi — için istiyen erkekler de bulunur.. Fakat ben de, hep aksi fikir hasıl oldu.. Evleneme- dim.. Eğer param olmasaydı, belki de çoktan evlenir ve saadete kavuşurdum.. Görüyorsunuz ya.. Servet, her zaman, insanmn saadetini temin etmiyor.. Bazan da saadete mâni oluyor.. — Zengin bir insan, aşk hususunda, şehre — gelip te daima dolandırı!'mağa müheyya bulu - nan bir zengin köylü halindedir.. Zen- gin olan aşkta kaybeder.. Fikret, dudak büktü: — İhtimal.. — dedi.. Gözleri dalmıştı.. , Şimdi, bambaşka bir şey düşünüyor- du.. — Hayır, bu kadın, hayalâta kapılıyor - du!. Kendisi, zengin olmadığı için, aşkta WAR. | ca İezzeti yakıcı olmalıdır. Eğt kaybetmişti... —Cemal, zengin olduğu ilâve edilerek tıbbi sabunlar gibi boyalar ve esanslar ilâve © te tavalet sabunları yapılır: M reçine ilâve edilirse reçincl' elde edilir. Bunlar tuzlu su köpürür. Adi sabunun imalinde ğ maddelerin miktarı şu nisbet " 600 gram iç yağı almarak b', na konur, hafifçe ısıtılır. Bome kesafetinde 200 - kilo iyeti sodyum mahlulü ilâve durmadan karıştırarak 1sı olunur. Kısa bir müddet ıonl" busule gelir. Sabun husule başlayımnca mahlule 12 - 8 Bd. fetinde 200 kilo daha maıy*“ ilâve edilerek karıştıra karıştıf? b" natılır. Sabun daha kesif bir der. Mahlul bir müddet kayf” sonra üzerine 18 - 20 Bome *” de 200 kilo daha maiyeti s00 ve edilerek tekrar kaynatılır: dört saat kadar sürer. Yağın tamamen sabun hM L gelmediğini anlamak- için 7 İman muhtelif nümuneler A_ lar üzerine konur. Nümuneler * ken berrak ve şeffaf olmalı, * ca yumuşak olmamalı, katı © Soğumuş nümune dile dokllnî | İ mıyorsa kalevi ilâvesi lâzımdi" Yağın tamamen ıabunlaşu;? n şılımca gliserinden ayırmak — "f mahlulü katılır ve hepsi on btf kaynatılır. Bu sefer sabun $4" mamen ayrılarak satıhta topla” | tık kalrblara dökmesi kalır. Ğ Karbon idratlar' | “Hydrates de karb? Karbon, oksijen ve idrojer '_ w rekkep uzvi cisimlere I:.ıııı"blil'l ç rı denir, Bunların içindeki idrojen suyu teşkil eden nl'ı ,' hilindedir. Nazari bir sürett domları ile su meleküllerini? " | mesinden husule gelmiş oldu karbon idratı ismini alırlar. —j Muadili çok olan kuullefl" ' hammuz mahlülleri karbon ( Meselâ glikol dediğimiz C* H | nin tahammuzu ile elde edile? | 1 glikol — C* (H? O)? bir idrat bandur. Terkibinde iki karbon olaf! | lara biyoz denir. Aldeid glık Biozdur. | Muadili çok küullerden * ilk tahammuz mahsulü olan r_" resin de bir idrattır. Aldeid 8$" düsturu C' (H'* O)” tür.. Muadili çok küullerden H* (O H), nin ilk tahammül ” olan glükoz C" (H" O)* da bir tir. Altı karbonlu olan îdratl 4 zoz denir. Glüköz bir hekzo? (Dev için, sevgilisini ondan almışt* # | “— Züğürdün nasibi hayal” ye düşündü.— Sözde Türkân ';- J ruya, uzaktan uzağa benimle * 4| Fakat ,hakikatte — onunla © Muhavere bir daldan bir J’v yordu.. ”| Yukarıki muhavereler, ileri doğru adım atmasına il€ K , olacak tarzda idi.. Zaten, bt " den evvel, Fikret kendini Y hâlâ Türkânın nüfuz ve cazib” duğunu hissetmişti.. Kendi kendine kızıyordu? M “—.Deli miyim 'ben?i. Bu F tün İstanbul gençlerini 'cv::”' | tacak bir fırsattır.. Vakıa büsümü kıracak sözler Wyı' î teşebbüsü bizzat kendi yap' 1 ' | Beni buraya çağırması, dav* birinin gelmemesi, muhav M ' sabiyet, sarfettiği bir kaç i bunlara delil değil midir?: — f|. kendimi yoklryorum da, ona KM | siz olduğumu — anlıyorum” : ; beni de kendini de felâkett —— | cek bir zevce olur..,, pı'-* | (DT